ONİKİNCİ DERS

12 Mayıs 2017 Cuma

MUTLULUĞU (Tayyibe hayatı) DESTEKLEYEN FAKTÖRLER 2

8-Kanaatkâr Olmak

Kanaat, dünya nimeti olarak kendisine nasip edilene razı olma, elinde bulunan ile yetinme, çok aç gözlü ve muhteris olmamak demektir. 

İnsan nefis taşıdığı için çok şeye sahip olmak ister. Hırs (aşırı istek) sahibidir. Mal yönünden doymaz bir iştahı vardır. Bir ni’mete kavuştuğu zaman bir ötekine de sahip olma arzusu duyar. Bütün bir ömrü, mal ve dünyalık peşinde geçirir.

İnsanda dünyalıklara meyil, arzu ve iştah olumsuz değildir. İnsanlar hayatı devam ettirebilmek için çalışmak, eşyaya ve dünyalıklara sahip olmak durumundadır. İnsanda kazanma, sahip olma, elde etme arzuları olmasa ihtiyaaçlarını karşılayamz, dünya hayatını gereği gibi sürdüremez. Bu da dengesizlik ve sıkıntıdır.

İslâm her konuda olduğu gibi sahip olma arzusu ile ihtiyaçlar arasında denge tavsiye ediyor. Ne aşırı hırs ve tamah, cimrilik ve aç gözlülük; ne de aşırı harcama ve israf.

Müslüman dünya nimetlerini isteyebilir. Ancak bunlara bağlı kalmamak, bunların peşinde hayatını geçirmemek, hayatın eksenine eşya tutkusunu koymamak, ya da eşyayı putlaştırmamak şartıyla.

İşte bu noktada ‘kanaat’ dediğimiz davranış karşımıza çıkıyor. Kanaat, dünyalıklar karşısında dengeli bir tavrı ifade eder. Ne aşırı aç gözlü olmak, ne de aşırı istrafçı. İkisinin ortası dengeli, güzel bir tavır.

Kişinin, dünyalıklardan kendi payına düşene razı olup, hırs ve tamah ile bütün zamanlarını harcamaması gerekir. Çünkü hırs ve tamah insanı doyumsuz, aşırı cimri, aç gözlü, kıskanç, huzursuz eder. Hatta bu iki huy kişiye, fazla mala sahip olma yolunda haksızlığa etmeye, zulme ve hak yemeye bile götürebilir.

Müslüman zengin olmaya çalışabilir; ancak bunun yanında kanaatkâr olmayı da istemeli. Zira kanaatkâr olmayan insan hiç bir zaman zengin olamaz. Yani malı çok olsa bile gözü doymaz, kalbi tatmin olmaz.

Peygamber (sav) buyuruyor ki:

“Zenginlik mal çokluğu ile değildir. Bilakis zenginlik göz tokluğuyladır.” (Müslim, Zekât/120 no: 1051. Buharî, Rikak/15 no: 6446. Tirmizî, Zühd/40 no: 2373)

“Zenginlik mal çokluğu ile değildir Asıl zenginlik kanaattır.” (Müslim, Zihd/8)

Yürekleri daha yüce, daha lezzetli ve daha kalıcı gıdalar doyurmadıkça gözler aç kalmaya, iştahlar başıboş olmaya mahkûmdur.

İmanın iktidar olmadığı kalbleri hangi gıda doyurabilir?

İmanın yön vermediği nefsi hangi zenginlik tatmin edebilir?

İmandan ve onun eseri takvadan, Allah’ı zikirden (Ra’d 11/26-28) daha doyurucu bir azık olabilir mi?

Bu gıdadan yoksun kalan, kendini sonu gelmez fakirliğe, doymaz bir iştaha ve açgözlülüğe düşürür.

Allah sevgisinden mahrum kalan, merhamet duygusundan, bölüşme erdemliğinden, infak ahlâkından da uzaklaşır. Çünkü Allah (cc) sevgisiyle doymayan yürekler, her şeye karşı aç olurlar.

Ebedi lezzet hasretinden yoksun olan gönüller, teselliyi fani lezzetlerde ararlar. Onunla da doymaları mümkün değildir.

Kanaatın bir anlamı da, insanlara muhtaç olmamak ve yalnızca Allah’tan istemektir.

Kanaat insanı maddenin kulluğundan, hırs ve tamahın köleliğinden kurtarır. Onursuz yaşamanın zincirini kırar, kişiye onur ve izzet kazandırır. İnsanı ruhsal olarak doyurur ve mutlu eder. 

Ebu Saidi'l-Hudrî (ra) anlatıyor: "Ensar’dan bazı kimseler, Rasûlullah’tan bir şey istediler. O da istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o istediklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdu ki:

“Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim kanaat sahibi olursa  Allah da onu zengin kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır." (Buhâri, Zekât/50 no: 1469, Rikâk/20 no: 6470. Müslim, Zekât/124 no: 1053. Muvatta, Sadaka/7. Ebu Dâvud, Zekât/28 no: 1644. Tirmizi, Birr/77 no:2025. Nesâi, Zekât/85 no: 2589)

Zeyd b. Sabit (ra), Allah’ın Rasûlü’nden şöyle işittiğini anlatıyor:

“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah (cc) onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Halbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz.

Kimin de niyeti âhiret (i kazanma) ise Allah (cc) onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” (İbnu Mâce, Zühd/1 no: 4104)

Abdullah b. Amr’ın rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah (sav) buyurdu ki:

“Kim müslüman olursa, yeterli miktarda geçimliği bulunursa ve Allah’ın kendisine verdiğine kanaat ederse kurtulur.”( Müslim, Zühd/43, no: 1054. Ahmed b. Hanbel, Kitabu’z Zühd, s: 30. Müsned, Hadis no: 6580)

Bu hadisin bir başka rivâyeti ise şöyle:

Fudâle İbnu Ubeyd (ra) Rasûlullah (sav) buyurdu ki:"İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" (Tirmizi, Zühd 35 no: 2350. İbni Mâce, Zühd/9 no:4141. A. b. Hanbel, K. Zühd, s: 30. İbni Hibban, 703, Hakim, 1/35, nak. K. Zühd, s: 30. Müsned ve Nesâí, nak. İbni Kesir, Muh. Tefsir, 2/346)

-Hikaye bu ya;

Gerçek zengin:“Varlıklı bir kişi İbrahim Edhem'e yardım etmek istedi. İbrahim Edhem: -Yardımını gerçekten zenginsen kabul ederim, dedi. Adam gerçekten zengin olduğunu, bir şeye ihtiyacı bulunmadığını söyledi. O sordu:

- Ne kadar paran var?
- Üç bin altınım var.
- Dört bin olmasını istemez misin?
- Elbette isterim.
- Beşbin olmasını?
- İsterim.
- Onbin altının olsa çok sevinirsin değil mi?
- Şüphesiz çok memnun olurum.

- Zengin olduğunu söylüyorsun ama, sen gerçekte züğürdün birisin. Sen, onbin değil yüzbin altının olsa yine kanaat etmez, fazlasını istersin. Kanaati olmayan insan zengin sayılmaz. Gerçekten zengin olsaydın yardımını kabul edecektim.”

Bir şâirin dediği gibi: “Ey zamân! İnsanlara hücûm ederken, beni de herkes gibi sanarak üzerime gelme! Bileğimi bükemezsin! Karşında beni yalnız sanma! Arkamda kanaat gibi yenilmez bir ordu vardır.”

Atasözlerinde şöyle söyleniyor: “Aza kanaat etmeyen, çoğu bulamaz”

İnsanların pek çoğu aç gözlü olurlar. Çağımızda bugün başladığı işte yarın zengin olmayı düşünen pek çok insan vardır. Oysa bir işte başarı, adım adım gerçekleşir. Kazanç da az az birikir. Çoğu oluşturan parçalar az az yığılır. Küçük şeyleri hor gören kişiler büyük şeyler edinemezler. Kendi hakkına ve nasibine razı olmayan açgözlüler devamlı bir çırpınma ve tedirginlik içinde olurlar ve hiçbir zaman çoklara ulaşamazlar.

 “Azıcık aşım, kaygısız başım”

Çeşitli sıkıntılar çekerek elde edilen bir zenginlik yerine kanaat ile beslenen orta halli bir geçim daha huzurludur, insanların rahat bir hayat için çalışmaları, çabalamaları güzeldir; ama sırf bu yüzden kendilerini sıkıntıya sokup dert sahibi olmalarına da gerek yoktur.  

Kanaatkâr olmayı tavsiye için söylenmiştir. (İskender Pala’dan)

 

9-Öfkeyi kontrol altına almak, başkalarına çok kızmamak

Zira öfke aklı giderir, sağlıklı karar vermeyi engeller. Başkasına çok kızmak kişinin kendi hatalarını görmesini azaltır, stresi artırır, güveni sarsar, yanlış ve zarar verecek kararlar almasına sebep olur.

O yüzden Kur’an öfkesine hakim olanları methediyor.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ ﴿134﴾

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âli İmran 3/134)

Öfke, insana verilen tabii güçlerden üçüncüsüdür. (Diğerleri akıl ve şehvet/arzulardır) Öfke savunma gücü olarak ve yerinde kullanılırsa faydalıdır. Mesela, kendisini bunaltmak üzere hücum eden, zorluklar, sorunlar ve felâkatlere, saldırgan düşmanlara, kendisine zarar vermek isteyenlere karşı koyma gücü gibi. Hiç öfkelenmeyen kişi bir işe yaramadığı gibi, yersiz öfke de iyi değildir.

Sık sık öfke ile hareket etmek, aşırı kızmak, yerli yersiz köpürmek, bağırıp çağırmak sağlıklı değildir. Kontrol edilmeyen ve meşru hedefler için kullanılmayan öfke insana zarar verdiği gibi, bunalıma, strese, akıl tutulmasına sürükler. Boşu boşuna depresyona girmesine yol açabilir.

Zorluklar ve olumsuz olaylar karşısında agrassif değil, asartif, yana gayretli olmak gerekir.

Peygamber (sav) öfkesine hakim olanı ve yerinde kullananı pehlivana benzetiyor.

İbnu Mes'ud (ra) anlatıyor : Rasûlullah (sav) bir gün: “Siz aranızda kime pehlivan dersiniz?” diye sordu. Orada olanlar: “Erkeklerin yenmeyi başaramadığı kimseye” dediler. Rasûlullah: “Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.”  (Müslim, Birr/106 no: 2608. Ebu Dâvud, Edeb/3 no: 4779

Ebû Hureyre’nin anlattığına göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu. “Kuvvetli kimse,  (güreşte hasmını yenen) değildir. Gerçek pehlivan, öfkelendiği zaman nefsini hakim olan kimsedir.” (Buhârî, Edeb/76 no: 6114.  Müslim, Birr/107 no: 2760. Muvatta, Hüsnü'lhalk/12, 2/906)

“Gereğini yerine getirmeye gücü yettiği halde, öfkesini yenen kimsenin kalbini, Allah (cc) güven ve imanla doldurur.” (Ebu Davûd, Edeb/3 no: 4777)

 

10-Bir bilen ile konuşmak

Yani bir dert babası derman ağa ile konuşmak, dertleşmek, içini dökmek insanı rahatlatır. Bu kişi evden biri olabilir, uzman biri olabilir, imam/âlim olabilir.

Bilirsiniz ki dertler paylaştıkça azalır, sevinçler (ya da bilgi) paylaştıkça çoğalır. Sizi dinleyen ya size teselli eder, ümit verir, yol gösterir, içinizdeki düğümü çözer, sizin göremediğinizi görür. Soruna başka pencereden bakmanızı sağlar. Hastalığın sebebini birlikte teşhis etmenizi sağlar.

Bu gibi durumlarda Kur’an okumak, dua etmek son derece faydalıdır. Hatta ticarete alet edilmeyen ve iyi niyetle yapılan bir okuma/dua seansı veya bir muska kullanmak bile fayda verebilir.

Başına gelmeyen bilmez. Bu tür hastaların kimlerden medet umduğunu çok duymuşsunuzdur.

Kur’an; “… Bilmiyorsanız zikir ehline sorun…” (Nahl 16/43. Enbiyâ 21/7) diyor. Âyet bazı yorumculara göre ehl-i kitap hakkıında gelmiş olsa da genel manasıyla alınıp, bilenlere, işin ehline, bir bilene, bir âlime, bir tecrübe sahibine sormak, danışmak, dertleşmek olarak düşünülebilir mi?

 

11-Sorumluluk duygusu (amellerin hesabını düşünmek)

İnsana mutluluk veren faktörlerden biri de kişinin sorumluluğu bilmesidir.

Mü’min yaptığı her işin sonucunun gün birinde mutlaka karşısına geleceğine kesinlikle inanır. Bunda dolayı yaptıklarının sonucunu düşünerek davranır. Yaptıklarından sormlu olduğunu ve her yaptığının mutlaka kendisine sorulacağını bilerek amel işler.

İsterseniz buna takva bilinci veya ihsan ahlâkı deyiniz.

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ ﴿5﴾ لَتَرَوُنَّ الْجَح۪يمَۙ ﴿6﴾ ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَق۪ينِۙ ﴿7﴾ ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ ﴿8﴾

Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz. Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.)” (Tekâsür 102/5-8)

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ ﴿7﴾ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ ﴿8﴾

“O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler. Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl 99/6-8) 

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿6﴾

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!” (A’raf 7/6)

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿93﴾

“Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Nahl 16/93)

 

12-Başkalarını da hesaba katmak

وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ ﴿9﴾

"Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler..." (Haşr 59/9)

Bu diğerğâmlıktır ve isar ahlâkıdır. Yani başkalarını kendi nefsine tercih etmek.

İşte başkasını hesaba katmak, onu kendi nefsine tercih etmeye müthiş bir örnek:

Huzeyfe oğlu Cehm (ra) anlatıyor: Yermük savaşında amcamın oğlunu aramaya başladım.Yanıma birazda su aldım.Tesadüfen onu buldum. Ölmek üzere idi. Su vereyim mi diye sordum.İşaretle ver dedi. Tam o sırada yanı başında ölmek üzere olan biride ahhh etti. Amcam oğlu sesi işitince içmekten vazgeçti. İşaretle suyu ona götürmemi istedi. Yanına gittim, baktım Ebul As oğlu Hişamdı. Yanına henüz varmıştım ki, yakınında başka bir sahabi acıyla inledi. Hişam işaretle suyu ona götürmemi istedi. Yanına gittiğimde ölmüştü. Hişamın yanına gittim o da ruhunu teslim etmişti. Hemen amca oğlumun yanına gittim o da ruhunu teslim etmiş, cansız yatıyordu.” http://imanilmihali.com/dini-hikayeler/

Ebu Hurayra’nın anlattığına göre Peygamber (sav) bir gün dedi ki: "Şu kelimeleri kim (benden) alıp onlarla amel edecek ve onlarla amel edecek olana öğretecek?" buyurdu. Ben hemen atılıp:"Ben! Ey Allah'ın Rasûlü!" dedim. O da elimden tuttu ve beş şey saydı:

"Haramlardan sakın, Allah'ın en abid kulu ol! Allah'ın sana ayırdığına razı ol, insanların en zengini ol! Komşuna ihsanda bulun, mü'min ol. Kendin için istediğini başkaları için de iste, Müslüman ol! Fazla gülme. Çünkü fazla gülmek kalbi öldürür." (Tirmizi, Zühd/2 no: 2305. İbnu Mâce, Zühd/24 no: 4217)

Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizden birisi, kendisi için istediğini (din) kardeşi yada komşusu için de istemedikçe (kamil anlamda) iman etmiş olmaz.” (Buhârî, İman/7 no: 13.  Tirmizî, Sıfâtu'î-Kıyâmet/59 no: 2515. Nesâî, İman/19 no. 5019 İbn Mâce, Mukad­dime/9 no 66. Ahmed b. Hanbel, 3/176, 206, 251, 272, 278, 289)

 

13-Paylaşma ahlâkına sahip olmak

Bu da bir önceki ile bağlantılı. Elindekini ihtiyaç sahipleri ile bölüşebilmek. Huzur kaynağı, tayyibe hayatı canlandıran güzel bir ahlâk.

لِلْفُقَرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَرْبًا فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًاۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟ ﴿273﴾

"(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan fakirler içindir ki onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler..." (Bekara 2/273)

BEREKETLİ PARA

Peygamber, Hz. Ali’yi O’na bir gömlek almak üzere pazara gönderdi. Hz. Ali pazara gidip oniki dirheme bir gömlek satın alarak geri geri geldi. Rasûlüllah:

-Bu gömleği kaça aldın? Hz. Ali:

-Oniki dirheme, diye cevap verdi. Rasûlüllah;

-Bu pahalı bir gömlek. Ben bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba bu geri versen satıcı geri alır mı? Diye sordu.Bundan sonrasını Hz. Ali şöyle anlatıyor:

“Gömleği alıp tekrar çarşıya döndüm. Peygamberin isteğini satıcıya ilettim, satıcı da bunu kabul etti. Gömleği geri alıp parasına bana verdi. Parayı alıp Peygamberin yanına geldim. Sonra beraberce ucuz bir gömlek bulmak için tekrar çarşıya doğru hareket ettik. Yolda ağlayan bir câriye çocuğu gördük. Peygamber onun yanına gidip;

-Niçin ağlıyorsun? Diye sordu. Câriye;

-Ev sahibi bana dört dirhem verdi ve bir şeyler almak için çarşıya gönderdi. Fakat paramı kaybettim. Nasıl kaybettiğimi de bilmiyorum. Şimdi eve dönmekten de korkuyorum. Rasûlüllah o oniki dirhemden dört dirhemi o câriyeye verdi ve;

-İstenilen şeyleri al ve evine dön dedi.

Peygamber Allah’a şükredip çarşıya doğru yöneldi. Pazardan dört dirheme bir gömlek satın alıp giydi. Eve geri dönerken bu sefer de çıplak bir adam gördü. Yeni satın aldığı gömleği çıkarıp o adama verdi. Eve doğru gelirken biraz önce dört dirhem verdiği câriyeyi gördü ve;

-Neden eve gitmedin, hâla buardasın? Diye sordu. Kız;

-Geciktim, beni dövmelerinden korkuyorum dedi. Peygamber;

-Gel beraber gidelim, evini bana göster, seni affetmeleri için aracı olayım dedi.

Peygamber o câriye ile birlikte yola koyuldu. Evlerine geldikleri zaman cariye;

-İşte bizim evimiz burasıdır dedi.

Rasûlüllah, kapıya yanaşınca yüksek sesle selamün aleyküm diye selâm verdi. Bir cevap gelmedi. Tekrar selâm verdi, yine bir cevap gelmedi. Üçüncü defa selâm verince içeriden birisi;

-Ve aleyke’s-selâm yâ rasûlellah ve rahmetullahi ve berekâtühü dedi. Adam kapıda görününce Peygamber;

-Neden ilk selâmda karşılık vermediniz? Acaba sesimi duymadınız mı? diye sordu. Ev sahibi;

-İlk defasında duyduk ve senin olduğunu anladık. Rasûlüllah;

-Öyleyse niye geç cevap verdiniz? Adam;

-Senin sesini bir kaç defa duymak, selâmını bir kaç defa almak istedik de ondan, dedi. Rasûlüllah;

-Câriyeniz biraz gecikti. Onu cezalandırmamanız için ricaya gelmiştim dedi. Ev sahibi;

-Ya Rasûlüllah! Sizin sebebinize bu câriye bu saatten itibaren hürdür, onu azat ediyorum diyerek câriyeye özgürlüğünü verdi. Bunun üzerine Rasûllah buyurdu ki:

-Allah’a şükür, ne berekeli oniki dirhemmiş ki, iki çıplağı giydirdi, bir köleyi azat etti. (Bihâru’l-Envar’dan, 16/214)

Feridüddin Attar der ki; “Dört şey vardır ki herkes için iyidir: İyilik yapmak,

Aklını başına toplamak,

Sabırlı adamlarla dost olmak,

Halka saygı göstermek.

Dört şey vardır ki herkes için kötüdür. Haset etmek,

Kendini beğenmek,

Öfkesini yenememek,

Kıskançlık. (Pendnâme’den)

“Tüm güzellikler ‘paylaşmak’ içindir! Paylaşma mutlulukları büyütür.” (Salih Şimşek http://www.odakhaber.com.tr/kose-yazisi/29/mirildanmalar.html 13.11.2014)

Eldeki imkanı başkasıyla sırf Allah rızası için paylaşan, infak eden sevinir, içi huzurla dolar, gözleri ışıldar, “Ya Rabbi Sana şükürler olsun, bir hayır daha işledim” deyip rahat eder.

Sehâ: Benim var onun da olsun

Cûd: Benim yok onun olsun

Îsar: Benimki de onun olsun

Cimrilik (buhl): Benim var onun olmasın

Şuhh: Benim yok onun da olmasın

Hased: Onunki de benim olsun

 

14-Kin ve nefretten uzak kalmak (Allah için sevmek)

Hz. Enes, Resulullah (sav)’ın şöyle buyurduğunu anlatıyor:

“Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar: Allah ve Rasûlünü bu ikisi dışında kalan her şeyden ve herkesten daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah, imansızlıktan kurtarıp İslam’ı nasip ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak.” Nesâî’nin kaydettiği bir diğer rivâyette “bu ikisi dışında kalan” tabirinden sonra şu ziyade vardır: “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek.” (Buhârî, İman/9, 14, İkrah/1. Müslim, İman/67 no: 43. Tirmizî, İman/10 no: 2626. Nesâî, İman/3. İbnu Mâce, Fiten/23 no: 4033)

Kin, nefret, hased kalbe yüktür. Nahif olan yürek bu ağır ve yıkıcı duyguları taşıyamaz. İçinde bu gibi duyguları taşıyanlar rahat değillerdir. Böyleleri başkalarına kötülük, haksızlık yapabildikleri gibi, patinaj yapan teker gibi kendi kendilerini yıpratırlar.

Halbuki iman edenler böyle değillerdir.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ ﴿134﴾

 “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.” (Âli İmran 3/134)

Onlar Allah’a şöyle dua ederler:
         وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿10﴾

“Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr 59/10)

 

15-İyilik yapmaya devam etmek

Zira yapılan iyilik kişin karşısına iyilik olarak gelir. İşte alın size mutluluk.

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟ ﴿112﴾

“Hayır, öyle değil! Kim “ihsan” derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bekara 2/112)

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ ﴿134﴾

O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âli İmran 3/134)

فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ ﴿148﴾

“Allah da onlara (rabbanilere) hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah, güzel davrananları sever.” (Âli İmran 3/148)

وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿115﴾

“Sabret! Çünkü, Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.” (Hûd 11/115)

وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿69﴾

“Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.” (Ankebût 29/69)

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.” (Buhârî, Mezâlim/3. Müslim, Birr/58)

“Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.” (Buhârî, Nafakât/1. Müslim, Zühd/41. Tirmizî, Birr/44. Nesâî, Zekât/78)

 

16-İnsanların haklarına riayet etmek

وعنْ عبدِ اللَّه بنِ عَمرو بن العاص رضي اللَّه عنْهُمَا قالَ : قال رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: « المُسْلِمُ منْ سَلِمَ المُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ ويدِهِ ، والمُهَاجِرُ منْ هَجَر ما نَهَى اللَّه عنْهُ » متفقٌ عليه .

Abdullah İbni Amr İbni'l-Âs'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu. “(İyi) müslüman, dilinden ve elinden müslümanların emin olduğu kişidir. (Asıl) muhâcir de Allah'ın yasakladıklarını terkedendir.” (Buhârî, Îmân/4, 5, Rikak/26. Müslim, Îmân/64-65. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd/2. Tirmizî, Kıyâmet/52, Îmân/12. Nesâî, Îmân/8)

Dolaysıyla –kim olursa olsun- insanların hakkına riayet huzur sebebidir.

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا   

“Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, işlemedikleri bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftirâ ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” (Ahzâb33/58)

وعنهُ قالَ : قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « مَنْ أحبَّ أن يُزَحْزحَ عن النَّارِ ، ويَدْخَل الجنَّةَ ، فلتَأتِهِ منِيَّتُهُ وهُوَ يُؤمِنُ باللهِ واليَوْمِ الآخِرِ ، وَلْيَأتِ إلى النَّاسِ الذي يُحِبُّ أنْ يُؤْتَي إليْهِ »  رواه مسلم .

وهُو بعْضُ حَديثٍ طويلٍ سبقَ في باب طاعةِ وُلاةِ الأمُورِ .

Abdullah İbni Amr İbni'l-Âs'dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse, ölümünü, Allah'a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın.” (Müslim, İmâre/46. Ayrıca bk. Nesâî, Bey'at/25. İbni Mâce, Fiten/9)

Böyle çok ciddî bir durumla karşı karşıya olan müslüman, müslümanca yaşamayı sürdürürken başkalarını incitmemek görevini de yerine getirmekle yükümlüdür. Bunu başarması için, kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkalarına yapmayı prensip edinmesi gerekmektedir. Yani insan, kendisine ne yapılmasından hoşlanıyorsa, başkalarına ancak onları yapmalıdır. Her müslüman, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa, başkalarına karşı öyle davranırsa, müslümanlar arası beşeri ilişkiler son derece güzelleşir, herhangi bir tatsızlık söz konusu olmaz.

İnsani ilişkilerde herkes, kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkalarına yapmayı ilke edinmelidir. Tutum ve davranışlarının merkezine kendi öz nefsini koyan kimse, kolay kolay başkalarını incitemez.

http://www.islamdahayat.com/riyaz/muslumanlar268.html
لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ
Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.” (İbn Mâce, Ahkâm/17.

Muvatta’, Akdıye/31)

“Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.” (Tirmizî, Birr/55)

 

17-İyi İnsanlarla (sâdıklarla) arkadaşlık yapmak

Sâdıklarla arkadaş olmak Kur’an’ın emridir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ ﴿119﴾

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sâdıklarla (doğrularla) beraber olun.” (Tevbe 9/119)

Allah’a ve Peygamber’e itaat edenler âhirette sâdıkların arkadaşlığını kazanırlar.

  وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ ﴿69﴾

“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa 4/69)

Kur’an, âhirette pişman olmamak için bu dünyada peşine gideceği veya düşüp kalkacağı arkadaşı/dostu hakkında insanları uyarıyor.

يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَانًا خَل۪يلًا ﴿28﴾ لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولًا ﴿29﴾  “... keşke falanı dost edinmeseydim. Beni Allah’ın zikrinden saptırdı...” (Furkan 25/27–28) Zira müminlerin gerçek dostu Allah Teâlâ, Rasûlü ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir.

اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ﴿55﴾  (Mâide 5/55) 

Allah’ın dostlarına hiçbir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir de.

 اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿62﴾ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ ﴿63﴾ لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ  الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۜ لَا تَبْد۪يلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۜ ﴿64﴾  (Yûnus 10/62)

 

Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinenler ise hiç şüphesiz apaçık bir hüsrana düşmüşlerdir.

وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُب۪ينًاۜ ﴿119﴾ (Nisâ 4/119)

İyi arkadaşa Kur’an salih de diyor. Salihler dini açıdan, ahlâkıyla edep ve takvasıyla örnek insandır. Böyle kimseler etrafa güzel kokular saçan misk gibidir. Peygamber (sav) iyi ve kötü arkadaşı şu muhteşem örnekle anlatıyor.

“İyi ve kötü arkadaşın örneği güzel koku satan ile körük çeken (demircinin) haline benzer: Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar ücretsdiz verir, veya sen satın alırsın. Ya da (onunla beraber olduğun sürece) güzel koku sana bulaşmış olur. Körük çeken kimse ise ya elbiseni yakar, y ada (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.” (Buhârî, Zebâih/31. Müslim, Birr/146. Ebu Davûd, Cenâiz/32, 33) 

Bir başka hadiste kimlerle arkadaş olunacağı gösteriliyor. “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin” (Ebu Davûd, Edeb/16. Tirmizî, Zühd/45)  

 

18-Kimseye Zulmetmemek

“Allah’a ve âhiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve âhiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve âhiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.” (Buhârî, Edeb/31, 85. Müslim, Îmân/74, 75)

Başkalarının hakkına el uzatanı vicdanı kolay kolay rahat bırakmaz. Vicdanının kendisi rahatsız ettiği kişi huzurlu olur mu?

Birisi anlatmıştı: Amerikada bir kadın kocasını öldürmüş. Psikologlar, hâkimler, ilgilenenler ona hep “değil mi, sen o zaman normal değildin, aklın başında değildin, şuurun yerinde değildi “ diyorlarmış. Bunun duyan bir Macar psikoloğ Amerikaya gitmiş, o kadınla konuşma izni almış. Hapishanede kendisiyle görüşmüş. Kadın; katil olduğunu, kocasını teammüden öldürdüğünü söylemiş. Macar psikolog; “tabiki suçlusun, bir insanı öldürdün” demiş. Bunun üzerine kadın: “Oh be nihayet ben anlayan biri çıktı”

Yani başkasına eziyet eden, haksızlık yapan, onların hakkını bir şekilde alan, ihlâl eden rahat etmez, mutlu olamaz.

 

19-Kimsenin işine karışmamak, kafayı takmamak.

Buna bir açıdan tecessüs denir. Kur’an tecessüsü, yani casusuluğu yasaklıyor. Zira bu casusuluk başkasına zarar verir, sahibini günün birinde perişan eder.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ ﴿12﴾

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın (tecessüs etmeyin). Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurât 49/12)

Herkesin kendine ait mahremiyeti, sırları, başkasınıun duymasını istemediği halleri vardır. Kimse bunları öğrenmek isteyenlerden memnun olmaz. 

Başkasının işine burnunu sokanlar, kendilerni unutup başkaları uğraşanlar, merak edip kafayı takanlar rahat yüzü görmezler.

Her lafa karışmak, söz verilmediği halde konşmak, fikri sorulmadığı halde akıldânelik yapmak, üstüne vazife olmadığı halde başkaları hakkında ahkam kesmek, istenmediği halde başkalarının işlerini düzenlemeye kalkışmak hoş bir şey değildir. 

Başkasının işine karışmak dedikodu (gıybeti) körükler, yerli yersiz, doğru veya yanlış konuşmayı artırır. Bu da yanlış anlamalara, yanlış kararlara ve arkasından kırgınlıklara, birbirinden uzaklaşmaya, kavgalara sebep olabilir.

Bunun da faydalı, kişiler ve aileler, akrabalar ve komşular için sağlıklı, huzur sebebi olduğu söylenemez.

Emr-i bi’l-ma’ruf nahy-i ani’l-münker-iyiliği tavsiye etmek kötülükten alıkoymaya çalışmak” görevi başkasının işine karışmak değil, dini bir görevdir. Yalnız ikisi arasını hsassa bir çizgi vardır. Uygun zamanda, uygun zeminde, uygun dil ve üslupla yapılmalı. Bu görevi yapmak isteyenler konuyu başşkasının işine karışma aşamasına götürmemeliler. Kendisine iyilik yapmaya çalıştığımız kişiya “sana ne” dedirtmemeli. Hele insaların individüel yaşadığı, çocukların seküler eğitim aldıkları bir ortamda daha dikkatli olmalı.

 

20-Takvada yardımlaşmak

İman edene düşen şer, münker, isyan, günah, zulüm, fitne ve benzeri kötülüklere bulaşmamak, bu konuklarda faal olanlara destek olmamak, hatta onların semtine uğramamaktır.

Bakınız Kur’an mü’minleri nasıl uyarıyor:

وَلَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿113﴾

“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hûd 11/113)

Bu ateş cehennem azabı olduğu gibi, dünyadaki ceza, bela ve musibet, zarar ve felaket, huzursuzluk ve mutsuzluk da olabilir.

Kur’an iman edenlere “takva ve birr” konusunda yardımlaşmayı, yani takvaya uygun faaaliyetlerde bulunmayı, katılmayı, destek olmayı emrediyor.

وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿2﴾

“... Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Mâide 5/2) 

Bu hem hayırdır, hem sevap kazanma sebebidir, hem de mutluluktur. Takvaya uygun davranışların sonucunda insan hiç kötü şeylerle karşılaşır mı?

 

21-Temiz Olmak

Elbisede, ev eşyasında, iş yerinde, sokakta temiz, düzenli, tertipli olmak, yaşadığımız yerleri göze hoş gelecek yapam da bir mutluluk, huzur sebebidir. Pis, kirli, dağınık, düzensiz mekanların insanın için sıkıntı verdiği bilenen bir şeydir.  Üstelik Allah (cc) kirlileri değil, temizleri sever.

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ ﴿222﴾

“... Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever.” (Bekara 2/222)

 

22-Tecrübelerden ders çıkarmak

Akıllı kişi hem kendi başına gelenlerden, hem başkasına başına gelenlerden ibret alır, ders çıkarır. Tecrübe kişi için iyi bir rehberdir. Müslüman aynı delikten iki defa ısırılmaz. (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63)

Yani aynı hataya ikinci defa düşmemelidir. Düşerse; aklını ve imanın gereğini devre dışı bırakmış olur. Böylelerine ahmek denilse yanlış olmaz.

Falanca ne yaptı da bu kadar iyi bir insan oldu, ne yaptı da bu kadar huzurlu bir hayata kavuştu.

 Falanca ne yaptı ki bu kadar bedbaht, kötü, huzursuz, suçlu, nefret edilen bir kimse haline geldi.

İşte huzuru, mutluluğu tanımanın aynalarından biri.

Kur’an insanlara geçmiş ümmetlerine haline bakmalarını tavsiye ediyor.

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَارًا فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ ﴿21﴾

“Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin âkıbetinin nasıl olduğunu görsünler! Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri yönünden bunlardan daha da üstündüler. Böyleyken Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah'ın gazabından koruyan da olmadı.” (Mü’min 40/21. Bir benzeri: Mü’min 40/82)

 

23-Nefsi bir şey ile meşgul etmek

Yani boş durmamak, çalışmak. Denir ki sen nefisini bir şeyle oyala ki, nefsin seni oyalamasın.” Boş duranı iblis daha kolay kandırır.

Mü’min hayattan, işden, çalışmaktan, yani cihaddan emekli olmaz. Kara topğrağa girinceye kadar aktif olur. Üstelik o bilir ki aktif iyi daha iyidir. Aktif iyiler kendi hayatlarını güzelleştirdikleri gibi, toplum hayatının güzelleşmesi için çalışırlar, ya da örnek olurlar.

Boş kasnağı, boş tenekenin gürültüsü çok olur.

Herkes boş teneke mi, yoksa içinm değerli maddeler dolu hazine mi olduğuna baksın. İçinde hazine olan kimse mutlu olmaz mı? Onun bu çabalarının karşılığı huzur olarak ona geri dönmez mi?

Mü’minlerin bir özelliği de boş işerden yüz çevirmeleridir. (bkz: Mü’min 23/3)

Kısaca nefis meşgul edecek çaba, gayret, çalışma, kpırdama, hareket hem berekettir, hem de huzur sebebidir.

 

24-Nasihat etmek

Hakkı ve sabrı tavsiye, belâ ve musibete uğrayan mü’min için tesellidir.

وَالْعَصْرِۙ ﴿1﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ﴿2﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿3﴾

Asr Sûresinde dört ana konu var: İman etmek, Sâlih amel işlemek, Hakkı tavsiye etmek, Sabrı tavsiye etmek

Bunlar; inanmak, yaşamak, paylaşmak ve direnmek diye de formüle edilebilir.

Birincisi Allah’ın, ikincisi hayatın, üçüncüsü insanlığın, dördüncüsü hakikatin hakkıdır. İlk ikisi bireysel, son ikisi toplumsal sorumluluktur. İlki akidevi, sonrakiler ameldir (M. İslâmoğlu’ndan)

 

25-Hürriyet duygunu yaşamak

Kişinin kendi nefsine uyması onu şüphesiz kötülüklere ve mutsuzluklara sürükler. Çünkü nefis sürekli kötülüğü emredici olduğu gibi (Yûsuf 12/53), istekleri hiç bitmez. Hiç bir şeyle doymaz, hiç bir tatminle yetinmez. Ona ne verirseniz veriniz, ne kadar çok verirseniz veriniz, daha başkasını ister, daha çoğunu arzu eder.    

Nefsin isteklerine sınır koyabilenler, onu kontrol altına alabilenler ancak özgürlüğün tadını tadabilirler. Nefsin isteklerine ram olanlar kendilerin hapse atmış, özgürlüklerini kaybetmiş demektir.

İnsanlardan bazıları hevâ ve hevesinin kulu kölesi olurlar. Hevâ ve heveslerini hükümlerine tabi olurlar. Onun her dediğini yaparlar. Onu adeta tanrı haline getirirler. (Furkan 25/4) Böylelerinin mutlu olması, kendi içinde rahat olması, sade bir hayat, onurlu bir yaşantı sürmesi mümkün değildir.

Bazı insanları tanrısal zannedenler veya tanrı edinenler asıl esarete düşerler. Aklını ve iradesini kendisi gibi bir beşere teslim eden hangi onurdan, hangi özgürlükten bahsedebilir? Belki “oh buldum ve rahata erdim” diyebilirler. Ancak bu bir sanrıdır ama gerçek değildir. Böyle bir duygu sigara içenin rahatlaması gibidir.

Bir mahkûm için demir parmaklıların dışındaki hayattır o.

Hastahanede yatağında yatan için özgürlük, sağlıklı olmak ve dışarıda yürüyebilmektir.

Bir çocuk için canının istediği şeyi yapabilmektir özgürlük.

Birileri için özgürlük, kendini bağlayan bağlardan kurtulmaktır.

O, bir asker için de herhalde teskere almaktır.

Bir başkası için özgürlük belki de istediği gibi, sınırsız, kayıtsız, korkusuz günah işleme serbestliğidir.

Halbuki bir sınırı olmayanın, hiç sınırı olmaz. Hiç sınır olmayanın da başı dertten kurtulmaz.

 

26-Dostların hatalarını görmemek

“Hatasız dost arayan dostsuz kalır” demişler. Doğrudur. Herkes hata yapabilir. Ancak kendi hatasını es geçip başkalarının, özelde dost ve akrabaların hata ve ayıpları ile uğraşan hem huzursuz olur, hem de yalnızlaşır. Hatta güvenilmez olur.

Asıl marifet hatalarına rağmen dostlarla dostluğu sürdürmek, mutluluğu birlikte kurmaya çalışmak, onlarla sevinmek, onlarla üzülmektir.

 

27-Bizden öncekilerin, ya da yaşayanların örnekliği

Tarihte, başta peygamberler olmak üzere nice güzel insan geldi geçti. Onları yakından tanıyıp iyi hallerini örnek almak, mutlu olmak isteyenler için bir imkandır. Ya da halen hayatta olan, edep ve ahlak timsali, tercih hayat biçimi ile mutlu ve huzurlu yaşayan niceleri vardır. Onlara bakmak, onlardan örnek almak mümkündür.

Dünyada mutluluk, huzurlu bir hayat hayaldir, ütopyadır iddialarına cevap bu gibi örneklerdir. İşte onlar canlı olarak önümüzde durmakltadır. Onlar bu dersin başından beri saydığımız insanı saadete götüren faktörlerin, imkanların bir kısmını, ya da büyük bir kısmın devreye sokmuşlar, bunun sonucunda huzura kavuşmuşlardır.

 

28-Şefkat ve merhamet

İlk derslerde geçen şu sözü hatırlayalım: “İslâm Yaratana hürmet, mahlukâta merhamettir”.

Din, özelde İslâm nedir diye sorulsa pek çok tanımlar yapılabilir.

Ya da Dinin insan ve tolum bünyesinde neyi gerçekleştirmek istediği sorusuna pek çok cevap verilebir.

Bunu bir başka açıdan bu sözle özetlemek mümkün: İslâm, Allah’a hakkıyla, O’nun hak ettiği kadar saygı ve O’nun yarattıklarına şefkat ve merhametle muamele etmektir. Yani herkesin hakkıına saygı göstermek, herkesin hakkını vermek.

Bunu yaparken de Allah’ın er-Rahman,, er-Rahim ve er-Rauf isimlerinden ilham almaktır.  

Zulüm karanlıktır (zulmettir), kasvettir, sıkıntıdır, vebâldir, suçtur ve en önemli  huzursuzluk sebebidir. Başkasına zulmedenler gülmezler, içleri rahat olmaz, huzurlu olmazlar. Mazlumlar onların rüyalarına girer, kâbus görürler, zulmettileri kimselerin manen elleri yakalarındadır, gölgeleri peşlerindedir. Mazlumların bir gün kendilerinden intikam alacağı korkusuyla yaşarlar.

Böyle bir durumda olan hangi huzurdan bahsedebilir?

Bunun tersi; başkalarına merhamet eden, şefkatle davranana, iyilik eden rahattır. Borçlu değil alacaklıdır. Korku içinde değil, güvendedir.  

Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir. (Tirmizî, Birr/15. Ebû Dâvûd, Edeb/66)

 

29-Tabiatı, kâinat âyetlerini seyretmek, tefekkür etmek

Evet tabiatı seyretmek, Allah’ın âyetleri üzerinde tefekkür etmek mü’minin imanını kuvvetlendirdiği gibi, ciddi bir huzur kaynağıdır.

Bu nedenle bazen göğe bakmakta, şehirlerin dışına çıkıp tabiatta dolaşmak, gezilere katılıp çevreyi, farklı coğrafyaları dolaşmak insanı dinlendirir, stresi azaltır, dertleri bir müddet unutmayı sağlar.

 

30-Adalet ile yönetilen bir ülkede yaşamak

Kargaşanın, kesimler arası sürtüşmelerin, savaşların, ayrımcılıkların, adaletsiziğin hakim olduğu ülkede yaşamak da sorunların, streslerin, depresyonların bir başka sebebidir.

Tam tersine adil bir yönetimin, herkesin hakkını alabildiği, güvenin ve huzurun sağlandığı bir ülkede yaşamak da mutluluğun imkanlarından biridir. Mutluluk adına yukarıdan beri sayılan bir sürü imkanı gerçekleştirmek biraz da güvenli ortamda mümkündür.

O yüzden müslümanların içinde bulundukları ülkede Bir: Toplumsal huzuru ve güvenlişği tehlikeye atacak söylemlerden ve faaliyetlerden kaçınmaları, İki: huzur ve güvenliğin sağlanması için ellerinden geleni yapmaları gerekir.

 

31-Haramlardan Yüz çevirmek (2. Derste geçti)

Hüseyin K. Ece