Kur'an'da "imam" kavramının nasıl kullanıldığı hakkında bir sohbet.

Hüseyin K. Ece

Dopstlar Meclisi

27.10.2018 Eindhoven

 

-Sözlükte imam

‘İmam’ın kelime anlamı, önde olan, hakta veya batılda sözle veya fiille kendisine uyulan, önder, lider durumundaki kimse veya kitaptır. (el-Isfehani, R. el-Müfredât,  s: 28)

Bir başka deyişle başkanlık veya başka bir sebepten dolayı kendisine tabi olunan, peşinden gidilen insandır.

‘İmam’ kelimesi ‘el-ümm’ kelimesinden türemiştir. Bu da anne demektir. Ümmet kavramı bir köke, bir öze, bir anne gibi asıla bağlı olan manasına gelir.

‘İmam’, bir anlamda ‘ümmet’in önderidir. ‘İmam’, kendisine uyulan bir önderdir. Bir kök durumundadır ve arkasında bir cemaat vardır.

Bu cemaat da bir ‘imamın-önderin’ peşinde olduğu için ‘ümmet’ adını almaktadır. Ümmet de insanlık için hidâyet imamıdır.

 

İmam kelimesinin kapsamı

Kur’an’ın adlarından biri de ‘Ümmü’l Kitap’tır. Yani kitapların anası, kaynağı, kökü. (43/Zuhruf, 1-4)

‘İmam’ etrafında bir topluluk (ümmet) toplayan, onları peşinden götüren, onlara yol gösteren insandır.

İmam makamında olan önderler, insanları hidâyete ve kurtuluşa götürdükleri gibi, peşine gidenleri ateşe sürükleyenleri de vardır. (9/Tevbe, 12. 28/Kasas, 41)

Kıyâmet günü bütün insanlar, kendilerine yol gösteren veya peşinden gidilen imamlarıyla (önderleriyle) beraber diriltilecek ve hesaba çekileceklerdir. (17/İsrâ, 71-72)

Namaz imamı, namazda önder’dir ve arkasında bir cemaat (bir ümmet) vardır. Namazda ümmet durumunda olan cemaat, ümm (ana, kök- asıl- önder) durumundaki imama yani cemaatın liderine uymaktadırlar.

İnsanların kendilerine uyup, ilimlerinden ve ictihadlarından faydalandıkları büyük alimlere de ‘imam’ denmiştir. Müslümanlar herhangi bir meselede onların fikirlerinin etrafında toplanıyor. Mezheb imamları bu manadadır. İmam-ı A’zam, İmam Ahmed b.Hanbel gibi.

Hadis ilminde otorite olan, en bilgili, hadis ilminde peşinden gidilen büyük âlimlere de hadiste ‘imam’ denilmiştir. İmam Buharî, İmam Müslim gibi.

Hz. Fatıma yoluyla Peygamber soyundan gelen önderlere de ‘Ehl-i Beyt imamları’ denilmektedir ki sayıları oniki tanedir. İmam-ı Ali, İmam-ı Caferi Sadık, İmam-ı Zeynelabidin gibi.

Kur’an’ı güzel okuma ilmi olan kıraat ilminde üstün bir yeri olan alimlere de ‘kıraat imamları’ denmiştir.

Dikkat edilirse, bunların tümünde bir önderlik ve peşinde olan bir cemaat olgusu (ümmet) söz konusudur.

İmam kelimesi çeşitli terkiplerde kullanılmaktadır. Mesela;

‘İmamu’s salat’; namaz  imamı,

‘imamu’l halife’; devlet başkanı,

‘imamu’t tarik’; geniş ve açık yol,

‘imamu kaidi’l cünd’; komutan,

‘imamu delil-i li’l müsafirin’; yolculara rehberlik eden,

‘imamu’l kadr’; öğrencinin günlük öğrendiği dersi gibi. (Heyet, M. Vasit, 1/26)

İslâm hukunda ‘imam’, müslümanların oyu veya biatı ile seçilen, ümmetin (müslüman toplumun) din ve dünya siyasetini idare etmek üzere seçilmiş müslüman önderlere denir. Bu manada ‘imam’, İslâmla yönetilen bir ülkenin müslüman başkanıdır.

Âlimlere göre müslümanlar kendi zamanlarında, müslümanların serbest biatıyla (seçimiyle) iş başına gelen imama tabi olmak durumundadırlar.

“Zamanının imamını bilmeden ölen cahiliyye ölümüyle ölür.” (Müstedrek’ten, A.Ünal , age. s: 586)

Bu gerçek başka bir hadiste şöyle dile getiriliyor:,

“...Her kim, bir kimseye biat etmeden ölecek olursa, onun ölümü cahiliyye üzere bir ölümdür.” (Müslim, İmare/58, 3/1476) 

Günümüzde, imam kavramının diğer bütün anlamları kaybolmuş ve yalnızca camii imamlığı manası kalmıştır.

Her ‘imam’ın çevresine bir ‘ümmeti’ vardır. Bütün ümmetlerin imamları üzerine şâhit olan Hz. Muhammed’in ümmeti ise en büyük nimete nail olan, buna göre de sorumluluğu büyük olan bir ümmettir.

Hz. Muhammed’in ümmeti de insanlar içinde çıkarılmış en hayırlı ‘ümmet’tir, ya da böyle bir ümmet olma durumundadır. (3 Âli İmran/110)

Bu ümmetin en önemli özellikleri, ma’ruf’u (iyiliği) emretmeleri, münker’i (kötülüğü) yasaklamaları ve Allah’a hakkıyla inanmalarıdır.

İslâm ümmeti bu görevi bir yetkin imamın-önderin etrafında halkanan toplulukla (ümmetle) yerine getirebilir. (3 Âli İmran/104)

 

-İmam Kelimesinin Kur’an’daki Kullanılışları:

Kur’an-ı Kerim’de yedi âyette tekil, beş âyette de çoğul (eimme şeklinde) ve bir kaç anlamda geçmektedir.

Kur’an’da bir kaç anlamda kullanılmıştır.

        

1-Tevrat imamdır:

İmam, Kur’an ile birlikte Tevrat ve İncil’i de nitelemektedir.,

“Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan, onu yine ondan bir şahid izleyen ve ondan önce de bir imam (önder) ve rahmet olarak Musa’nın kitabı (kendisini doğrulamakta) bulunan kimse, (artık onlar) gibi midir? İşte onlar, buna (Kur’an’a) inanırlar...” (11 Hûd/17)

“Bundan önce de, bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa’nın kitabı var. Bu da zulmedenleri uyarıp-korkutmak ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak olmak üzere (kendinden önceki kitapları) doğrulayıcı ve Arapça bir dil ile olan bir kitaptır. (46 Ahkaf/12)        

‘İmam’ sözcüğü her iki âyette de açık bir şekilde Tevrat’ı işaret etmektedir. 

Her ne kadar Kur’an’da geçmese de Kur’an da “imam”dır. Yani apaçık önder, yol gösterici, birleştirici, önde olandır. Bir şeyin imamı, onun değerlisi, en önde olandır.

 

2-İmam-ı mübin (apaçık imam):

Bu terkip Kur’an’da iki âyette geçmektedir.

Birincisi; “Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini de yazarız. Zaten biz her şeyi apaçık olan ana bir kitapta (kitab-ı mübín’de) sayıp tesbit etmişizdir.”  (36 Yâsîn/12)

Âyette geçen ‘imam-ı mübín’ pek çok tefsirciye göre Levh-ı Mahfuz’dur. Yani her şey oluşundan önce Allah’ın katında bellidir. (İbni Kesir, Tefsir, 3/157. Elmalılı, Tefsir, 6/403. Beydaví Tefsir, 2/278. Tabatabâí, el-Mizan, Tahran 1362, 17/69. Zamahşerí, el-Keşşâf, 4/7)

İmam-ı mübín, yani her şeyi açıklayan Kitap, Allah’ın bilgi hazinesine işaret etmektedir. Bu ilâhí bilgi hazinesi Levh-ı Mahfuz olarak bilinmektedir. Olmuş ve olacak her şey Allah’ın bu bilgi hazinesinde kayıtlıdır. Bunun mahiyetini sadece Allah (cc) bilir.

Bazılarına göre ‘imam-i mübín’ Levh-i Mahfuz değil, insanların işlerinin yazıldığı amel defterleridir. (S. Ateş, Tefsir, İst. Trh. 7/338)

S. Kutub, Allah’ın her şeyi kuşatan ezelí ilmi olarak tefsir edilmesinin daha uygun olacağını ilave ediyor. (fi-Zılâli’l Kur’an, 5/2960)

İbni Kesir’e göre ‘imam-ı mübín’ burada ‘ümmü’l kitap-kitabın anası’ (43 Zuhruf/4) anlamına da gelir. Nitekim Kur’an’da  İsra Sûresi 71., Kehf Sûresi 49. ve Zümer Sûresi 69. âyetlerde buna işaret edilmektedir.

İkincisi; “Eyke halkı gerçekten zalim kimselerdi. Bundan dolayı onlardan intikam aldık; her ikisi de (Eyke ve medyen) açıkça (gözler) ön(ün)ndedir (açık bir yol üzerindedir). (15 Hıcr/78-79)

‘İmam-ı mübín’ burada açık bir yol, apaçık gözönünde olan şey anlamına gelmektedir. (İbni Kesir, Tefsir, 2/316) Azgınlıklarından ve zalim olmalarından dolayı cezalandırılan Eyke ve Medyen halkının durumu gözler önündedir.  

 

4-Kıyâmette Hesaba herkes kendi imamıyla çağrılacak

“Her insan grubunu kendi imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir hurma çekirdeğindeki ipince iplik kadar bile haksızlığa uğratılmazlar.” (17 İsrâ/71

Allah (cc), kıyamet gününde her ümmetin kendi imamı  (önderi) ile hesap vermek üzere çağrılacağını haber veriyor. Bu âyette geçen ‘imam’ kavramının işaret ettiği anlam konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Kimilerine göre her ümmetin imamı kendi peygamberi (İbni Kesir, Tefsir, 2/389. Bkz: 10 Yûnus/47), veya tabi olduğu din, ya da emrine uyduğu kitabıdır.

Kimilerine göre imam; her peygambere indirilen ilâhí kitaptır. Kimine göre de âhirette herkese verilecek olan amel defteridir. 

Bu manaların hepsi de doğru olabilir. Ancak Taberí’nin dediği gibi âyette kasdedilen; her  milletin, her  cemaatin dünyada peşinden gittiği liderinin arkasından Allah’ın huzuruna çıkacağıdır. (11 Hûd/98)

İbni Abbas’ın (ra); “Her millet dünyada kendilerini hidâyete veya dalâlete (sapıklığa) çağırıp götürmüş olan liderleri ile çağrılır.” dediği rivayet edilmektedir.

Buharí ve Müslim’de geçen bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:

“Her  ümmet kime ibadet ediyordu ise ona tabi olacaktır. (Dünyada) kim tağutlara ibadet etmişse, (kıyamette de) tağutlara uyacaktır.” (İbni Kesir, Tefsir, 2/290)

Bir başka hadiste ise âyette geçen ‘imam’ın insanların amel defteri olduğuna işaret ediliyor: (Tirmizí, Tefsir/18 no: 3136)

 

5-Hz. İbrahim’in ve oğullarının hidâyet imamı kılınmaları:

Allah (cc), Hz. İbrahim’e (as), ‘insanların imamı’ sıfatını vermekte, onu oğullarıyla beraber hidayet imamları kıldığını söylemektedir.

“Ve onları, kendi emrimizle hidâyete yönelten imamlar (önderler) kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet ederlerdi.” (21 Enbiya/73)

İbrahim (as) ve onun soyundan gelen İsmail, İshak, Ya’kub ve Lût peygamberlerin hepsi de salih ve seçilmiş kimselerdi. Onlar insanların kendilerine tabi olunan hidâyet önderleridir. Onlar din işinde bütün insanlık için örnek olabilecek rehberlerdir.

Allah (cc) Hz. İbrahim’i insanlara imam (önder) yapmışsa, onun gibi Allah’ın birliğine (Tevhide) davet eden Hz. Muhammed’i destekleyip insanlara imam yaptı.  

Hz. İbrahim (as) bu büyük rütbeye bir takım denemelerden geçtikten sonra nail oldu.  

“Hani Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle denemeden geçirmişti. O da bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e): ‘Şüphesiz seni insanlara imam kılacağım’ demişti. (İbrahim): ‘Ya soyumdam olanlar?’ deyince (Allah): ‘Zalimler benim ahdime erişemez’ demişti.” (2 Bakara/124)

Âyette geçen ‘imam’ kelimesi, önder, lider anlamları yanında, hidâyet yolunu aydınlatan ışık, nur, kılavuz ve yol gösterici manalarını da kapsar. (A. Bulaç, Meâl, s: 19)

Allah (cc) Hz. İbrahim’i ‘imamet-i kübrâ-en büyük önderlikle’ öne geçirdi, pek çok topluluğu ona tabi kıldı ve onu kendisine uyulan bir rehber yaptı.

İmamet-i kübrâ; din ve dünya işlerinde insanlara öncülük ve yöneticilik yapmaktır. İbrahim’e (as) bu imametin soyunda da devam etmesi arzu ediyor. 

Ancak Allah (cc), genel bir prensibi haber veriyor: İmamet, imanla ve sâlih amelle, itaat ve şuurla onu hak edenlerindir. O bir veraset malı değildir.

“Allah da ‘zalimler benim ahdime eremez” demişti.”

Zulmün bir yığın çeşidi ve rengi vardır. İmamet görevi de öyle. Risalet imameti, Hilafet imameti ve namazda imamet gibi...

Her birisi de ayrı ayrı imamet ve rahberlik anlamı taşır. Bu rehberliğe layık olmanın şartı da bütün manalarıyla adalet sıfatına sahip olmaktır. Hangi çeşitten olursa olsun, zalimler bu hakkı kaybederler. (özetle, S. Kutub, fi-Zılâl, 1/238-239)

Bu imameti Allah’ın tarihte hak edenlere verdiğine yine tarih şâhittir.

 

6-Müslümanların takva sahiplerine imam olma isteği:

Allah (cc), Furkan Sûresinde müslüman kulların özelliklerini saydıktan sonra şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.

Ve onlar: “Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (kimseler) armağan et ve bizi takva sahiplerine (müttakilere) imam-önder kıl,” diyenlerdir.

İşte onlar, sabretmelerine karşılık (Cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orada esenlik ve selamla karşılanırlar.” (25 Furkan/73-75)

Müslümanlar, Allah’ın indirdiği Kitab’a ve ‘imam’ olarak gönderdiği peygambere inandıkları için  hidâyet üzerindedirler. Onlar, hayra davet etme, iyilikleri yaygınlaaştırma ve kötülüklerle mücadele açısından  insanlar içerisinden çıkarılmış hayırlı bir ‘ümmet’tirler.

Ümmet  kavramındaki önderlik anlamının  olduğunu hatırlarsak, müslümanların niçin müttakilere ‘imam-önder’ olmak istedikleri daha iyi anlaşılır.      

İbni Abbas (ra), Hasen ve Süddí’nin ‘bizi müttakilere imam kıl...’ sözünü, ‘bizi önderler yap ki hayr’da bize uysunlar’ şeklinde açıklamışlar. (İbni Kesir, Tefsir, 2/642)

Takva sahipleri Allah’ın korumasıyla, iman ve sâlih amelle Cehennem ateşinden korunan kimselerdir. Rahman’ın kulları, dindarlık ve sâlih amel bakımından önde olmayı, müttakilere önder olmayı ve rehberlik yapmayı, dünyada fazilet ve takvayı yaymada öncülükte bulunmayı arzu ederler. 

Âyette geçen “müttakilere imam olma...” duasını, siyasal açıdan insanlara baş olmak, onlara üstünlük sağlamak anlamında almak isabetli değildir. (Mevdudi, Tefhim, İst. Trh. 3/607)

Kurân, siyasal anlamdaki bir liderlikten değil, takvada, hayır yarışında, sâlih amellerde bir örneklikten, hidâyeti gösterebilecek bir önderlikten söz etmektedir.

  

7-Müstez’afların imam kılınması:

Allah (cc),  potansiyel olarak güçsüz bırakılan, ezilen ve horlanan müstaz’afları yeryüzünde ‘imam’ yapmak istediğini bildiriyor.

“Gerçek şu ki, firavun yeryüzünde büyüklenmiş ve oranın halkını bir takım fırkalara ayırıp bölmüştü. Onlardan bir kısmını güçten düşürüyor (müstaz’af yapıyor), erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o müfsitlerdendi (bozgunculardandı).

Biz ise, yeryüzünde müstez’aflara lütufta bulunmak, onları imamlar-önderler yapmak ve mirascılar kılmak istiyoruz.” (28 Kasas/4-5)

Görüldüğü gibi Allah’ın (cc) hesabı daha farklıdır. O (cc), bu müstez’aflara lütfetmek, kendilerine uyulan rehber ve imamlar yapmak, yerin doğusuna da batısına da varis kılmak istiyordu. (7 A’raf/137)

İman ve sâlih amelde imam/ümmet olanlar bu ilâhí vaadi hak ederler.

Allah’ın bu va’dini ne zaman ve hangi coğrafyada gerçekleşeceği, sadık müslümanların kendi bölgelerinde O’nun dini için yapacakları çalışmalara bağlıdır.

 

8-Ateşe çağıran imamlar-önderler:

İnsanlar ya ateşe (Cehennem’e) davet eden küfür önderlerinin (imamlarının) peşine, ya da rahmete ve Cennet’e, yani saadete çağıran imamların peşine giderler

Kıyâmet gününde de bu ümmetler kendi imamlarıyla Allah’ın huzuruna hesap vermek üzere çağırılacaklar. (17 İsrâ/71) Hesapları görüldükten sonra imamlarıyla birlikte ya Cennete, ya Cehennem gideceklerdir.  

İmamlar aynı zamanda âhirette ümmetleri hakkında şâhitlikte de bulunacaklar:

“Her  ümmetten bir şâhit göndereceğimiz gün; (artık ondan) sonra ne küfredenlere (özür dilemeleri için) izin verilecek, ne de (Allah’tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecek.”  (16 Nahl/84) 

“Her ümmetten bir şâhit getirdiğimiz ve onların da üzerine seni şâhid olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?” (4 Nisâ/41)

Kur’an Hz. Musa’ya karşı çıkan ve askerleriyle beraber yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayan, sonra Allah’a dönmeyeceklerini sanan firavun ve adamlarının suya atıldığını ve zalimlere böylece ceza verildiğini anlattıktan sonra şöyle diyor:

“Biz, onları ateşe davet eden imamlar-önderler kıldık; kıyâmet günü yardım da görmezler. Bu dünya hayatında biz onların arkasına lânet düşürdük; kıyâmet gününde ise, onlar çirkinleştirilmiş olanlardır.” (28 Kasas/41-42)

Onlar, zulüm işlemek, hakikatı inkâr etmek, sonuna kadar inkârda direnmek ve Hakka karşı batılı savunmak için her türlü vasıtayı kullanmakta sonraki kuşaklara öncü ve örnek oldular. Bu yolları insanlara gösterip Cehennemi boyladılar. (Mevdudí, Tefhim, 4/187) Onları izleyenler de onlar gibidir.

Bunlarınki çok kötü bir davet, çok kötü bir imamlıktır (rehberliktir).

Kur’an, bazı insanların büyük bilip peşine gittikleri, ama kendilerinin de azabı düşmelerine sebep olan büyükleri hakkında diyecekleri sözleri şöyle anlatıyor:

“Ve dediler ki: “Rabbimiz, gerçekten biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular.”

“Rabbimiz, onlara azaptan iki katını ver ve onlara büyük bir lânetle lânet et.” (33 Ahzab/47. Ayrıca bkz: Sâd, 38/58-65. Mü’min, 40/47-48. Fussilet, 41/29)

 

9-Küfrün imamları (önderleri-eimmetü’l küfr)

Bu terkip Allah’a verdikleri sözde durmayan, müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları bozan, onların dinlerine husumet besleyen inkârcıları tanıtıyor.

Kur’an’da bir âyette geçiyor.

“Onlar (hiç) bir mü’müne karşı ne ‘akrabalık bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır. ,

Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşinizdir. Bilen bir topluluk için âyetleri böyle birer birer açıklarız.

Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç besleyip-saldırırlarsa, bu durumda küfrün imamlarıyla-önderleriyle savaşın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir, belki cayarlar (veya düşmanca tutumlarına son verirler).” (9 Tevbe/10-12)

Tevbe Sûresi müslümanlarla savaşan müşriklere bir bildiri (ültimatom) ile başlamaktadır. Bu bildiri Allah ve Rasûlünün inkârcı ve Hak din ile mücadele eden müşriklerden uzak olduğunu, anlaşma yapılmış olanlara ve İslâmın aleyhine hiç kimseye yardım etmeyenlere süre verilmesi, eman dileyen müşriklere eman verilmesi isteniyor.

Kur’an  bundan sonra Allah ve Rasûlü ile bir anlaşmaya yanaşmayan inkârcıların hiç bir ahidleri olmayacağını, dolaysıyla onlara karşı takınılacak tavrın, onların tavrına bağlı olacağı hatırlatılıyor.  

Küfür öncülerinin (imamlarının) bir ahdi yoktur. Onların düşmanlıklarının ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz.

Bu bildiri ile beraber müslümanlarla savaşmaya kalkışanlara aynıyla karşılık verileceği (ayrıca bak: 2 Bakara/194), antlaşmalarına uyanlara dokunulmayacağı, yeminlerini veya ahidlerini tutmayıp müslümanlara ve İslâma düşmanlığa devam eden küfür öncüleriye hep mücadele edileceği ortaya konulmuş oldu. 

-Küfrün imamları kimlerdir?

Tefsir kaynakları küfrün önderlerinin her ne kadar bu Tevbe suresinin, özellikle bu âyetlerin inişine sebep olan, “yaptıkları anlaşmalara uymayan Mekkeli ileri gelen kafirlerdir, ya da müslümanlara ihanet eden münafıklardır” deseler de, bu nitelendirmenin genel olduğunu söylemeliyiz.

Kur’an’ın nitelediği gibi İslâma düşmanlık yaptığı gibi, düşmanlıkta öncü olan, insanları buna davet eden, sonra onlarla birlikte kendi zamanındaki imkanlarla İslâmla savaşan, anlaşmalara uymayan, fırsatı bulunca da ihanet eden kafirlerin, münafıkların hepsi her devirde küfrün imamlarıdır.

Peşine gidilen bu önderlerin/liderlerin görüşleri, icraatları ve ilkeleri Allah’ın indirdiği hükümlere aykırı  ise; Kur’an bunlara ‘küfrün imamları’ adını veriyor. Kur’an’a göre onlar, peşlerine taktıkları kitleleri ateşe davet eden sapıklardır. Hem kendileri saparlar hem de peşlerine takılanları saptırırlar.   

Bu küfür önderlerinin faaliyetleri Mekke’nin fethi ile sona ermiş değildir. Bir başka deyişle küfürde, isyanda ve Hak yol ile mücadelede inkârcılara öncülük yapanlar, sapıklıkta yol gösteren imamlar (öncüler) her zaman olmuştur.

Bugün de insanlara Allah’a isyanda yol gösterenler aynı konumdadır. Fikirleriyle, icraatlarıyla, ya da kurdukları sistemlerle İslâm’ın hayata hakim olmaması için her türlü çabayı gösterenler, peşlerine gidenler açısından birer önder/imamdır.

İnsanlardan bir kısmı kendileri için böylesine imamlar/önderler bulurlar. Onların izini takip eder, onlardan kaynaklandığına inandıkları değerleri savunurlar. Onların ilkelerini yaşatırlar, bu ilkeler uğruna çalışırlar. Düşüncede, eylemde, hayat düzeninde, dünyaya bakışta hep o rehber edindikleri önderin yaptıklarını eksen alırlar.  

Müslümanlar, her devirde bol miktarda olan ‘küfrün ve şirkin’ imamlarını (önderlerini), isyanda ve vahye düşmanlıkta topluluklara öncü olanları iyi  tanımalıdırlar. Onlarla yerine ve zamanına göre uygun araçlara başvurarak mücadele etmelidirler.

Bu mücadelenin amacı sürekli kavga ortamı meydana getirmek değil; küfür önderlerinin zararlarını engellemek, insanların haklarına kavuşmalarını sağlamak, hidâyet yolunun üzerindeki engelleri kaldırmak, İslâmî davetin önünü açmaktır.

 

-Son Söz

Burada Hz. Muhammed’in şu uyarısını hatırlayalım: “... Şu bir gerçek ki, ümmetim adına korktuğum en önemli şeylerden biri de, dalâlete saplanmış yöneticiler ve saptıran önderlerdir (imamlardır); (onlar hem sapacak, hem de saptıracaklardır/dâl ve mudîl). Ümmetimden bazı gruplar putlara tapacaktır, bazı gruplar da (Hak din olan İslâm’dan saparak) müşriklere katılacaklardır. Kıyamete yakın zamanda deccallar türeyecektir. Bunların sayısı 30 (ilâ 70) civarında olacaktır. Bunların kimi kendisini peygamber, (kimi de Mesih) zannedecektir...

Ve lakin ümmetimden bir grup sürekli olarak Hak üzere olacaktır. Onlar Allah’ın yardımını göreceklerdir. Allah’ın emri (olan kıyâmet) gelinceye kadar, bu kendilerine ters düşerek Hak’tan ayrılanlar onlara zarar veremeyecektir.” (İbni Mâce, Fiten/9 (3952). Ebu Dâvud, Fiten/1 (4252). Darimî, Rakâik/39 (2755))

Hüseyin K. Ece