İslâmı hayata hakim kılmanın önündeki engeller ve imanı hayat haline getirme hakkında dersler.

Hüseyin K. Ece

Aile Dersleri Şubat-Nisan 2011

Zaandam Ayasofya Camii

Altıncı Ders

10 Nisan 2011 Pazar

 

11-Ölümden ibret almamak ya da ölüme inanmamak

İslâmı hayata hakim kılmanın önündeki engellerden biri de ölümlerden, cenazelerden, mezarlıklardan ibret almamaktır.

Başkalarının öldüğüne ve öleceğine herkes inanır ama kendi ölümüne pek az kimse inanır.

Yapılacak şey ölüme gerçekten inanmak. Âhirete aynel yakin inanmak.

Şair bakınız ne diyor:

“Minarede ‘ölü var’ diye bir acı sala
Er kişi niyetine saf saf namaz..ne ala
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hala
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan” (N. F. Kısakürek)

 

Ölümden ibret almanın, ölümü hatırlamanın, ölümle ölmenin yolu hasta ve

mezarlık ziyaretidir.

Peygamber (sav) hastaları ziyaret etmeyi hem imanı bir görev, hem de ibret olsun diye emrediyor.

Ebû Hüreyreden rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak, hastayı ziyaret etmek,  cenazeye iştirak etmek, dâvete icabet etmek, aksırana “yerhamukellah” demek.” (Buhârî, Cenâiz/2. Müslim, Selâm/4. İbn Mâce, Cenâiz/1) Bir benzeri:

“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selâm ver, seni dâvet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse yerhamukellah de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.” (Müslim, Selâm/5)

 

-Kabir ziyaretinden amaç ölümü hatırlamak, oradan ibret almaktır.

Peygamber (sav) daha önce, cahiliye devrinden yeni çıkan sahabelerin kabirler sebebiyle bazı bâtıl inanç ve âdetleri hatırlamalarını ve hataya düşmelerini önlemek için yasakladığı kabir ziyaretlerine sonradan izin verdi:

“Sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim; artık şimdi onları ziyaret edebilirsiniz, çünkü bu size âhireti hatırlatır.” (Müslim, Cenâiz,106; Ebu Dâvud, Cenâiz/81. Tirmizi, Cenâiz/60)  

Hz. Muhammed’in kendisinin de zaman zaman Baki kabristanını ziyaret edip, oradadekilere selâm vererek dua ettiği bilinmektedir. (Müslim, Cenâi/103. İbn Mâce, Cenâiz/36. Nesâî, Cenâiz/103).

Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre “Rasûlullah (sav) annnesini kabrini ziyaret etti, kendisi ağladı, çevresindekileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu: “Rabbimden anam için istiğfar etmeyi istedim, izin vermedi. Kabrini ziyarete izin istedim, verdi. Kabirleri ziyaret edin, zira bu size ölümü hatırlatır” (Nesâî, Cenâiz/101)

 Kabirler/mezarlıklar oradakilere dua etmek ve ölümden ibret alınmak için ziyaret edilir. Yoksa kişi “ben babamı ziyarete gidiyorum” diyerek babasının mezarına gitmesi yanlıştır. Bu şekilde niyet ederek gitse de babasını ziyaret etmiş olmaz. Zira ölünün kabrine uğramak, diriyi ziyaret gibi değildir. İnsan belki yakınlarının kabrini ziyaret ederse, onların halinden daha fazal etkilenir, ölümden daha derin ibret alır, kendi hayatına ders çıkarır.

Ama insan ölümcül hastalarla karşılaştığı, kendisi ağır hastalığa yakalandığı, cenazeleri gördüğü, kabirlere uğradığı halde, kendisinin öleceği aklına gelmiyorsa; yazık, ne denilebilir ki?

Bir müslüman bir cenazeyi (hele de bu yakını ise) kabre koyduktan sonra evine dönünce günahlarına hemen tevbe etmiyorsa, bismillah deyip sâlih amel işlemeye, dinin ölçülerine göre yaşamaya, âhirete hazırlanmaya başlamıyorsa, eski yanlışlara, hatalara, günahlara aynen devam ediyorsa; ölümden ibret almamış demektir.

Mezar taşlarına “Hüve’l-Bâki” yazılır. Yani “Sadece O bakidir, ölümsüzdür.” Bunun mefhum-u muhâlifi; her şey fânidir, kalıcı olan, ölmeyecek olan sadece ve sadece Allah’tır.

Mezarlığı ziyaret eden kimse bunu okusun, kendinin de fâni olduğunu bir kez daha hatırlasın, ölümü unutup hatalar yapmasın.

Bu, Kur’an’daki “Göklerde ve yerde var olan her şey yok olup gitmeye mahkûmdur: ama kudret ve ihtişam sahibi olan Rabbinizin Zâtı sonsuza dek kalıcıdır.” (Rahmân 55/26-27) âyetin kısa ifadesidir.

İşte bir uyarı daha...

Kur’an insanın dünyada başıboş olmadığını, varlığın ve kendisinin bir anlam ve amaç için yaratıldığını, her şeyin bir işlevi olduğu gibi insanın da bir görevini olduğunu, sonunda herkesin Rabbine dönüp hesap vereceğini bir daha hatırlatıyor.

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ {115}

 “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn 23/115)

Kur’an insanı defalarca uyardığı halde,

çevrede her şey “ölüm var” dediği halde,

evlerde, musalla taşlarında, mezarlarda cenazeler görüldüğü halde,

kişi ölüme yaklaştığı halde; yine de dünyada biraz daha kalayım, biraz daha kazanayım, şu işimi de bitireyim, ondan sonra ibadet işine bakarız diyenin hali şiirde anlatıldığı gibidir.

“Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi. 
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi. 
Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek, 
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek! 
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı... 
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı! ... 
Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin usluba sok: 
Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.” (M. Akif Ersoy)

 

12-Peşin olana meyil

İslâmı hayata hâkim kılmanın önündeki engellerden biri de insanın peşin olanı tercih etmesidir.

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا {16} وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى {17} إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى {18} صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى {19}

“Ama hayır, (ey insanlar,) siz bu dünya hayatını tercih edersiniz, oysa gelecek hayat daha iyi ve daha kalıcıdır.” (A’lâ 15-16)

Burada elde olan, tadılan, kullanılan peşin. Gözle görülüyor, elle tutuluyor,

yeniliyor, içiliyor. Yani her şey maddi.

Dinin vadettikleri ise görünmüyor, peşin değil, veresiye gibi. Kimileri için elde olan, yaşanan, tadılan, ileride ele geçecek olandan daha inandırıcı oluyor.

Nefisler buna aldanıyor, şeytan buradan insanı yakalıyor.

Sâlih amele/ibadete vadedilen sevap sahici gelmiyor sanki,

Günahlara vededilen azap hayali sanki. Öyle ya şu ameli işlersen sevap alırsın, şu günahı işlersen günah kazanırsın deniyor din dilinde. Ama ne sevap ne de günah görünmüyor, tartılmıyor, ölçülmüyor.

Kişi, Kur’an’ın ve Peygamber’in bu konuda dediklerinde şüphe içinde ise, kuvvetli bir iman ile inanmıyorsa, şüphesiz o peşin olan zevkin, servetin, eşyaların peşinde olacaktır, onları elde etmeye çalışacaktır.

Böyle düşünen kimseler de hayatının yatırımını dünyalıklara yapıyor, kulluk diye, İslâma uymak diye bir görevinin olduğunu aklının ucundan bile geçirmiyor.

 

13-Gündelik hayatın cazibesine kapılma

Kur’an buna emel ile oyalanma diyor.

الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ {1} رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ {2} ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ {3}

“Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir. İnkâr edenler, “Keşke müslüman olsaydık” diye çok arzu

edeceklerdir.

Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.(Hıcr 15/1-3)

Hayatı sadece bu dünyadan ibaret görenler, zevklerine göre yeyip içsinler, eğlensinler. Beklentileri, hayalleri, hedefleri, ümit bağladıkları şeyler onları oyalayıp durur. Ama günün birinde (ölünce) gerçeği öğrenirler.

Dünyalık çalışmalar, amaçlar, kazançlar, hırslar ve yarışlar öylesine devam

ediyor, insanı öylesine meşgul ediyor ki, günler gelip geçiyor, âhirete yatırım unutuluyor, ölüm uzakta zannediliyor.

Kur’an insanlara emel olarak daha hayırlı ve kalıcı olanı tavsiye ediyor:  

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿46﴾

“Mal mülk ve çocuklar dünya hayatının süsleridir; ama ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar ise, karşılığı bakımından, Rabbinin katında daha değerli ve bir ümit kaynağı olarak daha verimlidir.” (Kehf 18/45)

 

14-Şeytanın Allah ile aldatması

أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ عَذَاباً شَدِيداً فَاتَّقُوا اللَّهَ يَا أُوْلِي الْأَلْبَابِ الَّذِينَ آمَنُوا قَدْ أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكُمْ ذِكْراً {10}

“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir.

Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.

Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Fâtır 35/5)

Şeytan elbette aldatma ustasıdır. Dünya hayatı devam ettikçe o, Allah’a söz verdiği gibi insanları aldatmaya, kulluktan alıkoymaya, günahları sevimli göstermeye devam edecektir.

O bazen insanları, özellikle mü’min olduğu halde kulluk görevlerinde gevşek olanları, ahirete yeterince hazırlık yapmayanları “Allah bağışlayıcıdır, en büyük günahları bile affeder, bu kadarcık günahtan bir şey olmaz, endişe etme. Hem ne olacak, biraz sonra tevbe edersin, üstelik Kadir Gecesinde tevbe edersen bağışlanırsın” diye fısıldar.

Kişi şeytanın bu telkinine kanarsa, ya da aklından böyle geçerse, İslamı hayatına hakim kılmayı erteleyebilir, âhirete hazırlanmada tembellik yapabilir.

Bu, “müslüman, mutlaka affedilir hayalini bir tarafa bıraksın görevini yapsın” demektir.

 

15-Gözü arkada kalmak ya da dünyevileşme

 “Horoz ölür gözü çöplükte kalır” derler.

Bu, insan ölür de, ya da ölmek üzere olduğu anda bile gözü arkadadır. Hayatı çöplük gibi olsa da “Niye ölüyorum ki, keşke biraz daha kalsam” der.

Bu arzu insanın yapısında var. Burada daha uzun kalmak, biraz daha yaşamak. Hele bir de insan öldükten sonra dirileceğine inanmıyorsa, onun için hayatın hepsi buradadır. Öyleleri için buradan geç gitmek kâr etmektir.

Âhiretin olacağına inandığı halde hiç bir hazırlığı olmayanlar bile –genelde-  ecelin gecikmesini isterler.

Peygamber (sav) insan ihtiyarladıkça onda mala karşı ve daha çok yaşamaya karşı hırsın gençleştiğini söylüyor. (Buhârî, Rikak/5 no: 6420-6421. Tirmizî, Zühd/28 no: 2338-2339. İbn Mâce, Zühd/27 no: 4233-4234)

 Bazıları hakkında “gözü arkada kaldı” derler. Şunu yapacaktı, yapamadı. Şuraya ulaşacaktı, ulaşamadı. Şuna sahip olacaktı, olamadı. Pek çok hedefi, planı, düşüncesi vardı ama ecel yakasını bırakmadı. Pek çok projesini gerçekleştiremeden göçüp gitti.

Doğrudur... İnsanın kafasında gerçekleştirmek istediği nice planlar vardır. Ama zaman yetmiyor. Bir de bakıyor ki, ecel gelmiş. Dünyadaki misafirlik sona ermiş.

Bundan sonra kafada yüzlerce, binlerce proje, niyet, hayal olsa ne yazar?

İnsan çevresine, olanlara daha bir dikkatle bakmalı. Çevrede ölümler, değişimler, göçler, kayıplar, musibetler devam edip duruyor.

Hiç bir durum olduğu gibi durmuyor, zamanla değişiyor, yerini başkasına bırakıyor. Ne eldeki servet, ne sağlık, ne şen şakrak günler, ne oturulan makam, ne sahip olunan maddi imkanlar, ne hastalıklar, ne de mutsuzluklar...  

Kur’an’ın bu gerçeği dile getirmesini tekrar hatırlayalım:

وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿64﴾

“Çünkü (akıllarını kullansalardı bilirlerdi ki) bu dünya hayatı geçici bir zevk ve eğlenceden başka bir şey değildir; oysa sonraki hayat, tek (gerçek) hayattır: keşke bunu bilselerdi!” (Ankebût 29/64)

Ama ne yazık ki insan kimi zamanlar fani olduğunu, dünya hayatının geçici olduğunu, günün birinde bir bilinmeze doğru yola çıkacağını unutuyor. Ölümden ötesini pek hatırlamak istemiyor. Elindekileri aşırı seviyor, kimseyle paylaşmak istemiyor, daha yükseğe çıkmak için çabalıyor. Hayatının hesabını buna göre yapıyor. Yatırımları da hep dünyalıklar üzerine oluyor.

Bu gerçeği unutunca da kulluk görevlerini ihmal ediyor. İslâmı hayata hâkim kılmada da ihmalkâr davranıyor.

Böyleleri Tekâsür Sûresini tekrar okumalılar. Çokluk yarışının, çoklukla övünmenin insana fazilet adına bir şey kazandırmadığını, en ufak bir nimetin bir hesabı olacağını bizzat görürler.

 Âhirete hazırlanmayı ve ölümü unutup, bütün hesapları dünya hayatı hakkında yapmak, ya da bütün dikkati, enerjiyi, hassasiyeti, endişeleri, planları dünyalıklar üzerine kurmak, dünyevîleşmektir.

Bu da, insanın âhiret, hesap, ebedi hayat hakkındaki gafletidir.

Oysa dünyevîleşmek insanı aldatır, oyalar, görevlerini ihmal ettirir.

Dünyevîeşmek, yani mal, servet, dünyalık sevgisi insanın kalbini doldurursa, Allah sevgisinde, Allah’a ait olanların sevgisinden daha çok olursa, bu durum o kalbin sahibini batırır. Onu cimri, hasis, aç gözlü, zalim, hak yeyici, kibirli, şımarık ve nankör yapar.

Böyleleri zalim de olur, günahkâr da. Hele bunlar bir de âhirete, hesap ve kitaba inanmıyorlarsa; taşkınlıklarına, kibirlerine, haddi aşmalarına sınır yoktur.

Böyleleri Allah’ın koyduğu hudutları/hükümleri tanımazlar. Servet ve maddi güç ile şımarır, zenginliğin gereğini yapmak yerine servetle büyüklük taslarlar.

Bu haddi aşmanın sebebi dünyalıklara olan aşkın kalbi işgal etmesi, ya da böyle şeylerin adeta kutsallaştırılmasıdır.

Allahın Elçisi (sav) müslümanları bekleyen “dünyevîleşme, dünya geçimliğine aşırı bağlanma, dünyaya kapılıp âhireti unutma” tehlikesine karşı ümmetini asırlar öncesinden uyardı.

Peygamber (sav) Ubeyde b. Cerrâh’ın Bahreynde getirdiği ganimetlerden almak isteyenlere: “Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden,

onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden,

dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum”  şeklinde cevap verdi. (Buhârî, Rikak/7 no: 6425, Cizye/1 no: 3158, Meğâzî/12 no: 4015. Müslim, Zühd/1 no: 7425. Tirmizî, Kıyamet/28 no: 2462. İbni Mâce, Fiten/18 no: 3997)

Ebû Hüreyre (ra) Resûlullah’ın şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya değersizdir. Dünyada olan mal mülk de kıymetsizdir. Ancak Allah’ı zikir ve O’na yaklaştıran şeylerle, öğretici ve öğrenici olmak müstesnadır.” (Tirmizî, Zühd/14 no: 2322. İbni Mâce, Zühd/3 no: 4112)

Kur’an, insana verilen dünyalık emanetlerin dünya geçimliği için olduğunu ama esas amacının âhirete yatırım olduğunu şöyle vurguluyor: 

وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿77﴾

“…Allah'ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca âhiret yurdunda (iyi bir yer tutmanın) yolunu ara; bu arada, pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma;...” (Kasas 28/77)

Öyleyse ne dünyalıklara sahip olmak yanlış, ne de onları kullanmak.

Bir müslüman için yanlış olan onlara bağlanıp kulluk görevlerini ve ölümü, âhiret hayatına hazırlanmayı unutmaktır.

Emânet olarak verilenleri tapulu malı zannetmek, onları Mülk Sahibinin emrettiği gibi kullanmamaktır.

Misafir olarak ve kendisine ikram edilen eve sahip olmaya kalkışmaktır.

Yanlış olan ölüp gitmek üzere olunduğu anda bile gözü arkada kalmaktır.

Dünyalıkları, geçim araçlarını meşru ölçüde kullanmayıp, dünyevîleşmektir.

Dünya çıkarını, eşyaları, sahip olmaları, zevki sefayı Allah’ı sever gibi, ahirete hazırlanmaktan, ibadet etmekten daha çok sevmektir.

Yanlış olan gerçek müslümanlar gibi iki dünyalı yaşamak yerine tek dünyalı yaşamaktır.

Dünyevîleşmek esasen İslâmı hayata hakim kılmanın önündeki en önemli engellerden biridir.