İslamın ana kaynakları Kur'an'ı ve Sünneti hakkında kısa bir ders

Hüseyin K. Ece

MG Kuzey Hollanda Gençlik Dersleri 2009

 

İkinci Ders

 

7-Sünnetin korunması

-Fiili sünnet

Peygamberimizin uygulamalarıdır. Sahabe peygamberimizi bir şey yaparken görmüş, onlarda aynısını yapmışlardır. Hem ibadetlerde, hem ahlakta, hem de insanlarla ilişkilerde Peygamberden gördüklerini uygulamışlardır. (Mesela “Namazı benden gördüğünüz gibi kılın” emrinde olduğu gibi.) Sahabelerden sonra gelenler de  onlardan aynısını öğrenip yapmışlar.

Bu sünnetlerin bir çoğu günümüze kadar uygulanarak gelmiştir. Böylece Sünnet fiilen korunmuştur.

 

-Hadislerin ezberlenmesi ve yazılması

Peygamberimizi bazı şeyleri sözüyle açıklar, sahabelere öğretirdi. O az ve öz konuşurdu. İnsanlar anlasın ve ezberlesin diye tane tane konuşurdu, bazen sözünü tekrar ederdi. O zaman yazı az kullanıldığı için insanlar çok şeyi ezberlemek zorunda idiler. Hafızaları da çok güçlü idi. Söylenenleri hemen ezberler, uzun zaman unutmazlardı.

Sahabeler peygamberimizin sözlerini de ezberliyor ve uyguluyorlardı. Yeri gelince de çocuklarına veya talebelerine öğretiyorlardı.

Okuma yazma bilen bazı sahabeler de peygamberimizin bazı sözlerini yazıp evlerinde saklıyorlardı.

Sahabeden sonra hgelenler de aynı şeyi yaptılar. Kimisi ezberleyerek öğrendi, kimisi yazıya geçirdi öğrendiklerini.

Böylece hadisler de bir yandan uygulanıyor, bir taraftan ezberleniyor, bir taraftan da yazılıyordu.

 

8-Hadis usûlü

Hadis ilmi,  Hz. Muhammed'in (sav) sözlerini, fillerini, takrirlerini, hallerini, davranışlarını, bunların rivâyet edilişini veya alimler tarafından alınışını (zabt edilmesini) anlatan bir ilimdir. Hadislerin yazılı olduğu kitaplar, bu kitapları hazırlayan hadis alimleri, Peygamberden sonra hadislerin nasıl nesilden nesile aktarıldığı konusu bu ilim dalının malzemesidir.

Bu ilim dalı, ‘hadis rivâyetinde mümkün olduğu kadar hatadan uzak kalmak’ niyeti üzerinde hareket eder. Hadislerin peygambere ait oluşunu tesbit etmek amacındadır.

Hadis ilmi, hadislerin Hz. Peygamber’e ulaştığını bilmek için, güvenilir olmasını anlamak için râvileri, rivâyette kesinti olmadığını anlamak için de hadislerin senedini inceleyen bir ilimdir.

                     

9-Hadis ilminin önemi

Hadis ilmi, hadislerin senet ve metin durumlarını anlamaya ve bilmeye imkan veren kurallar ilmidir dedik. Hadis ilmine ait kuralların konulmasının amacı, hadisleri ‘kabul’ veya ‘red’ edebilmeye imkan sağlamaktır. Hadislerin değerlendirmeye tabi tutulması, hadislerden hüküm çıkarılması, hadislerin açıklanması (şerhedilmesi) ancak hadis ilmindeki bu kurallar sayesinde mümkün olmaktadır.

Bu ilim dalına ‘Hadis Usulü’ veya ‘Hadis Istılahları İlmi’ de denmiştir.

Bu ilim dalının amacı Peygamberimize ait haberleri en sağlam bir şekilde bütün müslümanlara, gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak, hadislere başka unsurların karışmasını önlemektir.

1-İslâm bu ilim sayesinde korunmuştur. İslâmın anlaşılması da hadislere veya Rasûlüllah’ın (sav) Sünnetinin bilinmesine bağlıdır. Hadislere uydurma sözler, ya da başkalarına ait sözler karışırsa insanlar nereden gerçek İslâmı öğrenebilecekler?

2-Peygamberimiz (sav) kendisine yalan isnat edenleri tehdit etmiştir. Bu ilim sayesinde hadis rivâyetinde titiz olma sağlanmış, Peygambere yalan isnat etmenin önüne büyük ölçüde geçilmiştir.

3-Bu ilim sayesinde kafalar bir sürü hurafe, batıl ve İslâm dışı inançlardan ve adetlerden kurtarılmıştır. İslâma ait olanlar bu ilim aracılığıyla korunmuş, İslâm dışı olan şeyler net bir şekilde ortaya konulmuştur. Diğer İslâmî ilim dalları da hadis ilminin metodlarını kullanarak konularını güçlendirmişlerdir.

Ulumu’l-Hadis (Hadis İlimleri) terimi, dirâyet ve rivâyet olarak ikiye ayrılan hadis ilminin tümünü kapsar.

Bazı bilginlere göre hadis ilminin konusu bizzat Peygamberimizin kendisidir. Bazılarına göre hadislerin senetleri ve hadis metinleridir.

Hadis ilminin bir gayesi de, rivâyetlerin sahih ve doğru olanını, sahih ve doğru olmayanlardan ayırmaktır. Başka bir ifadeyle; rivâyetlerde Peygamberimize ait olan söz, fiil ve takrirleri, O'na ait olmayanlardan ayırabilmektir.

Hadis tarihi boyunca yapılan çalışmaların amacı buna yöneliktir. Hadisleri sağlam bir şekilde muhafaza edilmesi, dinin sağlam bir şekilde korunması anlamına gelir.

Bu ilim dalı, ‘hadis rivâyetinde mümkün olduğu kadar hatadan uzak kalmak’ niyeti üzerinde hareket eder. Hadislerin peygambere ait oluşunu tesbit etmek amacındadır.

Hadis ilmi, hadislerin Hz. Peygamber’e ulaştığını bilmek için, güvenilir olmasını anlamak için râvileri, rivâyette kesinti olmadığını anlamak için de hadislerin senedini inceleyen bir ilimdir.

 

10-Hadis rivâyeti

Hadis ilminin ve branşlarının doğuşuna ve gelişmesine müslümanlar için Sünnetin önemli olması yardımcı olmuştur. Yine bu ilmin gelişmesine İslamı başkalarına tebliğ görevinin yerine getirilmesi de önemli rol oynamıştır.

Peygamber (sav) kendisine vahyedileni tebliğ ediyor, vahyi yazdırıyor ve uyguluyordu. Vahyin sahabeler tarafından anlaşılmasını ve hayatlarına geçirmelerini sağlıyor, onların bazılarına tebliğde görev veriyor, İslâm davetini başkalarına götüreni takdir ediyordu.

Peygamber'in (sav) ilk öğrencileri sahabelerdi. Onlar Rasûlüllah'ı (sav) takip ediyor, öğrettiklerini öğreniyor ve hayatlarına uyguluyorlardı. Şüphesiz onlar bunu yalnızca öğrenmek için yapmıyorlardı. Onların asıl amacı öğrendiklerini uygulamak, yani İslâmı Peygamber gibi yaşamaktı. Bu nedenle onlar, Peygamberin dediği hiç bir şeyi kaçırmıyorlardı.

Peygamber’den (sav) bir şey öğrenme isteği onlarda öylesine fazla idi ki, çalışmak zorunda kalanlar aralarında nöbetleşe Peygamberin yanında kalıyorlardı ve öğrendiklerini birbirlerine anlatıyorlardı.

Hz. Ömer diyor ki:

"Ben ve Umeyye b. Zeyd oğullarında Ensardan bir komşum -ki Medine'nin varoşlarında otururdu- bir gün o, bir gün ben nöbetleşe Rasûlüllah'a giderdik. Ben şehre indimi o günün vahy ve öteki haberlerini ona getirirdim. O da indimi aynı şeyi yapardı. " (Buharî, İlim/27. Müslim, Talak/34)

Sahabelerin bu istekleri sadece âyetleri öğrenme konusunda değildi. Onlar Peygamberin dediklerini ezberlemek, hareketlerini takip etmek, O'nun uygulamasına şahit olmak istiyorlardı. Sahabeler Peygamber'i  adım adım izlemişler, sadece sözlerini değil, O'nun bütün hareketlerini en ince ayrıntıya kadar anlatmışlardı.

Böyle bir kazanç elde eden sahabeler icin öğrendiklerini başkalarına aktarma görevi başlıyordu. Daha Peygamber hayatta iken, O'nun izni ve emriyle bu tebliğ işine başlamışlardı ve buna alışkanlık kazanmışlardı.

Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır:

"Sözümü işitip güzelce öğrenen  ve öğrendiği gibi başkasına ileten (tebliğ eden) kimsenin Allah (cc) yüzünü ak etsin." (Ebu Davud, İlim/10. Tirmizî, İlim/7)

Veda Hutbesinin sonunda şöyle demişti:

"...Burada bulunanlarınız bulunmayanlara (duyduklarını) ulaştırsın." (Buharî, İlim/9, 10. Müslim, Hacc/446) ".... Zira olur ki, burada bulunanlarınız sözü kendisinden daha anlayışlı bir kimseye tebliğ etmiş olur." (Buharî, Fiten/8. İlim/9. Tirmizi, İlim/7)

Bu teşvikleri bilen Ebu Zer (ra) diyor ki;

"Kılıcı enseme dayasanız, ben de Rasûlüllah'tan duyduğum bir hadisi başım kesilinceye kadar tebliğe vakit bulacağımı bilsem, sözü elbette size yetiştiririm." (Buharî, İlim/10)

Diğer taraftan sorulduğu zaman cevap vermek de bir görevdir. Bir hadiste şöyle buyuruluyor:

"Bildiği bir şey kendisinden sorulduğunda onu gizleyen kıyamet günü ateşle gemlenir." (Ebu Davud, İlim/9. Tirmizî, İlim/3)

İslâmî hayat bütünüyle Sünnetten ibarettir dense yanlış olmaz. Sünnetin başkalarına aktarılması İslâmın anlaşılması için şarttır. Sahabeler Sünneti en iyi bilenler oldukları için onların sorumluluğu başkalarına göre daha fazladır. Onlardan sonra gelenler Sünneti anlayabilmek için onlara bakıyordu.

Şu örnek bu bakımdan çok dikkat çekicidir. Ensar'ın büyüklerinden Eba Eyyubi'l-Ensarî (ra) devlet işleri dolaysıyla akşam namazını biraz geç kıldıran Mısır valisi Ukbe b. Amir’i "Senin bu hareketini insanların ‘Peygamber'den böyle görmüştür' diye değerlendirmelerinden korkuyorum" sözleriyle ikaz etmiştir. (Müsned, 5/422)

Hadis ilminin gelişmesine yardım eden sebeplerden biri de şu hadistir: "Bile bile kim bana isnat ederek yalan uydurursa Cehennemdeki yerini hazırlasın." (Buharî, İlim/38. Müslim, Zühd/82, Ebu Davud, İlim/4)

Üzülerek söylemek gerekir ki henüz sahabeler hayatta iken az da olsa Peygamber'e (sav) yalan isnat etme faaliyeti (hadis uydurmacılığı) başlamıştı. Rasûlüllah (sav) ileride insanların böyle bir işe kalkışmalarını önlemek üzere böyle buyurmuştur. Bu hadis mütevatirdir. Bu hadis hadis uydurma işini tümüyle önleyemese bile, yaygınlaşmasını, hadisler üzerinde titizlikle durulmasını ve yalancıların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Yalan hadis uydurmaya yeltenenler hadislerin müslümanlar üzerindeki yaptırım gücünde istifade etmek isterler. Kendi batıl davalarını desteklemek ve hasımlarını zayıf düşürmek için bu yola başvururlar. İslâmın ilk asrında mezheb kargaşasının alabildiğine devam ettiği günlerde bol bol hadis diye haberler uyduruldu.

Yukarıdaki hadisi mutlak manada, ne şekilde olursa olsun Peygamberin söylemediği bir sözü O'na nisbet ederek söylemeyi yasaklıyor. Uydurulmuş haberin iyi veya kötü, lehde veya aleyhde olması arasında fark yoktur. Hatta bazılarına göre bunun 'bile bile' yapılması da önemli değildir.  'Kasıtsız' olsa bile Peygambere yalan isnat etmek tepki görmüştür ve yanlıştır. Yalan haber ve hadis uydurma işi sinsi bir ihanet kabul edilmiş ve toptan reddedilmiştir.

 

11-Sahabeler ve hadis rivâyeti

Müslümanları ve özelde  sahabeleri hadis rivâyetine özendiren sebebin 'tebliğ görevi' olduğunu biliyoruz. Tebliğ görevindeki fazilet ve sorumluluğun şerefi yücedir. Böyle olmakla beraber, tebliğ demek her aklına geleni veya her duyduğunu rivâyet etmek demek değildir. Tebliğin de kendine mahsus şartları ve özellikleri vardır.

Peygamber’e ait haberleri ve sözleri aktarmak başlı başına uzmanlık isteyen bir iştir. Çünkü hadisler İslâmın anlaşılmasının imkanıdır. Tebliğde aranan en önemli şart haberin olduğu gibi rivâyet edilmesidir; ne bir kelime fazla, ne bir kelime eksik .

Tebliğ görevinin fazileti yanında sorumluluğu da büyüktür. Bile bile Peygamber'e yalan isnat etmek Cehennemde bir yer almak anlamına geliyor. Tebliğ görevine fazilet vadedilirken, yalan isnadına getirilen bu tehdit sahabeyi tedbirli davranmaya sevketmiştir. Onlar 'tesebbüt' adı verilen prensipten hareket etmişlerdir.

Tesebbüt: İtiyatlı davranıp kesin kanaat sahibi olmadan bir hadisi rivâyet etmemektir. Bir başka deyişle hadisin Peygamber’e ait oluşunun kendilerince sabit olması, kesinleşmesidir.

Sahabeler bilme, öğrenme ve öğrendiklerini başkalarına aktarma hususunda çok gayretli idiler. Bununla beraber her duyduklarını ölçüsüz bir şekilde başkalarına aktarmıyorlardı. Onların hadis rivayetinde gösterdikleri tesebbüt prensibi ilmî açıdan çok önemlidir.  Onca dikkate rağmen yanılma ihtimali ve bu yanılmanın hadiste olmasının dinen tehlikesı büyüktü. Onlar bunun farkında idiler.

Abdullah b. Zübeyr (ra) babası Zübeyr b. Avvam'a; “Falanlar gibi senin de Rasûlüllah'tan (sav) bir şey rivâyet ettiğini görmüyorum. Acaba neden?” diye sorar. Babası; "Bilesin ki ben Rasûlüllah'dan (sav) hemen hemen hiç ayrılmadım, hep O'nunla beraber bulundum. Lakin 'Kim bile bile bana yalan isnat ederse Cehennemdeki yerini hazırlasın.' buyurduğunu işittim ve bundan dolayı susmayı tercih ediyorum" cevabını verir.

Aynı korkuyu sahebelerin diğer ileri gelenleri de duymuş olmalılar ki, onlardan bize ulaşan hadis sayısı beklenenin altındadır.

Tesebbüt, yani hadisin Peygamber'e (sav) ait oluşunun kesinleşmesi, Hulefa-i Raşidîn döneminin devlet politikasi idi denilebilir. Mesela Hz. Ebu Bekr (ra) az hadis rivâyet etmekle beraber hareketiyle de bunu fiilen göstermiştir. Bir defasında ölen torununun mirasını almak isteyen kadına önce pay vermezken, bu konuda hadis olup olmadığını araştırdıktan sonra, olduğunu görünce pay vermesi onun tesebbüte çok önem verdiğini gösterir.

Hz. Ömer (ra) de az hadis rivâyet edilmesini tavsiye eder, çok hadis rivâyet edenlere kızardı. Hatta o daha önca duymadığı bir hadisi işitince raviyi şahit getirmeye davet ederdi.

Bir gün Musa el-Eş’arî (ra) Hz. Ömer'i  ziyarete gelmişti . Üç defa kapıyı çaldı, selam verdi. Cevap gelmeyince dönüp gidiyordu. Hz. Ömer arkasından adam gönderip çağırttı ve bu davranışının sebebini sordu. Musa el-Eş’ari; Rasulüllah'ın (sav), “Biriniz üç defa selam verip izin istediği zaman cevap alamazsa dönsün” dediğini işittim. Hz. Ömer: "Ya bu dediğine delil getirirsin, yahut ben sana ne yapacığımı bilirim" demiş. Musa el-Eş’arî da başka şahitler bulup getirince Hz. Ömer; "Ben seni yalan söylüyor diye itham etmedim. Fakat rastgele kimseler Rasûlüllah’a  dayandırarak yalan söz uydururlar diye korktum" demiş.

İlk halifeler tesebbüte önem verirken, kendileri rivâyetten kaçınmıyorlar, yeri geldikçe  hadis rivâyet ediyorlardı. Bazen de şahit istemeden veya râviye yemin verdirmeden de rivâyetleri kabul ediyorlardı. Bu demektir ki onlar, tesebbüt ile davranmayı, sağlam rivâyet etme anlayışını yerleştirmek istiyorlardı.

Diğer sahabelerin de tesebbüt konusunda güzel örnekleri vardır. Mesela, Abdullah b. Mes'ud (ra) hadis rivâyet ederken damarları şişer, terler, gözleri yaşarır ve titrerdi. Rivayeti bitirdiği zaman da "Rasûlüllah (sav) böyle buyurdu veya buna yakın sözlerle buyurdu" diye ihtiyat (titizlik) gösterirdi. Aynı ihtiyadı bir çok sahabede görmekteyiz. Hata etme endişesiyle uzun zaman hadis rivâyet etmeyen sahabeler de bulunmaktadır.

Sahabeler yaşlılık, hastalık, hata etme endişesi, unutma ve yanılma korkusu gibi sebeplerden dolayı hadis rivâyet etme konusunda titiz davranıyorlardı. 

Bütün bunlardan sonra, çok hadis rivâyet edenlerin hiç bir şeye aldırmadan, alabildiğine hadis rivayet ettikleri akla gelmemelidir. Onlar da az rivâyet edenler gibi aynı titizliği gösteriyorlardı. Onlar da  bu işin vebalini biliyorlardı. Kimilerinin kabiliyeti ve yaratılışı bu işe daha az, kimilerinin ise daha fazla yatkındı.

Şu örnek bu bakımdan dikkat çekicidir.

Hz. Ömer çok hadis rivâyet eden Ebu Hureyre'yi çağırdı ve sordu: "Falanın evinde bulunduğumuz sırada sen var mıydın?" Ebu Hureyre, "Evet vardım" dedi. Hz. Ömer, "Bu soruyu niye sordum, biliyor musun?" dedi. Hz. Ebu Hureyre, "Evet biliyorum, O gün Rasûlüllah (sav); "Bana bile bile yalan isnat eden Cehennemdeki yerini hazırlasın" buyurmuştu" deyince Hz. Ömer, "Git öyleyse, (istediğin kadar) hadis rivâyet et" demiştir.

Ayrıca sahabeler birbirlerinin rivâyetlerini de şahit istemek, araştırmak, meseleyi en bilene sormak suretiyle kontrol etmişlerdir. Bunun da pek çok örneği kaynak kitaplarda anlatılmaktadır.

 

11-Hadis çeşitleri

-Sağlamlığına göre hadis çeşitleri

Hadisler, senedinin sağlam, râvilerinin adalet sahibi olmalarına, şüphe ve illetten (kusurdan) uzak bulunmalarına ve râvi sayılarına göre bazı isimler almışlardır. Bunlara hadis çeşitleri diyoruz. Hadisin güvenilirlik durumunu bilme açısından bu isimlerdirme önemlidir.

Hadis alimlerine göre hadisler sağlamlık yönünden üç çeşittir: a-Sahih hadisler, b-Hasen hadisler, c-Zayıf hadisler.

 

a-Sahih hadis:

Adalet ve zabt sahibi raviler tarafından kesintisiz bir senetle rivâyet edilen, gizli bir kusurdan (illetten) uzak bulunan hadistir.

(Hadisci Hâkim'e  (öl. 321-405) göre sahih hadisin on derecesi vardır. Hadis uzmanları bunlardan beş tanesi üzerinde ittifak ettiler, beş tanesi üzerinde ise söz birligi olmamıştır.

Üzerinde söz birliği edilen sahih hadisin birinci derecesi:

Buharî ile Müslim'in tutumu olan hadislerdir. Bu hadisin Peygamberimizden en az iki sika râvisi olan bir  sahabenin, ondan da yine en az iki sika râvisi bulunan bir tabiînin, ondan da aynı şartla meşhur bir tebe-i tabiînin rivâyet etmesi, ondan sonraki dönemlerde de aynı şekilde rivâyet edilmesi gerekiyor.

İkinci, birinci gibidir, yalnız sahabenin tek râvisi bulunmaktadır.

Üçüncüsü, birinci gibidir, ancak tabiinden olan ravinin tek bir ravisi vardır.

Dördüncüsü, sika râvilerin rivayet ettikleri ferd ve garib (râvileri tek olan veya fazla bilinmeyen) hadisler,

Beşincisi, hadis alimlerinin babalarından ve dedelerinden rivayet ettikleri ve kendi rivâyetlerinin tevâtür derecesine ulaştığı hadisler.

İhtilaflı beş kısım ise şöyledir:

Birincisi, mürsellerdir, yani tabiînden bir râvinin Peygamberden rivâyet ettiği hadis.

İkincisi, kendi şeyhinden hadis dinlediğini söylemeyen râvilerin hadisleri. (Böyle yapmaya tedlis, bunu yapan raviye de müdelles denir.)

Üçüncüsü, bazı sika râvilerin direk peygamberden (mürsel) bazılarının da

sahabeden (müsned olarak) rivâyet ettikleri hadislerdir.

Dördüncüsü, hafızlık derecesine ulaşmayan sika râvilerin rivâyet ettikleri hadisler.

Beşincisi, sika olan bid'at ehlinin rivayetleri.)

 

b-Hasen Hadis:

Adalet sahibi râviler tarafından kesintisiz olarak rivâyet edilen, illetten uzak, fakat zabt yönünden sahih hadis derecesine ulaşamayan hadise denir.

Durumu hadis alimleri tarafından bilinmeyen ama yalan söylediği veya rivâyetlerinde hata yaptığı da ortaya çıkmayan, rivâyet ettiği hadisin başka şahitleri olan râvilerin rivayet ettikleri hadisler de hasen ve güvenilir kabul edilmiştir. Bu tür hadislerin râvileri, zabt hususunda sahih hadis râvileri kadar meşhur değillerdir.

Hasen hadis sahihten bir derece aşağı olmasına rağmen delil (hüccet) olma konusunda onun gibidir.

       

c-Zayıf Hadis:

Sahih ve hasen hadisin şartlarını taşımayan her türlü hadise bu isim verilmiştir.

Bir hadisin zayıf sayılmasına sebep ya senedindeki kopukluktur, ya da râvilere ta'n (aşırı tenkit) edilmesidir. Bir râvi adaletinin veya zabtının zayıflığı yönünden ta'n (aşırı tenkit) edilir. Onun adaletine zarar veren sebepler: yalancılıkla itham edilmesi, fasık olması, fazla bilinmemesi ve bid'atcı olmasıdır.

Zabtına zarar veren sebepler ise; fazla yanılması, gaflet etmesi, vehme kapılması, sika râvilere aykırı rivâyette bulunması ve kavrayışının kıtlığıdır.

 

-Râvinin Durumuna Göre (Râviye Ta'n -aşırı tenkit- Sebebiyle) Zayıf Sayılan Hadisler

1-Mevzu': Yalancılar tarafından kasten hadis diye uydurulmuş sözlerdir. Bu işi yapanlar insanların en yalancısı sayılmıştır. Bu hadislerle amel etmek haramdır.

2-Metrûk veya matrûh: Hadis hususunda yalan söylediği tesbit olunamayan, fakat başka yerlerde yalan söyleyen kimsenin rivâyet ettiği hadisler.

3-Münker: Zayıf bir râviye ondan daha zayıf bir râvinin aykırı (zıd) olarak rivâyet ettiği hadis. Aynı zamanda fazla gaflet yapan veya fıskı görülen râvilerin de rivâyet ettikleri hadislere münker denilmiştir.

4-Muallel: Râvinin vehmi (tereddüt, kesin olmama) dolaysıyla hata yaparak rivâyet ettiği hadistir. Mesela, mürsel (tabiinin direkt Peygamber'den rivâyet etmesi) veya munkati' (senedi kopuk) bir hadisi muttasıl (kesintisiz) göstermesi, kuvvetli bir râvi yerine zayıf bir râviyi zikretmesi gibi.

5-Müdrec: İçerisine râvinin kendi sözünü karıştırdığı hadistir. Bu karışım hem metinde hem de senette olabilir. Yahutta  bir hadisin senedini ötekine, birinin metnini başka bir senede karıştırmak gibi. Çeşitli râvileri ve rivâyetleri olan bir hadisi tek kaynaktan geliyor gibi göstermek gibi. Senette olursa buna 'müdrecü's- senet', metinde olursa buna da 'müdrecü'l-metin' denilir.

6-Maklub: Râvilerin adlarını ve bazen de hadisin sözleri öne almak veya sona bırakmak suretiyle rivâyet edilen hadistir. Ayrıca hadisi zayıf veya kuvvetli  göstermek için bazı isimler ilave edilir veya çıkartılır.

7-Musahhaf: Kelimelerdeki noktalar değiştirilerek hadisin rivâyet edilmesidir.

8-Muharref: Kelimelerin harekelerinin değiştirilmesi suretiyle rivâyet edilen hadistir. Bu son iki durumda ya metinde ya da isimlerde değişiklik olur. Mana değişebilir veya senedi tanımak güçleşir.

9-Şazz: Sika bir râvinin kendisinden daha sika bir râviye muhalif olarak rivâyet ettiği hadistir.

10-Muhtalit: Ravinin fazla yaşlanması dolaysıyla veya kitaplardan bakarak rivayet alışkanlığı olan birisin kitapları kaybolduktan sonra rivayetinde yanlışlığa düşmesi, ne rivayet ettiğini bilememesi.

 

-Senedindeki Kesinti Sebebiyle Zayıf Sayılan Hadisler 

1-Muallak: Hadisin başından yani şeyhinden başlamak suretiyle râvinin bir veya peşpeşe bir kaç râvinin adını atlayarak rivayet ettiği hadistir. Râvi aradaki kişileri atlayarak direkt bir üst taraftaki şeyhten duymuş gibi rivâyet eder.

2-Mürsel: Senedinde sahabenin atlanıldığı hadistir. Bazı alimlere göre böyle bir hadis delil olarak kullanılamaz. Ancak onu takviye eden bir başka hadis olursa o zaman delil (hüccet) olur.

3-Mu'dal: Senette sahabeden sışında yanyana iki veya daha fazla râvinin atlanıldığı hadistir.

4-Müdelles: Tedlis, müşteriden malın kusurunu gizlemektir. Müdelles bu kelimeden türemiştir ve kusuru gizlenmiş hadis demektir. Hadiste tedlis üç şekilde olabilir:

a-Senette tedlis: Râvinin kendi şeyhini atlayarak onun şeyhinden hadisi duymuş gibi rivâyet etmesidir.

b-Şeyhlerde tedlis: Hocasını veya şeyhinin hocasını bilinmeyen bir adla anması, onu bilinmeyen bir şehre veya mesleğe nisbet etmesi.

c-Tesviye tedlisi: Kendi hadis aldığı şeyhi zikretmekle beraber bir üstteki zayıf râviyi atlaması ve bütün senedi sika olarak gösterme gayreti.

5-Mevkuf: Sahebenin söz, fiil ve takrirlerini ifade eden haber.

6-Maktu': Tabiînin veya tebei-i tabiînin söz, fiil ve takrirlerini ifade eden haber.

7-Munkati': Her ne şekilde olursa olsun senedi muttasıl (kesintisiz) olmayan bütün hadislere denir.

 

-Râvi sayısına göre hadis (haber) çeşitleri

1-Mütevâtir: Her kuşakta yalan söylemek üzere anlaşmaları adetan mümkün olmayan büyük kalabalıklar tarafından rivâyet edilen haberdir. Mütevâtir haberler gözle görülmüş gibi kesinlik ifade ederler.

2-Vahid veya Ehad: Sözlükte bir kişinin rivâyet ettiği habere dense de, ıstılahta, mütevâtir derecesine ulaşamayan haber (hadis) demektir. Râvisi bir, iki veya daha fazla olsun farketmez. Meşhur, müstefiz, aziz gibi haber-i vahid çeşitleri vardır.

3-Meşhur: Sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn devirlerinde  -ki bunları Peygamber (sav) övmektedir-  birincisinde haber-i vahid iken ikinci ve üçüncü devirlerde mütevâtir derecesine yükselen hadistir.

4-Müstefiz: Bazı hadiscilere göre müstefizle meşhur aynı şeydir. Bazılarına göre ise her devirde râvileri üçer kişi olan haberdir.

5-Aziz: Râvileri baştan sona kadar bütün devirlerde iki olan haberdir.

6-Garip veya Ferd: Sahabenin dışında her devirde râvisi tek kalan hadistir.

7-Şahid: Başka yoldan rivâyet edilen ve ferd hadise benzeyen bir haberdir. Ferd hadisler bunlarla kuvvet bularak ferd olmaktan kurtulurlar. Ferd hadislerin makbul veya makbul olmayanları vardır.

8-İstişhad: Şahid getirmek demektir. Hadisin hüccet olabilmesi için şahid göstermektir. Zayıf râvilerden de şahit getirmek mümkündür ama her zayıf râvi bir mesele için şahit olmayabilir.

 

12-Hadis kitapları

-Kütüb-ü Sitte ve yazarları

Tasnif döneminde en meşhur olan Kütüb-ü Sitte(altı kitap)dir. Bunların ve müelliflerini kısaca tanıyalım.

 

-İmam-ı Buharî ve Kitabı:

Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buharî, 195/810 tarihinde Buhara'da doğdu. Hadise olan ilgisinden dolayı daha on yaşlarında iken hadis öğrenmeye ve ezberlemeye başladı. Buhara'daki hocalardan ders aldıktan sonra, o zamanın önemli ilim merkezleri olan Şam, Bağdad, Kûfe, Mısır ve Hicaz'a gitti. Bu ilim merkezlerinde bini aşkın hocadan (hadis şeyhinden) ders aldı. Kendi ifadesine göre üçyüzbin hadis ezberlemiştir.

İmam-ı Buharî, 256/870 yılında Buhara yakınlarındaki Hartenk'te vefat etti.

İmam-ı Buharî, bütün ömrünü hadis ilmine hizmet için geçirdi denilebilir. Her şeyini bu uğurda harcamış, çok çalışmıştı. Takva sahibiydi. Az yer, az uyur, herkese iyilik eder, çok çalışırdı. Sevdiği yegane spor ok atıcılığıydı.

Zekâsının kuvvetli oluşuyla meşhur olmuştu. Bağdad'ta kendisine metin ve senetleri karıştırılmış yüz kadar hadis sorulduğu zaman hepsini düzelterek rivâyet etmiş ve herkesin takdirini toplamıştı. İbni Hacer el-Askalanî (öl.852/1448) derki: "Gök kubbe altında Rasûlüllah'ın (sav) hadislerini Buharî'den daha iyi bilen birini görmedim."

O daha genç yaşta iken Küçük, Orta ve Büyük Tarih, Edebul'l Müfred, ed-Duafa gibi eserleri te'lif etmiştir. Ama O'nun en önemli eseri el-Camiu's-Sahih'tir.

Hocası İshak b. Rahûyeh (öl. 238/852) bir gün 'biri çıkıp sahih hadisleri toplayan bir kitap telif etse' dedi. İmam-ı Buharî bunun üzerine ömrünün büyük bir kısmını harcayarak el-Camiu's-Sahih adlı kitabını meydana getirdi.

O'nun sadece sahih olan hadisleri bir araya toplamak için meydana getirdiği bu eser İslâm aleminde Kur'an'dan sonra en sahih (sağlam) kitap olarak kabul edilmiştir. Kendinden sonra gelenler için ‘sahih hadis’ sahasında ilk örnektir. Her ne kadar İmam-ı Buharî bu kitapta sahih hadisin şartlarını veya kitabını hangi şartları gözeterek tapladığını açıklamasa  bile, ehli olan bilir ki, o kitabını hazırlarken bazı prensiplere bağlı kalmıştır. Onun kitabındaki şartlarını hadis alimleri daha sonradan tesbit ettiler.

İmam-ı Buharî kitabına 7275 kadar hadis almıştır. Bunları ya Kur'an'dan aldığı âyetlerle, ya da fıkıhtan seçtiği çeşitli bablara (konu başlıklarına) yerleştirmiştir. Buharî’nin fıkıh bilgisini bu bab başlıklarında bulmak mümkündür.

el-Camiu's-Sahih 97 kitaba (ana bölüme) ayrılmıştır.

İmam-ı Buharî, hadisleri ilgili olduğu bab altına yerleştirdiği gibi kitabında tekrarlar da bulunmaktadır. O bu tekrarlarda birden fazla fayda sağlamaya çalışmıştır.

O, adalet ve zabt sahibi râvilerin sağlam bir yolla hocalarından aldıkları hadislere sahih demiş ve onları kitabına almıştır. Onun  bu titizliği kendisine geniş bir şöhret kazandırmış ve alimler tarafından üzerine pek çok şerh (açıklama) yazılmıştır. Katip Çelebi bu şerhlerin 82 tane olduğunu söylemektedir.

Bunların en meşhurları, Aynî tarafından yazılmış Umdetu'l-Kari fi Şerhi Sahihi'l-Buhari, İbni Hacer tarafından yazılan Fethu'l-Bari fi Şerhi Sahihi'l-Buharî, Kastallanî tarafından yazılan İrşadu's-Sari fi Şerhi Sahihi'l-Buharî'dir.

 

-İmam-ı Müslim ve Kitabı:

Müslim b. Haccac el-Kûşeyrî, 202/817 veya 206/821 yılında Nişabur'da doğdu. Çocukluğu ve tahsili hakkında az bilgi bulunan İmam-ı Müslim de hayatını hadis ilmine adayanlardan biridir. Meşhur ilim merkezlerini dolaşmış ve o dönemin meşhur şeyhlerinden (hadis hocalarından) hadis öğrenmiştir. İmam-ı Müslim 264/877 yılında vefat etmiştir.

Hadis konusunda bir çok eser yazdığı rivayet edilmektedir. Bunların en meşhuru el-Camiu's-Sahih adlı eseridir. Bu eser İmam-ı Buharî'nin kitabından sonra en sahih kitap sayılmıştır. İmam-ı Müslim bu eserini 300 bin hadis arasından seçerek hazırlamıştır.

Kitabına kendi ölçülerine göre sahih kabul ettiği hadisleri almıştır. Hadislerin bütün değişik rivâyetlerini aynı başlık altında topladı. Kitapların (ana bölümlerin) ve babların tertibi son derece mükemmeldir.

Müslim'in Sahih'inde 52 kitap(ana bölüm) bulunmaktadır.

İmam-ı Müslim'in bu eseri İmam-ı Nevevî tarafından el-Minhâc adıyla şerhedilmiştir.

 

-Ebu Dâvud ve Kitabı:

Süleyman b. Es'aş b. İshak el-Ezdi es-Sicistanî, 202/819  tarihinda Sicistan'da doğdu, 275/888 tarihinde Basra'da vefat etti.

O da diğer hadis imamları gibi ilim merkezlerini dolaşıp meşhur hadis hocalarından hadis öğrenmiştir. O da Buharî gibi hükümdar çocuklarına ayrı ders verme teklifini ‘ilim öğrenmede herkes eşittir’ diyerek reddetme dikkatini göstermiştir.

Hadis üzerine bir çok eser yazmıştır. Bunların en meşhuru Sünen adıyla yazdığıdır. Ahkam hadisleri türünde onun bu kitabı ilk örnektir ve İslâm alimlerinin güvenini kazanmıştır. O bu eserini yirmi yılda besyüzbin hadisten seçerek bir araya getirmiştir.

Ebu Davud'un Sünen'inde 4800 kadar hadis bulunmaktadır.

O, her bab altında kendince en sağlam hadisleri sıralamıştır. Hadisleri aldığı kaynağı ve çeşitli rivâyetleri de beraberinde vermiştir. Zayif hadisleri işaret etmiş, sahih saydıkları hakkında uzun bilgi vermemiştir. Uzun olan hadisleri sadece bab ile ilgileri kadarını vermekle yetinmiştir.

Üzerine bir çok şerhler yapılmıştır. Bunların en meşhuru Avnu'l-Ma'bud adlı olandır. 

 

-Tirmizî ve Kitabı:

Ebu İsa Muhammed b. İsa et-Tirmizî 206/824 tarihinde Tirmiz'de doğdu ve 279/892 tarihinde aynı yerde vefat etti.

İmam-ı Tirmizî de devrinin diğer hadis alimleri gibi Arap yarımadasını, İran ve Horasan çevresindeki şehirlere yolculuklar yaptı. Buharî, Müslim ve Ebu Davud'dan ve diğer üstadlardan hadis öğrendi. Ezberleme kabiliyeti çok kuvvetli biriydi.

Tirmizî Sünen'i, yani el-Camiu's-Sahih isimli hadis kitabı, hadis alimleri tarafından meşhur Altı Kitab'ın (Kütüb-ü Sitte'nin) içerisinde sayılmıştır.

Tirmizî, eserini fıkıh bablarına göre tertip etmiştir. Kitabına aldığı hadislerin çoğu çeşitli mezhep imamlarının delil olarak kullandığı hadislerdir. Râviler üzerinde dikkatlice durmuş, hadislerin sahih olmalarına dikkat etmiş, fıkıhcıların bu hadislerden hüküm çıkardıklarını göstermiştir.

Hemen her hadisten sonra "Ebu İsa der ki" diye hadis hakkındaki görüşünü belirtmiş, ‘sahih’, ‘hasen’ veya ‘hasenun sahihun’  tabirlerini kullanmuıştır. Ayrıca kitabının sonuç bölümünde hadislerin zayıf (illetli) taraflarına dikkat çekmiştir.

Tirmizî'nin kitabının tertibi oldukça güzeldir ve içinde tekrar yoktur. Fıkıhcıların görüşlerine ve onların hüküm çıkarma metodlarına işaret eder. Hadislerin sağlamlık derecesini ve bunun sebebini açıklar. Hadiscilere ait bilgiler verir.

Kendisi şöyle demektedir: "Bu kitapta yer alan hadislerin hepsi de kendileriyle amel olunan, fıkıhçıların (fukahanın) delil olarak kabul ettiği hadislerdir. Bu eser kimin evine bulunursa o evde konuşan bir peygamber var demektir."

Tirmizî bu eserinde hadis usulünün kurallarını tek tek hadislere uygulamıştır. Bu yönüyle oldukça önemli bir eserdir.

Bu eser İbnu'l-A'rabî, Arizetu'l-Ahvazî ismiyle, Mubârekfûrî el-Hindî, Tuhvetu'l-Ahvezî ismiyle birer şerh yazmışlardır.

 

-Nesâî ve Kitabı:

Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesaî 214/830 yılında Horasan yakınlarındaki Nesa'da doğdu, 303/886 yılında Mekke yolunda veya Mekke'de öldü.

İlk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Belh, İrak, Şam ve Mısır'ı gezmiş ve oralardaki şeyhlerden hadis öğrenmiştir. Şam'da Hz. Ali'ye karşı düşmanlığı azaltmak üzere bir risale yazmış ve camiide okuyunce halk onu dövmüş ve camiiden kovmuştu. Bu dayağın tesiriyle öldüğü söylenmektedir.

Nesâî, devrinin en güvenilir hadiscisi sayılmıştır. Konuları fıkıhla ilgili hadisleri, rivâyet farklılıklarını gözetmiş ve biraraya getirmiştir. Daha sonradan bu eserini özetleyerek kendince sahih olan hadisleri almış ve bu eserine el-Müctebâ adını vermiştir. el-Müctebâ Kütüb-ü Sitte'nin beşinci kitabı olarak kabul edilmiştir.

el-Müctebâ, 'sünen' tipi kitaplardan sayılmıştır.

Nesaî, hadis râvilerini tenkit etmede oldukça hassastı. Aynı titizliği hadisleri kitabına alırken de göstermiş, râvilerin kendi hocalarından direkt olarak dinledikleri hadisleri, 'falanca bize haber verdi' veya ‘falanca bize hadis anlattı’  sözleriyle yazdı. Aksi halde dolaylı hadis almayı ağızdan alma gibi yazmazdı. Hadisleri hiç kısaltmadan ve aralarındaki en küçük kelime farklılıklarına işaret etmek suretiyle kitabına almıştır.

Nesâî'nin eserini İmam-ı Suyutî şerhetmiş, Sindî de buna ayrıca bir şerh yazmıştır. Hepsi beraber 8 cilt halinde başılmıştır.

   

-İbni Mace ve Kitabı:

Ebu Abdullah Muhammed ibnu Yezd Abdullah ibnu Mace el-Kazvinî, 209/824 tarihinde Kazvin'de doğdu ve 303/886 yılında orada vefat etti.

İbni Mace de devrinin diğer hadiscileri ve alimleri gibi İslâm aleminin çeşitli şehirlerine geziler yapıp hadis derlemiştir. Bir çok eseri olan İbni Mace'nin en önemli eseri Sünen adlı kitabıdır.

İbni Mace'nin Sünen’i tertiplidir ve tekrarlardan uzaktır. Kısa ve özlüdür. Bu yönleriyle tercih edilen bir hadis kitabıdır. Zamanının önemli hadis alimi Ebu Zür'a'ya göre içerisinde 30 civarında zayıf hadis bulunmaktadır. Bazı tenkitcilere göre yer, sahış ve kabilelerle ilgili uydurma rivâyetler de yer almaktadır. Bu tür haber şüphesiz ki İbni Mace'nin kitabının değerini azaltmıştır.

Bu Sünen’in içerisinde 37 kitap (ana bölüm) 1515 bab ve 4341 hadis bulunmaktadır.    

 

-Abdurrezzak ve Musannef’i

Adı Ebu Bekir Abdürrezzâk b. Hammâm es-San’ânî’dir. 126/743 Tarihinde Yemen’de doğmuş, 211/826 tarihinde yine orada vefat etmiştir. Yemenin büyük hadis alimlerindendi. Amcası Vehb ile babası Hammâm da meşhur hadiscilerdendi. Her ikisinden de ilim öğrendiği gibi, o zamanın diğer meşhur râvilerinden de hadis aldı. Pek çok yere seyahat yaptı. Güvenilir bir hadis alimi idi. Kendisinden de pek çok hadisci hadis öğrenip rivâyet ettiler.

Ancak hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybetti ve hadisleri birbirine karıştırmaya başladı. Bu tarihten sonra yaptığı rivâyetler zayıf sayıldı.

Onun en meşhur kitabı Musannef adlı büyük hadis kitabıdır. Bu kitap günümüze kadar gelmiş ve 11 cilt halinde basılmıştır. İçerisinde 21033 adet hadis vardır ve bu genellikle fıkıh konularıyla ilgili hadislerdir.

 

-İmam-ı Mâlik ve Muvatta’sı

Tedvin döneminden bize ulaşmış en önemli eser İmam-ı Malik’in (öl.179) Muvatta'sıdır.

Maliki mezhebinin kurucusu sayılan İmam-ı Malik hadiste emiru'l mü'minin (hadis ilminde mü'minlerin emiri) kabul edilmiştir.

Bazılarına göre onun kitabı hadis kitabı olmaktan çok fıkıh mecmuasıdır. İçerisinde toplam 1720 hadis vardır. Ayrıca içerisinde sahabe ve tabiî fetvaları da bulunmaktadır. Bazıları onu Buharî ve Müslim'den önce en sahih hadis kitabı sayarlar.

İmam Malik Mavatta'yı telif edince zamanın halifesi Mansur, halkı bu eseri okuyup onunla amel etmeye mecbur etmek istemiş ama İmam-ı Malik büyük bir ileri görüşlülük göstererek; 'Bizim elde edemediğimizi başkaları elde edebilir' demiş ve böyle bir teklifi kabul etmemiştir.

Muvatta'nın içinde bulunan hadisler daha sonra hazırlanan sahih hadis kitaplarına da girmiştir.

 

-Ebu Dâvud et-Teyalisî ve Müsned’i      

Bu dönemde meydana getirilmiş müsnedlerden elimize ulaşan en eski örnek Ebu Davud et-Teyalisî'ye (öl. 202) aittir.

Teyalisî'nin Müsned'i onbir cüz halinde 2767 hadisi ihtiva etmektedir. İçinde 281 mevkuf (sahabeye ait söz) bulunmaktadır. Bu eser es-Saatî tarafindan Minhâtu'l-Ma'bud adıyla konularına ayrılarak musannef hale getirilmiş ve basılmıştır.

        

-Ahmed b. Hanbel ve Müsned’i

Hanbelî mezhebinin imamı olan Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i ise bu dönemin en meşhur kitabıdır. İçinde yediyüz sahabeye ait 30 binden fazla hadis vardır. İmam Ahmed kitabına o devirde konuşmalara konu olan hadisleri toplamaya çalışmıştır. Bu eser hadis tarihi açısından önemli olduğu gibi Arap edebiyatı açısından da çok önemli sayılmıştır.

es-Saatî bunu da Fethu'r -Rabbanî ismiyle musannef tertibine koymuş, daha sonradan da bunu Bulûğu'l-Emani min Esrari'l-Fethir-Rabbanî adıyla şerhetmiştir.