ONÜÇÜNCÜ DERS

19.05.2017 Cuma

YOL HARİTAMIZ

1-Allah’ın zikrine uymak

İşte dareyn saadetinin bir başka formülü:

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى ﴿123﴾ وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى ﴿124﴾ قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا ﴿125﴾ قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى ﴿126﴾

 “Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (âhirette) sıkıntı çeker.”

“Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”

O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak haşrettin?”

Allah, “Evet, öyle. Âyetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün de sen unutuluyorsun” der. (Tâhâ 20/123-126)

Açık değil mi, Allah’ın zikrinden yüz çevirenler dünyada dar bir geçimi hak ederler. Yani kendi tercihleri onları sıkıntılı, mutsuz, huzursuz, doyumsuz bir hayata sürükler.

Kur’an gibi bir kitabı yol haritası olarak kabul etmeyen, onun rehberliğinde yürümeyen, onun ölçüleriyle hayatını düzenlemeyen; gerçek mutluluğu bulamaz. Tam tersine böylelerini iç dünyası sıkıntılı, stresli, gerilimli olur. Hırs ve tamahın, tul-i emelin, nefsin isteklerinin peşinde koşturur durur. Kalbe asıl gıdasını vermediği için hiç bir şeyle doymaz. Açgözlülüğü devam eder. Tek dünyalı yaşar. Bundan dolayı bütün hesapları bu dünyaya ait olur.

Bütün hesaplar bu dünya hayatı üzerine kurulunca da, fazilet, iyilik, diğerğamlık, infak, cömertlik gibi değerler azalır, egoizm (bencillik), egosantirizm, cimrilik, çıkarcılık, hased ve başkasının elindekine de göz koyma anlayışı artar.   

Örnek içinde yaşadığız dünya.

Güzel davrananlar daha bu dünyada bunun sonuçlarını almaya başlarlar. (Bu iki âyet 9. derste geçmişti.)

قُلْ يَا عِبَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌۜ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿10﴾

“(Tarafımdan) de ki: ‘Ey inanan kullarım, Rabbinizden korkup sakının. Bu dünya hayatında güzel davranlara güzellik var. Allah’ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer 39/10)

Hakikati yalanlayanrın dünyada alacakları karşılık ise bunun tam tersidir.

كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ ﴿25﴾ فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿26﴾

“Onlardan öncekiler de yalandılar, bu yüzden hiç farkına varmadıkları bir yönden onlara azap geldi.

Allah, dünya hayatında onlara rezillik taddırdı. Âhiret azabı elbette daha büyüktür, keşke bilselerdi.” (Zümer 39/25-26)

 

2-Kur’an şifâ, rahmet ve hidâyettir

Onun için Allah (cc) Kur’an’ı insanlık için bir şifa olarak indirdi.

Evet, Allah (cc), Kur’an’ı, insan için bir şifâ ve rahmet kaynağı ve yol gösterici kılavuz olarak tanımlamaktadır. Kur’an şifâdır, ilaçtır, dermandır.

Ama nasıl? Kime ve hangi dertlere karşı?

Başa ağrısına, diş ağrısına, yaraya bereye, kırığa çıkıka mı, cismanî hastalıklara mı, yoksa kalbin –Kur’an’ın dediği gibi- marazlarına mı?

Kur’an ölülere mi şifâdır, yoksa sağların dirilmesi için mi?

Kur’an hayatın inşası için mi, yoksa tıbbın alanına giren bedensel hastalıklar için mi şifadır?

Kur’an âyetleri yüreğe asılmalı, yoksa evin, camilerin duvarına mı?

Kur’an’ın kime ve nasıl şifâ olduğunu yine kendisinden, Peygamber’in uygulamalarından anlayabiliriz.

Kur’an’ın seksen kadar isim ve sıfatlarından biri de ‘eş-Şifâ’dır. (M. Çelik, Kur’an Kur’an-ı Tanımlıyor, s: 232)

Üç âyette Kur’an’ın şifâ olduğu ifade ediliyor. Şöyleki:

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ ﴿57﴾ قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواۜ هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ ﴿58﴾

“Ey insanlık ailesi! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde oluşabilecek her tür (manevi hastalıklar) için bir şifâ, mü’minler için de hidâyet (bir yol haritası) ve bir rahmet gelmiştir.

De ki: Ancak Allah'ın ihsanı ve rahmetiyle, evet işte bunlarla sevinsinler artık;  (ki) bu, onların tüm birikimlerinden daha hayırlıdır.” (Yûnus 10/57-58)  

“Yani Kur’an hakka, hakikate ve ahlâkî güzelliklere ters düşen ne varsa hepsi için bir şifâ, bir arınma vasıtasıdır.”  (M. Esed, Meal, 1/406)

“Zımnen: İnsanın Allah’tan bir tek şey istemesi hakkı olsa, insan o hakkı hidâyet istemek için kullanmalıdır. Ayet dört unsur içerir: İlk ikisi olan “öğüt ve “şifâ” herkesi kapsar.

Öğüt düşüncenin, şifâ duygunun inşası için içindir.

Son ikisi olan “rehberlik” ve “rahmet”, insanoğlu içinden inananları kapsar.

Zira vahiy ancak kendisine inanana rehberlik yapar, rehberlik yaptığına rahmet olur.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/384)  

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَارًا ﴿82﴾

Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifâ ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.” (İsrâ 17/82. Bir benzeri: Mü’min 41/44)

Burada dünya türlü türlü kaygı ve hastalıklar, belâ ve sıkıntı ile dolu bir hastahaneye, Peygamber (sav) bir doktora, Kur’an da şifa verici bir ilaca ve gerekli bir gıdaya benzetiliyor. (Elmalılı, H. Y. HakDini Kur’an Dili (sad.), 5/317)

قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟ ﴿44﴾ ...

“... De ki: “Bu (vahiy), iman edenler için bir hidâyet (yol gösterici) ve bir şifa kaynağıdır. İman etmeyenlere gelince: Onların kulaklarında bir çeşit kurşun vardır; dahası o (vahyin ışığından dolayı) onlara bir tür körlük arız olmuştur. Şimdi onlar, çok uzak bir yerden seslenen kişi (gibi)dirler.” (Fussilet 41/44)   

Şifânın karşıtı marazdır (hastalıktır). Kur’an genellikle inkâr, şirk, nifak, vehim, şüphe gibi dinî, itikadî yanlışları ve şehevî zaaf anlamında ahlâkî hastalıkları bu kelime ile anlatıyor. Bütün bunlar da huzursuzluğun kaynağıdır.

Kur’an, müslümanlar için bir huzur (sükûnet) kaynağıdır. Müslümanların kalpleri onunla doyar, gözleri onunla aydınlanır, onunla güçlenirler, onunla teselli olurlar.

Kur’an, manevi hastalıkların, kalp paslarının, sapıklık marazlarının, günah takıntılarının, vesvese sapmalarının, bunalımların şifâsıdır.

Kur’an kendisine yaklaşana, davetine uyana, onun ölçüleriyle hareket edene, onu hayatına uygulayana ilaç olur, şifâ verir, manevi hastalıklarını tedavi eder.

Kim ondan yüz çevirirse, onun ölçülerini reddederse, içindeki hükümlere uymazsa  sapıtır, zarara uğrar, aklı ve yüreği manen hasta olur, mutsuz olur. Kur’an;

-hidâyeti ile,

-emirleri ile,

-yasakları ile,

-müjdeleri ile,

Kur’an, iman edip sâlih amel işleyenleri hem bu dünya hayatının güzellikleriyle, hem de âhiret hayatının mükâfatlarıyla müjdeliyor. (Nahl 16/97. Nûr 24/55. Fussilet 41/32)

Kur’an’ın müjdeleriyle mü’min huzur bulur, gönlü rahatlar, nihilizm hastalığına düşmez, absürdizmin saçmalıklarına aldanmaz, modernizmin icat ettiği bunalımlara düşmez, madde perestliğin ve tek dünyalık yaşamanın sonucu streslere bulaşmaz.  

-lâfızları ile şifâdır.

Rukye; dua ile tedavi demektir. Muska, tılsım, üfürükçülük, fal bakma ile ilgisi yoktur.

Ebu Sa'id’in anlattığına göre bir askeri seferde iken zehirli yılanın soktuğu kabile reisini Fatiha okuyarak tedavi etti. Buna karşılık da ona otuz koyun hediye edildi. Durumu Medine’ye dönüşte Peygamber’e söyleyince Peygamber (sav) "Fatiha'nın rukye olduğunu (tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi?”dedi. (Buhârî, Tıbb/33 nr. 5736, 39 nr. 5749, Fedâilu'l-Kur'an/9 nr. 5007. Müslim, Selâm/66 nr. 2201. Ebu Dâvud, Tıbb/19 nr. 3900. Tirmizî, Tıbb/20 nr. 2064, 2065)

 

3-Rasûlüllah’ın örnekliği

Kur’an hz. Muhammed’i (sav) mü’minlere örnek gösteriyor.

 لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴿21﴾

“Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...” (Ahzâb 33/21)

Âyet söze te’kid (kuvvetlendirme) ile başlıyor ve kesin ifadelerle kıyâmete kadar geçerli olacak bir gerçeği/hükmü haber veriyor: “Peygamber’de sizin için en güzel örnek vardır.”

Buradaki örneklik sadece kulluk ve ahlâktaki örneklik değildir. Her alanda geçerli bir örnekliktir.

Onun evine “hane-i saadet”, yaşadığı zamana “asr-ı saadet” denildiğini hatırlayalım.

Onca çile, dünyevi zorluğa, meşekkate, mahrumiyete, hasımlardan gelen horluğa, hakaret ve aşağılamaya, vatandan hicrete rağmen Peygamberin hayatı saadetin ta kendisi idi.

Demek ki bir mü’min de onun gibi yaşarsa, onu her açıdan örnek alırsa gerçek mutluluğa kavuşur, hem de bu dünyada.

 

4-Nefsi tezkiye etmek

Mutluluğun imkanlarından biri de nefsi arındırmaktır. Kur’an şöyle buyuruyor:

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَاِنْ تَدْعُ مُثْقَلَةٌ اِلٰى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۜ اِنَّمَا تُنْذِرُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ وَمَنْ تَزَكّٰى فَاِنَّمَا يَتَزَكّٰى لِنَفْسِه۪ۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ ﴿18﴾

Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri halde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın.

Kim arınırsa (tezekkâ) ancak kendisi için arınmış (yetezekkâ) olur. Dönüş ancak Allah'adır.” (Fâtır 35/18)

Kur’an’da arınmayı anlatan üç kavram var: Tasfiye, tathîr ve tezkiye.

Tezkiye Kur’an’da saflaştırma, temizleme, arındırma anlamında kullanılıyor. Ancak bu temizleme maddi tahâretten çok manevî olarak temizlemek, nefsi veya kalbi arındırmak manasındadır.

Nefsi şirk, küfür, günaha meyil, çirkin ve aşağılık heveslerden, hırs ve tamahtan, insanı Allah’tan uzaklaştıracak zevklerden ve isteklerden arındırmak tezkiyedir.

Esasen insan dünyaya tertemiz bir fıtratla (yaratılışla) gelir. Âkil-bâliğ olduktan sonra kendi yaptıklarına ve tercihlerine bağlı olarak ya bu temiz fıtratı aynen korur, ya da onu kirletir.

İslâm beden ve elbise temizliğini emrettiği gibi, kalp ve nefis temizliğini de emretmiştir. Ancak daha çok önem verdiği temizlik kalp ve/veya nefis temizliğidir. Kur’an’ın ‘tezkiye’ dediği temizlik de budur. (Heyet, İlmihal-İman ve İbadetler, 1/184)

Tezkiye kurtuluşa (felaha) ermenin yoludur.

وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ ﴿7﴾ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ﴿8﴾ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ ﴿9﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿10﴾

 “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran (zekkâhâ) kurtuluşa ermiştir. 

Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems 90/7-10)

Bu felahın dünyada tayyibe bir hayat, huzurlu bir yaşantı, takva bilinci ile sürdürülen bir hayat olduğunu söyleyebiliriz.

Müslüman nefsini nasıl tezkiye edebilir? Bunun imkanları nelerdir?

a-İslâm dışı inançlardan, kanaatlerden kalbi, zihni ve duyguları uzak tutarak;

b-Günahlardan sakınarak;

c-Tevbe ve istiğfar ederek;

d-Sâlih amel işleyerek;

f-Dua, zikir, tesbîh yaparak;

g-Tefekkür ederek, âhireti düşünerek;

h-Kalbi kin, haset, gıybet, dünyaya aşırı tutkunluk, hırs ve günaha meyletmekten uzaklaştırarak;

i-Allah için vererek, infak ederek;

  Vahyin sürecinin ikinci senesinde indiği düşünülen Leyl Sûresi arınmanın verilerek yapılacağın söylüyor. Ama bunu sınırlandırmıyor. 

وَسَيُجَنَّبُهَا الْاَتْقٰىۙ ﴿17﴾ اَلَّذ۪ي يُؤْت۪ي مَالَهُ يَتَزَكّٰىۚ ﴿18﴾

“Temizlenmek (yetezakkâ) için malını hayra veren en muttekî (Allah'a karşı gelmekten  sakınan) kimse, o ateşten uzak tutulacaktır.” (Leyl 92/17-18)

j-Kur’an okuyarak.

 

5-Şükretmek

“Müslümanın her hali hayırdır. Bu hayır ondan başkasına verilmemiştir. Ne zaman bir nimete kavuşsa Allah’a şükreder ki bu onun için hayırdır. Ne zaman bir musibetle karşılaşsa sabreder ki bu da onun için hayırdır.” (Müslim, Zühd/64 no: 2999. Bir benzeri: İbni Hıbban, Rikâk/9 no: 728. Dârimî, Rikâk/61)

Şükretmek görevini yapmaktır. Bu da mutluluk sebebidir.  

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿7﴾

Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 14/7)

Şükretmek nimetin sahibini tanımak ve ona borçlu olduğunu bilmektir. Borçlu borcunu ödemediği sürece sıkılır, daralır, strese girer, eğer sorumlu birisi ise. Ancak borcunu ödeyince bir “ohh” çeker.

Şükretmek hem borcunu ödemektir, hem de huzur veren bir kulluk ödevidir.

Şükreden için nimet artırılır. Bu artma da sayısal bir artış değil, bereket, kanaat ve insanın dünyalıklara ilgisinin ve ihtiyacının azalmasıdır. Dünya sevgisinin kalbin dışına çıkmasıdır.

Bu da engin bir huzur ve mutluluk, doymuşluk (tatmin) ve manevi zenginliktir.

 

6-Allah’tan razı olmak

Müslümanlar birbirlerine dua ederler. “Allah senden razı olsun.” (Ya da sahabelerin adı anılınca “radiyallahu anhu-Allah ondan razı olsun” derler. Şüphesiz bu güzel bir duadır.

İnsan için herhalde Allah’ın kendisinden razı olması kadar büyük bir mükâfat düşünülemez.

Ama bir de bunun öteki boyutunu düşünelim.

Biz Allah’tan razı mıyız?

O’nun bize uygun gördüklerinden, bize nimet veya nıkmet (nahoş şey, nimetin tersi) olarak verdiklerinden razı mıyız?

Bizi kul olarak yaratmasından, bizi mükellef kılıp kulluktan sorumlu tutmasından razı mıyız?

Tekliflerinden memnun muyuz?

Gerek bedensel, gerek dünyalık açısından bize verdiklerinden razı mıyız?

Amellerimize bu dünyada verdiği karşılıklardan, nasip edeceği sonuçlardan razı mıyız?

Bizi denemek için nasip ettiği, edeceği; elem, keder, mahrumiyet, belâ, musibet, zorluk ve darlık gibi şeylerden razı mıyız, şikayetçi miyiz?

Dilimiz “razıyım” derken, kalbimiz ne diyor?

Allah’ın nasip ettiklerinden gönülde razı olmak, asla şikayetçi olmamak, O’ndan gelen her şeye hamdetemek ve şükretmek müthiş bir moral, motivasyon, huzur ve mutluluk sebebidir, imkanıdıur.

Meseleye böyle bakan bir müslüman bu olumsuz şeyleri neden dert edinsin ki?

Neden bunlar sebebiyle strese girsin, depresyona uğrasın ki?

Dört âyette “onlar Allah dan razıdırlar, Allah da onlardan razıdır” dedikleri kimlerdir?

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ ﴿7﴾ جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ ﴿8﴾

“Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.

Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.” (Beyyine 98/7-8. Tevbe 9/100. Mâide 6/119. Mücadele 58/22)

Zaten iman eden bir mü’min Allah’ın hükmüne ve Peygamberinin verdiği karara itiraz etmediği gibi, en ufak bir memnuniyetsizlik hissetmez.

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿65﴾

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65)

Bir başka âyette Allah’ın ve Elçisinin hüküm verdiği konuda müslümanın söz hakkının olmadığı söyleniyor.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُب۪ينًا ﴿36﴾

“Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab 33/36)

Bu anlamı tamamlayan bir de hadis rivâyeti var.

Abdullah b. Amr’ın rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Arzuları (hevâsı) benim getirdiğim (İslâm gerçeğin)e uymadıkça hiç biriniz (ol­gun) mü'min olamaz." (Beğavî, Mesâbihu's-Sünne, 1/160. Şerhu's-sünne, 1/212–213. Hatib Tebrîzî, Mişkâtu'l-Mesâbîh, 1/55. Nevevî, Kırk Hadis no: 41)

 

7-Verenin de alanın da Allah (cc) olduğunu hatırlamak

Mü’min, verenin de O, alanın da O olduğunu unutmaması gerekir. Bugün veren yarın alabilir, bugün vermeyen yarın verebilir. Hüküm ve karar O’na aittir. O’nun hükmüne teslim olmak imandır.

Kur’an bunun açıkça bildiriyor.

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿26﴾ تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿27﴾

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âli İmran 3/26-27)

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿28﴾

“De ki: Allah beni ve beraberimdekileri (sizin istediğiniz üzere) yok etse veya (öyle olmayıp da) bizi esirgese, (söyleyin bakalım) inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak kimdir?” (Mülk 67/28)

اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَۜ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَع۪يشَتَهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّاۜ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ ﴿32﴾ وَلَوْلَٓا اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ ﴿33﴾

وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ ﴿34﴾ وَزُخْرُفًاۜ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟ ﴿35﴾

“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.”

Eğer bütün insanlar (kâfirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek ümmet olacak olmasalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.

Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık.

Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır. (Zuhruf 43/32-35)

 

8-Rab ile arayı düzeltmek

Allah ile arası iyi olanın herkesle ve her şeyle arası iyi olur. Allah ile arası bozuk olan kimsenin herkesle ve her şeyle arası sorunludur.

Bu her şeye hayatın bütün nüansları, bizimli ilgili bütün oluş ve olaylar dahildir.

Kişi ağız tadıyla yaşamak, huzur bulmak, dertleri, endişeleri, bunalımları, sıkıntıları vs. aza mı indirmek istiyor. Rabbi ile, Rabbinin kendisi için uygun gördüğü hayat ölçüleri ile barışsın.

Kur’an diyor ki:

... اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ ...

“... Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez...” (Ra’d 13/11)

Demek ki iyi olmak da, kötü olmak da bizim kararımızla başlıyor. Hastalıktan,

bunalımdan, stresden, depresyondan ve benzeri zorluklardan kurtulmaya karar vermek, azmetmek gerekir. Yoksa Allah durduk yerde bir toplumda veya kişide olanları değiştirmez. Burada kisinin iradesi, niyeti, azmi ve çalışması son derece önemlidir.

Hikâye bu ya:

Derler ki; “Temel eve gelmiş. Boy aynasına bakmış ki aynanın ortasında bir leke. Hemen gitmiş bir bez almış, üstüne temizleme ilacını dökmüş, gelmiş aynayı bir güzel silmiş. Ama leke hâlâ aynanın üzerinde. Üstelik hareket eden bir leke. Tekrar denemiş,  temizlik ilacını değiştirmiş, daha sıkı bir temizlik yapmış. Hayır lekeyi bir türlü giderememiş. Yorulmuş ve bırakmış. Aynı gün veya ertesi gün Dursun’la karşılaşmış. Durumu anlatınca Dursun ona; “Ula kafasız leke aynada değil, senin yüzünde. Baksana. Hiç aynayı silmekle yüzündeki lekeyi temizleyebilir misin?”

Ayna kendisine yansıyanı gösterir. Yapılacak iş aynaya yansıyan lekeyi, yani hayatımıza olumsuz yansıyan şeyleri içimizde düzeltmektir.

 

9-Her zorluktan sonra kolaylık gerçeği

Rabbimiz bu müjdeyi İnşirah Sûresinde önce Peygamber’e sonra ümmete veriyor.

 اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ ﴿1﴾ وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ ﴿2﴾ اَلَّذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ ﴿3﴾ وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ﴿4﴾ فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿5﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿6﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿8﴾

“(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şânını yükseltmedik mi?  Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.”

 

10-Ca’fer-i Sadık’ın tavsiyelerine kulak vermek

*Büyük âlim Ca’fer-i Sâdık demiş ki: “Hasbunallahu ve ni’me’l-vekil” deyip de Allah’a güvenen bir kimsenin hâlâ nasıl ümitsiz olduğuna şaşarım.

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ {173

“Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır.

Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” (Âli-İmran 3/172-173)

Gerçek müslüman, bir zorlukla, bir elemle, bir musibetle, kendisine kötülük etmek isteyen kimselerle karşılaştığı; ya da birileri onu açlıkla, darlık ve düşmanların saldırısı ile korkutmaya kalkıştığı zaman o korkmaz, cesaretini ve ümidini yitirmez, sadece Allah’a dayanıp güvenir. Böyle şeylerden korkuya kapılmaz, endişe etmez. Tam tersine imanı daha da kuvvetlenir.

*Cafer-i Sâdık yine diyor ki: “Musibetin, zorluğun içinde olduğu halde şu âyeti hatırlayıp söylemeyene de hayret ederim.”

وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

            “Zünnûn'u da (Yûnus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti.” (Enbiya 21/87)

Arkasından da müjde geliyor.

 فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ وَكَذَلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ {88}

“Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ 21/88)

Olayı Kur’an’dan hatırlayalım. Yûnus (as) hata yaptı ama sonra hatasını anladı, içten tevbe etti, yaptığı hata için de “ben zalimlerden oldum” deyip kendini suçladı. Allah (cc) duasını kabul etti ve onu bu elemden, bu zor durumdam kurtardı.

Arkasından gelen âyet de bütün müslümanlara bir müjde veriyor: Musibetlerin, dertlerin problemlerin ortasında olan bir müslüman da tıpkı Yunus (as) gibi yaparsa Allah (cc) onu da affeder, ona da yardım eder. Hem de ummadığı yerden.

Bir başka güzel örnek de hz. Muhammed’in hicret zamanında Sevr mağarasındaki tevekkülü. Hani Mekkeli müşrikler mağara yaklaştıklarında, onların ayak seslerini duyan hz. Ebu Bekr endişeye kapıldı. Ama Peygamber (sav) ne korktu, ne çekindi. Ebu Bekr’e şöyle dedi:

لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ

“Üzülme (kederlenme) Allah bizimledir… Bunun üzerine Allah onunun üzerine ‘sekinesini’ indirdi...” (Tevbe 9/30) 

*Cafer-i Sâdık başı darda olduğu halde şu âyeti hatırlamayanlara hayret ediyor.

... وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ {44}

“… Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (Mu’min 40/44)

Bu bir çeşit Allah’a sığınmadır, O’ndan yardım istemedir. (Hoetaboe’l-Cjoemoeaa wa’l-‘Iydayn/11’den)

Yalnız burada dikkat edilmesi gereken şey şu: Müslüman bütün dünyalık işlerinde Allah’ın koyduğu ölçülere uymalı, üzerine düşeni yapmalı, hikmetle davranmalı, adetullaha’a ve sünnetullah’a uymalı.  

 

-Son söz

“Allahümme innî eûzü bike minel-hemmi vel-hazeni ve eûzü bike minel-acezi vel-keseli ve eûzü bike minel-cübni vel-buhli..” "Allahım, tasa ve hüzünden, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım”.

 “Allahümmec’alnâ mine’s-sâbirîne ve’ş-şâkirîn-Allahım bizi sabredenlerden ve şükredenlerden eyle!”

Bizi, senin gönderdiğin Hayat Kitabı Kur’an’ın ölçülerine göre yaşayıp senin rızanı ve dareyn saadetini hak eden saidlerden eyle.

Hüseyin K. Ece

19.05.2017

Zaandam –Hollanda