ÜÇÜNCÜ DERS

17 Şubat 2017 Cuma

SORUNLARIN KAYNAKLARI, SEBEPLERİ  2

(Ya da İslâmî hayatın önündeki engeller)

 

“Kendimizden kaynaklanan ve bize zarar veren işlerin bazı sebepleri”ni anlatmaya devam ediyoruz.

 

10-Gaflet, ihmal, unutkanlık, aldırmamazlık

Şurası kesindir ki insanın hayatında kendisi için serbest bir alan belirlenmiştir. Burada herkes kendi hayat hikayesini kendi eliyle yazar. Şûrâ 42/30. âyeti tekrar hatırlayalım.

 “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”  

Buna göre musibetler, zorluklar, hastalıklar, üzüntüler, stresler kendi hatalarımız, kendi düzensizliklerimiz, yanlış seçimlerimiz, yanlış uygulmalarımız yüzünden meydana gelir.

Bir yanlış yapıyorsa problemle, zararla karşılaşması kaçınılmazdır.

Bundan dolayı böyleleri mutluluğunu kaybeder, hüzne düşer. Düşer de kendisi sebeplerini araştırmak yerine bunun bir kaza, bir alınyazısı olduğunu düşünür.

Kanunları çiğnemek, tembellik, dikkatsizlik, haram ile helâlin, yasak ile serbest olanın, faydalı ile zararlının arasını ayıramamak, vs. Gibi.

Hak isteyenler öncelikle görevlerini yapmalı. Bir şeyler bekleyen üzeri düşeni ihmal etmemeli. Her şeyin zamanında yapılması gerekir.

Bilmeliyiz ki  ne zaman sınırları aşarsak, kurallara uymazsak, randevülerimize/ anlaşmalarımıza uymazsak zarar ile karşılaşırız.

Mesela; trafik cezası alıyoruz. Ceza mektubunda açıkça yazıyor, zamanında ödenmezse ceza şu kadar artar, ikinci artırma şu kadar. O da belirlenen vakitte ödenmezse deurwaarder’a gider. Ya da eerste herinniring, (bazen) tweede herinnering, aanmaning, bir daha ki adım deurwaarder, yani icra. Mesela 100 euro, 1. Verhooging 140, 2. Verhooging 220. Yine ödenmedi. Deurwaarder’dan bir mektup: 679 euroyu şu tarihe kadar ödemezsen evine haciz gelecek, ya da maaşına el konulacak. Yine aldırmadın. Maaşına ale konuldu, ya da eşyaların satışa çıkarıldı.

Sonra sinir, öfke, sisteme hakaret, belki de sövüp savmalar. Hele bir de evin eşyaları satılırsa; stres, kafayı yeme, deli olma.

Kimin hatası?

İnsanın başına kendi hatası ve ihmali sebebiyle bir zorluk, sıkıntı, belâ geliyorsa otursun kendi nefsini suçlasın ve kendini düzeltsin.

 Adam, evini uçurum veya derenin tam kenarına yapmıştır. Evi göçtüğü zaman bu felâketin faturasını kimseye yüklememeli.

Burada Uhud örneği hatırlanabilir.

أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ {59} وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ {60} وَأَنتُمْ سَامِدُونَ {61}  

“Şimdi siz bu söze (Kur’an’a) mı şaşırıyorsunuz?

Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz.

Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız.” (Necm 53/59-61)

Tekȃsür Suresi ihmali hatırlatıyor. Oyalanırsınız, ama bir de bakarsınız ki, ecel apansızın geldi.

 

11-Cehâlet

“Cehâlet” sözlükte, daha çok bilmemek, tanımamak, kaba davranmak gibi anlamlara gelir. ‘Câhil’ de bilgiden mahrum olan, davranışları olgun olmayan, kendini bilmeyen ve hakikatin bilgisinden mahrum olan demektir.

Bu kökten gelen “câhiliyye” ise Íslâm’a inanmayan kişi ve toplumların tutum, davranış, yaşantı, anlayış ve sistemlerini nitelemek üzere kullanılan bir kavramdır.

Bu niteleme olmuş-bitmiş bir dönemin adı olmaktan ziyade; İslâm dışı inanış ve davranışların genel adıdır.

İnsanların düşünüş ve davranışlarına inançları ya da dünya hayatını algılayışları yön verir. Kişi hangi dünya görüşüne inanıyorsa tutum ve davranışları ona uygun olur. Onun kabul ettiği değer yargıları, ahlâk ilkeleri, inancından kaynaklanır.

İşte bazı değer yargılarını, inanç esaslarını, düşünme ve davranış biçimlerini, ahlâk kurallarını bünyesinde toplayıp onlara yön veren iki sistem vardır:

Bunlardan biri Allah’ın dini İslâm,

diğeri de hangi ad altında olursa olsun ‘câhiliyye’ sistemleri, ya da ‘câhiliyye’ dinleridir.

Şirk bu sistemin daha çok inanç yönüne ad olurken, cahiliyye ise bu gibi sistemlerin tutum, davranış ve değer yargılarına ad olmaktadır.

İslâm’dan uzak olan kişi ve toplumlar genellikle ‘heva’larına uyarlar. Onlar canlarının, yani keyiflerinin istediğini yapmaktan başka bir şey bilmezler.

Allah’tan başkasına kulluk edenler câhillerdir:

قُلْ أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَأْمُرُونِّي أَعْبُدُ أَيُّهَا الْجَاهِلُونَ {64}

De ki: Ey câhiller, Allah’ın dışında bir başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (39/Zümer, 64)

Allah’ın vahy yoluyla bildirdiği âyetlerinden yüz çevirenler, yaptıkları hatanın farkında değillerdir. Allah’ın dışında başka tanrılara ibadet yaparak elde ettikleri zararı hesap etmiyorlar. Allah’a ibadette bulunarak elde edecekleri mükâfatları da bilmiyorlar. Bu konuda duyarsız ve Hakk’a karşı boşuna kör ve sağır gibi davranıyorlar.

Sağlam bilgiye sahip olmadıkları, doğru davranışın ne olduğunu, berede nasıl hareket etmelerini gerektiğini bilmedikleri, keyiflerine uymanın mutluluk olduğunu zannettikleri, davranışlarını nereye varacağını kestiremedikleri için, çok hata ederler.

Bu yüzden de zarara, bunalıma, strese, depresyona düşerler. Hayatlarını kendi elleriyle mutsuzluğa çevirirler.

 

12-Zamana uymak

Kimileri; “zaman sana uymasa da sen zamana uy” derler. Ne demekse?

Yani çevreye, yani içinde bulunduğumuz şartlara uymak. Çoğunluk nasıl yapıyorsa öyle yapmak. Bir şeyin doğru olup olmadığına, hayr olup olmadığına bakmadan herkes ne yapıyorsa aynen yapmak. Yani sürüye uymak, kalabalığa uymak, körü körüne gitmek...

Bu tutumda “Allah ne der” diye düşünme yerine, “insanlar ne der” endişesi vardır.

Allah’ın vereceği mükȃfat yerine, çevrenin aferini daha ağır basar.

Buna, ev eşyasından alımından ev döçemesine, çevre edinmekten misafir ağırlamaya, düğünlerden bayramlara, elbise giyiminden model seçmeye, töreden geleneklere kadar bir çok alanda şâhit oluyoruz.

Kur’an Allah’tan korkma yerine insanlardan korkmayı önceleyenleri kınıyor. Böylelerine dünevi keyfin ve rahatlığın geçici olduğu hatırlatıyor.

Allah’ı hesaba katmayanlar, zamanın hayata müdahil olduğunu, eşyaya ve insana zamanın yön verdiğini düşünürler. Kur’an onların halini şöyle anlatıyor:

“Onlar hâlâ: “Bu dünyadaki hayatımızdan başka bir şey yok!” derler, “Dünyaya geldiğimiz gibi ölürüz ve bizi ancak zaman yok eder”. Fakat onların bu konuda hiçbir bilgileri yok: onlar sadece zannederler.” (En’am 6/29)

Zamana uyma iddiası çeşitli yönlerden tartışılabilir, boyutları belki kişiden kişiye, kültürden kültüre değişebilir. Ancak böyle bir iddianın altında bizce bir kaç önemli sebep vardır.

1-Kendine güvenememek/kişiliği gelişmemek, ya da aşağılık kopleksi.

Kişiliğine güvenen bir kimsenin kalabalıklara uymak, çoğunluk gibi olmak, başkalarının arzuladığı gibi olmak diye bir derdi olmaz. O kendisidir, kendisi olmaktan da memnundur. Kendi varlığının farkına varmak hem başka varlıkları var olduğunu farkettirir, hem de kendi değerini keşfettirir.

2-Dünyalık bir şeyler kapma arzusu.

Böyleleri tek dünyalık yaşarlar. Hayat buradaki kadardır zannederler. Böyleleri için arzu edilen, istenen, haz veren her şey hedeftir. Ne kadar alabilirsen, ne kadar zevk tadabilirsen, ne kadar sahip olabilirsen veya harcarsan kâr diye düşünürler. Onlar; yeme, içme, kazanma ve harcama hapishanesinin gönüllü esirleridir. Hayalleri bunların ötesine geçmez. Zaman uymayı bu arzularına kavuşma uğruna öncelerler.

3-İnandığı değerlerden şüphe etmek.

Kimileri ideal değerlerin kaynağı olan İlâhî vahye inandığını iddie eder ama zamana uymaya da iman ilkesi gibi sarılırlar. Böyleleri inandığını iddia ettiği değerlden emin değil ki, o değerleri ahlâk olarak yaşama yerine zamana uymaktan söz ederler. Kalabalığa uymayı bu yüce değerlerin önüne alırlar.

Halbuki bir şeyi değer olarak almak ve onu hayat ilkesi haline getirmek başlı başlına bir güven duygusudur.

4-Onlardan olduğunu hissettirmek.

Zamana uyma iddiasında olanlar, kendi değerlerine güven duymuyorsa, uymaya çalıştığı kitlelere “ben de sizdenim” mesajı veriyor demektir.

Kur’an iman edenleri bir başka açıdan şöyleu yarıyor:

“Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” (Nisâ 4/139)

 5-Çevredekilere şirin görünme hastalığı.

Belki dışlanma korkusu, belki çıkar elde etme amacı, belki mevki kapma hırsı, belki aşağılık kompleksi sebebiyle bazıları çevrelerine şirin görünmeye çalışırlar. Onlara sokulurlar, kanatlarının altına girmeye isterler, hatta yağcılık , olduklarından farklı görünürler yaparlar.

Kur’an, iman açısından bu tutumu iki yüzlülük olarak niteliyor.

“(O ikiyüzlüler) sizi hoşnut bırakmak için (iyi niyetle edip-eyledikleri konusunda) yüzünüze karşı Allah'a yemin ederler. Oysa, eğer gerçekten inanmış olsalardı, başka herkesten önce Allah'ı ve O'nun Elçisi'ni hoşnut etmeye çalışmaları gerekirdi!” (Tevbe 9/62)

Özetle, “zamana uymak” sözü temeli olmayan, kof, gerçeklerle bağdaşmayan bir iddiadır ve imanı zayıf olanlar için bir tuzaktır.

Yani şimdi bir zamanda bir toplumda herkes hırsız ise, hırsızlığın kötü olduğunu bile bile onlara mı uymalı?

Bir zamanda herkes yanlışta ise, ne yapalım zamana uymak gerekir deyip biz de mi yanlışı seçelim? Elimizde doğru seçme imkanı varken.

Bir toplumda herkes kör ise, biz de mi kör olalım?

Aklını kullanmayan ve bilinmezliğe giden koyun sürüsüne mi takılalım?

Şahsiyetli ve insanın üzerinde sonsuz bir güce iman eden bir kişi zamana değil; doğru ilkelere, isabetli ölçülere, eskimez değerlere uymalı. Hayır olanı tercih etmeli, Hakka taraf olmalı.

Bir kimse benim her konuda ölçüm Haktır/Vahiydir diyorsa; o işin doğrusu yapıyor, neye uyulacağını göstermiş oluyor.

Zamana uyma iddiası, İslâmı hayata hakim kılma önünde ciddi bir engeldir. Zira İslâmın bir çok ilkesi, emri, ölçüsü, hevâlarından hüküm verenlerin ölçüleriyle bağdaşmaz. Hevâlarını ilah (tanrı) edinenlerin çoğunlukta olduğu zamana (yani onlara) uymak haktan sapmaktır.

 

13-Töreye veya atalar dinine uymak

Kimileri de içinde yetiştikleri toplumun ötedenberi âdet edindiği geleneklere, törelere, alışkanlıklara sıkı sıkıya bağlıdırlar. Onların doğru, yanlış, hak, batıl, faydalı veya zararlı, tutarsız veya tutarlı oluşuna bakmazlar.

Töre ise, atalardan kalma ise, bu yeter onlara göre.

Atalarından kalan töre/âdet Kur’an’a zıt olsa bile, dinin haram kıldığı bir şey olsa bile, akla, mantığa, hayra uymasa bile.

Çirkin, abes, iğrenç olsa bile. 

Çünkü onla riçin ölçü adalet, insaf, hayı rve ma’ruf değil, ataların yoludur.

“Ve (bunun içindir ki) ne zaman utanç verici bir iş işleseler, “biz atalarımızı da bu işi yapar bulduk; hem, Allah emretmiştir bunu bize” derler hemen.

De ki: “Bakın, Allah asla utanç ve tiksinti veren işleri emretmez. Siz, yoksa hakkında hiçbirşey bilmediğiniz birşeyi mi Allah'a yakıştırıyorsunuz?” (A’raf 7/28)

Halbuki bir mü’min için ölçü ataların dini, âdeti, örfü, kişinin kendi hevâsı (görüşü), zaman gibi şeyler değil; vahiydir, Kur’an’dır, yani Hakikattir.

Mü’min bir şeyi atadan dededen kalma diye sürdürmez. Hakka uyuyorsa alır, uymuyorsa rededer. Bir konudaki ölçüsü ataların seçtikleri, onların geleneğine uygun olan şeyler değil, Allah’ın koyduğu ölçülerdir.

Özellikle inkârcıların bahanesi budur. Atalarının izinden gitmek... Atalarının ilke ve ölçülerini esas almak. Kur’an onların bu tutumunun yanlış olduğunu bir çok âyette söylüyor ve onları kınıyor. Mesela;

Ama onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz (yalnız) atalarımızdan gördüğümüz (inanç ve eylemler)e uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasib almamış iseler?” ( Bekara 2/170)

“Zira onlara, “Allah'ın indirdiğine ve Elçisi'ne gelin!” denildiğinde, “Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve fiiler bizim için kâfidir” diye cevap verirler. Ya ataları hiç bir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzak kimseler idiyseler de mi?” (Mâide 5/104)

“Hayır! Ama şöyle derler: “Biz atalarımızı (belli) bir inanç üzerinde bulduk ve ancak onların izinden giderek doğru yolu buluruz!” (Zuhruf 43/22)

 

14-Peşin olana meyil

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا {16} وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى {17}  

“Ama hayır, (ey insanlar), siz bu dünya hayatını tercih edersiniz, oysa gelecek hayat daha iyi ve daha kalıcıdır.” (A’la 87/15-16)

Burada elde olan, tadılan, kullanılan peşin. Gözle görülüyor, elle tutuluyor,

yeniyor, içiliyor. Yani her şey maddi. Dinin vadettikleri ise görünmüyor, peşin değil. Elde olan ele geçecek olandan daha inandırıcı oluyor

Nefisler buna aldanıyor, şeytan buradan insanı yakalıyor.

Sâlih amele vadedilen sevap sahici gelmiyor sanki.

Günahlara vededilen azap hayali sanki.

Böyle olunca da bazılarımız islâmî hayatını sürekli erteliyor.

Kur’an böylelerinin halini şöyle açıklıyor:

“Bakın, (Allah'ı umursamayan) şu adamlar bu gelip geçici dünyayı severler, ama ızdırap dolu bir Günü (düşünmeyi) ihmal ederler.” (İnsan 76/27)

“Mal mülk ve çocuklar dünya hayatının süsleridir; ama ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar (salihât) ise, karşılığı bakımından, Rabbinin katında daha değerli ve bir ümit kaynağı olarak daha verimlidir.” (Kehf 18/46)

 

15-Gündelik hayatın cazibesine kapılma

Kur’an buna emel ile oyalanma diyor.

الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ {1} رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ {2} ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ {3}

“Elif Lâm Râ.Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur’an’ın âyetleridir.

İnkâr edenler, “Keşke müslüman olsaydık” diye çok arzu edeceklerdir.

Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.” (Hıcr 15/1-3)

Gündelik işler insanı öylesine oyalar ki, zaman nasıl geçtiğinin farkında olunmaz. Seneler hızla akar gider. İnsan bir bakar ki yaşlanmış. Mezara bir adım daha yaklaşmış. Kimisi bundan sonra “zararın neresinden dönersem kârdır”  deyip, ihmal ettiği görevleri yerine getirmeye çalışır. Kimisi saçlarının aklaştığına bile bakmaz. Habire koşturmaya devam eder. Gündelik işler öylesine caziptir ki, mıknatıs gibi çoklarını peşine takar ve sürükler.

Halbuki insan bir yolcudur. Bir yerden gelip bir yere doğru gider. Dünyadaki hayat bir duraktaki dinlenme gibi. Bir ağacın altında gölgelenme gibi. Ama yolculuk devam ediyor.

Bu gerçeği bize bir hadis şöyle hatırlatıyor:

Abdullah ibnu Ömer (ra) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) omuzumdan tuttu ve: “Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol.” buyurdu. İbnu Ömer (ra) şöyle diyordu: “Akşama erdin mi, sabahı bekleme, sabaha erdin mi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık hali için hazırlık yap. Hayatta iken ölüm için hazırlık yap.” (Buhari, Rikak/2 Ayrıca bkz. Tirmizî, Zühd/25. İbniMâce, Zühd/3)

Hayatın akışına kendini kaptırıp da kulluk görevlerini ve âhirete hazırlanmayı unutanlara şu âyeti ve hadis’hatırlatmak gerekir.

“İnananlar için hala vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah’ın zikrine ve inen Kur’an’a karşı saygı duyup yumuşasın ve bundan önce kendilerine kitap verilmiş sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar.” (Hadid57/16)

Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Rasûlllah (sav) şöyle buyurdu:“Yedi şey gelip çatmadan iyi işler yapmaya bakın. Yoksa siz insana görevlerini unutturan fakirlikten, azdıran zenginlikten, halsiz bırakan hastalıktan, bunaklaştıran ihtiyarlıktan, ansızın yakalayan ölümden, gelmesi beklenen şeylerin en fenası deccâlden, belâsı daha büyük ve daha acı olan Kıyâmetten başka birşey mi gözlüyorsunuz?” (Tirmizî, Zühd/3)

Sonuçta gündelik işlerin seline kapılanlar pek çok hata yaparlar, asıl yapılması gereken kulluk görevini ihmal ederler.

Tekâsür Sûresinin ilk âyeti de bu durumu anlatıyor.

 

16-Ölümden ibret almamak/ölümden uzak yaşamak

Başkalarının öldüğüne ve öleceğine herkes inanır ama kendi ölümüne pek az kimse inanır.  

Şair bakınız ne diyor:

“Minarede ‘ölü var’ diye bir acı sala
Er kişi niyetine saf saf namaz..ne ala
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hala
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan”

Elhak doğru bir söz. Ölüyü yıkayan da,  taşıyan da, mezara indiren de ölüme inanmaz (mı).

Herkes diyebilir ki: O ne biçim söz? Hiç ölüme inanılmaz mı?

Evet, dışarıdan öyle görünüyor. Ama sormak gerekir, insan ölüme gerçekten inansaydı böyle mi yaşardı?

Kişi öleceğine gerçekten inansaydı hiç isyan eder miydi?

Hiç geçici zevklerin peşine bir ömür tüketir miydi?

Hiç bütün hesaplarını ve yatırımlarını bu hayata yapar mıydı?

Hayatına Allah’ın insan için uygun gördüğü İslâmı hâkim kılmaya çaba göstermez miydi?

İnsan ölüme gerçekten inansaydı hiç bu kadar hahkaha ile güler miydi?

Ölüme inanan kimse tepinircesine bir ömür boyu eğlenir miydi?

Ölümden sonraki hayatın varlığını kabul eden hazırlık yapmaz mı?

Ölüme inanan kimse bu kadar gafil olur muydu?

Baksanıza kimileri ölümden konuşmaktan hoşlanmaz, kimileri mezarlıkları olabildiğince şehirlerin dışına, gözlerin göremeyeceği yerlere yamayaıtercih ederler. Hayat ne güzel akıp gidiyorken ölümden bahsetmenin sırası değil onlara göre.

Ama müjdeleyici ve uyarıcı olan son Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:“Ağızların tadını kaçıran (lezzetleri yıkan) ölümü çokça hatırlayın!”(Tirmizî, Zühd/4 no: 2307)

Yapılacak şey ölüme gerçekten inanmak. Ahirete ayne’l-yakîn (cidden, görmüş gibi, tereddütsüz) inanmak.

 

17-Allah ile aldatan şeytana uymak

  • يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ {5}

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah’ın her konudaki verdiği söz gerçektir ve mutlaka gerçekleşecektir. O halde dünya hayatı nimet ve süsleriyle sizi ahiret hayatından alıkoyup aldatmasın. Çok aldatıcı olan şeytan da sakın sizi aldatıp Allah’ın lütuf ve bağışlamasına ümidlendirmesin.” (Fâtır: 35/5)

(Şeytanın insana verebileceği huzursuzluk gelecek)

Hüseyin K. Ece