Avrupa Camilerinde Hafta Sonu veya benzer temel dini eğitim veren kurumlarda kullanılabilecek orta seviye 2ye hitap eden "İslâm Akaidi" ders notları 2

2004-2005 Den Haag

Hazırlayan: Hüseyin Kerim

 

ORTA SEVİYE 2

AKAİD DERS NOTLARI

 

Hazırlayan :  H. KERİM

 

 

İÇİNDEKİLER

Birinci Ders: İslâma göre bilgi kaynakları 1,

    İslâma göre bilgi

    Bilgi kaynakları

    Doğru haber,

İkinci Ders: İslâma göre bilgi kaynakları 2, 

    Duyular (selim hisler)

    Akıl

Ücüncü Ders: İslâma göre bilgi kaynakları 3, 

    Akletmek, aklı kullanmak

    Günümüzde haber kaynakları

    İlham, rüya  ve bunların bilgi kaynağı olmadığı

Dördüncü Ders: Din nedir 1, 

    Genel olarak din,

    İslâma göre din nedir?

Beşinci Ders: Din Nedir 2,    

    Diğer inançlarda din

    İslâm fıtratı ve din,     

Altıncı Ders: Din Nedir 3, 

    Hak din-batıl din ayrımı

    Batıl dinleri yanımanın önemi

Yedinci Ders: Din Nedir 4, 

    Günümüzdeki din anlayışları

    Din ve ilim uyumu

Sekizinci Ders: İslâm Dini 1, 

    İslâm kelimesinin anlamları

    Din olarak İslâm nedir

    İslâmın gayesi

Dokuzuncu Ders: İslâm Dini 2, 

    İslâmın hükümleri

    İslâmın önceki şeriatlerle ilgisi  

Onuncu Ders: İslam Dini 3, 

    İslâmın genel özellikleri   

Obirinci Ders: İslam Dini 4, 

    İslâm’ın rükûnları

    İslâmın tebliği

    İslâmın yaşanması

Onikinci Ders: İnsan ve Görevi 1, 

    İnsan nedir?

    İnsanın iki yönü

    İnsanın bazı temel özellikleri

Onüçüncü Ders: İnsan ve Görevi 2,

    Kur’an’da insan

    İnsan ve diğer canlılar arasındaki farklar

    İnsanın yaratılması

Ondördüncü Ders: İnsan ve Görevi 3, 

    İnsan nereden gelmiştir?

    İnsan ne zamandan beri müslümandır?

    İnsanın görevi

    İnsan nereye gidecek?

Onbeşinci Ders: İman Gerçeği 1, 

    İnsanlar niçin iman ederler

    İman ve İslâm bağlantısı,

Onaltıncı Ders: İman Gerçeği 2, 

    Sahih imanın özellikleri

    İman ve amel

    İman kazandırdıkları

Onyedinci Ders: İmanın Esasları, 

    İslâm bir bütündür,

    Kelime-i Tevhid ve kapsamı,

    Amentü ve kapsamı

    Kur’an’ın hepsi iman esasıdır

Onsekizinci Ders: İmanın Sahih Olması, 

    İmanın sahih (geçerli) olmasının şartları

    İmanı bozan haller             

Ondokuzuncu Ders:İman Karşısında İnsanlar, 

   İnsanlar Allah katında eşittir

   Din tercihi insanlara aittir

   İman ve inkâr yönünden insanlar:

         -Mü’min, Kafir, Münafık, müşrik

Yirminci Ders: İmanın Gerekleri 1, 

    Müslüman Allah’tan gelen her şeyi kabul eder

    Müslüman Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder,

    Müslüman farzlara uyar

    Müslüman haramlardan kaçınır

Yirmibirinci Ders: İmanın Gerekleri 2,   

    Müslüman gerekirse tevbe eder,

    Emr-i bi’l-ma’ruf yapar

    İslâm için çalışır

    Müslümanları dost bilir

Yirmiikinci Ders: Tevhid İnancı 1,

    Tevhid ve ibadet fikri,

    Kime ibadet edilir?

Yirmiüçüncü Ders: Tevhid İnancı 2,

    Tevhidin yansımaları,

    Kainattaki tevhid,

  Tevhid ve Allah’ın hakimiyeti

 

Bu ders notları Ahmed Kalkan tarafından yazılan Akaid Dersleri adlı dosyadan ve H. K. Ece’ye ait İslâmın Temel Kavramları adlı kitaptan faydalanılarak hazırlanmıştır.

 

 

 

 

DERS  1:   İSLÂM’DA  BİLGİ  KAYNAKLARI


            * İslâm’a Göre Bilgi 

             *Bilgi Kaynakları: 1) Doğru Haber;

            *a-Vahy  b-Mütevâtir Haber

 

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir.

1-Bilginin tarifini yapmak.

2-İslâma göre hangi bilginin ilim olduğunu öğrenmek.

3-İslâma göre cahilliğin açıklamasını yapmak.

4-Bazı insanlara göre bilginin kaynaklarını hatırlamak.

5-İslâma göre bilgi kaynaklarını sıralamak.

6-Haber-i sadık’ın çeşitlerini hatırlamak.

7-Vahy’in tarifini yapmak, bilgi kaynağı oluşunu açıklamak.

8-Mütevâtir haberin tanımını yapmak ve İslâmda bilgi kaynağı olduğunu öğrenmek 

9-Mütevâtir haberin şartlarını öğrenmek.

 

                   İslâm’a Göre Bilgi    

         Bilgi (ilim) için birçok tanımlar yapılmakla birlikte, İslâm alimlerinin çoğuna göre genel anlamda ilim (bilgi): “Bir şeyin hakikatını idrak etmek”tir, bir şey hakkında kesin olarak bilinendir.

         Bu anlayışa göre, yanlış malûmata ilim (bilgi) denilemez.

         Ebu Cehil’e, cahillerin atası anlamındaki bu ismin verilmesine sebep, bilinmesi gerekenleri hiç bilmemesi değil; yanlış bilmesidir.

         Kur’an-ı Kerim’de ise ilim, en sık kullanılan anlamıyla, ilâhî vahiyden kaynaklanan, yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir.

         İlim, Allah’dan olduğuna göre, İslam’ın tamamı ilimdir. 

         “İlim ancak  Allah katındadır.” (Ahkâf, 28)

         “Rabbim ilimce herşeyi kuşatmıştır.” (En’am, 80)

         Burada ilim, Allah’a, tam manasıyla tek gerçek olan hakka, hakikate dayandığı için mutlak ve objektif bir geçerliliğe sahiptir. Vahiyle özdeşleşen anlamıyla ilim, kesin bilgi demektir. Onun için; ilmi, yani hakka, hakikate dayanan ilahi nur olan Allah’ın verdiği bilgiyi kabullenmeyen insana, profesör bile olsa cahil, böyle kişilerin oluşturduğu toplum düzenine de cahiliyye denir.    

         Allah’ın, kendisine eşyanın tüm isimlerini öğretmesi sayesinde insan, meleklerden üstün olabilmiş ve bu ilim sıfatından dolayı halife özelliğini kazanmıştır.           

        

                          İslâma Göre Bilginin (İlmin) Kaynakları       

         Bilgi nedir? Neyi, ne kadar bilebiliyoruz? Bildiklerimizin doğruluk derecesi nedir? Bilgimizin kaynağı nedir? Nereden elde edilir? Duyularımız bize bilgi sağlayabilir mi? Aklımızın bilgi ile ilişkisi nasıldır? İnsanın ve varlığın gerçeğini ve ilâhî meselelerin  esasını hangi yollarla bilebilir? Bilginin sebepleri, kaynakları nelerdir?

         Bu ve benzeri sorular insanoğlunun  aklını meşgul eden ve edecek olan sorulardır.

         Kimine göre gerçeğin bilgisi sadece duyu organlarıyla bilinebilir. Böyle düşünenler sadece gözlenebilen, ölçülebilen, denenebilen şeylerin bilinebileceğine inanırlar.

         Bazılarına göre bilginin elde edilme yolu sadece akıldır. Bilgi kaynağı olarak  yalnızca aklı kabul edenler, aklın kavrayamadığı şeylerin  bilinemeyeceğine inanırlar.

         Sadece ilham, rüya veya sezgi yolu ile bilgi edinilebileceğine inananlar ise, diğerlerini bilgi kaynağı olarak kabul etmezler.

         Görüldüğü gibi, herkes kendi inancına uygun olanı bilgi kaynağı kabul etmekte; diğer araçları kaynak olarak kabul etmemektedir. 

         İslâma göre insan, gerçeğin bilgisini şu üç yoldan elde eder. Yani, bilginin kaynağı üçtür.  Bunlar:

         1- Doğru haber (haber-i sadık):   a) vahiy  b) mütevâtir haber,

         2- Selim hisler dediğimiz beş duyu,

         3- Akıl.

         Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bu bilgi vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla tanır ve bilir.

 

                   Doğru Haber (Haber-i Sadık)

         Müslümanlara göre doğru haber, yani kesin bilgi kaynağı vahiy ve mütevatir haberdir.

  1. a) Vahiy: Sözlük anlamı olarak vahiy; işaret etmek, gizli ve süratli bir şekilde bir şeyi bildirmek, elçi göndermek demektir.

        Terim olarak vahiy; Allahü Teala’nın insanlar arasından seçmiş olduğu peygamberlerine ilahi bir yolla mesajlarını, emir ve yasaklarını bildirmesidir.

         Bizler ancak vahiy sayesinde ahireti, cenneti, cehennemi, melekleri...bilebiliriz. Çünkü bunlar gaybla ilgili konular olduğundan   akılla, ya da duyularla bilinemez.       

         Vahy, her şeyi bilen Zât’ın haber verdiği her konu için kesin bilgi kaynağımızdır.

         “Gayb hazinelerinin anahtarları Allah’ın yanındadır. Gaybı ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarında tek bir tane, bir zerrecik, yaş ve kuru ne varsa hepsi Kitab-ı Mübin’de, Allah’ın ilmindedir.” (En’am, 59)

         “Yaratan (Allah) hiç bilmez mi?” (Mülk, 14)

         “Allah, herşeyi en iyi bilendir. (Enfal, 73)  (ayrıca bkz. Şuara, 5)

         Cahiliye toplumlarında, vahyi kabul etmeyen cahilî eğitim sistemleri, vahyi ilim kaynaklarının, bilgi vasıtalarının içine katmazlar. Bundan dolayı, bilim cahiliyye düzenlerinde bir put haline dönüşmüştür. 

Sözde bilim adamları, ilk insanın yaratılışını ve pek çok özelliğini, vahyi redderek bir takım dayanaksız  teorileri bilim diye kitlelere yutturmaktadırlar.

         Müslümanlar için Allah’ın kitabında ve Rasülü Ekrem’in  sünnetinde kesin olarak yer alan her haber (vahy) ilim  hükmündedir. 

  1. b) Mütevâtir haber: Yalan söylemek üzere bir araya gelmeleri mümkün olmayan bir topluluğun vermiş olduğu habere mütevatir haber denir.

         Asıl bilgi kaynağımız olan Kur’an-ı Kerim, nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar tevâtür yoluyla gelmiştir. Yani Kur’an mutevâtirdir. 

         Mütevâtir haber, çok sayıda güvenilir kişinin verdiği doğru haber olduğu için bilgi kaynağıdır. (Tarihe, coğrafyaya... ait bilgilerin çoğu bu türden bilgilerdir. )  

         Tevâtürün şartları üçtür:

I) Verilen haberler sağlam duyu organlarına dayanmalı, efsâne, mitoloji kabilinden olmamalı.

II) Haberi nakledenler arasında birlik bulunmalı.

III) Akla ve kesin dinî hükümlere aykırı olmamalı.

 

SORULAR
1-İslâm alimlerine göre bilgi nedir?

2-İslâma göre hangi bilgi ilim ifade eder.

3-İslâm Allah’tan gelen bir ilim midir?

4-Allah’ın ilmi ilgili âyet bulunuz.

5-İslâm göre cahil kime denir?

6-Cahiliyye ne demektir?

7-Günümüzde İslâmdan kaynaklanmayan anlayışlara cahiliyye denilebilir mi?

8-Ebu Cahil, bir şey bilmeyen bir adam mıydı?

9-İnsanlara göre bilginin kaynakları nelerdir?

10-İslâma göre bilginin kaynakları hangileridir?

11-Haber-i sadık’ın çeşitlerini nelerdir?

12-Vahy nedir?

13-Vahiy, nasıl bilgi/haber kaynağı olabilir?

14-Mütevâtir haberi tarif ediniz.

15-Mütevâtir haber İslâmda nasıl bilgi kaynağı olabilir?

16-Bir haberin mütevâtir olabilmesi için hangi şartları taşıması gerekir?

17-‘Kur’an, Peygamberden bize kadar tevâtür yoluyla gelmiştir’ ifadesini açıklayınız.

18- Bir şeyin hakikatini idrak etmeye ve malum olanın, olduğu hal üzere bilinmesine ne denir?

a) vahy             b)  akaid             c)  ilim            d)  mütevatir haber

19- İnsan, ne sayesinde meleklerden üstün olabilmiş ve halife vasfını kazanmştır?

a) ilim             b) din                  c)  namaz        d) vahy

20-Mütevâtir haberle ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a) Çok sayıda güvenilir kişinin verdiği doğru habere mütevatir haber denir.

b) Yalan söylemek üzere biraraya gelmeleri mümkün olmayan bir topluluğun vermiş olduğu habere mütevatir haber denir.

c) Allah Teala’nın insanlar arasından seçmiş olduðu peygamberlerine ilahi bir yolla mesaj-larını bildirmesine mütevatir haber denir.

d) Kur’an mütevatirdir. Yani nesilden nesile tevatür yoluyla aktarılarak bize ulaşmıştır.

21-Hadis ilminde mütevâtir teriminin manasını araştırınız.

22-Ebu Cehil’e, “cahillerin atası” anlamındaki bu ismin verilmesinin sebebi nedir?

a) Oğulları cahil olduğundan dolayı.

b) Kendisi okuma yazma bilmediğinden dolayı.

c) Bilgili olmadığı, özellikle Allah’ı hiç bilmediği ve inanmadığından dolayı.

d) Yanlış bilgilere sahip olduğundan, özellikle Allah hakkında yanlış bilgi ve inançlarından dolayı.

 

 

 

DERS  2:   İSLÂM’DA  BİLGİ  KAYNAKLARI 2

 

         *Akıl

      *Selim Hisler  

         *İslâm’da Aklın Önemi ve Değeri

 

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir.

1-Selim hislerin (duyu organlarının) me olduğunu öğrenmek.

2-Selim hislerin nasıl ve ne kadar bilgi kaynağı olabileceğini öğrenmek.

3-Aklın anlamını öğrenmek.

4-Aklın değeri ve önemini, yeterli ve yetersiz yönlerini açıklamak.

 

                   Selim Hisler (Duyu Organları)

         Bunlar; görme duyusu göz, işitme duyusu kulak, koklama  duyusu burun, tatma duyusu dil, dokunma (hissetme) duyusu deri dediğimiz duyu organlarımızdaki algılarımızdır.

         Selim olması bu organların sağlam ve sağlıklı olmalarının  gerektiği içindir. Bu organlar vasıtasıyla herhangi bir yiyeceği tattığımızda acı, tatlı veya tuzlu olduğuna, birşeyi içtiğimizde sıcak veya soğuk olduğuna, bir cisme vurunca sert veya yumuşak olduğuna, belli bir mesafedeki cismin uzak, yakın, uzun veya kısa olduğuna karar veririz. 

         Duyu organlarıyla elde ettiğimiz bilgiler  sınırlıdır. Çünkü,  gözlerimiz  ancak  belirli  mesafedeki  cisimleri    görebilirken x ışınlarını, mor ötesi ışınları, röntgen ışınlarını göremez.

         Kulaklarımız  ancak  belirli  frekanslarda sesleri duyabilir, derimiz gözle görülebilen cisimleri hissederken, vucudumuzu boydan  boya geçen ışınları hissedemez. Burnumuz belirli mesafeden koku alabilir, bu mesafenin dışındaki kokuları alamaz.

         Göz, 390 - 760 milimikron boyunda olan dalgaları alabilecek duyarlıktadır. (milimikron bir milimetrenin milyonda birine denir.)  Bunların altında veya üstünde olan dalgaları göremez. Kulak da her tirreşimi alamaz. Ses dalgalarının frekansları binlerce Hz. olabilir. Kulağın işitebileceği frekanslar ise 20 - 2000 Hz. arasındadır. Kulak, bu rakamların altındaki veya üstündeki frekansları işitemez.)

         Aynı  zamanda duyu organlarımızın bizi yanılttığı, bize yanlış bilgi verdiği durumlar da vardır. Mesela,  su dolu bardağın içindeki kaşığın kırık gözükmesi; sıcak sudan sonra ılık suyu, derinin olduğundan daha soğuk hissetmesi; hileli aynaların karşısında kendimizi birden fazla veya garip şekillerde görmemiz... Duyularımız, kendi sahalarına giren ve kapasiteleri içindeki olaylar hakkında bilgi verirler. 

         Duyu organlarımızla tesbit edemediğimiz şeyler de ilmin konusu  olabilir. Duyu organlarımızın bizi yanılttığı durumlar da vardır. O yüzden bunlar, yanlışlığı ispatlanan konularda ve sınırsız bir şekilde veya tek başlarına bilgi kaynakları değildir. 

        

                   Akıl 

         Akıl, insanda bulunan manevi bir kuvvettir. İnsan bu kuvvet sayesinde eşyayı kavrar.  Akıl  insanın  düşünme,  bilme,  davranışını belirleme, denetleme ve yargılaması, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayrıt etmesi ile ilgili kabiliyetidir.  

         Aklımızla elde etmiş olduğumuz bilgiler de sınırlıdır. Mesela, aklımız ölüm olayını, vahyin mahiyetini, kabirde olanları, ahireti ve ahirette olacakları, Allah’ın zatını, insanın ruhunu tümüyle kavrayamaz.

                                    

                   İslâm’da Aklın Önemi ve Değeri

         Kur’an-ı Kerim’e göre  insanı insan yapan, onun her türlü davranışlarına anlam kazandıran ve ilahi emirler karşısında sorumluluk altına girmesini sağlayan şey aklıdır. Din, akıllılara gönderilmiştir.    

         Kur’an’da akıl kelimesi 49 yerde akletmenin, yani aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmaktadır. Kur’an’a göre akıl “bilgi edinmeye yarayan bir güç” ve “bu güç ile elde edilen bilgi” demektir. 

         Kur’an’da akıl; düşünmek, ibret almak, cehaletten kurtulmak, kainattaki ve kendi  içindeki gerçekleri anlamak, gönülden kör, sağır, dilsiz olmamak için Kur’an’da akla vurgu yapılmaktadır.

         Aklın önemi, özellikle Kur’an’ın manasının, İslam’daki emir ve yasakların ve bunların hikmetlerinin anlaşılması içindir. Düşünmek, doğruyu bulup ona teslim olmak içindir. Kur’an birçok âyetinde insanları düşünmeye, anlamaya, zikretmeye davet etmektedir. Tüm bu faaliyetler aklın birer fonksiyonudur.          

         Allah’a hakkıyla kulluk edebilmek için, Kur’an’ın ne dediğini anlamak, neleri yapmak ve nelerden kaçınmak gerektiğini bilmek gerekir. Bu ise ancak akıl sayesinde mümkündür. Bu anlamda akıllı olmak, aklı kullanıp Kur’an’ı anlamaya çalışmak kadın - erkek her müslümanın  görevlerindendir.

         İnsan aklı sayesinde neye, niçin inandığını kavrar. İslâm dini akıl sahibi insanları muhatab alır ve onlara sorumluluk yükler. “Aklı olmayanın dini de yoktur” ifadesini bu anlamda düşünmek gerekir.

         İslâm alimleri aklı, imandan sonra en büyük nimet saymışlar, dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmaya vesile olması dolayısıyla büyük değer vermişlerdir.

         Aklın önemi ve değeri ile ilgili birkaç âyet meâli:

        “... İlimde ileri gidenler; biz ona inandık, hepsi de Rabbimizin katındandır derler. Bunu ise ancak aklını isabetle kullanabilenler akledip düşünebilir.” (Âl-i İmran, 7)

         “ Bu Kur’an insanlara bir tebliğdir. İnsanlar bununla uyarılsınlar, O’nun tek ilah olduğunu bilsinler ve akıllarını kullansınlar da düşünüp ibret alsınlar.” (İbrahim, 50)

         “... Onları müjdele, onlar ki sözü dinlerler ve o sözün en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir, onlar akl-ı selim sahipleridir.”  (Zümer, 18)

         “Onlara Allah’ın indirdiğine uyun denildiğinde ‘hayır, biz atalarımızın uyduklarına uyarız’ derler. İyi ama atalarınızın aklı bir şeye ermiyorsa da doğru yolu bulamamışlarsa? (yine de onların yoluna mı uyacaksınız?)”  (Âl-i İmran, 172)

 

Ve akılla ilgili birkaç vecize (güzel söz):

* En akıllı insan öğüt alan insandır.

* Her nimetin bir şükrü vardır. Akıl nimetinin şükrü de düşünüp öğüt almaktır.

* İki şey var ki, asla sonuna erişilmez. İlim ve akıl

* İlim tükenmez hazine, akıl eskimez elbisedir.

* Akıl ve iman ikiz kardeştir. Allah biri olmadan diğerini kabul etmez.

* Bir saat (kısa bir an) tefekkür (düşünmek), bir gece nafile ibadet etmekten daha hayırlıdır.            

 

SORULAR

1-Selim hisler (duyu organları) hangileridir?

2-Selim hisler nasıl bilgi kaynağı olabilir?

3-Selim hisler hangi ölçüde bilgi kaynağı olabilir?

4-Akıl ne demektir?

5-İslâmda aklın önemi var mıdır?

6-Akıl her konuda yeterli midir?

7-“Aklı olmayanın dini yoktur” sözünü açıklayınız

8-Kur’an’ın manasını anlamak için neye ihtiyaç vardır?

9-Akıl Allah’ın varlığını idrak edebilir mi?

10-Aklın önemi ile ilgili âyetlerden örnekler veriniz.

11-Akılla ilgili vecizeler söyleyiniz

 

 

 

 

DERS  3 :   İSLÂM’DA  BİLGİ  KAYNAKLARI 3

 

         *Günümüzde Haber Kaynakları

         * Akletmek, Aklı Kullanmak

         *İlham, Rüya  ve Bunların Bilgi Kaynağı Olmadığı

 

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir.

1-Aklımızı nasıl kullanacağımız açıklamak.

2-Akletmek ile ilgili âyetlerden örnekler vermek.

3-Aklın hangi hususlarda sınırlı bilgiye sahip olduğunu belirtmek..

4-Günümüzdeki yayın araçlarının verdiği haber ve bilgilerin, doğruluğunu

   araştırmadan, bilgi kaynağı olamayacağını hatırlamak.

5-İlham ve rüyanın neden bilgi kaynağı olamayacağını açıklamak.

 

                   Akletmek, Aklı Kullanmak

         Akletmek gerçek ilim sahibi olanların niteliğidir. Gerçek akıl sahipleri gerçek alimlerdir.

         “ Biz meseleleri insanlar için açıklıyoruz, ama onları alimlerden başkası akletmez.” (Ankebut, 43) 

         Aklın görevi;  araştırma, düşünme ve gerçeği bulmadır. Araştırmayan, düşünmeyen akıl, görevini yerine getirmemiş demektir.   Akıl, çalışmayınca  görevini yerine getiremez ve sahibini taklide götürür. Taklid ise, araştırma ve düşünmenin baş düşmanıdır. Allah, kitabında taklidi, donukluğu kınarken; araştırıcı aklı övmektedir.

         İslâm taklidçiliğe karşı çıkmıştır. Çünkü taklidçilik, Allah’ın insana en büyük nimetlerinden olan aklı kullanmamak, başkalarına körü körüne uymaktır.

         Aslında gerçek akletme ve bilme gücüne sahip olmayanlar, yani Allah’ın verdiği aklı kullanmayanlar, kafaları küflenmiş, kalpleri mühürlenmiş olanlar, bilgi ve kültürleri büyük zannedilse bile, gerçek cahillerdir. 

         “ Onların bu konuda ilmi yok, sadece atıp tutuyorlar.” (Zuhruf, 20)

         “Hevâsını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere sapıtıp, kulağını ve kalbini mühürleyip gözü üzerine de perde çektiği kimseyi gördün mü?” (Casiye, 23)

         “Allah kalplerini mühürledi, artık bilmezler.” (Tevbe, 93)

         “Allah bilmeyenleri işte böyle mühürler.” (Rum, 59)

         Kâfirler ve müşrikler doğru dürüst akletmezler.

         “Allah katında hayvanların en şerlisi, akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal, 22)

         “...Bunlardan  bir  grup  vardı,  Allah’ın  Kelamı’nı  işitirlerdi  de,  onu  aklettikten sonra, bile bile tahrif ederlerdi.” (Bakara, 75) 

         Akıllı olmayan ve aklını gereği gibi kullanamayanlar şunlardır:

         * Âkil - bâliğ olmayan çocuklar.

         * Akıl bakımından reşid olmayan zekâ özürlüler.

         * Aklını yitirmiş olan  deliler.

         * Aklını kullanmak istemeyip körü körüne başkalarını taklit edenler.

         * Liderlerine, büyüklerine aşırı güvenip, kendi yerine  onların düşünmesini yeterli    görenler.

*Kafir ve müşrikler. 

 

           Günümüzdeki Haber ve Bilgi Kaynaklarına Güvenilir mi?

        Haberlerin günümüzdeki önemi açıktır. Görüntülü, sözlü ve yazılı iletişim araçları her gün sayısız haberlerle insanlara bilgi ulaştırmaktadır. Zamanımızda kim daha çok ilim ve haber üretiyor, bunları başkasına ulaştırıyor veya kullanıyorsa, o daha avantajlı oluyor.

         Fakat, bu haberlerin ve bilgilerin ne kadarına, hangi ölçüde güvenebiliriz? Bu haberlerin tümü, bizim bilgi kaynağımız, bilgi aracımız olabilir mi? Eğer bu araçlar uygun kullanılırsa evet.  Asıl olan, haberin olaya uygun düşmesidir. Yalan haber, yani olaya uygun düşmeyen haber bilgi ifade etmez. 

         Bilgi veren araçların güvenilir iken, güvenilir olmamasının nedeni, doğru bir şekilde kullanılmamalarıdır. Kısacası aletler yalan söylemez; fakat insanlar yalan söyleyebilir, aletleri yalanlarına aracı yapabilirler.      

         Kur’an, yalancıların haberlerine hemen inanmadan onları araştırmamızı söylüyor:

         “Ey iman edenler; eğer size bir fasık bir haber getirirse, onu araştırın (doğruluğunu anlayıncaya kadar tahkik edin). Değilse bilmeyere bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.”  (Hucurat, 6)

         Zamanımızda medya denilen görüntülü ve yazılı haber kaynaklarının bütün haberlerini ve verdikleri bilgileri doğru kabul edip inanmak çok zordur. Çünkü herkes istediği haberi istediği gibi veriyor. Üstelik pek çoğu da yalan söylüyor.

 

                   İlham ve Rüya Bilgi Kaynağı mıdır?

         İlham: İnsanın kalbine bir mananın konmasıdır. Delilsiz olarak, yani bilgi vasıtalarımızdan birine dayanmayarak feyiz yoluyla kalbe doğan manadır. İlham ve rüya İslâm’da bilgi kaynağı kabul edilmemiştir.

         İlham ve rüyanın bilgi kaynağı olmamasının iki nedeni vardır:

         1) İnsana gelen ilham, ya da gördüğü rüya, şeytandan da olabilir, melekten de. Halk deyimiyle rahmanî de şeytanî de olabilir. Bunu tesbit etmek için elimizde güvenilir bir ölçü yoktur.  Ayrıca görülen rüyanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği de belli değildir. Dolayısıyla gördüğümüz rüya, bizi tümüyle bağlamayacağı gibi, diğer insanları hiç mi hiç bağlamaz.

         Şöyle bir düşünelim; rüyamızda Amsterdam-İstanbul uçağının düştüğünü  gördük. Kendimiz gitmemeye karar verdiğimiz gibi, diğer yolcuları da gitmemeleri için uyarıyoruz. İnsanlar, doğal olarak bize “sen deli misin?” diyecektir. Bu uyarımız,  insanlar arasında gülünç duruma düşmemize neden olacak; ama  biz uçağın düşeceğini ısrarla söyleyeceğiz. Bu bir anlamda gaybdan haber vermek olur ki, gaybı sadece Allah bilir. İnsanlar bizden bu iddiamızı ispat etmemizi isteyecektir. Oysa bunu ispat etmenin imkanı yoktur. Çünkü uçağın düşüp düşmemesi gördüğümüz rüya ile hiç bir alakası olmayan teknik bir konudur.   

         2) İlhamın delil olmamasının bir nedeni de, istismara açık olmasıdır. Nitekim geçmişte pek çok kimse çıkarak, kendisine vahiy şeklinde ilham geldiğini, ilmi ilham yoluyla aldığını iddia etmiştir. 

         Günümüzde de bu gibi yalancı peygamberler ve mehdiler çıkmaktadır. Böyleleri dinini bilmeyen cahil insanları kandırarak onları maddî ve  manevî olarak sömürürler. 

         Eğer çevremizde böyle insanlar varsa, -ki maalesef var-, inancımızın bir gereği olarak bu insanlara itibar etmememiz gerekir. Şurası bir gerçektir ki, ilim ve aklın olmadığı yerde cehalet, cehaletin olduğu yerde de din tüccarları ortaya çıkar.

 

SORULAR

1-Aklımızı nasıl ve nerelerde kullanabiliriz?

2-Akletmek ile ilgili âyetlerden örnekler veriniz.

3-Akıl hangi hususlarda sınırlı bilgiye sahiptir?

4-Kimler aklını kullanmazlar?

4-Günümüzdeki yayın araçlarının verdiği haber ve bilgiler doğru mudur, bunları hangi ölçüye göre kabul edebiliriz, tartışınız.  

5-İlham nedir?

6-İlham ve rüyanın bilgi kaynağı olabilir mi, neden?

7-Aşağıdakilerden hangisi bilgi kaynağı değildir?

a) ilham          b)  akıl                 c) vahy            d) selim hisler

8-Kâfirlerin bilgi kaynağı olarak kabul etmedikleri şey, aşağıdakilerden hangisidir?

a) akıl b) beş duyu          c) vahiy           d) hiç biri

9-Allah Teâla’nın insanlar arasından seçmiş olduğu peygamberlerine ilâhi bir   yolla mesajlarını, emir ve yasaklarını bildirmesine ne denir?

a) vahy         b) gayb           c) ilham      d) mütevâtir haber

10- Bilgi kaynaklarından biri olan duyu organlarımız hakkında aşağıdaki ifadelerden  hangisi yanlıştır?

a) Duyu organlarımız kendi sahalarına giren olaylar hakkında kapasiteleri dahilinde bilgi verirler.

b) Duyu organlarımızın bizi yanılttığı, bize yanlış bilgiler verdiği durumlar vardır.

c) Duyu organlarımızla elde ettiğimiz bilgiler sınırlıdır.

d) Duyu organlarımızın verdiği bilgiler kesindir, bizi hiç yanıltmazlar.

11-İnsanın düşünme, bilme ve davranışlarını belirlemesi, iyiyi kötüden, doğruyu eğriden ayırt etmesiyle ilgili kabiliyetine ne denir? (Kendisinde bu kabiliyet olduğu için insan, dinin emir ve yasaklarını yerine getirmekle sorumludur. Ona sahip olmayanın dini de yoktur.)

a) Akıl         b) Selim hisler          c)  Vahy           d)  İlim

12-Akıl hangi konuları tümüyle kavrayamaz?

a) Zor konuları                         c)   Gaybla ilgili konuları

b) Vahiyle ilgili konuları           d)   Hiçbiri

13-Aklını ve duyu organlarını gereği gibi kullanamayanlara Kur’an-ı Kerim ne demektedir?

a) Şeytan, hatta daha aşağı c) Cahil, hatta daha aşağı

b) Hayvan, hatta daha aşağı d) Beşer, hatta daha aşağı

 

Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar

İslâm Dini, Ahmed Hamdi Akseki

İslâm'da İnanç Konuları ve İtikadi Mezhepler, S. Uludağ,  s. 65-105

Akıl: Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Beyan Y.  s. 442

İlim: Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Beyan, s.461

Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. Akıl maddesi

İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Y. Akıl, İlham, Bilgi maddeleri

Akaid kitapları

                           

                                     

 

DERS 4:       DİN NEDİR 1


          *İslâma Göre Din Nedir?
          *Genel Olarak Din,

   

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir.

1-Din kelimesinin sözlük ve terim manasını tanımlamak. 

2-Din kelimesinin içerdiği unsurları açıklamak.

3-İslâma göre dinin ne manaya geldiğini açıklamak.

4-İslâmın din tanımındaki noktaları listelemek.

5-Kur’an’da din kelimesinin hangi manalarda kullanıldığını görmek.

6-Din duygusunun kaynağını İslâm inancına göre açıklamak.

               

                   Genel Olarak Din

         Bu toplumda herkesin kendine göre bir “din” tanımı, bir din görüşü ve yorumu vardır. Din konusunda genel kanaat; din olayının Tanrı ile kul arasında ilişkileri düzenleyen, ibadetleri ve bazı ahlakî davranışları öğreten kalpteki inançtır veya bazı tapınmalardır. 

         Din kelimesi, sadece hak din için, yani özel ve dar anlamıyla İslâm için kullanılmaz. Din kelimesinin geniş olarak ele alındığı pratikteki anlamı;  bir dünya görüşünü, bir hayat şeklini belirleyen  görüşler, emirler ve yasaklar toplamıdır. Yani, üstünlüğü kabul edilen bir yüce kuvvetten geldiğine inanılan kanun ve kurallarla belirlenmiş yaşama şekline din denir.

         Dolayısıyla “her din bir hayat şeklidir ve her hayat şeklinin bir dini vardır” sözü doğru bir görüştür.

         Nitekim İslâmî pratikte dinin anlamı; en genel ifadeyle Yaratıcı ile insanların ve insanlar ile tüm yaratılmışların ilişkilerini düzenleyen nizamdır.

         Çoğu insana göre din, insanların sadece ahiretini ilgilendiren bir hadisedir. Bundan dolayı din vicdan işidir. Yani insanın içinde kalmalı, hayata yansıtılmamalıdır.

         Rabbımız, din gerçeğini kendi çıkarlarına göre tanımlamaya ve yorumlamaya kalkışan böylesi cahillere, Kur’an’de şöyle diyor:

         “De ki: Siz Allah’a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah her şeyi bilendir.” (Hucurat, 16)

         Din, Allah’tan ve Rasûlünden öğrenildiği zaman, aldatılmakta olan insanlar bu gerçekleri kavrayacak ve kendilerine din konusunda anlatılan yalanlara kanmayacaklar.

 

                   İslâma Göre Din Nedir?

         Din kelimesi “deyene” kökünden oluşmuş bir kelimedir. Sözlük anlamı olarak din; boyun eğmek, ödünç almak, adet edinmek, boyun eğdirmek, hesaba çekmek, ceza ve mükâfat vermek, egemenlik, hüküm, idare etmek anlamlarına gelir.       

         Terim olarak din; Akıl sahibi insanları kendi irade ve arzularıyla hayırlı olan şeylere sevkeden ilahî bir kanundur.

         Din; peygamberlerin vahye dayalı yapmış oldukları tebliğdir.

         Din; Allahü Teâla tarafından  vahiy yoluyla indirilen,  insanları  dünya ve ahiret saadetine çağıran i’tikadî ve amelî bir nizamdır.

         Din; İslâm, iman ve ihsandan oluşan hayat şeklidir. (Bu tanımların tümü vahye dayalı hak dinin, yani dar anlamda dinin -İslâm dininin- tanımlarıdır.)

         Burada geçen hakk din tanımında şu hususlar vardır:

         *Dinin koyucusu ve sahibi Allah’tır. Hiçbir insan, hatta peygamberler dahi vahye dayalı bir din meydana getiremez.

         “İyi bilin ki, halis (gerçek) din Allah’ındır.” (Zümer, 3)

         * Din akıl sahibi insanlara hitap eder. Din akıl üstüdür, fakat akıl dışı değildir. Din akıl sahibi olmayan çocukları, delileri sorumlu tutmaz.

         * Dinde serbest seçme vardır. Yani iman edip etmeme insanların özgür iradelerine bağlıdır. “ ... Dinde zorlama yoktur. Artık hakk ile batıl açıkça ayrılmıştır.” (Bakara, 256)                

         * Din insanları hayra ve güzelliğe iletir. Fakat din, insanları güzele iletme hususunda onların şahsi kanaatlerini değil; genel ve değişmez evrensel yaradılış kanunlarını esas alır. Bu esaslar: din, akıl, can, mal ve nesli koruma şeklinde formüle edilen esaslardır.  

         * Vahiy kaynaklı dinler, insanın ne olduğunu, başlangıcını ve sonunu, yaratılış gayesini, yapmakla sorumlu olduğu vazifelerini bildirir.

         * İnsanların ortaya koyduğu sistemler hakk din değil; batıl dindir.

         * Her yaşayış biçimi bir dindir. Her dinin bir yaşayış biçimi vardır.

         Kur’an-ı Kerim’de “din” kelimesi, sağlam bir nizamı, eksiksiz bir düzeni ifade edecek şekilde kullanılır. Söz konusu bu düzen dört unsurdan meydana gelir:

1-Yüce bir egemenlik (hakimiyet),

2- Bu yüksek egemenliğe itaat edip boyun eğme,

3- Bu hakimiyetin otoritesi altında meydana gelen pratik düzen,

4- Bu nizama uymaya karşı bu yüce egemenliğin verdiği mükâfat veya karşı gelmeğe verdiği ceza.

         Kur’an, bazan bu anlamlardan biri için, bazan da hepsi için “din” kelimesini kullanır. O, bu kelimeyle bir hayat nizamını kasdediyor.

 

SORULAR

1-Din kelimesinin sözlük manasını açıklayınız.

2-Istılahta din, yani dinin terim anlamını araştırınız.

3-Din kelimesinden herkes aynı şeyi mi anlıyor?

4-Din, genel anlamıyla bir yaşama biçimi midir?

5-İslâma göre din nedir?

6-Dinin başka tanımlarını yapabilir miyiz?

7-İslâmın din tarifinde hangi özellikler vardır, sıralayınız..

8-Kur’an din kelimesini hangi manalarda kullanıyor?

9-Din akıllı insanlara mı hitap eder?

10-İslâma göre insanın din seçme hürriyeti var mıdır?

11-Din, insan hayatında neleri korumayı hedef alır?

12-İlâhi din, insanla ilgili hangi bilgileri verir?

13-Buna göre günümüzdeki ideolojiler bir batıl din sayılır mı, araştırınız.

14-Kur’an’da din kelimesine hangi manalar veriliyor?

 

 

 

DERS  5:      DİN NEDİR 2


             *İslâm Fıtratı ve Din, 
             *Diğer İnançlarda Din,

 

Bu Dersi bitirdiğinizde şu amaçlara ulaşmanız beklenmektedir :

1-Başka inanca sahip olanlara göre dinin kapsadığı alanları incelemek.

2-Başka inançlara göre din olayının nereden geldiğini açıklamak.

3-Din duygusunun fıtrattan, yani yaratılıştan geldiğini öğrenmek.                

 

               Diğer İnançlarda Din   

         Her toplumda din olayını anlatmak için farklı kelimeler kullanılmıştır. Bunlar; yol, inanç, ayin, hüküm, emir, kanun, fazilet, korku ile karışık saygı vs. anlamına gelen kelimelerdir. (İngilizce’de ‘religion’) Bu inançlara göre din şu alanları kapsar:

         * Din; insanın kutsal şeylerle olan ilişkisidir.

         * Din; ruhî varlıklara olan inançtır.

         * Din; mutlak itaat duygusuna dayanır.

         * Din; en yüksek toplum değerlerinin  şuurudur.                

         Dinin kaynağı konusunda iki genel görüş vardır:

         1) Dini her şeyden üstün olan insan, dini bizzat kendisi üretmiştir.

         2) Din, ilâhî ve yüce bir Kudret tarafından gönderilmiştir.

         1-) İlerlemeci ve evrim teorisine dayanan ikinci görüşe göre, insanlık her geçen gün ileriye giden bir akışın içindedir. İnsan ilkel devirlerde tabiat olayları karşısında çaresiz kaldığından birtakım görünmez güçlerin var olduğuna inanmış ve bunları maddileştirerek zamanla tapınmaya başlamış. Böylece putperestlik ortaya çıkmıştır. Bu yüzden insanlığın ilk dinine animizm (ruhlara tapma) adı vermişlerdir. Ölü ruhların, bedensiz varlıklarını devam ettireceği inancı atalara tapınmayı doğurmuş, buradan yağmur, ateş, kar gibi tabiat  olaylarını idare eden çeşitli tanrıların varlığına inanılmış, zamanla bu tanrıların birleştirilmesiyle tek tanrı inancı ortaya çıkmıştır.

         Dinin insanlar tarafından uydurulup üretildiği anlayışına dayanan bu görüşlerin iddiaları şöyle maddeleştirilebilir:  

         “Eskiden kabileler kendilerini belli bir hayvan  veya bitkiyle kan bağı içinde akraba sayar ve onlara saygılarını tapınma biçiminde gösterirlerdi.” 

         “Din toplumsal bir süreçtir. Toteme (kutsal olan şey) gösterilen saygı insanların kendi birliklerini temsil ettiği içindir. O halde dinin temel fikri kutsaldır. Kutsal olan da toplumun kutsal kabul ettiği şeydir.”      

         “Din insanın kendi kişiliğini bulurken hissettiği güçsüzlüğe karşı bir şeylere güvenme ihtiyacından doğmuştur.”       

         “İnsan kendi düşüncesini insan üstü bir plana aktarmayla ortaya çıkmıştır. Yani insanların ruhun ölmezliğine inanmaları, adalete olan susamışlıkları, insanların bir adaletin tecellisine olan inançları din mefhumunu ortaya çıkarmıştır.

         “Din baskı altındaki insanların iç çekmesi, kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz dünyanın ruhudur.  Din halkın afyonudur.”     

         Onlara göre din, ilkel insanın zayıflığının ürünüdür. İlkel ve çok tanrılı dinler tarihin ilk dönemlerinde yaşanmış olup, din de insanla birlikte evrim geçirmiştir. Din herhangi yüce bir varlığın değil, bizzat insanın kendisinin ürünüdür. Teknolojinin ve tabii bilimlerin gelişmesiyle insan tabiat üstünde hakimiyet kurmuş, tabiat olaylarına bilimsel açıklamalar getirmesi sonucu zamanla din, işlevini yitirecek, insanların ona ihtiyacı kalmayacaktır. 

         Bu ve benzeri inançlar Allah’a inanmayan, dini kabul etmeyen, ateist, laik, materyalist ideolojileri benimseyen kimselerin ortak görüşüdür.

         2-) İslâm inancına göre ise dinin kurucusu Allah’tır. Bütün vahiy kaynaklı dinler Allah tarafından gönderilmiş, ilk günkü saflıklarını korudukları müddetçe yürürlükte kalmıştır. İlk insan, aynı zamanda ilk peygamberdir.

         Dolayısıyla insanlığın ilk dini çok tanrılı değil; tek tanrılıdır. Yani tevhid dinidir.

 

                   İslâm fıtratı ve din     

         Din duygusu fıtrîdir, doğuştan gelir. İnsan, inanma ihtiyacı ile yaratılmıştır. İnsan, yaratılışından bu güne kadar her zaman ve her  yerde yüce, ulu, kudretli bir varlığa inanma ihtiyacı hissetmiştir. Bu ihtiyaç din duygusunun fıtrî olduğunun delilidir. Dolayısıyla din duygusunun kaynağını, insanın fıtratında aramak gerekir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır:

         “Sen yüzünü bir delil olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki, O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez.” ( Rum, 30 )

         Peygamberimiz bir hadisinde “Her çocuk, İslam fıtratı üzerine dünyaya gelir. Bundan sonra anne ve babası yahudi ise, onu yahudi; hristiyan ise, hristiyan yapar.” (Sahih-i Buhari) buyurarak bu hususu açıklamıştır.

         Yapılan çok yönlü araştırmalar da göstermektedir ki, insanlığın yaratılışından günümüze kadar, dinden uzak toplumların varlığına şahit olunmamıştır. Din fikri insanla beraber var olmuş ve onunla birlikte yaşayacaktır. İnsan, fizikî ve ruhî yapısı itibarıyla dine muhtaçtır. Fiziksel varlığının devamı için nasıl ki, yeme içmeye, giyime, korunmaya, barınmaya muhtaçtır; Manevî varlığının devamı için de dinî prensiplere muhtaçtır.  Sadece maddî ihtiyaçlarını düşünen insanlar, hasta ve dengesiz tiplerdir, zayıf karakterli kimselerdir.

 

SORULAR

1-Başka din mensupları din yerine hangi kelimeleri kullanmışlar?

2-Onlara göre din neyi kapsıyor?

3-Dinin kaynağı konusunda kaç görüş vardır?

4-Dinin kaynağının insan aklı olduğunu savunan görüşe göre din nerden çıkmıştır?

5-Bu görüşler üzerinde tartışınız.

6-Onlara göre din de evrim geçirmiş midir?

7-Evrim geçiren dine ihtiyaç kalacak mıdır?

8-İslâm göre göre ilk din hangisidir?

9-İslâm göre din duygusunun kaynağı nedir?

10-İnsan dine muhtaç mıdır?

11-Din duygusunun fıtrattan geldiği ile ilgili bir hadis söyleyiniz.

12-Dinsiz insan olabilir mi, tartışınız.

                           

 

 

 

DERS  6 :      DİN NEDİR 3


         *Batıl Dinleri Tanımanın Önemi,
         *Hak Din-Batıl Din Ayrımı,

 

Bu dersi bitirdiğiniz zaman aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir:

1-Kur’an’a göre dinleri tasnif etmek..                        

2-Hak dinlerin genel özelliklerini listelemek.

3-Hak dinlerin neden tahrif edildiğini izah etmek..

4-Batıl dinleri tanımanın bir müslüman için önemini açıklamak.

                             

                   Hak Din-Batıl Din Ayrımı  

         Kur’an insanların tarihten beri inandıkları dinleri üçe gruba ayırır. Bunlar:

         1- Hak Din  (İslam Dini),

         2- Muharref Dinler,

         3- Bâtıl Dinler. 

         Hak Din, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen, hiç bir değişikliğe uğramadan ve bozulmadan günümüze kadar gelen hayat şeklidir. Bu din, yani hayat şekli; inancı, dünya görüşünü, davranış ve eylem biçimini, Allah’a karşı görevleri, ibadet anlayışını, insanlara ve tüm yaratıklara karşı muameleyi, kanunları ve cezaları içermektedir. İşte, bütün peygamberlere Allah’ın gönderdiği din, İslam Dini’dir.

         Hak din, peygamberlere  günün şartlarına göre şeriatları farklı olarak gelmiştir. Akide (inanç) ise, bütün peygamberlerde aynıdır.

         Hak dinin genel özellikleri şunlardır:

         * Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden ve nasıl uygulanacağını gösteren peygamberler vardır.

         * Her peygamberin, ya kendisine verilen suhuf (sayfalar -küçük kitap-) veya kitabı vardır. Ya da kendinden önceki peygambere inen  henüz bozulmamış kitabın hükümlerini tatbik eder.

         * Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete inanç vardır.

*Akla, bilime ve ilmi gelişmelere aykırı hiçbir şey yoktur.

 

                   Muharref Dinler

         Muharref  dinler, tahrif edilmiş, bozulmuş dinler demektir. Allah’ın gönderdiği İslam Dini’nin atmalar ve katmalarla değiştirilmiş şeklidir. Yahudilik ve Hıristiyanlık muharref dinlerdir.

         Dinleri bozmanın amacı: İnsanlar zamanla Allah’ın yolundan sapmış, doymak bilmeyen arzu ve isteklerini gerçekleştirmek isteyince de, Allah’ın insanlar arasında dengeyi ve huzuru sağlamak için gönderdiği din, kendilerine engel olmuştur. Bu engeli ortadan kaldırmak için de iki seçenek vardır:

  1. a) Allah düşüncesini ve inancını reddederek, Allah’a dayalı bir dini de ortadan kaldırmak.
  2. b) Allah’ın gönderdiği dinin, kendi arzu ve istekleriyle çelişen, kendi çıkarlarına müsaade etmeyen kurallarını değiştirmek.

         Din düşüncesinin reddedilmesi işlerine gelmeyen veya toptan reddetmenin mümkün olmadığını görenler, dinin işlerine gelmeyen yönlerini kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmişlerdir. Böylece hem cahil ve gafil dindarların tepkisinden kurtulmuşlar, hem de değiştirdikleri bu dinleri kendi sömürü düzenlerine koltuk değneği yapmışlardır.

 

                   Bâtıl Dinleri Tanımanın Gerekliliği    

         Müslümanlar, kendi çağlarındaki bâtıl dinleri ve yolları tanımak ve İslâmın onlar hakkındaki hükmünü de bilmek zorundadır. Böylece müslüman, hem onların yanlışlarına düşmez, hem de müslüman olmayanlara İslâm göre davranma imkanı bulur.

         Ayrıca bâtıl dinleri tanımayan cahil müslümanların, tanımadıkları bâtıldan kaçınmaları da özellikle günümüzde imkansız derecede zordur. Zamanımızda nice müslüman, kavram kargaşasının kurbanı olmakta, bâtıl dinlerle karışık bir inanç ve davranış sergilemektedir. Yani biraz müslüman, biraz demokrat, biraz laik, biraz materyalist... karma dinler içinde olabilmektedir.

         “Onların çoğu, ancak Allah’a şirk (ortak) koşarak iman ederler. (Yusuf, 106)

         Müslüman, Allah’ın ve Rasulü’nün kesin  hükümlerine aykırı hükümleri kabul edemeyeceğinden, bu tür fikir, sistem ve ideolojileri reddetmek zorundadır. Dolayısıyla müslümanların, çağlarında ortaya çıkan fikir ve sistemlerle bu açıdan ilgilenmeleri ve bunlarla ilgili  değerlendirme yapmaları gerekmektedir. Hele bu fikir, ideoloji ve sistemler, özellikle müslümanların yaşadığı topraklar üzerinde ortaya çıkıyor, yayılma alanı buluyor ve müslümanların akidesi için fitne oluyorsa...                

         İnsanlar tarafından oluşturulan dinlerin hepsinin ortak özelliği; Allah’ın vahiyle bildirdiği din olan İslam’a karşı olmalarıdır.

         “Allah’dan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir? (Kasas, 50)

         Kayıtsız şartsız olarak bütün alanlarda Allah’a ve O’nun şeriatına tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça ve Allah’ın dini dışında kalan her türlü düzen, sistem, inanç, bakış açısı, kurum, yaklaşım tarzı ve değer ölçüsü kesinlikle ve tam anlamıyla reddedilmedikçe, Allah tarafından kabul edilecek nitelikte bir imana sahip olmaya imkân yoktur. Onun için batıl dinlerin tanınması gerekiyor.

 

SORULAR

1-Kur’an’a göre din kaç kısma ayrılır?                      

2-Hak din ne demektir?   

3-Hak din kaç tane, batıl dinler kaç tanedir?

4-Hak dinde hangi özellikler vardır ?

5-Hak dinde hangi ilkeler her peygamberde aynı kalmıştır, hangileri değişmiştir ?

6-Muharref din ne demektir?

7-Muharref dinlere örnek veriniz.

8-Hak dinler neden tahrif edilmiştir?

9-Hak dinleri kimler bozmaya çalışmıştır?

10-Batıl din ne demektir?

11-Geçmişte kalmış veya hâlâ devam eden batıl din örnekleri veriniz.

12-Günümüzde kendisine uyulan batıl dinlerden örnekler veriniz.

13-Batıl din denilen ideolojilere din diyebilir miyiz?

14-Batıl dinleri tanımak gerekir mi, niçin?

15-Günümüzdeki batıl dinleri nasıl tanıyabiliriz?

 

 

 

 

DERS   7 :  DİN NEDİR  4


         *Din ve İlim Uyumu
         *Günümüzdeki Din Anlayışları

 

Bu dersi bitirdiğiniz zaman aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir:

1-Günümüzdeki din anlayışlarını gözden geçirmek ve her ideolojinin bir batıl din olduğunu gündeme getirmek.

2-İslâma göre kaç kitap olduğunu söylemek.

3-İslâm ile ilim arasında hiç bir zaman bir sorun olmadığını ortaya koymak.

 

         Günümüzdeki Din Anlayışları: Bâtıl Dinler (Uydurma Dinler)

         Bâtıl dinler, insanlar tarafından uydurulan dinlerdir. Puta tapıcılık, Mecusilik, Budizm gibi hayat şekilleri, eski zamanlardan beri görülen bâtıl dinlerdendir. Kapitalizm, komünizm, sosyalizm, materyalizm, faşizm,  laiklik gibi ideolojiler ve tüm beşeri düzenler günümüzdeki bâtıl dinlerdir.

         Muharref (bozulmuş) dinleri anlatırken, vahye dayalı dinin, bazılarının işine engel olduğu için, onların dini bozduklarını, değişikliğe uğrattıklarını görmüştük. Burada da aynı amaç söz konusudur.        

         Uydurulan bu dinler, insanları ezip sömürmüşler, yaratılışlarının zıddına yaşamaya mecbur etmişlerdir.   

         İnsanlar, zulmün ve sömürünün farkına varıp patlama noktasına geldiklerinde, o topluma hükmeden güçlüler, insanlara yepyeni hayat şekilleri (dinler) sunmuşlardır. 

         Geçmişte olduğu gibi zamanımızda da insanlara yeni yeni dinler (ideolojiler) ileri sürülmüş, bu dinler belirli zamanlarda insanların hayatlarına hakim olmuştur. Fakat bu dinler, kendi bağlılarını bile mutlu edemediği, özgürlük, hak ve adalet veremediği gibi;  insanların çoğunluğunu şeytanın ve bazı insanların kölesi gibi yapmıştır.

         Bir hayat şekli, bir dünya görüşü, bir yol olarak ifade ettiğimiz şeyin en kısa adı “din”dir. Din kavramı, bütün bunları kuşatmaktadır. Herhangi bir toplumun, cemaatin veya bir ferdin dünya görüşü, gittiği yol ve hayat tarzı Allah’ın hükümlerine göre belirleniyor, bu ilahi hükümlere göre şekil alıyor ise, bu toplum, bu cemaat veya bu fert İslam dini üzeredir. Bunun tersi ise o toplumun dini batıl dindir.   

         İnsanların hayat şeklini belirleyecek yeni hükümler, yeni kurallar  koyup uygulamak! Bu ne demektir? Bu, en açık ifadesiyle, yeni bir din ortaya koymaktır. Çünkü din, insanların hayat tarzını belirleyen hükümler  toplamı olduğundan; İslam’ın hükümlerini reddedip, bu ilahî hükümlere zıd hükümler koymak; İslam’ı beğenmeyip, yeni bir din oluşturmaktır.

         Tarihin her döneminde bunun açık örnekleriyle karşılaşıyoruz. Zaten Allah (c.c.)’ın belli zamanlarda peygamberler göndermesinin nedeni de, insanların hak dinden sapmaları, hak dini bozmaları ve yeni yeni dinler türetmeleridir. Yoksa onlar kendilerine gönderilen hak din üzereyken, Allah (c.c.) “biraz da bu dini yaşayın!” diyerek, farklı farklı dinler göndermiş değildir!

         İşte insanların, hak dini tahrif ederek veya parçalara ayırarak ya da hayat şeklini belirleyecek hükümler, kanunlar koyarak ortaya çıkardıkları bütün bu dinler, hak olan İslam gerçeğine göre bâtıl dinlerdir. Bunların adına değişik izm’ler, değişik ideolojiler denilse de farketmez. 

         Fakat ne gariptir ki, insanlara “din” denilince, her nedense sadece ahiretle ilgili meseleleri dikkate alan, metafizik konularla alakalı görüşler akla gelmektedir. Kaynağı açısından semavi olan Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, İslam’a “din” dedikleri halde, değişik dünya görüşlerinin ve ideolojilerin de “din” olduğunu dikkatlerden kaçırmaktadırlar. İnsanlar için düşünce ve yaşantılarının temelini oluşturan her sistem ve inanç din ismini almasa dahi,  birer dindirler, ama batıl dindirler.

         Dolayısıyla dini olmayan hiç kimse yoktur. 

         Ancak Rabbimiz şöyle buyuruyor:

         “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.” (Al-i İmran, 85)

 

                   Din ve Bilim

         İslâm dininin geçmişten günümüze kadar ilimle hiçbir meselesi olmamıştır. İlim ve din çatışması Hristiyan Avrupanın sorunu olmuştur.

         İslâm inancına göre üç çeşit kitap vardır:

         1) Kur’an-ı Kerim (Vahiy): Bu kitaptan doğan ilimler; Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid, Kıraat, Tecvid vs.

         2) Kâinat: Bu kitaptan doğan ilimler; Fizik, Kimya, Matematik, Biyoloji, Astronomi,  Botanik, Coğrafya, Mühendislik bilimleri vs.

         3) İnsan: Bu kitaptan doğan ilimler; Tıp, Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Tarih, Antropoloji vs.

         Buna göre islam’da din ilmi, din dışı ilim diye bir ayrım sözkonusu değildir. Yani bazı ilimler kutsal, bazıları ikinci, üçüncü... sınıf ilimler şeklinde bir ayrım yoktur. Kur’an tüm kâinatı ve insanı âyetler topluluğu olarak görür. Bu âyetlerin tümünü inceleme görevini insana yükler. İnsanın kendini ve kâinatı anlamaya çalışması sonucu ortaya çıkan ilimler ile, Kur’an’ı anlamaya çalışması sonucu ortaya çıkan ilimler arasında fark yoktur. Tüm ilimler, âyetleri anlamaya çalışmak suretiyle Allah’a yöneliştir. Bu yüzden tüm ilimler değerli ve tüm alimler hürmete layıktır.     

         Kur’an bize en küçük böceklerden en büyük hayvanlara, bir sinek kanadından okyanuslara kadar, denizler, göller, yağmur, Güneş, bulut, rüzgar, bitkiler, gece ve gündüz, kısacası  yeryüzünde ve gökyüzünde her şeyin bir âyet, Allah’a götüren bir işaret olduğunu söylüyor.    

         Kur’an-ı Kerim’de sûreleri oluşturan bölümlere de âyet denir. Tüm bu âyetlerin anlaşılmasına dönük ilimler ve âlimler değerlidir. Zaten ilim demek, âyetlerin anlaşılması demektir.  Bir şartla ki, bu ilimler insanlığın faydasına hizmet etmeli, âlimler, bilginler de iman sahibi olmalıdır.       

         “Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah’ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?” (Zariyat, 20-21)

         Din, maddî âlemin dışında kalan, ölçülebilme, gözlenebilme özelliği olmayan bir âleme, kâinatı yaratan, şekillendiren bir varlığa olan inançtır. Din bu âlem ve diğer âlem hakkında bilgi verir. İnsanların bu dünyada nasıl yaşaması gerektiğini açıklar. Bilim ise, ölçülebilme ve gözlenebilme özelliği olan bu âleme dayanır. Kâinattaki düzeni ve bu düzenin uyduğu kuralları araştırır, keşfeder ve aralarındaki çeşitli ilişkileri ortaya çıkarır.

         Burada şu hususa dikkat etmek gerekir. Din ve ilim  insanın dışında ve insandan bağımsızdır. İnsan bunları icad edemez. Sadece keşfeder veya idrak eder. Bunların yerine kendi kafasına uygun yeni şeyler koyamaz. 

         Ayrıca kendisinden bağımsız olan, yerçekimi yasasını, sofra tuzunun formülünü, güneş sisteminin işleyişini, kendi yaratılış kanununu değiştirmek veya peygamberliği, günlük namazların sayısını beşten altıya çıkarmak ya da dörde indirmek vs. mümkün değildir. İlimde ve dinde demokrasi olmaz. Her ikisi de insandan bağımsızdır.                      

         Gerçek ilim adamları, dinin ve ilmin yasalarını, bunların özelliklerini, bunlar arasındaki ilişkileri  anlamaya ve idrak etmeye çalışan ve sonuçta Allah’ı bulanlardır.  

 

SORULAR

1-Günümüzdeki ideolojiler hangi amaçla ortaya çıkarıldı?

2-Bu batıl dinler insanlara huzur sağlıyor mu?

3-Her hayat şekli bir din midir, açıklayınız.

4-Allah’ın hükümlerine aykırı olarak insanların hayatı için kural koymak yeni bir din uydurmak mıdır, araştırınız.

5-İnsanlar günümüzde İslâmın batıl dediği dinlere din diyorlar mı?

6-“Sizin dininiz size; benim dinim bana!” (Kafirun, 6) âyeti, bize aşağıdaki seçeneklerden hangisini öğretmektedir?

a) Müslümanların dininin o günkü dinlerden farklı olmadığını

b) Ebu Cehil ve benzerlerinin dinlerinin de hak olduğunu

c) İslâm’ın dışındaki yaşama şekillerinin bir din olmadığını

d) İslâm’ın dışındaki yaşama şekillerinin de bir din olduğunu

7-Kanunların ve kuralların Allah’ın kitabına dayanmayıp, insanların kendi akıllarından ortaya attıkları her hayat şekline ne denir?

a) Hak din b) Hıristiyanlık c) Batıl din     d) Demokrasi 

8-Kapitalizm, Demokrasi ve Laiklik için aşağıdakilerden hangisi tam doğrudur?

a) Bunlar çağımızın idare şekillerindendir. İyisi de olur, kötüsü de.

b) Bunlar batıl (uydurma) dinlerdendir. Batıl dinlerdeki tüm özellikler bunlarda da vardır.

c) Bunlar muharref dinlerdir.

d) Bunlar, din olarak kabul edilmez. Sadece yönetim şekli ve ideolojik anlayışlar-dır. Bunların, varsa kötülüklerinden sakınmalıyız.

10-Aslı İslâm olduğu halde, sonradan katmalar ve atmalarla tahrif edilen (bozulan) dinler vardır. Bu muharref dinler hangileridir?

a) Hıristiyanlık, b) Yahudilik, c) Hıristiyanlık ve Yahudilik,  d) Kapitalizm ve Komünizm

11-İslâma göre kaç kitap vardır?

12-İslâm ile ilim arasında bir sorun olmuş mudur?

13-İslâmda, dinî veya din dışı ilim var mıdır?

14-Bilim elde edebilmek için hangi şartlar gerekir?

15-İslâma göre hangi bilgi değerlidir?

16-Pozitif bilimler insanı Allah’a götürür mü?

 

Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar

Kur’an’da Dört Terim, Mevdudi, Özgün Y. s. 99-112

Din Nedir? Salih Gürdal, Beyan Y.

Din Gerçeği ve İslam, M. Alagaş, İnsan Dergisi Y.

Tevhid ve Değişim, C. Vatandaş, Pınar Y. s. 42-

İman ve Tavır, B. Eryarsoy, Şafak Y. s. 161-261

Kelimeler Kavramlar 1, Y. Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 72-73

Sorularla Tevhid ve Akaid, M. Alptekin, s. 47-48

Kur’an’da Temel Kavramlar, A.Ünal, Beyan Y. s. 122-126

Kur’an’da İnsan ve Toplum, E. Sağıroğlu, s. 27-30

 

 

 

 

DERS  8 :        İ S L Â M   D İ N İ  1      


         *Din Olarak İslâm Nedir?

         *İslâm Kelimesinin Anlamları,

         *İslâmın Gayesi,

         *İslâmın Genel özellikleri

 

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir.

1-İslâm kelimesinin sözlük ve terim anlamlarını tanımak.

2-İslâm kelimesinin kapsamını izah etmek.

3-İslâmın Allah’a teslimiyet olduğunu açıklamak.

4-İslâm Dini’nin gayesini açıklamak.

 

                   İslâm Kelimesinin Sözlük Anlamı

         İslam kelimesi sözlükte; teslim olmak, boyun eğmek, itaat etmek anlamlarına gelir. Allahü Teala’nın emirlerine teslim olup itaat etmeğe dayanan bir din olması sebebiyle bu dine İslam denilmiştir.

       

                   Terim Anlamı

         İslâm, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen dünyada ve ahirette insanları mutluluğa ulaştıracak hayat şekli, itikadî ve amelî bir nizamdır.

         İslâm, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren Allah’tan gelen bir kanundur.

                  

                   İslâm’ın Mahiyeti

         İslâm’ın manası, Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmaktır. Allah’ın hükümlerine teslim olmaksızın İslâm olmaz. (Bkz. En’am/162 ve  Nisa/659                  

         Allah, ilmiyle her şeyi kuşattığından ve hikmet sahibi olduğundan kulluğun gereği, O’na teslim olmaktır. Hayatın kanunları insanın Allah’a teslim olmasını gerektirir. Çünkü bu kanunları da, insanı da en iyi bilen  Allah’tır.

         Bütün kâinat ve içindeki her şey o yaratıcının kanunlarına itaat etmektedir. O yüzden bütün kâinatın dini İslam’dır. Güneş, ay, yıldızlar, Dünya, hava, su, ışık, ağaçlar, taşlar ve hayvanlar da müslümandır. İslâm, Allah’a itaat edip teslim olmak demek olduğu için, bütün bu varlıkların isyan etmeden Allah’a itaat ettiklerini görmekteyiz. 

         “Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir.” (Al-i İmran, 83)

         Bu âyette gökte ve yerde olanların teslimiyeti insana örnek olarak gösteriliyor ve deniliyor ki “Ey insan, işte sen de böyle teslim olmalısın!” Hz. Ali’nin de dediği gibi “İslâm teslimdir, teslimiyettir.” Allah’a teslim olmayan kimse, müslüman sayılmaz. İnsan neye teslim olmuşsa ona kul olmuş demektir.

         İslâm, imanın dışa yansımasıdır. İman etmeden teslimiyet, yani imansız İslâm olmaz. İslâmiyetin (teslimiyetin) geçerli olabilmesi için gönül rızasıyla, kayıtsız ve şartsız Allah’ın şeriatına teslim olmak gerekir.

         İnsan da kendi hür iradesi ve tercihiyle Allah’a teslim olursa, İslam’ı seçip müslümanca yaşarsa, kâinatın boyun eğdiğine teslim olduğundan artık o, kâinatla barışıp uyum sağlar. Böylece bu insan, Allahü Teala’nın dünyadaki halifesi, temsilcisi olur.

         Peygamberimiz İslâm’ı değişik şekillerde tanımlamıştır. Bu tanımlardan biri şu şekildedir: “İslâm, beş esas üzerine bina edilmiştir (kurulmuştur). Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.v.) O’nun kulu ve rasülü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Beyt’i (Kâbe’yi) haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” (Buhari, İman 1; Müslim, İman 22; Nesai, İman 13; Tirmizi İman 3)

         Yukarıdaki hadis, İslâm binasının bu beş temel üzerinde kurulu olduğunu açıklamaktadır. Dikkat edilmesi gereken husus, bu beş esas, İslam’ın temelleridir ama, İslâm’ın tamamı değildir. Bir evin sadece temellerden ibaret olduğu nasıl söylenemezse, İslâm’ın bu beş temelden ibaret olduğunu iddia etmek de aynı şekilde yanlıştır. Kur’an-ı Kerim’i açıp okuyan görecektir ki, bu beş hususun dışında ahlaktan, iktisattan, sosyal meselelerden, siyasetten, barıştan, savaştan, hayırdan, şerden... söz edilmiştir. 

         İslâm, insanın içi ve dışı, kalbi ve kalıbı, aklı ve vicdanı, arzusu ve nefreti, duygusu ve hassasiyetiyle Allah’a teslim olup boyun eğmesidir. Kalbini ve aklını, elini ve eteğini, içini ve dışını Allah’ın hükmü dışındaki her türlü etkiden kurtarmaktır.

         İslâm, genel nizam, hayatın her cephesiyle ilgili kanun ve vahiyle emredilip, peygamberle tebliğ edilen, insan davranışlarının programıdır. Bu programa uyana sevap; uymayana ceza vardır. İslâm, Allah’ın (cc) indirdiği ahkâm (hükümler), akide, ibadet, ahlâk, muamelat, Kur’an ve sünnetteki haberlerin bütünüdür.

         İslâm’ın zıddı, cahiliyyedir. (Cahiliyye bir inanç ve yaşama biçimi olarak İslam’ın dışındaki her türlü küfrün ortak adıdır.)     

         Allahü Teâla İslâm’ı bir bütün olarak göndermiştir. Kim tümünü alırsa, işte o müslümandır. Kim onun bir kısmını alır ve bir kısmını almazsa, İslâm’la cahiliyyeyi birbirine karıştırmış olur.

         “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası dünyada rezil ve rüsvay olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine atılacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 85) 

       Her müslümanın, cahiliyyenin bütün âdet ve kurallarından arınmış olması ve İslâm’ın bütününü alması gerekir. 

 

                   İslâm Dini’nin Gayesi

         İslâm’ın getirdiği hükümler, insanların mutluluğunu amaçlamaktadır. Bu hükümlere uygun hareket edenler, hem dünya hem de ahiret saadetini kazanacaktır. İslâm, kişinin kalbini, aklî düşüncelerini ve amellerini ıslah ederek, onları yükselterek bu saadetlere ulaştırır. Toplumun  saadeti de ferdin saadetine bağlı olduğundan, kişinin mutluluğu aynı zamanda cemiyetin de mutluluğudur. İslâm, bu hedefi gerçekleştirmek için birtakım hükümler koymuştur. Bunlara şer’î hükümler denir.

 

SORULAR

1-İslâm kelimesinin sözlük manası nedir?

2-İslâmın terim anlamı nedir?

3-İslâmı kısaca nasıl tarif edebiliriz?

4-İslâm teslimiyet midir, açıklayınız.

5-Kainatın ve varlıkların dini nedir?

6-Allah’a teslim olan kainatla uyum sağlar mı?

7-Allah’ın halifesi ifadesi nedir, araştırınız.

8-Peygamberimiz İslâmı nasıl tarif ediyor?

9-İslâmın bütün şartları beş tane midir?

10-Allah’a teslimiyet neyi ifade etmektedir?

11-İslâm bir bütün müdür? İlgili âyeti hatırlayınız

12-Cahiliyye ne demektir?

13-İslâmın zıddı nedir?

14-İslâm Dini’nin gayesi nedir?

15-Gümüzdeki toplumlar huzurlu mudur, tartışınız.

16-Günümüzün insanı nasıl huzur bulabilir, tartışınız.

 

                             

 

 

DERS  9 :  İ S L Â M   D İ N İ  2   


         *İslamın Eski Şeriatlarla İlişkisi

         *İslâmın Hükümleri

         *Allah Katında Geçerli Din

 

Bu dersin amaçları:

1-İslâm Dini’nin hükümlerini listelemek.

2-İslâm’ın, önceki şeriatlarla ilişkisini açıklamak.

3-Allah katında geçerli dinin sadece İslâm olduğunu tekrar hatırlamak.

 

                   İslâm Dini’nin Hükümleri

         İslâm Dininin hükümleri dört kısımdır.

         a-) İman  (İtikadî hükümler): İnsanın dinde kabul etmesi ve reddetmesi gereken hususlarla ilgili hükümlerdir. İnsana neleri kabul etmesi, neleri reddetmesi gerektiğini bu hükümler öğretir. 

         b-) Amel (ibadet): Amel, insanların yaptığı işlerdir. Yapılması veya yapılmaması gereken fiillerdir. Hangi amellerin, hangi şartlarla nasıl yapılacağını ve nasıl sahih olacağını açıklayan hükümlere amelî hükümler denir. Dua etmek, zekat vermek, cihad etmek, ilim öğrenmek gibi.

         c-)  Ahlâk: Hal ve hareketleri, davranışları, İslamî ve insanî ilişkileri açıklayan hükümlere denir. Ahlakın güzelleşmesine ve vicdanın terbiyesine ait hükümlerdir. Kötü söz ve yalan söylememe, kendisi için istediğini başkası için de isteme... gibi.

         d-)  Hukuk  (Muamelât, Ukubat): İman, ahlak ve şahsî amel gibi konuların dışında kalan, özellikle devlet yönetimini, toplum idaresini ve ekonomik durumları içine alan, evlenme, boşanma, miras dağıtımı, ticari ve siyasi işleri düzenleyen hükümlerdir.               

         Bu dört hüküm parçalanmaz bir bütündür.  Yani birisi olmadığı zaman İslâm’ın bütünlüğü bozulduğu gibi; başka herhangi bir şeyle  (düşünceyle, hukukla, dinle) sentezi (karışımı) halinde de bütünlüğü bozulur; Ortaya apayrı başka bir din çıkar. 

         İslâm, bir insanın günlük yirmi dört saatini ve  doğumdan  ölümüne  her  alandaki  her  yönünü kapsar ve belirler. Tuvalet âdâbından devlet yönetimine varıncaya kadar insanın tüm hayatını kuşatır. İslam, insan hayatının bütünüdür. İnancı, ibadeti, ahlâkı ve hukukuyla mükemmel bir hayat düzenidir, insanlar tarafından yapılan atma ve katmaları, hurafe ve bid’atları kabul etmez. 

 

         İslâm’ın, Önceki Peygamberlerin Şeriatlarıyla İlişkisi 

  1. a) İslâm bütün peygamberlere gelen dinlerin adıdır (Bkz. Bakara, 130 - 133). İnsanlık dünyaya peygamberle (Hz. Adem’le) gelmiştir. Zamanın şartlarına ve insanlığın ihtiyaçlarına göre Allahü Teala peygamberleri değişik şeriatlarla (hukuklarla) göndermesine rağmen; itikat (inanç) her peygamberde  aynı olmuştur.
  2. b) Önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dinler bir kavme gönderilmişti. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gelen İslâm, evrensel bir dindir. Yani bütün insanlığa Allah (c.c.) tarafından sunulmuş, kıyamete kadar geçerli olacak bir hayat şeklidir.
  3. c) Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tebliğ ettiği İslâm Dini, önceki peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin hükümlerini (şeriatlarını) ortadan kaldırmıştır. Şu and müslümanlar için İslâm şeriatı geçerlidir.
  4. d) İslâm dini, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önce Allah (c.c.) tarafından gönderilen tüm kitapları ve peygamberleri tasdik eder. 

 

                   Allah Katında Geçerli Din

         Bir insan, ya Allah’a iman eder ve Allah’ın indirdiği hükümlere göre hayatını düzenler; ya da “tağut”a  teslim olup, tağutun kurallarına, heva ve heveslerine uyar. Bu iki yolun dışında üçüncü bir yol yoktur.

         İnsanların hak olsun bâtıl olsun, dünya hayatlarında benimsemiş oldukları inanç ve hayat düzenleri olduğunu tekrar hatırlayalım. İşte insanların benimsemiş olduklar ideoloji,ahlak ve yaşayış şekilleri bir din ise, Allah tarafından kabul edilen dinin adı “İslâm”dır.

         Allah, kendi katında geçerli olan dinin İslâm olduğunu bildirmiş, İslâm’dan başka bir din arayanın, İslâm’dan başka bir inanç ve hayat düzenini benimseyenin bu arayış ve benimseyişinin  ahirette sonsuz zarar ile sonuçlanacağını, bu dininin Allah tarafından kabul edilmeyeceğini açıklamıştır. (Bkz. Âl-i İmran, 19 ve 85)

         Allah’ın dininden başka bir din, O’nun insanlar için teklif etmiş olduğu hayat düzeninden başka bir hayat düzeni, O’nun istediğinden başka inanç sistemi ve ideolojileri seçip benimsemek, kısacası Allah’ın dini İslâm’dan başka bir din arayışına girmek, fıtrata ve Allah’ın kâinata egemen olan kanunlarına ters düşmektir.

         “Göklerde ve yerde ne varsa ister istemez Allah’a teslim olup boyun eğmişken, onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hem onlar O’na döndürüleceklerdir.” (Âl-i İmran, 83)

         Allah, İslâmı tamamladığı için, onun tümüne inanmak ve hükümlerineuymak gerekir.

         “Ey iman edenler! Bütünüyle ve hepiniz İslâm’a girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Gerçekten şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır. Size bunca deliller geldikten sonra kayarsanız, bilin ki Allah, hiç şüphesiz mutlak Galib ve Hakim olandır. (Bakara, 208 - 209)

         Bunun içindir ki, Hz Adem’den, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar tüm peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İSLÂM’dır. Hepsinde de inanç esasları aynıdır.          

         Fakat peygamberler halkın arasından ayrıldıktan sonra, insanlar hak dinden uzaklaşmış, Allah’tan tanrılar edinmişler, İslâmdan başka dinler uydurmuşlardır. Allah (cc) yeniden peygamberler gönderdi ve  insanları tevhid inancına tekrar tekrar davet etti.

 

                   İslâm Hakkında Birkaç Ayet      

         “Allah katında gerçek din İslâm’dır.” (Al-i İmran, 19)

         “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”  (Al-i İmran, 85)

         “Kim nefsini (tümüyle) Allah’a, O’nu görür gibi teslim ederse muhakkak  ki o, en sağlam kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu ancak Allah’a dayanır.”   (Lokman, 22)

         “ Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı verip ondan razı oldum..” (Maide, 3)

        

SORULAR

1-Hüküm nedir, araştırınız.

2-İslâm Dini’nin hükümleri kaç tanedir, sayınız.

3-İslâmın hükümlerinden iman nedir, açıklayınız.

4-İslâmın hükümlerinden amel nedir, açıklayınız.

5-İslâmın hükümlerinden ahlak nedir, açıklayınız.

6-İslâmın hükümlerinden muamelat nedir, açıklayınız.

7-İslâmî hükümler bir bütün müdür ?

8-İslâm kişisel midir ? İnsan ilişkileri ve toplumla ilgili hükümler koymuş mudur ?

9-İslâm insanın yirmidört saatini kuşatır mı ?

10-İslâm’ın, önceki şeriatlarla ilişkisi var mıdır ?

11-İslâm, önceki şeriatlarla hangi yönden bağlantılıdır ?

12-Allah katında hangi din geçerlidir, niçin ?

13-Allah’ın katında hangi dinin geçerli olduğunu nasıl isbat edebiliriz ?

14-İslâmla ilgili âyetler bulunuz.

15-Aşağıdakilerden hangisi İslâm için doğru değildir?

a) İslâm dini, insanın fıtratına (yaratılışına) uygundur.

b) İslâm dininin mesajı ve hükümleri sadece Peygamberimiz’in yaşadığı zamana yöneliktir.

c) İslâm inanç esasları herkesin anlayabileceği şekilde açık ve nettir.

d) İslâm’a göre egemenlik sadece Allah’a aittir.

16-İslâm’ın hükümleri; 1- İman  2- amel   3- Ahlak    4- Hukuk olmak üzere dört kısımdır.  Buna  göre “Devlet yönetimi, toplum idaresi, evlenme, boşanma, ticaret, cezalar, davalar ve mirasla ilgili hükümler” ifadesi, yukarıdaki hükümlerden hangisine girer?

a) Ahlak b) İman               c) Hukuk              d) Amel

17-İslâm’ın hükümleri; 1- İman  2- amel   3- Ahlak    4- Hukuk olmak üzere dört kısımdır. Buna göre “Söz, davranış, hal ve hareketlerimizle alakalı hükümler” ifadesi hangi kısma girer?

a) 2           b) 3             c) 4               d) 1 

18-Allah’ın, peygamberleri aracılığı ile göndermiş olduğu İslâm dinini kabul eden, bu inancını amelleriyle göstermeye çalışan kimseye ne denir?

a) Müslüman        b) Münafık          c) Müşrik             d) Kâfir

 

 

 

 

DERS   10 :    İSLÂM DİNİ 3

 

         *İslâmda insan hakları

      *İslâmın Genel Özellikleri

 

Bu dersin amacı

1-İslâmın genel özelliklerini listelemek.

2-İslâmı bu özellikleri tanımak ve anlamaya çalışmak.

3-İslâmın korumayı hedef aldığı konuları öğrenmek.

 

                   İslâm’ın Genel Özellikleri

         1-) Rabbanîlik: (Rabba ait olmak, ilahî olmak) İslam, hak ve ilahî dindir. Vahye dayanır. Hedef ve gaye de Rabbanîdir. Allah’ın rızası bir müslüman için her şeyde vaz geçilmez amaçtır. 

         2-) İnsanîlik: (İnsan fıtratına uygunluk) Kur’an insanlara indirilmiş, peygamberler insanlar arasından seçilmiştir. İslâm insana, insanın aklına büyük önem vermiş, fıtratına (yaratılışına) uygun hükümler koymuştur. İslam’a göre insan, en güzel biçimde ve  halife olarak yaratılmış ve evren  hizmetine verilmiştir.  İslâm, insanları düzeltmeye, çalışmaya  ve gelişmeye doğru yönlendirir. İnsana, taşıyabileceği  kadar sormluluk yükler. İnsan bu sorumluluğu omuzlayarak barış, güven ve huzur içinde hayatını yaşar. Bu yükümlülükler insanın kendi fıtratıyla uyumludur. İslâm’ın tüm hükümleri insanın dünya ve ahiret saadetine yöneliktir.

         3-) Kapsamlılık ve evrensellik: İslâm, ebediyeti kapsayacak uzunlukta, bütün insanları kuşatacak genişlikte, dünya ve ahiret işlerini içine alacak derinliktedir. Mesajı ve hükümleri bütün zamana, bütün dünyaya, bütün insanlığa yöneliktir. İnsan hayatının beşikten mezara kadar tüm hayatıını tanzim eder.  İslâm bir toplumun, bir zamanın, bir coğrafyanın dini değil; bütün zamanların ve bütün insanların dinidir.

         4-) Vasatlık ve denge: İslam; denge, orta yol, adalet, ölçü gibi temel dinamikleri olan bir dindir. Aşırılıktan uzaktır. İnsanı azdırmaz ve ezdirmez. İnanç, ibadet, ahlak ve hükümlerde vasat  (adalet ve denge) unsurlarını kolaylıkla görebiliriz. Dünya - ahiret, madde - mana, zengin - fakir arasında denge vardır. İnsanın içi ve dışını, ruhu ve bedenini, birey ve toplumu, fert ve devleti, kadın ve erkeği dengeler. Her birinin birbirine karşı hak ve görevlerini düzenli, dengeli ve uyumlu bir biçimde belirler. 

         5-) Açıklık ve netlik: İslam’ın esasları, dinî kavramlar sade ve açıktır. Anlaşılması ve kabulü kolaydır. Aklı, mantığı zorlamaz.   

         6-) Halis din: Kaynağı sağlam ve değiştirlemez olduğundan tahrif edilemeyecek bir dindir. Bid’at ve hurafelere kapılarını kapamıştır. Allah tarafından tamamlanmış ve razı olunmuş tek hak dindir.

         7-) Tevhid: İslam, her şeyden önce tevhid dinidir. En mükemmel Allah inancını yerleştirir. İslam’da Allah’ın sıfatları insanlara ve diğer varlıklara verilmez. Allah’ın hiç bir şeye benzemediği vurgulanır. Hiç bir şey tanrı haline getirilmez. Allah’dan başkasına tapınılmaz, dua edilmez.

         8-) Tüm peygamberleri tasdik: Allah tarafından gönderilen bütün peygamberlere inanılır. Peygamberler arasında ayrım yapılmaz. Tanrılaştırma ve yakışık almayan sıfatlar verilmez, onların Allah’ın elçisi ve kulu oldukları kabul edilir.

         9-)  Egemenlik Allah’ın: İnsanllara din, ibadet, haram ve helal hükümleri koyma işi sadece Allah’a aittir.        

         10-) Sağlam kaynak: İslam’ın temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, kıyamete kadar bozulamacak bir kitaptır. Dünyanın her tarafındaki Kur’an nüshaları aynıdır.     

         11-) Evrenle uyum: Evren ve içindeki varlıkların tümü Allah’a teslim olup itaat ettiklerinden müslüman sayılırlar. İslam’ı seçip teslim olan insan da kainatla uyum içinde, aynı yasalara itaat etmiş olur. İslam, insanı evrendeki doğal güçlerle çatışmaya ve boğuşmaya sokmaz.

         12-)  Tek toplum (ümmet) oluşturur: İslam, uyumlu, tutkun ve dayanışma içinde hareket eden bir toplum (ümmet) oluşturur. Bu toplum akide bağıyla birbirini kardeş bilir, ırk, renk, vatan, ülke ve sınıf ayrımı yapmaz; kardeşlik, yardımlaşma, eşitlik, adalet, hakkı ve sabrı tavsiye etme ilkelerini esas alır, iyiliği yaymaya gayret eder. Zina, fuhuş, hırsızlık, haksızlık, faiz, ahlâksızlık... gibi kötülükleri azaltmaya çabalar. İslâm kötülüklerin ve suçlârın en aza indirilidiği, erdemli, iffetli bir toplum oluşturmak ister. 

         Küfür tek millet olduğu gibi; bütün müslümanlar da, birbirlerini kardeş kabul eden tek bir millet olmak durumundadır.         

         13-) Kolaylık ve müjde: İslâm; dili, ırkı, mazisi ne olursa olsun kelime-i şehadet getirip buna uygun yaşayan herkesi müslüman sayar. Eşitlik ve adalet esasına dayanır. Kimsenin zorla müslüman yapılmasını kabul etmez.  Kalpleri  fethederek  yayılmayı  esas alır. Hükümleri yaşanılacak kolaylıktadır. Gücün yetirilemeyeceği zorluklar emredilmez. İslam’ın rahmet, af ve müjde tarafı ağır basar.  Ama bütün bu kolaylıklara rağmen, tembellik ve dünyaya aşırı meyilden dolayı kulluğunu ihmal edenler Allah’ın azabıyla ikaz edilirler.  

         14-) Akla ve ilme önem verir: İslâm vahiy dini olmasıyla birlikte, akla büyük önem verir. Akla hitap eder, akıllıyı sorumlu tutar. Bilime de üstün değer vermiş, ilim öğrenmenin her müslümana farz olduğunu bildirmiş, çalışma, öğrenme ve düşünce gibi konulara gereken yeri vermiştir. Yalnız unutmamak lazım ki, İslam akılcı değil, akıllların dinidir.                                      

         15-) İnsan hakları: Hiç bir düzende (dinde) görülemeyecek kadar insan haklarını gözeten İslâm, insanın şu haklarını korumaya alır:

         a- Din emniyeti: İslâm, din hakkını ve dini yaşama hürriyetini güvence altına alır. 

         b- Nefis (can) emniyeti: İslam, yaşama hakkını temin eder.

         c- Akıl emniyeti: İlim ve tefekkürü emreden İslâm, içki ve uyuşturucu gibi akla zarar verecek şeyleri yasaklar ve aklı her türlü arızalardan koruyucu tedbirler alır.

         d- Nesil emniyeti: Irzın, şeref ve namusun korunmasını ve sağlıklı nesiller yetiştiril-mesini temin için İslam gerekli her türlü ortamı hazırlar.

         e- Mal emniyeti: İslâm malı korumak için, hırsızlık vb. suçlara giden yolları tıkadığı gibi, insanlara yeterli geçim kaynaklarına sahip olma hakkını ve imkanını tanır.         

         Özetle İslâm, her insanın onurunu,iffetini, özgürlüğünü, dinini, malını, canını korumayı ve helâl yoldan rızık elde etmesini hedef alır.

 

SORULAR

1-İslâmın genel özelliklerini sıralayınız.

2-İslâmın Rabbani özelliği nedir?

3-İslâmın insani özelliği nedir?

4-İslâm vasat bir din ve denge dini midir?

5-İslâm açık anlaşılır bir din midir?

6-İslâmın halis din olmasını nasıl anlamalı?

7-İslâmın Tevhid dini oluşunu nasıl anlamalı?

8-İslâm paygamberlere nasıl bakar?

9-İslâma göre mutlak egemenlik kime aittir?

10-İslâmın kaynağı nedir ve sağlam mıdır?

11-İslâmın hükümleri kainatla uyum halinde midir?

12-İslâm toplumuna ne ad verilir, açıklayınız.

13-İslâm nasıl bir toplum oluşturmak ister?

14-İslâmda kolaylık var mıdır?

15-İslâmda korku mu fazladır, müjde mi?

16-İslâm akla nasıl bakıyor?

17-İslâm insan haklarına önem veriyor mu?

18-İslâmın korunmasını hedef aldığı beş önemli şey nelerdir?

19-Günümüzdeki insan hakları anlayışları ile, İslâm insan hakları anlayışını karşılaştırınız.

20-Müslümanlar İslâmın yukarıdaki özelliklerini biliyorlar mı, tartışınız.

 

 

 

 

DERS   11 :        İSLÂM DİNİ  4

 

              *İslamın Tebliği

              *İslam’ın Rükûnları

              *İslâmın Hayata Hakim Kılınması

 

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir:

1-İslâm’ın rükûnlarını, temellerini listeleyip açıklamak.

2-İslâm-amel-i salih ilişkisini açıklamak.

3-İslâm’ın tebliğcisi olmanın önemini ifade etmek.

4-İslâm’ı ferdî, sosyal ve siyasal hayatımıza hakim kılmanın

   gerekliliğini izah etmek.. 

 

                   İslâm’ın Rükûnları

         İslâm’ın rükûnları (temelleri) beştir:

         Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğuna şehadet etmek, namazı ikame etmek, zekat vermek, Beyti (Kâbe’yi) haccetmek, Ramazan orucu tutmak..

         Peygamberimiz (sav) Cibril hadisi diye bilinen uzun hadiste ve bu hadiste İslâm’ın beş temel üzerine yükseldiğini söylüyor. Dikkat edilirse burada -halkın yanlış olarak bildiği gibi- İslam’ın beş şartı olduğu söylenmiyor; İslâmın beş temel üzerine bina edildiği ifade ediliyor.

         Bu hadisin şehâdetle ilgili kısmını ileride anlatacağız. Burada hadisin amalî (ibadeti) emreden diğer dört maddesini akaidi ilgilendiren yönüyle kısaca açıklamak istiyoruz.

 

                   Salih Amel

         İman etmek salih amel işlemeyi gerektirir.

         Peki, amel-i salih nedir? Salih amel, Allah katında razı olunan amellerdir. Bu amel  (davranış) iki özellik taşır: Biri, İslâm şeriatına uygun olması, ikincisi; niyetin Allah rızası için ve O’na  ibadet  için  olmasıdır. Bir amel bu iki özelliği veya bunlardan birini taşımazsa Allah olmaz, kabul etmez.  Böyle bir amelin sevabı da yoktur. Yüce rabbimiz buyuruyor ki:

         “Kim Rabbine kavuşmayı ümid ederse, salih  amel işlesin, Rabbine ibadette hiç bir kimseyi ortak koşmasın..” (Kehf, 110)

         Amel-i salihin İslâm’daki yeri cidden pek büyüktür. Çünkü bu ameller Allah’a, ahiret gününe iman etmenin meyvesidir. Kelime-i şehâdetin  (tevhidin) manası, amel-i salih işlemek ve bu yola girmekle meydana çıkar. İslâm kelimesinin teslimiyet anlamına geldiğine ve bu teslimiyetin de Allah’ın emirlerine itaat etmek demek olduğuna göre; amelsiz (ibadetsiz) İslâm olamayacağı ortaya çıkar. Amel-i salihin İslâm’daki öneminden dolayı birçok âyetler onu  övmektedir. 

         “Andolsun asra ki, Muhakkak insan  ziyandadır (zarar görecektir). Ancak iman edip amel-i salih işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.” (Asr, 1-3)  Diğer örnek ayetler için  mesela bkz. Maide,9 ; Ra’d,29 ; Nahl, 97 ; Kehf, 30 ; Meryem, 76 ; Ankebut, 7, 9 )      

         Amelin kabulü için İslâm’ı benimsemek şarttır. Kur’an, iman  ile amel-i salihi beraber zikrediyor. Bir kimse, Allah rızası niyetiyle ve İslâm şeriatına uygun bir amel de işlese; eğer o kişi İslâm’ı tümüyle  benimsemedikçe o ameli Allah onun yüzüne çarpacaktır.  (Âl-i İmran, 85)

         Amel-i salih, Allah’ın emrettiği şeylerin hepsidir. Müslüman bir işi Allah’ın rızasını istemeyi düşünerek yaptığı zaman o amel-i salih olur.

         Bu amel-i salihin başında  (dar anlamıyla) ibadetler gelir. İbadetlerin de başında  namaz, oruç, hac ve zekât gelir. Bunlar İslâm’ın temelleridir (rükûnleridir). 

         İbadetler, kişinin Rabbıyla olan ilişkisini düzenler ve belli bir şekilde Allah’a karşı kulluğunu ortaya koyar. İbadetler, Allah’ın kulları üzerindeki özel hakkıdır. İbadetler eksik olduğu halde, insanın imanının kuvvetlenmesi ve kalbinde kök salması mümkün değildir. Kişinin namaz ve diğer ibadetleri hakkıyla yerine getirmeden mü’min kalması çok zordur. Bunlar, balık için su, insan için hava mesabesindedir.

        

                   İslâm’ın Tebliği

         İnsanlık tarihi devam ettiği müddetçe, İslâm, herkese tebliğ edilmelidir. Bu davet ve tebliğin asıl gayesi, insanları kula kulluktan kurtarıp sadece tek olan Allah’a bağlamaktır. Bu görevi yapacak insanlar mutlaka olmalıdır. 

         “İçinizden insanları hayra çağıracak, iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir cemaat bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”  (Al-i İmran, 104)  âyet-i kerimesi bu durumu te’yid etmektedir.

         İslâmî davetin gayelerinden biri de, herkesin ona ulaşmasını sağlamaktır. İslam, hiç bir gücün tekelinde olamaz. Hiç bir güç İslâm’ın bazı ibadetlerini elinin altına alıp zorlaştıramaz. Bunu yapanlar, ister İslâm adına yapsınlar, isterse cahiliye adına yapsınlar; her iki durum da Allah’a karşı büyük  bir edepsizliktir. Çünkü Allahü Teâla, kendisine ulaşma yolunda ne kadar engeller varsa kaldırılmasını ister. Hatta o engellere karşı cihadı her müslümana farz kılmıştır. Ta ki, insanlar saf ve berrak olan İslâm’ı kendi istekleriyle tanısınlar. İnsanları, insanların hakimiyet ve sultasından, değer verdikleri ağalardan, atalardan, babalardan, efendilerden ve bağlanıp kaldıkları âdetlerden kurtarıp, hayatın her safhasında Allah’ın nizam ve hakimiyeti olan İslam’a ulaştırmak... İşte, İslâm budur ve bütün peygamberler  de  bunun için gönderilmişlerdir.      

 

                   İslâm’ı Hayata Hakim Kılmak

         İnsanlık tarihi boyunca, İslâm’ın esas dayanağı olan  temel ilke “Lâ ilâhe illallah” kaidesidir. Yani uluhiyeti, rububiyeti ve hakimiyeti sadece Allah’ a tahsis etmek kuralı. Bu kaide gönülde ve kalpte inaç; duygu ve hareketlerde ibadet; hayat sahasında da kanun ve nizam olarak ortaya konulmalıdır. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, böyle kamil bir şekilde olmadıkça Allah’a ve İslâm’a saygısızlık yapılmış olur.

         Allah’ın hükümlerini insanlara ulaştırıp tebliğ eden Rasülûllah (s.a.v.)’dır. Bu kaide ise İslâm’ın ilk şartı olan şehadet kelimesinin ikinci rüknünü temsil eder. “Şüphesiz Muhammed (s.a.v.) Allah’ın rasûlüdür.” (Fetih, 29) İşte İslâm’ın dayandığı ve temsil ettiği temel ilkenin ikincisi.   

         İslâm, hiçbir zaman sadece teorik inanç ve birtakım ibadetlerden ibaret değildir. 

         İslâm’ın hedefi, cahiliyyeyi ortadan kaldırmaktır. Bunu yapacak olan da şuurlu müslümanlardır. Müslümanlar, yaşama tarzıyla, düşünce yapısıyla, sosyal düzeniyle, değer yargılarıyla, kısaca her şeyiyle İslâm metoduna uygun hareket eden bir cemaattir. Kur’an bu topluluk için şöyle diyor: 

         “Siz, insanlar içinden seçilip çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Çünkü iyiliği emreder, kötülüğe karşı çıkar ve Allah’a inanırsınız.”  (Âl-i İmran, 110). 

         “İşte böylece sizleri mutedil (orta) bir ümmet kıldık. İnsanlara şahid (örnek) olasınız ve Peygamber de size örnek olsun diye...” (Bakara, 143)

 

SORULAR

1-İslâm’ın rükûnleri (temelleri) nelerdir?

2-İslâmın rükûnlerine İslâmın şartları demek doğru mudur?

3-Amel-i salih ne demektir?

4-İman salih amel işlemeyi gerektirir mi?

5-Salih amel imana ne kazandırır?

6-İman etmeden salih amel kabul olur mu?

7-İslâmda salih amel hangi işleri kapsar?

8-Salih amel olmadan iman olgunlaşır mı?

9-Salih amelle ilgili âyetler bulunuz?

10-Kur’am imanla salih ameli niçin sık sık birarada zişkrediyor?

11-İslâm’ın tebliğ etmek müslümanın görevi midir?

12-Rabbimiz İslâmın tebliğ etmeyi müslümanlara emrediyor mu?

13-İslâma davetin amacı nedir?

14-Cihat ibadeti ile İslâma davet arasında bir ilişki var mıdır?

15-İslâmda cihat ibadetinin amacı nedir, araştırınız.

16-İslâmın ana ilkesi nedir?

17-Bu ana ilke bir müslümanın hayatında nasıl görülür?

18-Hz.  Muhammed’i peygamber kabul etmek, İslâma uygun yaşamaya söz vermek midir?

19-İslâm sadece teori ve bazı ibadetler midir?

 20-İslâmın hedefi neyi ortadan kaldırmaktır?

21-Âyete göre en hayırlı ümmet kimlerdir?

 

Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar

1-İslam, Said Havva, Petek Y. (Hilal Y. s. 5-25)

2-İslâm Nizamı, Yusuf El Kardavi, Esra Y.

3-İslâm Nizamı, Mevdudi, Hilal Y.

4-İslâm, Mevdudi, s. 19-37

5-İman Risalesi, Mustafa İslamoğlu, Denge Y. s. 302-309

6-İman Küfür Sınırı, A. Saim Kılavuz, Marifet Y. s. 41-46

7-Din Gerçeği ve İslam, Mehmet Alagaş, İnsan Dergisi Y. s. 67-74

8-İman Kavramı, İzutsu, Pınar Y. s. 75-106

9-Kur’an’da Mü’minlerin Özellikleri, B. İslamoğlu, Pınar Y. s. 53-78

10-Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Beyan Y. s. 536-537

11-Kur’an’ın Temel Kavramları, Y. Nuri Öztürk, s. 251-252

12-İslâm Düşüncesi, Seyyid Kutub

13-İslâm Davetinin Esasları, A. Zeydan, Risale Y. c. 1, s.13-20 ve 61-102 

14-Allah Erinin Ahlak ve Kültürü, S. Havva, s. 63-74

15-Kur’an’da Tevhid, Beheşti, s. 51-55

16-Tevhid ve Değişim, C. Vatandaş, s.76

17-İslâm, Mevdudi, 39-53

 

                                              

 

 

DERS   12 :     İNSAN ve GÖREVİ  1 


         *İnsanın iki yönü
         *İnsan Nedir?

         *İnsanla İlgili Gerçekler

         *İnsanın Bazı Temel Özellikleri

                                

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki  amaçlara ulaşmanız beklenmektedir.

1-İnsan kelimesinin  sözlük ve terim anlamını İslâm’a göre tanımlamak.

2-İnsanın âdemiyet ve beşeriyet yönlerine sahip olduğunu açıklamak

3-İnsanın âdemiyet yönüyle meleklerden daha üstün, beşeriyet yönüyle hayvanlardan daha aşağı olabileceğini hatırlamak.

4-Allah’ın insana isyan (fücur) ve itaat (takva) edebilme kabiliyeti verdiğini öğrenmek.

5-İnsanlar ve hayvanlar arasındaki ortak özellikleri hatırlamak ve insanın değerinin ancak imanla yüceleceğini öğrenmek.

6-İnsanın bazı özelliklerini sıralamak.

 

        

                   İnsan Nedir, Nasıl Bir Varlıktır?  (“Ben Neyim?”)       

         İnsan kelimesi sözlükte ‘üns’ veya ‘nesy’ kelimesinden türediği söylenir.

         ‘Üns’, ünsiyet, yakınlık demektir. Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” bir yandan hemcinsleriyle bir arada yaşama durumunda olan insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir yandan da Allah’a bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifade eder.

         ‘Nesy’ unutmak demektir. Bu durumda insan, unutkan demektir. Kur’an’da insandan (Adem) söz edilirken, “Andolsun, önceden Adem’e ahid verdik de unuttu ve onu azim sahibi bulmadık.” (Taha, 115) buyrulur.

         İnsan kimdir? Nasıl bir varlıktır? Yeryüzüne nereden gelmiştir? İnsan nereye doğru gidiyor? İnsanın bu dünyada görev ve sorumlulukları var mıdır, varsa nelerdir? gibi sorular insan aklını meşgul eden sorulardır.

         Şüphesiz insan kendisinin nasıl bir varlık olduğunun cevabını verdiğinde aynı zamanda inancını da seçmiş olmaktadır.

         Geçmişten günümüze kadar insan üç şekilde tarif edilmiştir. Bunlardan ilk ikisi insanı sadece tek yönüyle ele alırken üçüncüsü insanı tüm yönleriyle ele alır. Bir kısmı insanı maddi organlardan oluşmuş bir varlık olarak kabul ederken, bir kısmı ise insanın tüm organlarını görmezden gelircesine maddi yönünü göz ardı edip, sadece ruhtan meydana geldiğini iddia etmişlerdir.

         Ayrıca bazıları insanı şu şekilde tarif ederler. “İnsan alet kullanan hayvandır, akıllı hayvandır, konuşan hayvandır, gülen hayvandır, hayvan olmak istemeyen tek hayvandır vs.”

         Her şeyde dengeyi esas alan İslâm dini insanı tarif ederken de dengeyi esas almıştır. İslâm inancına göre insan; beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim sahibi bir varlıktır.

        

                   İnsanın İki Yönü       

         Kur’an’da beşer ve Âdem (âdemoğlu) kelimeleri sık sık kullanılır.   İblis’in  Âdem’e  secde  etmeyi  reddetmesi  üzerine, Allah’ın ona şöyle dediği anlatılır: “İki elimle yarattığım şeye seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (Sa’d, 75)  Bu âyet, insanın yapısındaki iki temel ögeyi açıklamaktadır: Âdemiyet ve  beşeriyet.

         Âdemiyet yapısı, insanın ruh yapısı, manevi tarafı, melekî tarafıdır.  Beşeriyet  yapısı ise, insanın dış yapısını, toprak yönünü, fizikî özelliklerini ifade eder.

         Bir başka ifade ile, Hz. Âdem’in topraktan yaratılması onun beşeriyet (fizikî)  tarafını, Allah’ın O’na kendi ruhundan üflemesi ise onun Âdemiyet (ruhî) tarafını ortaya koyar. İnsan işte bu iki yön arasındadır. İnsan iman ve itaat ederse, manevî olarak yücelir, isyan ederse toprak gibi aşağıların aşağısına düşebilir.          

         Müşrikler, insanı sadece bir beşer olarak kabul ederler ve onu yalnız fizikî tarafıyla ele alırlar. Günümüzde de batı kültürü insanı hayvanlardan bir hayvan veya yiyen, içen, nefsi arzularını karşılayan bir varlık olarak değerlendirir. Halbuki insan, yalnız beşerî yönüyle değil; ruhî, manevî yönüyle de insandır. İnsanın hayvanlardan farkı ve üstünlüğü, gerçek anlamda âdemiyyet yönüyledir. 

         “Bir zaman Rabbın meleklere, “muhakkak ben kupkuru çamurdan, düzen verilmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım; onu tesviye edip ona  ruhumdan üflediğimde hemen onun için secdeye kapanın.”demişti.”  (Hicr, 28-29)  

         Meleklerin secde ettiği beşer değil; Âdem’dir. Âdem, bu noktada bütün insanlığın temsilcisidir. Allah’ın emriyle meleklerin, Âdem’in önünde secde etmelerinin nedeni, Âdem’e isimlerin (esma’nın) öğretilmesidir. (Bkz. Bakara, 30)

         İsimler (esma), ruhun ögeleri, bilginin nuranî güçleridir. İşte, insanın âdemiyet yanı, onun ışıl ışıl bir ruha, apaydınlık bir kalbe sahip olup, şeytanın aldatmalarından uzak durabilmesi yanıdır. 

         Âdemi yön, Türkçe’de Âdem olmak anlamında “adam olmak” deyimiyle ifade olunur. İnsan, beşerî özellikleriyle bir yere gelebilir ama, adam olmak daha başkadır. 

         İşte, insanlar da, kendilerini yalnızca beşer olarak görmeden, beşeriyet ve âdemiyetten oluşan bir varlık olduklarını unutmadan, şeytanın adımları ardınca gitmezler ve her sürçtüklerinde tevbe ederlerse, meleklerin önlerinde secde ettiği Âdem halini alır, unutkan insandan; kâmil mü’min insan olma durumuna ulaşabilirler.

         Bedenin aslı topraktır. Kur’an’ın açıkladığı bu gerçeği, modern ilimler de doğrulamaktadır. Kimyasal tahliller toprakta bulunan madenlerin, elementlerin insanda da bulunduğunu göstermektedir.

         İnsanın ruhu ise, görünmeyen, manevî yönünü oluşturur. İnsanın ruhu olduğu açıktır. Bu gerçek, özellikle ölüm halinde görülür. Diri ile ölü arasındaki fark, diride ruhun bulunmasıdır. (Bkz. Zümer, 42)

         İnsan bedeniyle hareket eder ve algılar. Ruhuyla idrak eder, düşünür, bilir, sever, nefret eder, sevinç ve üzüntü duyar. İnsanın  görünmeyen âleminin faaliyetleri ruhun faaliyetleridir. Ruh Allah’ın katındandır. Onun hakkında insana verilen bilgi pek azdır. (Bkz. İsra, 85)

         İnsanı oluşturan beden ve ruh unsurlarının kendilerine has birtakım ihtiyaçları vardır. Maddî unsur (beden), yeme, içme, uyuma, nefes alıp verme gibi maddî ihtiyaçlarını gideremediği zaman rahatsız olduğu gibi; manevî unsur olan ruh da ihtiyaçlarını gideremeyince mutsuz olmaktadır. Ruhun ihtiyaçları; Rabbini zikredip ibadet etmek, O’na yakınlaşmak için gerekli çabayı göstermektir. Her iki unsurun ihtiyaçları ve beslendikleri gıdalar birbirlerinden tamamen ayrıdır. Ruhî gıdalar olan zikir ve ibadetler yalnız başına bedeni besleyip ayakta tutamadığı gibi, bedenin ihtiyaçları olan maddî gıdalar ve zevkler de hiç bir zaman ruhu sağlıklı bir ortamda tutamaz, onu mutlu edemez.

         “İyi bilin ki kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle yatışır, huzur ve rahat bulur.”  (Ra’d, 28)

         Allah insana, hem fücuru (günah ve kötülüğe meyli), hem takvayı (günahlardan korunmayı) ilham ettiği için insan, bir taraftan melek tabiatına, bir taraftan da hayvan tabiatına sahiptir. Ama o, İslâm fıtratı ile yaratıldığından akıl ile davranmaya, vicdanlı olmaya, güzele ve hidayete meyillidir. İnsan, kendi fıtratının özelliklerini koruyarak, Rabbine ibadet ederse, meleklerden olan üstünlüğünü korumuş olur. Ama melek tabiatını kaybedip yalnız maddî ihtiyaçlarını tatmin etmeyi düşünürse, hayvanlar seviyesinde bir mahluk olur:

         “Kâfir olanlar zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Sonunda onların barınağı ateştir.” (Muhammed, 12)

                   İnsanla İlgili Bazı Gerçekler

         İnsan bağımlıdır. Anasına, çevresine, toprağa, dünyaya ve ahirete olan bağlarıyla birlikte doğar.  Ne doğuşuna kendisi karar verebilir, ne ölümüne ve ne de doğumdan ölüme kadarki gelişim ve değişim sürecine... Bütün bunlar, kendisi dışındaki bir karar merkezinde belirlenip icra edilir. Onun, hayatın değişmez yasaları dediğimiz bu “ilâhî kanunlara” uymaktan başka yapacağı pek bir şey yoktur.

         İnsan muhtaçtır. Yardıma, bakıma, besine, suya, insana, anaya, babaya, toprağa, göğe, sevgiye, terbiyeye, bilgiye, çevreye ve daha birçok şeye... O, bu ihtiyaçlarından bazılarına daha doğar doğmaz, bazılarına da doğal gelişimini tamamladıkça ihtiyaç duyar. Çünkü insan, değişerek gelişebilen bir varlıktır.

         İnsanın diğer canlılarla ortak yönleri vardır. Görünebilen tüm canlılar: Beslenirler, hücrelerden oluşmuşlardır, hareketlidirler, büyürler, çoğalırlar, solunum ve sindirim yaparlar. 

         Bütün bu özellikler canlıların “hayvan”lık boyutudur. Zaten insanı “insan” yapan özellikler de bunlardan hiçbiri değildir. İnsan, “insan” olma özelliğini, “iman” etmesinden kazanır. Çünkü insan akıl ve kalp sahibidir. Hayvanların akıl ve kalpleri olmadığı için iman etmezler.

         İşte,  yukarıda sayılan maddelerden insana özgü olan ve insanı hayvandan ayıran en büyüğü imandır. İmandır, çünkü insan, gücü sınırlı,  bağımlı ve muhtaç bir varlıktır. Kendinden daha güçlü olan, kendisi gibi bağımlı ve muhtaç olmayan birinin yardımı olmadan yaşayamaz. Güçsüzlüğünü, bağımlılığını ve muhtaç oluşunu her farkedişte bağlanacak, inanacak, güvenecek, sığınacak ve tutunacak birini arar.

         İnsanı hayvandan ayıran diğer önemli özellik ise ilimdir. İman ve ilim sayesinde insan, kendi hür iradesiyle Allah’a kulluk yaparak en güzel biçimdeki yaratılışına uygun bir hayat yaşayabilir. İman, ilim ve ibadetten uzak insan ise varlıkların en adisi olur. (Bkz. İsra, 70 ; Tin, 4 - 5 ;  Zariyat, 56 ;  Muhammed, 12 ;  A’raf, 179)                            

 

                   İnsanın Bazı Temel Özellikleri

         1) İnsan bilinçli bir varlıktır: İnsan, öz varlığının bilincindedir.Yani kendi yaratılışını, kâinatın niteliğini, kendisi ile kâinat arasındaki ilişkinin nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğinin bilincine sahiptir.

         2) İnsan seçme yeteneğine  sahip tek varlıktır: İnsan tabiata karşı, maddî ve ruhî isteklerine karşı, üzerinde egemen olan ilâhî ve beşeri otoriteye  karşı gelebilecek kabiliyettedir.

         3) İnsan, üretme (icat etme) yapar: En küçük şekillerden dev sanayi ürünlerine, güzel sanatlardan mimariye kadar pekçok yeni şeyler meydana getirir.

         4) İnsan meraklı bir varlıktır: İnsan, canlılar içinde en meraklı olan yaratıktır; hatta tek meraklı varlıktır diyebiliriz. Çünkü hayvanların herhangi bir şeye yönelmeleri meraklarından değil; içgüdülerinden kaynaklanır. Oysa insan, merakı sayesinde tabiatı ve kendisini keşfeder. Bu gün ulaşılan teknolojik gelişmenin ve sosyal bilimlerin temeli insanın tabiatı ve kendisini merak etmesine dayanır.

 

SORULAR

1-İnsan kelimesi hangi  kökten türemiştir ?

2-İnsan kelimesnin türediği sözcükler hangi manaya gelirler.

3-İslâm’a göre insan ne demektir ?

4-İnsan nedir sorusuna verilen cevap aynı zamanda kişinin inancı mıdır ?

5-Şimdiye kadar insan kaç şekilde tarif edilmiştir ?

6-Kur’an insanla ilgili hangi kelimeleri çok kullanıyor ?

7-İnsandaki âdemiyet neyi ifade ediyor ?

8-İnsanın beşer olmasını nasıl açıklayabiliriz ?

9-İnsanın âdemiyet yönüyle meleklerden daha üstün olabilir mi ?

10-Melekler hz. Âdeme secde etmekle emrolundular mı ?

11-Melekler hz. Âdem’in kendisine mi yoksa ondaki âdemiyet için, yani insan cinsinin üstünlüğü için mi secde ettiler ?

12-İnsan beşeriyet yönüyle hayvanlardan daha aşağı olabilir mi ?

13-Allah’ın insana kendi ruhundan üflemesi onun için ne anlama gelebilir ?

14-İnsanın fizikî varlığının topraktan olması onun için ne anlama gelebilir ?

15-Modern bilim insanın aslının toprak olduğunu doğruluyor mu ?

16-İnsan asıl değerini bedenî yönüyle mi, ruhî yönü ile mi kazanır ?

17-İnsanın fizikî yapısının ihtiyaçları nelerdir ?

18-İnsanın ruhunun ihtiyaçları nelerdir ?

19-İnsan bedenî ve ruhî ihtiyaçlarını karşılamadığı zaman ne olur ?

20-Allah’ın insana isyan (fücur) ve itaat (takvay) yeteneği verdi mi ?

21-Bunun anlamı nedir, tartışınız.

22-İnsan bağımlı mıdır, neye ?

23-İnsan muhtaç mıdır, neye ?

24-İnsan ve diğer canlılar arasındaki ortak özellikler nelerdir ?

25-İnsanı hangi özellik diğer canlılardan ayırır ?

26-İlim sahibi olma, insanı diğer canlılardan ayırır mı ?

27-İnsanın bazı özelliklerini sıralayınız.

28-İnsanın bilinçli bir varlık olması nedir, açıklayınız.

29-İnsan seçme yeteneği nedir, açıklayınız.

30-İnsanın üretme özelliğini açıklayınız.

31-İnsanın meraklı bir varlık oluşu özelliğini açıklayınız.

 

 

 

 

DERS   13:       İNSAN ve GÖREVİ 2


               *İnsan ve Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
               *Kur’an’da İnsan

               *İnsanın Yaratılması

 

Bu dersin amacı:

* İnsanın yaratılış hikmetini bilmesi.

* İnsanın yaratılmışlar arasındaki yerini ve sorumluluğunu bilmesi.

* İnsanın yeryüzündeki konumu ve görevini izah etmek.

* İnsanın diğer canlılarla arasındaki ortak ve farklı yönleri açıklamak.

* Kur’an’a göre insanın olumlu ve olumsuz yönlerini açıklamak.

* İnsanın genel özelliklerini ifade etmek.

 

 

                   Kur’an-ı Kerim’de İnsan        

         İnsanı en iyi tanıyan onun yaratıcısı olduğundan, onu en iyi tarif eden de O’dur.    

         Kur’an-ı Kerim’de insan gerçeği şöyle açıklanır:

         a-) İnsanın değer ve üstünlüğü

1-  İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. (Bkz. Bakara, 30; En’am, 165)

2-  İnsan, çok büyük bir ilmi kapasiteye sahiptir. Çünkü Allah, ona kendi ilminden öğretti. (Bkz. Bakara, 31 - 33)

3-  İnsan, Allah’ı tanıma kabiliyetini fıtratında taşır. Bunun için inkârcılık insanın kendi fıtratından bir sapmadır.  (Bkz. A’raf, 172; Rum, 43)

4-  İnsanın özünde, hayvanda ve bitkide bulunmayan büyük bir güç vardır. İnsan, hem maddedir, hem de mana; hem cisimdir, hem de ruh.  (Bkz. Secde, 9)

5-  İnsan, Allah’ın halifesi olduğu gibi, Allah’ın emanetini de taşır. Bu görevlerini yapıp yapmadığı konusunda sorumludur. (Bkz. Ahzab, 72)

6-  İnsan, ahlakî vicdana sahiptir. İyiliği ve kötülüğü seçme kabiliyetine sahip iradeli bir canlıdır. (Bkz. Şems, 8-10; İnsan, 3)

7-  İnsan, özünde şeref yüceliğini taşır. Allah, onu diğer varlıklara göre  daha üstün yaratmıştır. (Bkz. İsra, 7, 70; Tin, 4 - 5)  

8- İnsan, kendisini yaratan Allah’ı hatırlama kabiliyetine de sahiptir. Allah’ın yüce varlığını kavrar ve O’na varmak için tüm diğer arzulardan vazgeçebilir.  (Bkz. İnşikak, 6; Ra’d, 28)

9- Yeryüzündeki bütün nimetler insan için yaratılmıştır. Diğer yaratıklar onun hizmetine verilmiştir.  (Bkz. Bakara, 29; Casiye, 13)

10-  İnsan, Allah’a karşı sorumlu tutulmuştur. Yalnız Allah’a ibadet eder, O’na kulluk edip emrine itaat eder.  (Bkz. Zariyat, 56)

11-  İnsana yaratılış gayesi öğretilmiştir. Allah’ı unutursa, kendisini de unutmuş olacaktır. (Bkz. Haşr,19)

12-  İnsan, yalnız maddi meseleler için çabalayıp maddi yönünü tatmin etmez. O, Allah’ın rızasını hedeflerin en yücesi olarak seçebilir.  (Bkz. Fecr, 28; Tevbe, 72) 

          

         b-) İnsanın kötü tarafları

1-  İnsan, kendisini tanımazsa zalim ve cahil kalır. (Bkz. Ahzab, 72)

2-  Bazan Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek nankörlük yapar. (Bkz. Hac, 66)

3- İnsan, bazan kendini yeterli zanneder ve Allah’a ihtiyaç duymadığı anlayışıyla tuğyan eder (azar, taşkınlık yapar).   (Bkz. Alak, 6-7)         

4-  İnsan, işlerinde çoğu zaman acelecidir. (Bkz. İsra, 11)

5-  İnsan, zorluklarla karşı karşıya gelince Allah’ı hatırlar. Zorluklar geçip gidince sanki hiç bir olay olmamış gibi Allah’ı unutur. (Bkz. Yunus, 12)

6-  Allah’ın ikramını unutarak cimrileşir. (Bkz. İsra, 100)

7-  İnsan, hırs ve ihtiraslarla donatılmış bir varlıktır. (Bkz. Mearic, 19)

8-  İnsan, eğer kötülük görürse inler, sızlanır, bağırır ve yardım ister. Eğer kendisine nimet verilirse cimrileşir. (Mearic, 20 - 21)

9-  İnsan zayf yaratılmıştır. Acizdir.  (Bkz. Nisa, 28)

         Görüldüğü gibi, Kur’an-ı Kerim’e göre insanın iki ayrı cephesi vardır: Hayır ve şer tarafları. Kur’an-ı Kerim’de sayılan  iyi, üstün özellik ve kabiliyetler insanın özünde potansiyel olarak mevcuttur. İnsan, bunları açığa çıkarmak ve kuvvetlendirmekle görevlidir.

         İnsan iman ederse bütün bu iyi kabiliyetler ortaya çıkar. İman etmezse o zaman nefs-i emmarenin emrine girer ve insan Kur’an’da açıklanan kötülüklere esir olur. Yani insan, gerçekten iman edince insanlaşır. İmansız insanın insanlığı noksan olup ihtiraslarla, cimrilik ve hak yeyicilikle insan, vahşi hayvanlardan daha da vahşileşir.     

 

                   İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar

*İnsanın bilgisi hayvana göre çok geniş; arzu, istek ve idealleri yücedir.

*Hayvanlar tabiata hisleriyle, içgüdüleriyle bakar. İnsan ise, tabiatı merak eder ve hayvanlar da dahil tüm tabiatı denetimi altına alır.   

* Hayvanların tabiata ilişkin bilgileri yüzeyseldir. İnsan tabiatı incelerken varlıkların ve olayların içyüzüne inmeye, olaylar arasında ilişki kurmaya ve bunların gerisindeki gerçeği keşfetmeye çalışır. 

*  Hayvanların istekleri ve arzuları sadece kendilerine aittir. Hayvan, içinde yaşadığı hayvan topluluğun veya tüm hayvan âleminin istekleri ve mutluluğu için değil; kendi için yaşar. İnsan ise, önce kendisinden başlayarak ailesi, akrabası, komşusu, yaşadığı toplum ve tüm insanlığı düşünmek durumundadır; hem kendinin, hem de toplumun mutluluğu ve huzuru için çalışır.               

* Hayvanlar tabiat şartlarının zorlaması ve hayatî tehlikelerin dışında bulundukları yerden başka bölgelere göç etmezler. İnsan ise, böyle bir zorlama olmaksızın merak eder, seyahat eder, ülkesinin dışına çıkar, ticari işler yapar.     

* Hayvanların kendi geçmişlerini, türünün veya hayvanlar âleminin geçmişini bilmediği gibi geleceği ile ilgili de hiç bir tahmini yoktur. İnsan ise, kendi geçmişini, insanlığın ve kâinatın geçmişini araştırır ve geleceği ile ilgili endişe, telaş ve umut taşır.          

* İnsan aklı ile hareket eder, iradesini kontrol altına alır; hayvan ise içgüdüleri ile hareket eder.     

* İnsan iman eder, sorumluluk yüklenir. Hayvanların böyle bir sorumluluğu yoktur.      

* İnsan gerek fiziksel gerek ruhî açıdan eğitime muhtaç bir varlıktır. Dünyaya geldiğinde güçsüzdür ve  korunmaya muhtaçtır. Beslenme, yürüme, konuşma, kendini koruma, çevresiyle ilişki kurma gibi konularda bilgi, beceri ve yeteneği yoktur. Hayvan ise, dünyaya geldikten çok kısa bir süre sonra bu özelliklerini kullanabilecek kapasitededir.    

* İnsan yeteneklerini geliştirebilmesi için eğitime muhtaçtır. Hayvanlar ise, yeteneklerini doğumla beraber kazanmış olurlar. İnsanın eğitilebilir özellikleri vardır. Bunlar:      

1) Zekâ: İnsanın yüksek bir zekası, karmaşık bir merkezi sinir sistemi vardır. İnsan düşünebilen, yargıda bulunabilen tek canlıdır.

2) Anlatma ( ifade )  yeteneği: İnsan çok değişik sesler çıkarır. Bu sesleri bir araya getirerek cümleler kurar, bu cümleleri birtakım sembollerle anlatır.   

3) Ellerinin yapısı ve vücudunun dik durması: İnsanın eli, yapısı itibariyle her biçimde ve boyutta cismi tutma ve kullanmaya elverişlidir. İki ayağı üzerinde durması, ellerinin boş kalmasına, bu sayede üstün  ve yapıcı bir varlık olmasına yarar.    

4) Öğrenme ve yeni denemelerde bulunma yeteneği: İnsan daima amaçlı ya da amaçsız olarak çevresinde olup bitenleri, eşyayı dikkatle gözleme, inceleme ve  değerlendirme yeteneğine sahiptir. İnsanda daima yeni şeyler üretme arzusu vardır.  

 

                   İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi

         Hayatın ve insanın başlangıcı meselesi alimleri düşündüren  ciddi bir meseledir. Kimileri insanı tabiatın yarattığına, kimileri hayvandan evrimleşerek türediğine inanmaktadır. 

         İslâma göre; Allah insanı topraktan yaratmış, ona kendi ruhundan üfleyerek can vermiştir. Buna göre insan da dahil tüm varlıklar Allah tarafından yaratılmıştır. İlk insan ve ilk peygamber  H.z Adem (a.s.) Allah tarafından yaratılmıştır. Bu yaratılış bir anda değil, aşama aşama gerçekleşmiştir. Şimdi bu aşamaları Kur’an ifadeleri ile açıklayalım:       

         Birinci aşama, toprak (türab); “Allah sizi topraktan yarattı...” (Fatır, 11)

         İkinci aşama, çamur (tıyn) ;  “O Allah ki sizi çamurdan yarattı...”  (En’am, 2)

         Üçüncü aşama, çamurun özü (Min sülâletin min tıyn); “Andolsun ki, biz insanı çamurun özünden yarattık...” (Mü’minun, 12)

         Dördüncü aşama, yapışkan çamur (tıyn’in lazib); “Şüphesiz biz onları yapışkan çamurdan yarattık...” (Saffat, 11)

         Beşinci aşama, şekillenmiş kara balçık (Hame-in mesnun); “Andolsun ki, biz insanı kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık..” (Hicr, 26)  

         Altıncı aşama, kuru çamur (Salsal);  “İnsanı ateşte pişmiş gibi  kuru çamurdan yarattık.” (Rahman, 1

         Yedinci aşama, insan şekline koyma ve ruh verme; “Onu (Adem’i) düzenleyip insan şekline koyduğum zaman ona ruhumdan üfledim..” (Hicr, 29)

 

                   Kur’an’da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği

         “Hani Rabbin Meleklere Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti. Onlar da: ‘Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz’ dediler; Allah: ‘Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim’  dedi.

 Ve Adem'e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. ‘Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin’ dedi.

Cevap verdiler ‘Sen münezzehsin, Senin öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen hem bilensin, hem hakimsin’.

Allah, ‘Ey Adem, onlara isimlerini söyle’ dedi, Adem isimlerini söyleyince, Allah; ‘Ben gökler ve yerde görünmeyeni biliyorum, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim, diye size söylememiş miydim?’ dedi.

Meleklere ‘Adem'e secde edin’ demiştik, İblis müstesna hepsi secde ettiler, O ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu..”  (Bakara, 30-34)

         “And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, "Âdem'e secde edin" dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.”  (A’raf, 11)

         “And olsun ki, insanı kuru balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık. Cinleri de, daha önce dumansız ateşten yarattık. Rabbin meleklere: ‘Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın’ demişti.”  (Hicr, 26-29)

         Bu ve benzeri âyetlerden yola çıkarak Hz. Âdem’in şahsında insan olmanın üstüklükleri şunlardır diyebiliriz:

a) Allah, insanı yeryüzünün halifesi (arzın efendisi) yapmıştır.

b) Ona ilâhî ruhtan üflemiştir.

c) Melekler ona secde etmiştir.

d) Tüm eşyanın isimlerini ona öğretmiştir.

 

SORULAR
1-İnsan üstün bir varlık mıdır?

2-Kur’an’a göre insanın üstün tarafları nelerdir, sayınız.

3-İnsan, yeryüzünde nedir?

4-İnsan, bilgi, irade ve güç sahibi midir?

5-İnsan hem madde hem mana mıdır?

6-İnsanın yaratılışı ibadet etmeye, emaneti taşımaya, iyi şeyleri yapmaya meyilli midir?

7-Bütün nimetler kimin emrine verilmştir?

8-İnsanın yaratılış gayesi var mıdır, hareketlerinden sorumlu mudur?

9-İnsan cahil ve nankör müdür?

10-İnsan aceleci ve unutkan mıdır?

11-İnsan cimri midir, ihtirasları var mıdır?

12-İnsanın kötü tarafları nelerdir, sayınız.

13-İnsanın kaç cephesi vardır?

14-İnsan iman ederse fıtratındaki iyi kabiliyetler ortaya çıkar mı?

15-İnsan ile hayvanlar arasındaki önemli farklılıklar nelerdir?

16-İnsan merak sahibi midir?

17-İnsanın bilgi sahibi olması belirgin bir özellik midir?

18-İnsan kimin için hayvanlar kimin için yaşarlar?

19-İnsan ne ile, hayvanlar ne ile hareket ederler?

20-İnsanın yeteneklerini geliştirmek için ne yapılması gerekir?

21-İnsanın yaratılmışlar arasında ayrı bir yeri ve sorumluluğu var mıdır?

22-İnsanın diğer canlılarla arasındaki ortak özelliklerini açıklayınız.

23-İnsanın genel özellikleri nelerdir?

24-İnsanın kaynağı (menşei) hakkında neler söylenmiş?

25-İslâma göre insanın oluşumu nasıldır?

26-İlk insan hangi aşamalardan geçerek yaratılmış?

27-İnsanın yaratılması ile ilgili âyetleri hatırlayınız.

28-İnsanın yeryüzündeki konumu ve görevi nedir?

29-Hz. Âdem’in şahsında insan olmanın üstünlükleri nelerdir?

 

 

 

 

DERS   14:     İNSAN ve GÖREVİ  3


         *İnsan Ne Zamandan Beri Müslümandır?
         *İnsan Nereden Gelmiştir?

         *İnsanın Görevi.

         *İnsan Nereye Gidecek?

 

Bu dersin Amaçları:

* İnsanlar arasında sevgi, kardeşlik, barış ve adalet duygusu sağlamak.

* Dünya ve ahiret arasında denge kurmak. Hiç ölmeyecekmiş gibi

   dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmak.

* Beden, ruh ve  akıl açısından gelişmek ve olgunlaşmak.

 

                   İnsanınYaratılışı  (“Nereden Geldim?”)

         Allah’a inanmadıkları için, insanın Allah tarafından yaratıldığını da kabul etmeyen maddeciler, insanın tabiattan geldiğini, yani insanı tabiatın yarattığını iddia ederler. Kör ve şuursuz bir tabiatın nasıl yaratıcı olabileceğini izah edemeseler de, hiç değilse kendilerini kandırmak için bir yaratıcı bulma ihtiyacıyla, tabiata yaratmada yardımcı olarak tesadüfü de ortaya atarlar.

         Maddecilerin “nereden geldik?” sorusuna cevap olarak, maymundan geldikleri şeklindeki bir başka iddiaları ise, değil insanların; kargaların (hatta maymunların) bile güleceği bir uydurmadır. Domates tohumundan biberin, patlıcandan karpuzun, nohuttan mercimeğin olmadığı gibi, itten de koyun sürüsü, maymundan da insan nesli türeyemez. İnsanın maymundan türediğini savunanlar, Allah’ın varlığını inkârda olduğu gibi, insanın kendisini tanımasına engel olarak ona hükmetmeyi hedeflemişlerdir.

         İnsan maymundan türediyse, maymunu kim yarattı? Maymun başka varlıklardan türediyse onları kim yarattı? Onları yaratan Allah, insanı yaratamaz mı? İnsan maymundan türediyse bugün maymun olarak yaşayan hayvanlar treni nasıl kaçırdılar? Onlar niye insan olamadılar?

         Bu maddecilere göre, şans tarihte sadece bir tek maymuna gülmüş ve o, maymunluktan kurtularak, onun nesli insan olarak devam etmiştir. Diğer maymunların suçu neydi de bir türlü evrimleşerek maymunluktan kurtulup insan olamadılar? Aslında bu iddiayı savunup hayvanlaşanlar, kendi seviyelerini yükseltip hayvanlara eş olmaya çalışıyorlar. Allah (c.c.), insanda bulunan melek ve âdemiyet tabiatının özelliklerini kaybettiklerinden böyleleri için şöyle buyurmaktadır:

      “Onlar hayvan gibidir, hatta hayvandan daha aşağıdırlar.” (A’raf, 179)

         “Muhakkak ki biz insanı en güzel bir şekilde yarattık.” (Tin, 4)

         İman ve akıl gibi özelliklerle hayvandan çok farklı olan insanın, temel manevi özelliklerini görmezden gelerek insanı hayvan diye tanımlayanlar vardır. Bunlar, insana insandan bir ata yakıştıramadıkları gibi, insanı konuşan hayvan, düşünen hayvan gibi hayvan olarak ifade etmek isterler. Bu yaklaşım, insanı sömürmek, istedikleri gibi gütmek için onu hayvanlaştırmak, sürüleştirmek ihtiyacından kaynaklanmıştır.

         Mü’minler, “nereden geldin?” sorusuna cevap olarak, ilahi vahyin haber verdiği şekilde, Allah’dan geldiklerini, yani evreni ve içindeki herşeyi olduğu gibi, kendilerini de Allah’ın yarattığını belirtirler.  Bütün müslümanlar, Hz. Âdem’in Allah tarafından topraktan yaratıldığına; diğer bütün insanların da Hz. Adem ve onun hanımı Hz. Havva’dan çoğaldıklarına inanmak mecburiyetindedirler.

         “Ey insanlar! Sizleri bir tek kişiden (Adem’den) yaratan, ondan da eşini (Havva’yı) vücuda getirerek, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbınızdan korkun.”  (Nisa, 1)

      

Ne Zamandan Beri Müslümanım? (“Dünyaya Ne Olarak Geldim?”)

         Dünyaya hangi inançla geldik? Maddecilerin bu soruya nasıl cevap verecekleri, kendilerini ilgilendirir ama, biz, dünyaya “müslüman” olarak geldik, diye cevap veririz. Bütün insanlar doğarken müslüman olarak doğarlar ve dünyaya müslüman olarak gelirler. Peygamberimiz bu gerçeği şöyle ifade buyurur:

         “Her doğan, İslam fıtratıyla doğar.” (Sahih-i Buhari, Cenaiz 80 ; S. Müslim Kader, 22 ; Tirmizi, Kader 5)

         Doğmadan çok önce, ta “kaalu bela” zamanından beri müslümanız. 

         Kaalu Belâ Ne Demektir?

         “Ne zamandan beri müslümansın?” sorusuna; “kaalu bela” zamanından beri müslümanım  diye cevap veririz. Allah dünyayı, varlıkları yaratmadan önce, gelmiş ve gelecek bütün insanların ruhlarını yaratarak, bunları ilâhî huzurunda toplamış ve kendilerine:

         “Ben sizin Rabbınız değil miyim?” diye sormuştu. Ruhlar da: “evet, Sen bizim Rabbımızsın” demişlerdi. (Bkz. A’raf, 172)

         İşte, bu konuşmanın olduğu zamana “kaalu bela” zamanı denir.  Rabbımız, ruhların bu sözlerinde durup durmayacaklarını bizzat kendilerine göstermek, her türlü niyet ve işlerinde kendilerini görgü şahidi yapmak için, her ruhu ayrı bir cesede yerleştirerek dünyaya göndermektedir. Akıllı insan, kaalu belada, Allah’ın huzurunda verdiği kulluk sözüne ömrü boyunca sadık kalan insandır. 

                              

                   İnsanınYaratılış Gayesi  (“Dünyaya Niçin Geldim?”) 

         Maddecilere göre insan, dünyaya gelir, her canlı gibi yer, içer, nefsi arzularını yerine getirir ve sonra toprağa karışır gider. Yani, insan yaşamak için yaşar. Basit dünyevi hedeflerin ötesinde bir yaratılış amacı yoktur. O, ot gibi yaşayıp gideceğini, sonra ot gibi kuruyup yok olacağını zanneder.

         İslam’a göre, insanın yaratılış gayesini Allah (c.c.) belirlemektedir:       

         “Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) 

         “Sizi boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun, 115)                                                                

         İnsan, yalnız yemek, içmek, gezmek tozmak için yaratılsaydı insanın herhangi bir hayvandan farkı olmazdı. İnsan boş yere yaratılmamış ve başı boş bırakılmamıştır. O, bir görevi yerine getirmek için yeryüzüne gönderilmiştir. Kendisi gibi herhangi bir yaratığa kul, köle olmak için değil; yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek, dünyada Allah’ın hükmünü hakim kılmak için yaratılmıştır. İnsan, nefsi için değil; Allah’a ibadet etmek için, şu fani dünya için değil; ebedi hayat için yaratılmıştır.

 

                   İnsanın Konumu ve Görevi

  1. a) İnsan çok değerli bir varlıktır. Aklı ve iradesiyle diğer varlıklardan ayrılır.
  2. b) Herşey onun hizmetine verilmiştir.
  3. c) Kainattaki herşey onun destekleyicisi ve yardımcısıdır.
  4. d) Tabiat,hayvan, bitki, eşya, hayat, toplum, ve diğer insanlarla uyum içindedir.
  5. e) Özünde, ruhunda, vicdanında, zihninde kısaca yaratılışında güvenlik, barış, iyilik, güzellik, merhamet, sevgi ve insaf vardır.           
  6. f) İnsanın zaafları, ihtiyaçları, eksiklikleri vardır.
  7. g) Başıboş yaratılmamıştır. Yeryüzünde önemli görevleri vardır.
  8. h) İnsanın asıl görevi kulluk ve yeryüzünde Allah’ın halifesi olmaktır.

                                     

                   İnsan Ölünce Ne Olacak? (“Nereye Gidiyorum?”)

         Allah’dan geldim, Allah’a gidiyorum. Ecelim geldiğinde her canlı gibi ben de ölüm denilen geçitten geçerek gayb alemine giderim. Şu bir gerçektir ki, ölmek, yok olmak değildir. Ölüm, insanı oluşturan asıl öge olan ruhun, elbisesi durumunda olan geçici beden ögesinden bir müddet ayrılıp onu terketmesidir. İnsanın fiziki yapısıyla ilgili faaliyetleri dursa bile, ruh bakımından bağlı bulunduğu hususlarla hiçbir zaman ilgisi kesilmez. Yani, maddi faaliyetler son bulur, ruhî değerlere bağlı hareketler aynen devam eder. Ruh aleminin özelliklerini anlamak için Cenab-ı Hak, uyku denilen olayla her gün maddi ve duygusal varlığımızdan ayrılıp ruhanî alemin özelliklerini seyretmemizi sağlamıştır.

         Müslüman açısından ölüm, korkulacak bir olay değil; esas yurdumuz, baba mekânımız olan cennet yurduna, sonsuz aleme göç etmek demektir. Zorluk ve yoklukların sona ermesi, sevdiğimiz her şeye kavuşma demektir. 

 

SORULAR

1-Allah’a inanmayanlar ‘insan nereden geldi?’ sorusuna ne derler?

2-İnsanın maymundan türediği iddiaları için ne denebilir?

3-İnsan, bir hayvandan türemiş olabilir mi, tartışınız.

4-Bazıları acaba niçin insanın aslı hayvandır diyorlar?

5-Mü’minler ‘nereden geldin ?’ sorusuna nasıl cevap verirler?

6-Mü’minler ‘dünyaya ne olarak geldin?’ sorusuna nasıl cevap verirler?

7-‘Kâlû belâ’ ne demektir?

8-Kâlû belâ’yı nasıl anlamak gerekiyor?

9-İnsanın yaratılış amacı nedir?

10-İnsan sadece yeme-içme için mi yaratıldı?

11-İnsanın konumu nedir ?

12-İnsan boşu boşuna mı yaratıldı ?

13-İnsan ölünce ne olacaktır?

14-Ölüm yok olmak mıdır ?

15-Uyku yarı ölüm müdür ?

16-Ölüm korkulacak bir şey midir ?

 

 

 

 

 

DERS   15 :    İMAN GERÇEĞİ 1


         *İman ve İslâm bağlantısı,
         *İnsanlar niçin iman ederler

 

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir.

1-Her insanın inanma ihtiyacıyla yaratıldığını hatırlamak.

2-İnsanın kendisine nimet verene inanması gereğini hatırlatmak.

3-İmanın sebep ve sonuçlarını açıklamak.

4-İman ve İslâmın ayrı şeyler olduğunu öğrenmek.

5-İslâmın teslimiyet, imanın ise kalpteki ikrar olduğunu, imanın kalbin eylemi, İslâmın ise bedenin amelleri olduğunu öğrenmek.

6-Selâm vermenin müslümanlar arasında barış ve güveni sağladığını hatırlamak.

7-İman etmeden müslüman olmanın imkansızlığını vurgulamak.

 

                   İnsanlar Niçin İman Eder? İmanın Sebep ve Sonuçları

         İnsan niçin iman eder? Çünkü iman, tabii bir ihtiyaçtır. İnsanın fıtratında inanma, bağlanma ve güvenme hisleri vardır. İnsan, inanmadığı, bağlanmadığı ve güvenmediği zaman yaşamanın bir  anlamı ve değeri kalmaz.

         Her insan bir şeylere inanır, ama kurtarıcı olan iman, hakka - doğruya inanmadır. İman hissini kötüye ve olumsuz olana kullanarak şeytana tâbî olmak ve azgınlaşıp kendi Allah'a muhtaç görmemek, her dakika soluduğu havayı verene nankörlük/küfr etmek, cehenneme davetiye çıkarmaktır. Fakat, doğru bir şekilde iman edip, Allah'ın hidayetine uymak, cennete adım adım yaklaşmaktır.

         "Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeple, onun işitmesini ve görmesini sağladık. Sonra da ona gideceği yolu gösterdik. Ya şükreder (bu yoldan gider) ya da küfreder. Kâfirler için elbette zincirler, halkalar ve alevli cehennem hazırladık."  (İnsan, 2-4)   

         "İman edenlere ve doğru hareket edenlere müjdele ki, onlara altından nehirler akan cennetler vardır." (Bakara, 25)  

         İman, kişiye yalnızca ahirette mutlu bir hayat sağlamakla kalmaz; bu dünyada da huzur, saadet ve büyük bir güç kazandırır. (bak. Nur, 55)

         Müjdeler, mü'minler içindir. (Ra'd, 29) Allah, onların kalbine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruhla desteklemiştir. (Mücadele, 22) Şeytanî güçler onları ezmeye yol bulamaz. (Nahl, 99; Sebe', 20) Onlara yardımcı olmak Allah'ın bizzat kendisi, üzerine yazdığı bir görevdir. "Mü'minlere yardım etmek, bize haktır (bize düşen görevdir)." (Rum, 47) Allah, iç huzuru ve doygunluğu onlara nasib etmiştir. (Bkz. Tevbe, 26; Feth, 4) Korkmak, üzülmek, kedere yenik düşmek onlara uzaktır. (Bkz. Al-i İmran, 139) Allah'ın lütuf ve bağışı mü'minler içindir. (Âl-i İmran, 152) Mü'min, böylesine onurlu olduğu içindir ki, bir mü'mini kasten öldüren, ebediyyen cehennemde kalır. (Nisa, 93) "Şu bir gerçek ki, iman edip salih amel işleyenler, varlıklar dünyasının en hayırlılarıdır." (Beyyine, 7)

 

                   İman ve İslâm

         “Taşralılar (bedeviler)  ‘iman ettik’  dediler. De ki:  ‘Siz iman etmediniz, fakat  ‘İslâm olduk’  deyiniz. Çünkü daha iman kalplerinize girmedi.” (Hucurat, 14)

         Âyetten de açıkça anlaşılacağı üzere iman ve İslâm birbirini tamamlayan, lâkin birbirinden farklı anlamlara sahip kavramlar olarak kullanılmaktadır. Ayetteki  “İslâm olduk”  ifadesi, “müslüman olduk” tur ve imandan farklı olarak değerlendirilmiştir. 

         İman ve İslâm ayrımı, bir başka âyette de yapılır:

         “Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar...” (Ahzab, 35)

         Allah Rasûlü, iman ve İslâm’ı şöyle açıklamışlardır: “İslâm, dışta ve görünürde; iman, içte ve kalpte olandır.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned)   

         Bu hadiste de iman ve İslâm bir şeyin iki yüzü gibi birbirinden ayrılmayan, lâkin birbirinin aynı da olmayan bir olgu olarak tanımlanmaktadır. İmanla İslâm’ın birbirinden ayrı ve bağımsız olmadığının en güzel delili, sonradan “İslam’ın şartı beştir” gibi yanlış anlaşılan şu hadistir: “İslâm beş şey üzerine bina edildi: Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, hac ve Ramazan orucu.” (Buharî, İman 8)

         Bu meşhur hadiste beş madde var. Bunlardan dördü organlarla ilgili eylem: Namaz, zekat, hac ve oruç. Bunlar ameli ilgilendiren maddeler.  Geriye  bir  madde  kalıyor ki, o da  kelime-i şehâdette  ifadesini bulan Allah’ın tekliğini ve Hz. Muhammed’in O’nun rasûlü olduğunu ikrar. Diğer dört madde, bu birinci maddeye bağlı. Şehâdet olmadan ne namaz ve zekat, ne hac ve oruç olur. Yalnız bu beş madde arasında temel bir benzerlik var. O da bunların tümünün zahirde olup biten şeyler olması. Hadisteki birinci madde insanı yanıltmamalı. Orada  “iman etmek” değil;  “şehâdet etmek”  şart koşulmaktadır. Şehâdet etmek ise, sözle yapılan zahirî bir eylemdir, yani ameldir; dilin ameli.

         İslâm, teslim olmak, müslümanlardan sayılmak, şer’î hukuka tâbi olmak, müslümanların sahip olduğu haklara sahip olmak demektir. İslâm, imanın aynısı da değildir. Öyle olsaydı, Cebrail, Allah’ın Rasûlü’ne bir  “İman nedir?”  bir de  “İslâm nedir?”  diye ayrı ayrı sormazdı ve O da ayrı ayrı cevaplar vermezdi.  İman sorulduğunda “Allah’a, meleklere, kitaplara, rasûllere, ahirete ve kadere iman etmek” (Buharî, İman 47; Müslim I/ 161-162) olarak tarif eden Allah Rasûlü, kendisine İslâm sorulduğunda namaz, zekat, oruç ve haccı zikretmiştir. (Buharî, İman 47; Müslim, I/ 161)

         İmanı, iç güvenlik olarak tanımlarsak; İslâm da dış güvenliktir. Bu nedenle Allah Rasûlü toplumsal güvenin sağlanmasında kişiye düşen görevi  “iman”la değil;  “İslâm”la tanımlamıştır:

         “Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Buhari, İman 10)

         “Müslüman kimdir?” sorusuna şu cevabı verebiliriz: İslâm’a sarılıp kurtuluşa (selamet) eren, insanların da elinden ve dilinden selamette olduğu; varlığı, bireysel ve toplumsal barışın (selâm) garantisi ve bu garantiyi, karşılaştığı her insana selâm vererek ortaya koyan insandır.

         İşte bu hadis, mü’min bireyin sözkonusu barış garantisinin taahhüdüdür. Onun için selam vermek “en hayırlı İslâm”  olarak tanımlanmıştır: “Bir adam Nebi’ye sordu:  ‘Hangi İslâm daha hayırlıdır?’  Buyurdu ki:  “Açları doyurursun, ister tanı ister tanıma selâm (barış ve güven taahhüdü) verirsin, işte en güzel İslâm budur.” 

         Selâm, mü’minin mü’mine verdiği barış ve güven parolasıdır. Bu parolayı veren de alan da birbirleri için mü’min (güvenilir) kimselerdir. Bu nedenledir ki “selam” , aynı kökten geldiği  “İslâm”ın bir yansıması olarak ortaya çıkar. İslam’sa, imânın bir tezahürüdür.

         İman etmeden  “İslâm olmak”  kendi içerisinde iki kısımda açıklanır:

         1-İmana ulaşmadan müslüman olanlar: Bunun örneği Hucurat, 14’deki bedevilerdir. Onlar, bilinen manada münafık değildiler. Onlar, çeşitli sosyal ve siyasal nedenler yüzünden imana ermeden İslâm’ın siyasal hâkimiyetine teslim olmuş insanlardı. Bu nedenle sözkonusu âyette Allah, onların iman olarak niteledikleri şeyin gerçek adının  “İslâm”  olduğunu izah etmiş ve ardından şu garantiyi vermiştir:

         “Eğer Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederseniz, O yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 14)

         2-İmana ulaştıktan sonra onu reddedip müslüman görünenler: Bu da iman etmeden müslüman olmak olarak adlandırılabilir. Ne ki, birincisiyle bu ikinci arasında derin bir fark vardır. Birinciler imandan habersizken; ikinciler haberlidir. Birinciler bilinçsizken; ikinciler bilinçlidir. Çünkü bedeviler gerçekten teslim olmuşlar ve bunu da  “iman”  zannetmişlerdir. Bu ikinci kesime giren müslüman tipi olan münafıklarsa,   bilinçli bir biçimde küfrü tercih ettikleri halde dıştan müslüman görünmeyi menfaatleri açısından daha yararlı bulmuşlardır.  

      “Onlar ki inadılar, sonra inkâr ettiler; daha sonra inandılar yine inkâr ettiler, sonra inkârları arttı.” (Nisa, 137)

 

SORULAR

1-Her insanın inanma ihtiyacıyla mı yaratılıyor?

2-Önemli olan bir şeye inanmak mıdır yoksa hak olana inanmak mıdır?

3-İnsan kendisine nimet verene mi inanmalı?

4-İman sadece ahiret mutluluğu mu sağlar?

5-Kur’an’da iman edenlere ne gibi müjdeler vardır?

6-İman ve İslâm aynı şeyler midir?  

7-İman ve İslâm birbirini tamamlar mı?

8-İmanın ve İslâmın birbirinden bağımsız olmadığının delili hangi hadistir?

9-Cibril hadisinde Cebrail, niçin iman nedir, İslâm nedir diye ayrı ayrı sordu?

10-İman iç güven, İslâm dış güven midir, açıklayınız.

11-İslâm teslimiyet, iman kalpteki ikrar mıdır?

12-İman kalbin eylemi midir?

13-İslâm bedenin ameli midir?

14-İslâmın şartı mı beştir, yoksa İslâm beş temel üzerine mi bina edilmiştir?

15-İslamın temel şartları arasında ne gibi ilişi vardır, inceleyiniz.

16-Müslüman kimdir sorusuna nasıl cevap verilebilir?

17-İslâmın hangi işleri hayırlıdır?

18-Selamın manası nedir?

19-Selâm vermek müslümanlar arasında barış ve güveni sağlar mı?

20-İman etmeden müslüman olduğunu iddia etmenin kaç çeşidi vardır?

21-İmana ulaşmadan müslüman olanların durumu nedir?

22-İmana kavuşturduktan sonra müslüman görünenlerin durumu nedir?

23-İman etmeden müslüman olunabilir mi?

 

 

 

 

DERS   16 :    İMAN GERÇEĞİ 2


         *İman ve amel

         *Sahih imanın özellikleri

         *İman Kazandırdıkları

 

Bu dersi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir :

1-Sahih bir imanın nasıl olması gerektiğini öğrenmek.

2-Sağlam bir imana sahip olan müslümanın hayatında bu imanın nasıl etkili olduğunu hatırlamak.

3-İman ve amel ilişkisini tekrar gözden geçirmek.

4-İman etmenin amel salih amel işlemeyi gerektirdiğini öğrenmek.

5-Kur’an’da ve hadislerde bazı amellerin iman olarak sayıldığını dile getirmek.

6-İman etmenin müslümana dünyada ve ahirette neler kazandırdığını kısaca tekrar etmek.

 

                   Sahih İmanın Özellikleri 

         Din, iman ve İslâm’ın her ikisinin ortak adıdır. Çünkü iman tasdik, İslâm ameldir. İman, kalbin ameli; İslâm, bedenin imanıdır. İmanla İslâm arasındaki ilgi, imanla amel arasındaki ilginin aynısıdır. 

         Kuru bir  "iman ettim"  sözü elbette yeterli değildir. İmanın gerçeği de bu değildir. Söz verme, kalbin tasdiki ve beynin kabulü ile olmalıdır.  İman sözünün verildiği anda, kişi  "ben, Allah'tan başka ilâh olmadığına şahit olarak, bütün benliğimle Allah'a bağlanıyorum. O'nun otoritesine giriyorum."  demiş olur.

         Sonra da O'nun otoritesini hiçe sayıp, heva ve hevesleri doğrultusunda hayatını sürdürürse, bu kişi imanı anlamamış ve benimsememiş demektir. Allah'ın emirlerine karşılık kendi isteklerini yerine getiren eksik iman ediyor demektir. Kim, kimin isteklerini kayıtsız şartsız yerine getirirse, o, onun kuludur. 

         İman, itaat ve teslimiyet ile birlikte varlığını korur.

         "Allah'a ve Peygamber'e iman ve itaat ettik derler. Sonra da onlardan bir grup, bunun ardından yüzçevirir, bunlar mü'min değillerdir." (Nur, 47) 

         "Ey iman edenler, Allah'a ve Peygamberi'ne itaat ediniz. İşitip dururken, itaatten yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde 'işittik'  diyenler gibi olmayın. Zira Allah katında hayvanların en şerlisi, akıl etmeyen sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal, 20-22)

         Görüldüğü gibi âyet, Allah'a itaat etmeyenleri işitmeyen ve görmeyen, aynı zamanda akılsız, en aşağılık mahluklar olarak tanımlıyor.

         "Ey iman edenler, Allah'tan korkulması gerektiği gibi korkun ve ancak O'na teslim olmuş olarak can verin." (Âl-i İmran, 102)

         İman, gerçek olup olmadığı ortaya konması için Allah tarafından imtihan edilir. Mü’minler bu imtihanı kazanırlar:

         "İnsanlar,  'iman ettik'  demekle bir imtihana çekilmeden bırakılıvereceklerini mi zannediyorlar? Halbuki biz, kendilerinden öncekileri de denemiştik. Allah, elbette imanlarında doğru/sâdık olanları ortaya çıkaracaktır ve elbette yalancı olanları da belirleyecektir."  (Ankebut, 2-3)

         Allah’a iman, insan ile yaratıcısı arasında en şerefli bağı teşkil eder. Zira yeryüzünde en şerefli varlık insandır. İnsanın en şerefli yeri kalbidir. Kalbin de en şerefli şeyi imandır. Bu bakımdan iman ve hidâyet, nimetlerin en üstünü ve Allah’ın en büyük lütfudur.

         “Allah imanı size sevdirdi. Onu kalplerinizde süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı size çirkin gösterdi. İşte rüşdünü bulanlar da onların ta kendileridir.” (Hucurât, 7)

         İmanın amellerle tezahürü, yani dışa yansıması olmalıdır. Güneşten ısı, gülden koku saçıldığı gibi, imandan da ameller saçılmalıdır. İmanın söz, fiil ve eylemlerle ispatlanması gerekir. “İman, istek ve süsten ibaret değildir. Ancak iman, kalpte yerleşip amelde kendisini gösterendir.”

         Bir mü’min için, Allah ve Rasûlü’nün her şeyden çok sevmek de imanın gereğidir. Allah’ı ve Rasülünü sevmek demek, Allah’ın hükümlerine ve Rasûlüllah’ın tebliğ ettiklerine fiilen bağlanmak demektir. ( Bak. Tevbe, 24)

         İman, ancak Allah’a ve Rasûlü’ne karşı sevgi, şeriatın tümüne bağlılıkla tamamlanır. Rasûlüllah, bu konuda şöyle buyurur:

         “Şu üç şey kimde olursa, o kimse imanın zevkini alır: 1- Kendisine, Allah ve Rasûlü’nün her şeyden sevimli olması, 2- Sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmesi,  3- Ateşe atılmaktan nefret ettiği gibi, küfre dönmekten de nefret etmesi.” 

         İman dediğimiz şey, Allah ve Rasûlü'ne karşı sevgide şekillendiği gibi, Allah'ın dinini yüceltmek ve koruma konusunda da kendini gösterir. İman, İslâm uğruna çalışmayı da emreder.   

         "Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Rasûlü'ne iman ettikten sonra şüpheye sapmayıp, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. İşte onlar, imanlarında sâdık (doğru) olanların ta kendileridir." (Hucurat, 15)

         İman, meyvesiz, odun kütüğü olmuş bir ağaç değildir. İman ağacının mutlaka eseri ve meyvesi görülmelidir. İmanın meyvesi, Allah'tan korkup Allah'ın murakabesi (kontrolü) altında olduğumuzu bilmektir. Şüphesi Allah'ı tanıyan kişi, kendi kusurlarını idrak eder ve O'ndan korkar ve ona göre hazırlık yapar.

         "Allah'ın gönderdiği risaleti tebliğ edenler, O'ndan korkanlar ve başka hiçbir kimseden korkmayanlar var ya, işte bu, Allah'ın dinine dosdoğru uyan hak ehlinin sıfatıdır." (Ahzab, 39)

         İmanın varlığının en güzel isbatı, vahye sarılmaktır. Çünkü vahy,   en sağlam kaynaktır.  Vahye sarılmak, Allah'a bağlanıp, araya aracılar koymadan, doğru olanı kendisinden almaktır. 

         "Aralarında hükmetmek üzere, Allah'ın Rasûlü'ne davet olundukları zaman, mü'minlerin sözü ancak,  'dinledik ve itaat ettik'  demelerinden ibarettir. İşte asıl amaçlarına erenler bunlardır. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse, Allah'tan korkar ve O'ndan sakınırsa, işte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Nur, 51-52) 

         "Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdikleri zaman, mü'min erkek ve mü'mine bir kadın için işlerinde muhayyerlik (başka şeyi tercih etme özgürlüğü) yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne isyan ederse, muhakkak ki o, apaçık bir sapıklığa sapmıştır." (Ahzab, 36) 

         Mü’minler iman ettikten sonra, kendi heva ve hevesine göre hareket edemezler. Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederler, isyan etmezler. 

     

                   İman ve Amel

         İman ile amel, birbirini tamamlayan iki husustur. İman olmadan amel, Allah katında kabul görmediği gibi;  güzel amellerle süslenmeyen kalbteki imanın manevî zevk vermez. İman, kalp toprağına atılan bir tohumdur. İbadetler, güzel ahlâk onun yeşermesini sağlayan araçlardır.  “İmanı korumak, kazanmaktan daha zordur.” sözü meşhur olmuştur. 

         İmanın tanımlandığı ayetlerin hemen tamamında imanla amelin yan yana gelmektedir. Özellikle iman ve salih amelin birlikte kullanıldığına şahit oluruz. Hatta kinâye olarak Kur’an’da amel, iman olarak adlandırılmıştır. “Allah imanlarınızı zâyi edecek değildir.”(Bakara, 143) 

         İman-amel ilişkisini sahih hadislerde de görüyoruz. “Nebi’ye soruldu: ‘Hangi amel daha efdaldir?’ “Allah ve Rasûlü’ne iman” buyurdu. ‘Sonra hangisi?’  diye soruldu. “Allah yolunda cihad” buyurdu. Ardından yine soruldu: ‘Sonra hangisi?’  Cevapladı:  “Hayır üzere yapılmış bir hac.” (Buharî, İman 26)

         Rasûl’ü sevmek imandandır: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, ben, içinizden herhangi birine babasından ve evladından daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamazsınız.” (Buharî, İman 14)

         Allah yolunda cihad, imanın bir parçasıdır: “... Andolsun Allah yolunda öldürülüp sonra dirilmeyi, sonra öldürülüp bir daha dirilmeyi ve yine öldürülmeyi ne kadar isterdim.” (Buharî, İman 37)

         Haya da imandandır: “Haya imandandır.” (Buharî, İman 24)

         Allah için sevmek, kızmak, vermek ve engel olmak da imandandır: “Allah için seven, Allah için kızan, Allah için veren, Allah için engel olan kuşkusuz imanını tamamlamıştır.”

         Allah Rasûlü, imanın parçalardan meydana gelen bir bütün olduğunu, bunların içinde amellerin de yer aldığını açık bir biçimde ifade etmiştir: “İman yetmiş küsür şubedir. En üst derecesi lâ ilâhe illa’llah, en alt derecesi, çevreyi rahatsız edici bir engeli yoldan kaldırmaktır.” (Buhari, Müslim)

         Bu hadiste teorik iman olan “lâ ilâhe illa’llah”  ile, amelî iman olan “eziyet veren şeyi ortadan kaldırmak”  bir bütünün farklı ağırlıktaki parçaları olarak geçiyor. İşte o bütünün adı “iman”dır.

         İman ağacının meyvesidir amel. Mü’minlik iddiasının isbatı, vahyin hayata dönüşmesidir. İmanın, zihinde hapsolunan soyut bir düşünce, kalpte mahkûm olan zavallı bir akide, dilde söylenilegelen kuru bir iddia olmaktan çıkarak hayatın her alanında amel olarak görülmelidir.

         “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Peygamberi’ne inanırlar, toplumsal bir iş (görüşmek) üzere onunla buluştukları zaman ondan izin almadan gitmezler.”      

         Konumuzun eksenini teşkil eden  “amel” den kasıt, Allah’a itaattir. Burada sözkonusu ettiğimiz amel, nafile olan ameller değildir; Allah’ın emir ve yasaklarıdır. Allah’a inandığını söylediği halde O’nun emirlerini yapmayanın durumu şu askerin durumu gibidir:

         Komutan, kendisine  önemli bir plânı verdikten sonra plânın yerine getirilmesi için gerekli emirleri de vermiştir. O plânın doğru olduğunu bilen, buna kalbiyle de inanan ve diliyle komutanın emirlerine uyacağını taahhüd eden bu adamın verilen emirlerin hiçbirini tutmamasının iki sebebi olur: Ya inanmamıştır, ya da inandığı halde zaafları yüzünden emri aksatmıştır. İki halde de cezaya çarptırılır; Birinci durumda inanmayanların cezasına, ikinci durumda da âsîlerin cezasına.

 

                            İman Kazandırdıkları

         İmanın vicdanlara hapsedildiği bir çağda, bundan zarar gören yalnızca mü'minler olmayacaktır. Bilakis bütün insanlık zarar görecektir.

         Çünkü imanın hakim olduğu toplumda ahlâk, adalet, fazilet, muhabbet, yardımlaşma, sadakat ve iffet baştacı edilen değerler olarak yerini alacak; İmanın hakim olmadığı toplumda ise rezalet, nefret, sefalet, sefahat, ihanet, bencillik ve her türlü dalavere ortalığı kaplayacaktır. 

         Allah iman edenlerin üstün olduğunu haber veriyor.

         "Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman ediyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz." (Âl-i İmran, 139)

         Yani, her durumda iman, kalbe güç verir, Allah'la olan irtibatı artırır ve düşmanlarına aldırış etmemeyi öğretir. İnkârcılar bazen daha zengin, daha kuvvetli, daha kalkınmış görünseler de Allah katında şerefli ve üstün olan iman edenlerdir.

         Allah (cc) iman edenlere dünyda ve ahirette çok çok karşılık verir.

         "Kim mü'min olarak salih işlerden yaparsa, onun çalışmasına nankörlük yok ve biz (onun çalışmasını) yazanlarız." (Enbiya, 94)

         "Kim kötülük yaparsa, sadece onun kadar cezalanır; ama kadın ve erkekten kim mü'min olarak faydalı bir iş yaparsa, onlar cennete girerler ve orada kendilerine hesapsız rızık verilir." (Mü'min, 40)

         "Erkek ve kadından her kim mü'min olarak salih amel işlerse, onu hoş bir hayatla yaşatırız. Onların ücretlerini yaptıklarının en güzeliyle veririz." (Nahl, 97)

         İman, mü'min erkek ve kadınlara, bu dünyada iyi bir geçim, hoş bir hayat kazandırır. Ahiretteki sevapları ise daha güzeldir. Mü'min olup salih amel işleyenlere vaad edilen dünyadaki güzel hayat, gönül huzuru (itmi'nan), iç rahatlığı (inşirah-ı sadr), mutluluğu hissetmek ve rahat geçimle ortaya çıkar. Bunlar, maddî ve dış etkenlere bağlı değil; iç etkenlere, gönüle bağlı hususlardır.

         İmanla beraber olan salih amelin mükâfatı, hayatın her alanında görülür. Varlıklı ve zengin olmak önemli değildir. Bazan zenginliğin tertemiz, hoş bir geçimi engelleyen dünya ve ahiret belâsı olduğu bilinmelidir. Hayatta yetecek kadar maldan başka, geçimi güzel kılan çok şey vardır. Allah'a bağlanma ve O'nun gözetimine, himayesine ve rızasına sığınma vardır. Sıhhat, sükûnet, bereket, evde rahatlık ve gönülden sevgi vardır. 

         Cömert ve Kerim olan Rabbımızın hazineleri, sevabı ne büyüktür!         

 

SORULAR

1-İman ve İslamın ortak adı nedir ?

2-Kuru bir ‘iman ettim’ sözü yeterli midir, niçin ?

3-Şehâdeti söyledikten sonra Allah’ın hükmünü kabul etmemek nedir ?

4-İman, itaat ve teslimiyetle mi tamamlanır ?

5-İmanın itaatle tamam olacağına dair âyet söyleyiniz.

6-Allah ile insan arasında bağ ne ile kurulur ?

7-İman sadece söz müdür, yoksa dışa yansıması var mıdır ?

8-Allah’ı ve Rasûlünü sevmenin gereği nedir ?

9-Hadise göre imanın tadını kimler duyarlar ?

10-Allah’ı sevmek, O’nun dini uğrunda çalışmayı gerektirir mi ?

11-İmanın meyvesi nedir ?

12-İmanın en güzel isbatı nedir ?

13-Allah’a ve Rasûlüne itaatle ilgili âyetler bulunuz.

14-İman olmadan amel olur mu ?

15-İman tohuma benzerse sonuç nasıl olur ?

16-Kur’an, imanla salih ameli niçin beraber sık sık anıyor ?

17-Bazı ameller iman diye niteleniyor mu ?

18-Rasûlü sevmek iman mıdır ?

19-Hangi ameller imandan sayılıyor ?

20-İman parçalardan meydana gelen bir bütün müdür, örnek veriniz.

21-İman ağacının meyvesi nedir ?

22-Sağlam bir iman müslümanın hayatında nasıl etkili olabilir ?

23-Amelden maksat nafileler mi yoksa emredilen ibadetler mi ?

24-İman ettiği halde amel işleyenin durumunu bir örnekle açıklayınız.

25-İman ve amel ilişkisini tekrar gözden geçiriniz.

26-İmanın hakim olduğu toplumda hangi güzel değerler yaygınlaşır ?

27-İman, mü’minlere üstünlük kazandırır mı ?

28-Mü’minler dünyada ve ahirette güzel bir karşılık alırlar mı ?

29-Bununla ilgili âyetler araştırınız.

30-İman etmek müslümana dünyada ve ahirette neler kazandırır.

31-İmanla birlikte salih amelin sonuçları hayatın her alanında görülür mü ? 

32-Salih amel işleyenler dünyada mutlu ve huzurlu olurlar mı?

 

 

 

 

DERS 17:   İMANIN ESASLARI

 

         *Kelime-i Tevhid ve kapsamı,
         *İslâm bir bütündür,

         *Amentü ve kapsamı

         *Kur’an’ın hepsi iman esasıdır

 

Bu dersin amaçları:

1-İslâmın iman ilkelerinin bir bütün olduğunu, bir şartı kabul etmenin diğer şartları da kabul etmek anlamına geldiğini öğrenmek.

2-Kelime-i Tevhid’in veya Kelime-i Şehâdet’in imanın bütün şartlarını, İslâma ait her şeyi içerisine aldığını hatırlamak.

3-Bir müslümanın ‘âmentü’ ile İslâmın her şeyini kabul ettiğini ortaya koyduğunu bilmek.

4-Kur’an’ın hepsine inanmanın iman olduğunu, Kur’an’dan -bir kelime bile olsa- bir şey inkâr etmenin insanı imandan çıkaracağını öğrenmek.

 

                   İman Bir Bütündür

         İman bir bütündür, tecezzi (cüzlere, parçalara ayrılmayı) kabul etmez. İmanın esaslarının hepsine ya toptan inanılır, ya da hiç inanılmaz.

Mesela; bir kimse Allah'ın varlığına, meleklerine, ahiret gününe inandığını ikrar etse, ancak peygamberlere inanmadığını söylese, bu kimsenin imanı sahih değildir.

         Kur’an vahiy yoluyla Allah’tan gelmiştir. Hz. Muhammed’i, peygamber olarak gönderen de O’dur. İnanan insan Allah’tan gelenleri  olduğu gibi, Hz. Muhammed’in İslâm adına söylediği kesin olan her şeyi kabul eder.

         Müslüman bu konuda dikkatli olmak ve imanını tehlikeye atacak sözlerden ve davranışlardan sakınmak zorundadır. Bu sebeple, insanı küfre götüren sözler (elfaz-ı küfür) ve haller (ef'âl-i küfür) bilinmelidir. Mü'minler; bilmedikleri herhangi bir mesele ile karşılaştıkları zaman; ileri geri herhangi bir söz söylemeden "ben bunu bilmiyorum. Allah ve Rasûlü nasıl bildirmişse öyledir" demelidirler.

 

                   Kelime-i Tevhid ve Kapsamı

         İslâm dininin en temel esası tevhiddir. Tevhid kelimesi ise, Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlüllah’tır. Bun manası bilindiği gibi: Allah’tan başka ilâh yoktur, Hz. Muhammed O’nun elçisidir.

         Yani bütün kâinatta Allah’tan başka ibadet edilmeye, O’nun dışında mutlak olarak itaat edilmeye ve boyun eğilmeye layık kimse yoktur. Hz. Muhammed (sav), Allah tarafından seçilmiş, O’nun emir ve yasaklarını insanlara duyurmak ve uyugulamakla görevli son elçisidir. O’ndan sonra bir daha peygamber gelmeyecektir. O’nun getirdiği Kur’an haktır, O’nun tebliğ ettiği din haktır, O’nun Allah adına söylediği şeyler haktır. Ben bütün bunları şüphesiz kabul ediyorum ve hayatıma uygulayacağıma  Allah’ın önünde söz veriyorum demektir.

         Dikkat etmek gerekir ki kelime-i tevhid önce Allah’tan başka diğer ilâhları reddetmekle başlıyor. Müslüman, önce Allah’tan başka bütün ilâhları reddetmeli ve sadece ilâh olarak Allah’ı kabul etmelidir. O’ndan sonra da iman ettiği Allah’tan gelen ölçüleri ve hükümleri benimseyip yapmaya çalışmalıdır.

         Kelime-i Tevhid (veya Şehâdet) İslâma giriş kapısı gibidir. İslâm bir bina ise kapısı Tevhid kelimesidir. Bu cümle âdeta bir daire gibidir. İslama ait her şeyi içine alır. Bunu gönülden söyleyen dairenin içinde ne varsa hepsini kabul ediyorum diye ilân eder.

         Bundan dolayı Kelime-i Tevhid İslâm giriş ahdi (sözü) yapılmıştır. Onu ikrar, İslamı ikrardır. Onu söylemek müslümanlığı kabul ettiğine dair Allah’a söz vermek, insanlara da din ve hayat olarak İslamı tercih ettiğini  duyurmaktır.

 

                   Âmentü ve Kapsamı

         Kelime-i Tevhid’de saklı olan iman esasları Âmentü’de biraz daha geniş olarak ifade edilir. Âmentü, altı iman esasına iman ettim, hepsinin doğru olduğuna inandım demektir ki bu kesin bir ifadedir. Yani burada saydığım altı şartı hepsi de doğrudur ve gerçektir.

         Allah’a iman, O’na Kur’an’da anlatıldığı, Peygamberin izah ettiği gibi imandır. Ayrıca O’ndan gelen vahyi, O’nun bizi sorumlu tuttuğu şeylerin doğruluğunu, O’ndan gelen hükümlerin en iyi olduğunu kabul etmektir.

         Âmentü de tıpkı Kelime-i Tevhid (veya Şehâdet) gibiimanın şartlarını özlü olarak içine alır. Burada sayılan altı madde İslâm inancının özeti gibidir. Her bir şartın diğeri ile de bağlantısı vardır. Mesele Allah’a iman meleklere imanı da, ötekilere imanı da gerektirir. Meleklere iman eden, peygamberleri de, kaitapları da kabul eder. Peygamberlere iman eden, vahiyle gelen ilâhi hükümleri, ahiretin varlığını, ya da her şeyin Allah tarafından yaratıldığını kolaylıkla kabul eder.

         Kitaplara iman eden bir kimse, Kur’an’ın vahiy yoluyla Hz. Muhammed’e indirildiğine, son ilâhî kitap olduğuna, içindeki her şeyin doğru olduğuna da iman eder. Âyetlerin hepsini kabul eder, aralarında ayrım yapmaz.         

         Âmentü tafsili imanın ikinci merhalesidir(aşamasıdır)

 

                   Kur’an’ın Hepsi İman Esasıdır

         Müslümana göre Kur’an’ın hepsi, ondaki her bir âyet bir iman esasıdır. Kur’an’ın bütününe iman iın tam olabilmesinin olmazsa olmaz şartıdır. 

         Kur'an-ı Kerim'e inandığını beyan eden bir kimse, onun herhangi bir âyetini reddetse mü'min olamaz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'den olduğu sabit olan herhangi bir ayeti inkâr etmek küfürdür. Bu durumda, "efendim çoğuna inanıyor ya?" diye itirazda bulunulamaz. Zira Kur'an, Allah tarafından vahy yoluyla indirilmiştir. Bir ayeti yalanlayan kimse, vahyi yalanlama durumundadır.

         Bir âyeti kabul etmemek, beğenmemek, o âyetin hükmünün geçtiğini iddia etrmek, Kur’an’ın hepsinden şüphe etmek demektir. Bu da imanın bütünlüğünü bozar. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken şey, Kur’an’ın âyetleridir, yoksa farklı yorumlar ve tefsirler değildir.

         Kur’an, âyetlerin bir kısmını kabul etmek istemeyenlere şöyle sesleniyor :

         “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası dünyada rezil ve rüsvay olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine atılacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 85) 

 

SORULAR

1-İslâmın iman ilkeleri bir bütün müdür?

2-İmanın bir şartına inanmak diğer şartları da kabul etmek anlamına gelir mi?

3-Müslüman iman bütünlüğünü korumak için ne yapmalı?

4-Kelime-i Tevhid (veya Kelime-i Şehâdet) imanın bütün şartlarını içerisine alıyor mu?

5-Bunları söyleyen ne yapmış, neye söz vermiş olur?

6-Tevhid kelimesi niçin İslâma giriş cümlesidir?

7-Tevhid kelimesi İslâm binasının kapısı olması nasıl açıklanabilir?

8-Âmentü nedir, hatırlayınız, Arapçasını ezberleyiniz.

9-Âmentü’yü okuyan ne yapmış olur?

10-Âmentüyü okuyan İslâmın her şeyini kabul etmiş midir?

11-İmanın şartlarının birbiriyle bağlantısı var mıdır?

12-Kur’an’ın hepsine inanmak da iman mıdır?

13-Kur’an’dan -bir kelime bile olsa- bir şey inkâr etmek iman yönünden nedir?

14-Kur’an böyleleri ile ilgili ne diyor?

 

 

 

 

 

DERS  18 :      İMANIN SAHİH OLMASI

 

         *İmanı Bozan Durumlar             

         *İmanın Sahih (Geçerli) Olmasının Şartları

 

Bu dersi bitirdiğiniz zaman aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir :

1-İmanın sahih olmasını şartların öğrenmek.

2-Ölüm korkusuyla iman etmenin geçerli olmadığını hatırlamak.

3-İmanın sağlam olması için iman esaslarının hepsine iman etmenin gereğini öğrenmek.

4-Dinî emirleri hafife almanın sahih imana aykırı olduğunu hatırlamak.

5-İmanı bozan durumları gözden geçirmek.

6- İmanı, hangi hallerin bozacağını, güncel tavır ve sözlerle bağlantı  

kurarak açıklamak

7-Puta tapmanın, şirk koşmanın, Allah’ın hükümleri yerine başkalarınının hükümlerini kabul etmenin imanı tehlikeye atacağını öğrenmek.

 

 

                İmanın Sahih (Geçerli) Olmasının Şartları

         İmanın sahih ve kabul eilebilmesi için bazı şartlar vardır.

         Birincisi; İman, ölüm döşeğinde iken, ümitsizlik sebebiyle olmamalıdır. Ölüm üzere iken azabın şiddeti ve dehşetini görerek iman, artık gayba iman olmaktan çıkar. 

         "Azabımızın şiddetini gördükleri zaman imanları kendilerine fayda verecek değildir." (Mü'min, 85)        

         İkincisi; zarûrât-ı diniyyeden (imanın esaslarından) olan hükümlerden herhangi birini inkâr  etmemelidir. Mesela; bir kimse Allah'ın varlığına, meleklerine, ahiret gününe inansa; ancak peygamberlere inanmadığını söylese, bu kimsenin imanı geçerli değildir. Çünkü iman bir bütündür. Yine Kur'an-ı Kerim'e inandığını açıklayan bir kimse, onun herhangi bir ayetini reddetse mü'min olamaz.  Bu durumda, "efendim çoğuna inanıyor ya?" diye itirazda bulunulamaz. Zira Kur'an, Allah tarafından vahy yoluyla indirilmiştir. Bir ayeti yalanlayan kimse, onun hepsini yalanlıyor demektir.

         Üçüncüsü; Dinî hükümlerden herhangi birisini beğenmemezlik etmemeli veya hafife alınmamalı. Dini hükümleri olduğu gibi kabul etmeli, güç yettiği kadar yerine getirmelidir. Eğer bir kısmını beğenmemezlik edersek, Allah’ın bizim için uygun gördüğünü hafife almış, onun doğru olmadığı düşünmüş oluruz. Böyle bir şey de imana uygun değildir.

 

                           İmanı Bozan Durumlar             

         İmanın, tehlikeye düşmemesi için dikkatli olmak gerekir. Bazı söyler veya davranışlar, bazı inançlar müslümanın imanını tehlikeye düşürü, Allah korusun küfre (kafirliğe) düşmesine sebep olur.

         İmanı bozucu durumların en önemlileri şunlardır:

         a-Cibt ve tağuta da inanmak:

         Cibt: Allah'tan başka kulluk edilen her şey, canszı put vb. şeylerdir. Tağut ise: Allah'ın çizdiği sınırları aşan, sapmış, azgın, tanrı haline getirilen şeyler. Bunlar, Kur’an’da olmayan ve ona aykırı olan hükümleri Allah’ın hükümleri gibi sunarlar, ya da Allah’ın hükümlerinin yerine kendileri hüküm koyarlar. Cahil kimseler de bunlara aldanırlar. Böylece imanlarını boşa çıkarırlar.  

         "Kitaptan bir nasip verilenleri görmüyor musun? Cibt ve tağuta (putlara ve batıl tanrılara) iman ediyorlar. Sonra da kâfirler için 'bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır' diyorlar. İşte bunlar, Allah'ın lanetledikleridir. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lanetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın." (Nisa, 51-52)

         b-Şirk koşmak: Şirk koşma imanı bozan ve insanın bütün iyi amellerini yok eden ve ebedi cehennemlik olmasına neden olan bir davranıştır.

         "Sana da, senden öncekilere de vahyolunmuştur ki 'eğer şirk koşarsan, şüphesiz bütün amellerin boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun." (Zümer, 65)

         "Allah, kendisine şirk (ortak) koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır." (Nisa, 48 ve 116)

         c-Allah’ın ayetlerine,  hükümlerine, koyduğu ölçülere karşı gelmek, kabul etmemek, küçümsemek.

         d-Küfür sözü söylemek, yani insanı İslamdan çıkaran sözleri konuşmak, Allah’tan başkasına ibadet etmek.

         e-Kur’an’ın kafir dediği kimselerin yoluna, görüşlerine, hükümlerine uymak, onları İslamdan üstün görmek.

         "Ey iman edenler, kendilerine Kitap verilenlerden herhangi bir gruba itaat ederseniz, onlar sizi, imanınızdan sonra çevirip kâfir yaparlar." (Al-i İmran, 100) 

 

                   İmanı Bozan Haller             

         İmanın, bâtıl hale gelmemesi için,doğru ve tam olmasını sürdürmesi gerekir. Kur'an ve sahih sünnet dışı olmaması ve imanı bozucu bir davranışın yapılmaması gerekir. İmanı bozucu hallerin en önemlileri şunlardır:

         a-Cibt ve tağuta da inanmak: Cibt: Asılsız ve bâtıl olan hurafeler, Allah'tan başka kulluk edilen her şey, put vb. şeylerdir. Tağut ise: Allah'ın çizdiği sınırları aşan, sapmış, azgın kimseler; Allah'ın hükmüne alternatif olma iddiasındaki anlayış, düzen, put veya şahıslardır.

         Bunlar Allah'ın çizdiği sınırları aşan, sapmış ve azmış kimselerdir. Bunlar, Allah'ın Kitabında olmayan ve Kitab'a aykırı olan hükümleri ve kanunları insanlara Allah'ın kanunları gibi sunarlar. Cahil kimseler de bunlara aldanırlar. Böylece imanlarını boşa çıkarırlar.

         "Kitaptan bir nasip verilenleri görmüyor musun? Cibt ve tağuta (putlara ve batıl tanrılara) iman ediyorlar. Sonra da kâfirler için 'bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır' diyorlar. İşte bunlar, Allah'ın lanetledikleridir. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lanetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın." (Nisa, 51-52)

         "Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Tağutun önünde mahkemeleşmek istiyorlar. Oysa onu tanımamakla emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor." (Nisa, 60)

         b- Şirk koşmak: Şirk koşma imanı bozan ve insanın bütün iyi amellerini yok eden ve ebedî cehennemlik olmasına neden olan bir davranıştır.

         "Sana da, senden öncekilere de vahyolunmuştur ki 'eğer şirk koşarsan, şüphesiz bütün amellerin boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun." (Zümer, 65)

         "Allah, kendisine şirk (ortak) koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır." (Nisa, 48 ve 116)

         c- Kâfirleri veli  ve yönetici tanımak: Veli kelimesi, Arapçada hem dost, hem de sahip, yönetici anlamına  gelir.  Mü'minler birbirlerinin   dostudur. Mü'min, diğer mü'minleri karşı kâfirleri dost ve yönetici olarak kabul etmez.

         "Allah, mü'minlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velisi ise tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. Onlar ateş arkadaşlarıdırlar. Orada temelli kalacaklardır." (Bakara, 257)             

         "Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp kâfirleri veli edinmeyin. Allah için kendi aleyhinizde apaçık bir delil vermek ister misiniz?" (Nisa, 144)

         d-Allah’ın âyetlerini bilerek inkâr etmek : Kur’an’ın âyetlerinden birini veya birden fazlasını bilerwek, kabul etmemek, beğenmemek, alay etmek de insanı iman dairesinden dışarı çıkarır. Çünkü Kur’an’ın Allah’tan geldiği ve günümüze kadar bozulmadan geldiği sabittir. Zaten müslümanlık onun hepsine inanmaktır. Bir âyeti kabul etmemek, hepsini inkâr manasına gelir. (Bekara Sûresi  85. âyeti tekrar hatırlayınız.)

        e-Küfür sözleri söylemek : İnkâr anlamına gelebilecek sözleri söylemk de imana zarar verir. Akaid iminde bu gibi sözlere ‘elfaz-ı küfür’ denilmiştir. « Cennet yoktur, cehennem yoktur », « meleği göster de inanayım », « Allah da haksızlık yapar », « Muhammed kafasından din uydurmuştur »,  « İslâm şeriatinin zamanı geçmiştir », « ben haram maram tanımam », « ahiretin olacağından şüphem var », « bu devirde örtünme mi olurmuş », « bazı ibadetler lüzumsuzdur » ve benzeri sözler insanı müslümanlığın dışına çıkarır.

         f-Kâfirlerin İslâm aykırı fikirlerini benimsemek : İnkârcıların, Kur’an’ın ve Peygamberimizin haber verdiği şeylere uymayan görüşlerini benimsemek, onların dediklerinin ve inandıklarının daha doğru olduğunu kabul etmek de İslâm dışıdır.

         Hikmet, yani doğru söz, faydalı bir metod, araştırma, buluş, icad, fikir ve görüşleri kim söylerse söylesin, kim yaparsa yapsın müslümanlar onu alırlar. Ama Kur’an’a ve ve sahih sünnete aykırı görüşler hikmet değil sapıklıktır.

 

 

SORULAR

1-İmanın sahih (kabul) olmasının kaç şartı vardır ?

2-İmanın kabul edilemsi için, ölüm korkusuyla olmaması gerektiğini açıklayınız?

3-İman sahih olması için, imanın bütün esasları kabul edilmeli mi, niçin?

4-Sahih iman, dini emirlere değer vermeyi gerektirir mi?

5-Bazı durumlar imanı tehlikeye düşürür mü?

6-Anne-babsından müslüman olarak doğan, -ne parasa yapsın, neye inanırsa inansın- ölene kadar müslüman olarak kalmaz mı?

7-Cipt ne demektir?

8-Tağut ne demektir ?

9-Cipte ve tağuta inanmak, müslümanın imanını tehlikeye düşürür mü ?

10-Şirk koşanlar imandan çıkarlar mı ?

11-Allah’ın âyetlerini inkâr etmek imana zarar verir mi ?

12-Küfür sözleri söylemek imanı tehlikeye düşürür mü ?

13-Kâfirlerini İslâma aykırı görüşlerini benimsemek imana zarar verir mi ?

 

 

            

 

DERS  19 :    İMAN KARŞISINDA İNSANLAR

 

         *İnsanlar Allah katında eşittir

         *Din tercihi insanlara aittir

         *İman ve inkâr yönünden insanlar:

          *Mü’min, Kâfir, Münafık, Müşrik

 

Bu dersi bitirdiğinizde şu amaçlara ulaşmanız beklenmektedir:

1-Bütün insanların Alllah’ın yanında eşit olduklarını hatırlamak.

2-Bütün insanların aynı anne-babadan dünyaya geldiğini hatırlamak.

3-Herkesin din seçme konusunda serbest olduğunu öğrenmek.

4-Allah’ın insanlara irade (seçme serbestliği) verdiğini öğrenmek.

5-İman karşısında insanların kaç gruba ayrıldığını öğrenmek.

6-Bu grupların Allah katındaki durumlarını Kur’an’a göre gözden geçirmek.

 

                   İnsanlar Allah Katında Eşittirler

         İslâma göre yeryüzündeki bütün insanlar Allah’ın kullarıdır. Hangi soydan olursa olsun, hangi renkte olursa olsun, hangi tarihte ve toprakta yaşamış olursa olsun insandır ve Allah katında insan olrak eşittir. Kimsenin kimseye doğuştan bir üstünlüğü yoktur. Rabbimiz şöyle diyor:

         “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Ve sizi tanışasınız diye uluslara ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında sizin en şerefliniz en takvalı olanınızdır. Muhakkak Allah en iyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat, 13)

         Bütün insanlar Hz. Adem ve onun hanımından üremişlerdir. Ayrı soyda veya renkte olmaları üstünlük sebebi değil tanışmaları içindir. Allah’ın katında üstünlü ancak takva iledir. Yani kim Allah’tan korkarak salih amel işlerse, iyi bir kul olursa Allah onu sever ve ona sevap verir, onu değerli sayar.

         İslâma göre bir insan soyundan, tipinden, renginden, yaşadığı ülkeden dolayı ne övülür, ne de aşağılanır. İnsanlar ancak iyi davranış yaparlarsa değerli olurlar, kötülük yaparlarsa değerlerini kaybederler.

         Peygamberimiz, bütün insanların tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, herkesin ilk anne ve babasının Âdem ve onun eşi olduğunu, Âdem’in de topraktan yaratıldığını söylüyor.

 

                   Din Tercihi İnsanlara Aittir

         Allah (cc) bütün insanlara irade vermiştir. Yani insanlar kendi serbest seçimleriyle isterlerse Allah’ın dini İslamı, isterlerse inanların uydurduğu  batıl dinleri seçebilir. Sonucuna katlanmak şartıyla isterlerse Allah’a ibadet ederler, isterlere başka tanrılara.

         Allah insanlara peygamber ve kitap göndermiş, onlara doğru yolu göstermiş, doğru yoldan gitmenin güzelliklerini, batıl yollara gitmenin kötü sonuçlarını haber vermiş ve insanları serbest bırakmıştır. Kişi kendi isteğiyle günah da işleyebilir, sevap olan işleri de yapabilir.

         Zaten insanın sorumlu olabilmesi için hareketlerinde serbest olması, yani irade sahibi olması gerekir. Diyelim bir çocuğa babası bir işi zorla yaptırıyor. Ama sonunda zararlı bir şey oluyor. Böyle bir olayda sorumlu çocuk değil, ona o işi zorla yaptıran babadır. Seçme imkanınız yoksa, sonuştan sorumlu olmazsızın. Allah insanı yarattı, akıl verdi, peygamber ve kitap gönderdi, irade verdi, yani iyiyi ve kötüyü seçebilme yeteneği verdi, sonra da onu yaptıklarından sorumlu tuttu.

         Kimse zorla müslümanlığa sokulamaz. Kur’an şöyle diyor :

         « Dinde zorlama yoktur. Gerçekten iman ile küfür apaçık meydana  çıkmıştır. Kim tağutu (yalancı tanrıları) inkar ve Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa (Kur’an’a) yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bekara, 256)

 

                   İman ve İnkâr Yönünden İnsanlar               

         İnsanlar Allah katında eşittir, herkes Allah’ın kuludur. Ancak İslâm insanları iman ve inkâr yönünden değerlendiriyor.

         Akide ve İslam yönünden insanlar gruplandırılırken, temel olarak iki grup insan karşımıza çıkar: a) Mü’minler (müslümanlar), b) Kâfirler topluluğu.

         Müslümanlar kendi aralarında iki ayrı isimle isimlendirilirlerse de  netice itibariyle pek farklı değildirler. Bunları kısa da olsa tanımlamaya çalışalım.

  1. Mü’min: Allah’ın peygamber aracılığı ile göndermiş olduğu haber ve hükümleri kalbi ile tasdik, dili ile de tasdik ettiğini söyleyen kimseye Mü’min denir. İnanmış anlamına gelen mü’min, Rasûlullah (s.a.v.)’in Allah’tan getirdiği dini (İslam’ı) kalple tasdik, dille ikrar ve erkânını (rükünlerini) yaşayan kimselerdir.
  2. Müslüman: Teslim olmuş anlamına gelen müslüman, Rasûlullah (s.a.v.)’in Allah’tan getirdiği dine (İslam’a) kalple, lisanlave azalarla teslim olmuş kimsedir. Kalbi yönü (imanı) bilinmediğinden dolayı, lisan ve azalarla teslim olan kimse de müslümandır.
  3. Fasık: İtaatten çıkan veya herhangi bir anlamda itaatsizlikte bulunan kimse demektir. Fasık, Kur’an’da daha çok kâfir ve münafık  anlamında kullanılmıştır: (Tevbe, 8. Maide, 81. Âl-i İmran, 110 gibi). Bazan müslümanlar da fısk işleyebilirler, yani fasık günahkâr müslümana da denir. (bkz..bakara, 282). O halde fısk; küfür, nifak, şirk ve günâh anlamlarına gelip geniş anlamlıdır. Bununla birlikte ıstılahta daha çok açıktan günah işlemekten çekinmeyen günahkâr müslümana denilmesi âdet haline gelmiştir.

         Kafirler topluluğuna gelince; kafirler de temelde üç gruba ayrılırlarsa da, bunlar da netice itibarıyla pek farklı bir durum arzetmezler.

  1. 1. Kâfir: Allah Tealanın peygamber aracılığı ile göndermiş olduğu haber ve hükümleri kalbi ile tasdik etmeyip, dili ile de tasdik etmediğini açıkca söyleyen, İslamın tümünü veya bir cüzünü inkâr edip yalanlayan kimseye Kur’an kâfir diyor.
  2. Müşrik: Allah’a ortak (şirk) koşan demektir. Şirk, birden fazla tanrının varlığına inanmak, Allah’ın sıfatlarını başka varlıklara vermektir. Bunlar, Allah’ın zatına, isimlerine ve sıfatlarına başka bir şeyi şirk koşan, yani ortak eden kimsedir.

         Başka bir ifadeyle Allah’ı kabullenmekle beraber, O’na ait hakları, başkasının kendisinde görmesi veya  bu hakları başkasına vermesi şirk; bunu  yapan kimse de müşriktir. Müşrikler dinsiz insanlar değil, tam tersi yanlış inananlardır.

  1. Münafık: Olduğundan farklı görünmek, içten pazarlıklı olmak nifak, İman esaslarına kalbi ile inanmadığı halde, dili ile inandığını söyleyen kimseye de münafık denir. Bunlar, kalbiyle İslam’a inanmadığı halde, müslümanların yanında müslüman, müşriklerin yanında müşrik görünürler. 

         Bunlar inançta iki yüzlü davranan kaypak insanlardır.

         İslâma göre iki çeşit münafıklık vardır. 1-İtikatta münafıklık: Yukarıdaki münafıklık böyledir.

         2-Amelde münafıklık. Peygamberimiz yalan söylemenin, sözünde durmamanın, emaneti korumamanın, başkalarına aşırı düşmanlık yapmanın münafıklık olduğunu söylüyor. Yani bu gibi davranışlar  münafıkların yaptığı yanlışlardır. İyi bir müslüman bunları yapmamalıdır.

         Amelde münafıklık günâhtır, itikatta münafıklık ise kâfirlikten daha kötüdür.

 

SORULAR

1-İnsanlar Allah katında eşit midir, niçin?

2-İnsanların aslı nedir?

3-Soy, renk ve ülke insana üstünlük sağlar mı?

4-Allah katında kim üstün ve şereflidir?

5-Allah insanlara irade vermiş midir?

6-Bu irade ne işe yarar ?

7-Sorumlulk olması için insanın serbest olması mı gerekir ?

8-İsteyen istediği dini seçebilir mi ?

9-İnsan serbestçe yaptığı hareketlerin hesabını verecek mi ?

10-İrade olmasaydı, insanın hayvandan farkı olur muydu ?

11-İman karşısında insanlar öncelikle kaç gruba ayrılır ?

12-Müslümanlar hangi isimleri alırlar ?

13-Mü’min ne demektir ?

14-Müslim (müslüman) kime denir?

15-Mü’min ile müslim arasında fark var mıdır?

16-Kur’an kimlere kâfir diyor ?

17-Kur’an’ın bir kısmını kabul etmeyen de kâfir sayılır mı ?

18-Müşrik ne demektir?

19-Müşrikler dinsiz insanlar mıdır?

20-Münafık kimlere denir ?

21-Kaç çeşit münafık vardır?

22-Peygamberimizin hangi davranışları münafıklık alâmeti sayıyor?

23-Hangi çeşit münafıklık tehlikelidir?

23-Kelime-i Tevhidi kalb ile kabul edip, bunu dili ile söyleyen kimseye ne denir?

a) Müslüman b) Fasık        c) Müşrik       d) Münafık

24-Allah’ın, peygamberleri aracılığıyla göndermiş olduğu İslam dinini kabul ettiği söylediği halde kalşbiyle inanamaya kimseye ne denir?

a) Müslüman        b) Fasık        c) Müşrik       d) Münafık

 

BİR AYET:

“Allah takva sahiplerini umduklarına erdirmek suretiyle kurtarır. Onlara hiç bir fenalık dokunmaz ve onlar üzülmezler de.” (Zümer, 3/61)

 

 

 

 

DERS  20 :          İMANIN GEREKLERİ   1

 

         *Müslüman Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder,

         *Müslüman Allah’tan gelen her şeyi kabul eder

         *Müslüman farzlara uyar

         *Müslüman haramlardan kaçınır

 

Bu dersin amaçları:

1-İman etmenin müslümanı bazı amelleri yapmaya mecbur ettiğini hatırlamak.

2-Müslümanın Allah’tan her şeyi tereddütsüz kabul etmesi gerektiğini hatırlamak.

3-Müslümanın her konuda Allah’a ve Rasûlüne itaat etmesinin imanın gereği olduğunu öğrenmek.

4-Mü’minin dinde farz kılınan malleri severek yapacağını bilmek.

5-Müslümanın elinden geldiği kadar haramlardan uzak durmaya çalışmasının imanın gereği olduğunu vurgulamak.

 

                   -İmanın Gerektirdikleri

         İman, insana dünyada çok büyük onur ve ahirette ebedî mükâfat sağlar. Ama bu karşılıksız olmaz. Hiçbir hayalin ulaşamayacağı güzellikler yurdu cennet bedava değildir. Kur'an, imanın bir imtihan ve çile işi olduğuna dikkat çeker.

         "İnsanlar, sandılar mı ki, 'iman ettik' demeleriyle bırakılacak, inceden inceye imtihan ve ıstıraba çekilmeyecekler. Yemin olsun, biz onlardan öncekileri de inceden inceye deneylerden geçirmişizdir." (Ankebut, 2)

         "Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. Sabredenleri müjdele" (Bakara, 155) 

          "(Ey mü'minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki mü'minler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?!'  dediler. Biliniz ki, Allah'ın yardımı yakındır."  (Bakara, 214)

         Mü’min, bu denemenin farkındadır. 

         Olgun iman sahibi mü'minin bir özelliği de budur. Kur'an, bunu şöyle ifade eder:

         "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü'minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütufdur. Allah'ın lütfu ve ilmi çok geniştir." (Maide, 54)

         Mü'minlerin bir özelliği de birbirlerine sürekli hakkı ve sabrı tavsiye etmeleridir. (Bkz. Asr  suresi) Mü'minlerin gönül dostları, yalnız kendilerinden olanlar, yani mü'minler olacaktır. (Bkz. Al-i İmran, 28) Mü'min erkekler ve mü'mine hanımlar da birbirlerinin dostu ve kardeşidirler. (Bkz. Tevbe, 71) Mü'minler, birbirlerinin ancak kardeşleridir. (Bkz. Hucurat, 10)  Kur'an, böylece kan ve et bağıdan öte şuur beraberliğine dayalı bir kardeşlik getirmektedir. Bu bir iman kardeşliğidir.        

         İmanı bir ağaca benzetirsek, bu ağacın kökü kalpte, gövdesi akılda ve dalları organlardadır. Bu ağacın meyvesi ise amellerdir. Ağacı kökü, gövdesi, dalları ya da meyvesi olmadan tanımlamaya kalkanlar, onu eksik ve yanlış tanımlamak zorunda kalacaklardır.

         İman, aslında insanın şerefinin en büyük delilidir. İnsanın fizikötesi boyutunun fizikî boyutundan çok daha yüce ve anlamlı olduğunu, onun iman edebilirliğiyle açıklayabiliriz. 

         Müslümanın iman karşısındaki görevlerini şöyle açıklayabiliriz:

 

                   1-Müslüman Allah’tan gelen her şeyi kabul eder

         Müslüman Allah’ın kitabında veya Rasûlünün din adına haber verdiği her şeyi şüphesiz kabul eder. Bunlara ters olan her şeyi –ne kadar süslerlerse süslesinler- batıl kabul eder. Bu her şeyi bilen ve her şeye Hakim olan Allah’a imanın bir gereğidir.

         “Ey insan, bütün bu gerçeklerden sonra sana dini yalanlatan nedir? Allah hükmedenlerin en güzel hüküm vereni değil mi?” (Tîn, 7-8)

 

                   2-Müslüman Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder

         Her kim Allah’a ve Rasûlüne iman ederse, Allah’ın verdiği sözün (va’din) hak olduğunu kabul eder ve salih amel işleyenlere sevap verileceğine inanırsa; işte bu iman Allah’a ve Rasûlünün bütün emirlerine itaat etmeyi gerektirir.

         Müslüman, yaptıklarının Allah’ın Kitabına ve Rasûlün sünnetine uygun olup olmadığına dikkat eder.

         “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehidler ve salih kimselerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa, 4/90)

         “Kim Peygambere itaat ederse şüphesiz Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse Biz, seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” (Nisa, 4/80)

         Peygamberimiz de şöyle buyuruyor: “Bütün ümmetim Cennete girecek, ama direnenler giremeyecek. Kimler bu direnenler diye sorulunca şöyle cevap verdi: “Bana itaat eden cennete gire, isyan eden ise girmekte direnendir.” (Buharî)

        

                   3-Müslüman farzlara uyar

         İnsanın kalbi iman nuruyla dolarsa, artık onun bütün organları salih amel işlemek ve farzları yerine getirmek için gayret ederler. Farzları yerine getirmediği halde iyi müslüman olduğunu iddia edenleri şüphesiz şeytan aldatmaktadır.

         Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: “Vücutta bir et parçası vardır. O ıslah olursa bütün vücut iyi olur. O bozulursa bütün vücut bozulur. İşte söylüyorum, o kalptir...” (Buharî, Müslim)

         Kalbin iyi olması da onun imanla dolmasına bağlıdır.

 

                   4-Müslüman haramlardan kaçınır

         Kişinin imanı, farzları yerine getirdiği gibi elinden geldiği kadar haramlardan kaçınmakla tamam olur. Haramlar, kişiye zarar veren, mü’min şerefine yakışmayan, Allah’ın gazabına sebep olacak davranışlardır. Güçlü bir iman kişiyi haramlardan uzaklaştırır.

         “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da kaçının.” (Haşr, 58/7)

 

SORULAR:
1-İman insana dünyada ve ahirette ne kazandırır?

2-Mükâfat yurdu cenneti imtihanı olmadan kazanmak mümkün müdür?

3-Müslümanlar çeşitli şekillerde denenecekler mi?

4-Bu deneme âyetlere göre nasıl olacak?

5-Müslümanlar imanın gereği olarak hiç kimseden korkmadan imanlarında kararlı mıdır?

6-Sabretmek ve sabrı tavsiye etmek imanın gereği midir?

7-Müslümanların can dostları ve din kardeşleri kimlerdir?

8-İman bir ağaca benzetilebilir mi, nasıl?

9-İnsanın fizik boyutu mu, fizikötesi boyutu mu değerli?

10-Mü’min Allah’tan hgelen her şeyi kabul eder mi?

11-Müslüman Allah’a vce Rasûlüne hangi konularda itaat etmeli?

12-Bununla ilgili âyetler araştırınız.

13-Müslüman farzları yerine getirir mi?

14-Kalbin vücuttaki durumu nasıldır?

15-Müslüman haramlardan kaçınır mı?

16-İman, mü’mine haramlardan sakınma şuuru kazandırır mı?

17-Haramlar insana zarar verir mi?

 

 

 

 

DERS 21:   İMANIN GEREKLERİ 2


         *Müslüman iyiliği tavsiye eder, kötülüklerden sakındırır,

         *Müslüman gerekirse tevbe eder,

         *İslâm için çalışır

      *Mü’min diğer mü’minleri veli (candan dost) bilir,

 

Bu dersin amaçları:

1-İman etmenin müslümana bazı amelleri mecbur ettiğini hatırlamak,

2-İmanın gereği olarak Allah’a yönelmenin ve O’ndan af dilemenin önemini hatırlamak,

3-Emr-i bi’l-ma’ruf ve nahy-i ani’l-münker’in imanın gereği olduğunu öğrenmek,

4-Müslümanın elindeki imkanlarla Allah’ın dini için çalışması gerektiğini vurgulamak,

5-Müslümanın diğer müslümanları veli (candan dost) bilmesinin imanî bir sorumluluk olduğunu öğrenmek.

 

                   5-Müslüman gerekirse tevbe eder

         Müslüman eğer şeytan veya nefsine uyarak, bir an şaşırarak hata ederse, bir günah işlerse hemen Rabbine dönmelidir. O’ndan af ve mağfiret dilemelidir. Bu tevbedir. Mü’min, Allah’ın çizdiği sınır aştığı için pişmanlık duymalı, günahta ısrar etmemelidir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeli, O’na dua etmekten geri durmamalıdır.

         İnsan beşer olduğu için her zaman nefsine aldanabilir, şeytana  kanıp hata edebilir. Ancak iman sahibi mü’min, işlediği günahın haram olduğunun ve hata yaptığının farkına varır. Bundan dolayı pişman olur. İşlediği günahtan dolayı gurur duymaz, hatasını sürdürmez.

         Kur’an mü’minleri şöyle tarif ediyor:

         “Onlar bir hayasızlık yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlarlar. Ve hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. –Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir?- Yaptıkları kötülükte bile bile ısrar etmezler.” (Âli İmran, 3/135)

         “Ey Muhammed! Kullarıma söyle: Ey kendi aleylerine sınırı aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidiniz kesmeyin. Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki O Ğafûr’dur (çok bağışlayandır), Rahîm’dir (çok merhametlidir)” (Zümer, 53)           

 

                   6-Müslüman iyiliği tavsiye eder, kötülüklerden sakındırır

         Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker, yani iyi olan davranışları tavsiye etmek, dince kötü ve çirkin olan şeylerden sakındırmak da iman etmenin gereğidir.

         Müslüman elinden geldiği kadar, yaşadığı ortamdaki araçları kullanarak insanlara iyi şeyleri anlatabilir, tanıtabilir, tavsiye edebilir. Mesela bir baba çocuğunu eğitirken ona iyi olan şeyleri öğretir. Bir hoca öğrencilerine, bir büyük küçüklere ma’ruf olan şeyleri öğretebilir, anlatabilir. Kötülüklerin ne olduğunu ve zararlarını öğretebilir.

         Medya’nın bütün imkanları bu görevde kullanılabilir. Gazetelerle, kitaplarla, dergilerle, internet ortamında bile bu görev yapılabilir.

         “Erkek ve kadın mü’minler birbirlerinin Allah için dostudurlar. İyiliği (ma’rufu) emreder, kötülüğü (münkeri) yasaklarlar. “ (Tevbe, 71)

         Peygamberimiz de şöyle buyuruyor: “İçinizden herhangi biri bir münker gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin, bun da gücü yetmiyorsa hiç olmazsa kalbiyle buğzetsin. Ki bu imanın en zayıfıdır.” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî, İbni Mace)

         Görüldüğü gibi iman müslümana bu konuda görev yüklüyor. Her müslüman bulunduğu yerde elineden geldiği kadar, imkanlar ölçüsünde insanlara iyiliklerin güzelliğini, kötülüklerin zararlarını analatacaktır. Bu başkasının işine karışmak değil, onun iyiliğini istemektir.

         Kur’an, iman edip salih amel işleyenlerin ve birbirlerine hakkı tavsiye edenlerin zarar etmeyeceğini, bunun dışında herkesin zarara uğrayacağını söylüyor. (bak. Asr Sûresi)

 

                   7-İslâm için çalışır

         Mü’min imanın tadına varınca ve Allah sevgisi kalbine yerleşince, ailesini, yakınlarını ve diğer insanları da isyanın karanlıklarından imanın aydınlığına çıkarmak ister. Kendi taddığı güzelliklerin onlara da ulaşmasını ister. Allah’tan alacağı sevabı hesaba katarak, başka bir şey düşünmeden insanları Allah’a kulluğa davet eder.

         “İnsanları Allah’a davet edip salih amel işleyen ve ‘Ben müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir.” (Fussilet, 33)        

         “Ey Muhammed de ki: İşte benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar insanları Allah’ın yoluna körü körüne değil, bilgiye davet ederiz. Allah’ı layık olmadığı şeylerden tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim.” (Yusuf, 108)

         Peygamber de şöyle diyor: “Hidayete davet eden kişilere ona uyan kişilerin sevapları kadar sevap vardır. Hem onların sevapları da eksilmez.” (Müslim)

         Bazıları insanlar ile Allah’ın dini arasına girerler. İnsanların İslamı tanımalarına, onunla karşılaşmalarına engel olurlar. Ya da İslâmı kötü tanıtırlar. Böyleleri ile mücadele etmek, bunların fitnelerine engel olmak da iman borcudur.

         “Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Peygamberine iman edip mallarınızla canlarınızla  Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. ...” (Saf, 10-13)

       

                   8-Mü’min diğer mü’minleri veli (candan dost) bilir

         İslam müslümanlar arasında din kardeşiliği kurmuştur. Hangi ülkeden, hangi ırktan olursa olsun; bütün müslümanlar dinde kardeştir. Müslüman arasındaki bağ ırk, aşiret, kan veya ülke bağı değil iman bağıdır. İslâm insanlara kendi soyuyla, grubuyla, sınıfı ile veya statüsü ile övünmeyi değil, takva sahibi olmayı, insanları Allah’ın kulları vemüslümanları iman açısından veli (candan dost ve yardımcı) bilmeyi öğütler.

         Müslüman diğer müslüman kardeşine vefa, muhabbet, sevgi gösterir, maddi ve manevi olarak yardımlaşır. İslâma uygun işlerde ona  destek olur. Dostlukta ve kardeşlikte iman ölçüsünü temel alır.

         Kur’an şöyle diyor:

         “Sizin dostunuz (veliniz) sadece Allah, Peygamberi ve Allah’a boyun eğerek namaz kılan, zekât veren mü’minlerdir. Kim Allah’ı,  Rasûlünü ve mü’minleri veli (candan dost) edinirse, şüphesiz ki Allah’ın taraftarları galip gelecektir.” (Maide, 5/55. ayrıca bak. Tevbe, 9/71) 

 

SORULAR

1-İman etmek müslümana bazı amelleri yapmaya mecbur eder mi?

2-Tevbe ne demektir, araştırınız.

3-İnsanın günah işlemesi normal midir, tartışınız.

4-Günah işleyenler ne yapmalılar?

5-Günahları kim bağışlar?

6-Allah’tan ümit kesilir mi?

7-Ma’ruf nedir, araştırınız.

8-İslâmın getirdiği ölçüler ma’ruf mudur?

9-Ma’ruf’u emretmeyi nasıl anlamak gerekir?

10-Münker nedir, araştırınız.

11-Münker’den sakındırmayı nasıl anlamak gerekir?

12-Kur’an, iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırmayı mü’minlere emrediyor mu?

13-Bu emir nasıl yerine getirilir?

14-Peygamber, kötü bir şey gördüğümüz zaman ne yapmamızı emrediyor?

15-Kur’an’a göre kimler zarar etmezler?

16-Müslümanın elindeki imkanlarla Allah’ın dini için çalışması gerekir mi?

18-İslama daveti her müslümanın yapması gerekir mi, tartışınız.

18-İslâma davet nasıl olmalı?

19-İslâmı tanıtmaya çalışmak, aleyhindeki faaliyetlere karşı savunmak İslam için çalışma mıdır?

20-Allah yolunda cihad İslâmı savunma çalışması mıdır?

21-Müslüman diğer müslümanları ne olarak bilmelidir?

22-Müslümanı veli bilmek ne anlama gelir?

23-Müslümanın diğer müslümanları veli (candan dost) bilmesinin imanî bir sorumluluk mudur?

24-İslâma göre candan dostluğun ölçüsü nedir?

25-Günümüzdeki dostluk anlayışları ile İslâmın kardeşlik anlayışını tartışınız.

 

BİR ÂYET:

“Ey iman edenler! Eğer babalarınız, oğullarınız,  kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz (soy ve sopunuz), elinize geçirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah’tan, Rasûlü’nden ve O’nun yolundaki cihad’tan daha sevimli ise, o halde Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (Tevbe, 9/24)

 

 

 

 

 DERS  22 :   TEVHİD İNANCI  1

 

         *İbadet ne anlama gelir?

         *Tevhid nedir?

         *Kime ibadet edilir?

 

Bu dersi bitirdiğiniz zaman şu amaçlara ulaşmanız beklenmektedir:

1- Kur’an’dan yola çıkarak ve kelime-i tevhidin anlamını değerlendirip tevhidi açıklayabilmek ve güncel yorumlar, açılımlar getirebilmek.

2-Tevhid’in sözlük ve ıstılah manalarını açıklamak.

3-Tavhidi kabul etmenin bazı sözleri vermek anlamına geldiğini öğrenmek.

4-İbadet kelimesinin manalarını açıklamak.

5-İslâmda ibadetin hangi anlama geldiğini, neleri kapsadığını açıklamak.

6-Bir davranışın ibadet olabilmesinin şartlarını öğrenmek.

7-İslâma göre ibadetin kime yapılması gerektiği açıklamak.

       

Tevhid Nedir?

“Allah ile birlikte başka bir ilâh edinip tapma. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur.”  (Kasas, 88)

         “İşte, Rabbiniz, Allah budur. O’ndan başka ilâh yoktur. O her şeyi yaratandır. O her şeye vekildir. Gözler O’nu görmez, O bütün gözleri görür. O lâtiftir -her şeyden-  haberdardır.”  (En’am, 102 - 103)

         Sözlük anlamı olarak tevhid: Birlemek, tekleştirmek, bir şeyin tek olduğu hakkında hüküm vermek, bir bilmek demektir.

         Terim olarak ise: Allah’ı zatında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde tek kabul etmek, eşi ve benzeri olmadığına iman edip ibadet ile de O’nu birlemektir. Yani  ibadeti O’ndan başkasına yapmamak ve yalnız O’na tahsis etmektir.  (İhlas suresi, 1-4)

         İslâm dininin ilk indiği zamanlarda -tıpkı bugün olduğu gibi- şirk hakimdi. İnsanlar putlara tapıyorlar, ilâhlık vasıflarını insanlara ve bazı varlıklara veriyorlardı. Araplar, melekleri Allah’ın kızları olarak kabul ediyorlar, ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanlar da, Allah’a oğullar isnat ediyorlardı. Helâl ve haram koyma yetkilerini din adamlarına vererek, onları ilâh ediniyorlardı. Peygamberimiz’in bu ortamda en küçük bir taviz vermeden sürdürdüğü tebliğde, en çok vurguladığı konu tevhiddi. Esasen insanlık tarihi, Allah’a hakkıyla iman edenlerle, şirk koşanların, birden fazla ilâha inananların kavgasından ibarettir.

         Kur’an-ı Kerim baştan sona kadar tevhid’den söz etmektedir. Bütün peygamberler tevhid’i yerleştirsinler diye gönderilmişlerdir. Kur’an’a  baktığımız zaman, bütün peygamberlerin üzerinde ısrarla durdukları ve insanların kavramaları için her türlü zorluklara katlandıkları konular; Allah’ın her hususta, yani hayatın her sahasında “tek”  olarak kabul edilmesi ve O’na kesinlikle şirk (ortak) koşulmamasıdır.

         Tevhid, düşünceden başlayarak, insanın günlük hayatındaki her tavrına kadar, Allah’ın belirlediği sınırlara uyması, onların korunması için çalışması ve Allah’ın ortaya koyduğu ölçü ve onun pratikteki şekli olan sünnetin yaşanılmasıdır. 

         Allah’a, O’nun zatında, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde ortağı ve dengi olmadığına, O’nun doğmadığına ve doğurulmadığına iman edilmeden tevhid gerçekleşmez.

        

                   Tevhidi kabul eden insan Allah’a şöyle söz vermiş olur:

         *  Ben ancak senin emirlerine kayıtsız şartsız uyarım, sana dayanır ve sana güvenirim.

         *  Cezalandıracak ve mükâfatlandıracak ancak sensin.

         *  En güzel emir senin emirlerin ve en mükemmel kanun senin kanunlarındır.

         *  Senin emirlerini alaya alan, yalanlayan ve haddi aşanlara karşı koyacağım.

         * Senin rızan için yaşayacağım, senin emrine uymayan hiç bir fikri ve kanunu benimsemeyeceğim.

                                                                             

                   İbadet Kavramı

“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım..”  ( Zariyat, 56)

Sahabeden Muaz b. Cebel anlatıyor: Bir gün Resulullah bana, “Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir? diye sordu. Ben: Allah ve Resûlü daha iyi bilir dedim. Rasûlüllah: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kulların O’na ibadet edip, başka hiçbirşeyi ortak koşmamalarıdır.” buyurdu. (Buharî, Müslim )

İbadet kelimesinin sözlük manası: İtaat etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmektir. 

İbadet 5 anlama gelmektedir. Bunlar: 

1-) Kul olmak, kulluk etmek.

2-) Boyun eğmek, itaat etmek.

3-) İlâh tanımak  (otorite tanımak, hükmüne teslim olmak ).

4-) Herhangi birine, ya da birşeye bağlanmak.

5-) Yönelmek, meyletmek.

İslâmî ıstılahta ibadet: Yapılması sevap olan, Allah’a yakınlık ifade eden, yalnız O’nun emirlerini yerine getirmiş olmak ve rızasını kazanmak niyetiyle yerine getirilen her türlü harekete ibadet denir. Kısaca ibadet, Allah’ın razı olduğu her  söz ve fiile verilen isimdir. İbadet, Kur’an-ı Kerim’de hiç bir zaman sadece namaz kılmak, oruç tutmak, haccetmek manalarında kullanılmamıştır. İbadet dinin tamamıdır. Din ise hayatın programını çizer, insanların hayat tarzını belirler. Yemek yemek, devlet kurmak, ahlâk, evlilik, hukuk, mali işler, kısaca hayatın tamamı dindir, dinin tamamı da ibadettir.

Bu manalardan da anlaşıldığı gibi, ibadet kelimesinin  ifade etmek istediği esas mana; kişinin yüksek güç, kuvvet ve iktidar sahibi  birine karşı itaat etmesi, kendi hürriyetinden vazgeçmesi, onun karşısında her türlü karşı gelmeyi ve isyanı terk etmesi, tam bir bağlılıkla isteyerek ona boyun eğmesidir.

İbadet etmek insanın fıtrat ve yaratılışındaki gayenin gereğidir. Allahü Teala insanları ve cinleri ancak kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır (Bkz. Zariyat, 56). Bu yüzden ibadet etmek, insan için bir ihtiyaçtır. İnsan ruhu yalnız Allah’a ibadet ederek, yani sadece O’na kul olarak, O’na itaat ederek, hayatını O’nun rızasına uygun olarak ve O’nun Rasülünü örnek alarak huzura kavuşur. (Bkz. Ra’d, 28) Aksi halde insan maddi yönden ne kadar yüksek seviyede olursa olsun, Allah’a ibadet etmediği müddetçe asla gerçek mutluluğu bulamayacaktır.      

Kur’an’da bir çok âyette, insanlara Allah’a ibadet etmesi emredilir:

“Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na ibadet et, O’na güvenip dayan.”  (Hud, 123)

“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 99)

“Şüphe yok ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz. Öyle ise O’na kulluk edin.. İşte doğru yol budur.”  (Âl-i İmran, 51)

         Bütün Peygamberler, insanları Allah’a ibadete çağırmışlardır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtilir: 

         “Andolsun ki, biz her ümmete Allah’a ibadet edin, tağuttan kaçının diye bir peygamber gönderdik.”  (Nahl, 36)

         İbadet, sevgi ve boyun eğme manalarını birden içerir. Yani Allah’a ibadet, Allah’ı son derece sevmekle birlikte sonuçta O’na boyun eğip saygı duymaktır. İbadetin gerçekleşmesi için  kulun, Allah’ı her şeyden çok sevmesi ve her şeyden büyük tanıyıp, azamî derecede saygı duyması gerekir.

         Müslüman korku ile ümit arasıda olmalıdır. Fakat bu korku, bir canavardan veya diktatörden duyulan korku gibi değildir. Müslümanın korkusu Allah’ın sevgisini kaybetme korkusudur.

 

Herhangi bir davranışın Allah’a ibadet olabilmesinin şartları

         İbadet, Allah ve Rasûlünün emrettiği şekilde yapılır. Diğer her şeyde olduğu gibi ibadetin nasıl yapılacağı hususunda da müslüman Kur’an ve sünnete müracaat eder. İbadet, insanın kendi nefsi ve kalbini temizlemesi, Allah’ın rızasını kazanması için en güzel ilahi bir vesiledir.

İbadet müslümanın imanını kuvvetlendirir, Allah’a yaklaştırır. Tabii ki, ibadetin bilinçli, Allah’ın istediği ve Peygamberimizin uyguladığı gibi olması lazımdır. Yoksa ibadet insana bir fayda sağlamaz. Örneğin; Allahü Teala Ankebut suresi 45. ayetinde, “namaz kişiyi bütün kötülüklerden alıkoyar.” buyuruyor. Halbuki, bugün pek çok müslüman namaz kıldığı halde bir çok büyük günahı işleyebiliyor. Elbette ki, bu durum onların namazlarının Allah katında kabul görmediğinin göstergesidir.

Bir davranışın ibadet olabilmesinin üç şartı vardır:

  1. a) Meşruiyet: Yapılan amelin Allah’ın müsaade ettiği veya emrettiği bir şey olması.
  2. b) Usûl – Metod: Allah’ın emrettiği ve Rasûlullah’ın yaptığı şekilde yapmak..
  3. c) Niyet – Kasd- : Allah rızası için yapmak; başka bir çıkar veya riya gibi sebeplerle yapmamak.

İnsanların dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmesi için ibadetlerini, Allah’ın istediği şekilde yapmaları gerekir. Fatiha süresinde “biz yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.” âyetinde ibadet, yardım dilemeden önce gelmiştir. Bunun manası, bir şeyi elde etmeyi istemeden önce, onu bize kazandıracak araçlara başvurmamız demektir.  Müslümanlar öncelikle Allah’a en güzel şekilde ibadet etmeli, yani hayatını Allah’ın razı olacağı şekilde, Peygamberi örnek alarak yaşamalıdırlar. Ancak, bundan sonra Allah müslümanlara yardım edecek ve onları yüceltecektir. Çünkü, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de buyurduğu gibi izzet müslümanlarındır.

İbadette ihsan olmalıdır. İhsan kelimesini Peygamberimiz şöyle açıklamıştır: ”İhsan, Allah’ı görüyor gibi Allah’a ibadet etmektir.  Sen O’nu görmesen de muhakkak ki O seni görüyor.”

 

                   İbadet Kime Yapılmalıdır?

İbadet yalnız Allah’a edilmelidir. Ma’bud  (ibadet edilen) yalnız Allah olmalıdır. Elbette ki ibadeti yalnız namaz, oruç, zekat v.s. gibi fiillerden ibaret görmemeliyiz. Bu fiiller ibadetin bir kısmıdır; tamamı değildir. Önceden de belirttiğimiz gibi ibadet, hayatın tamamını içine alan bir kavramdır. İbadetin sadece Allah için yapılması gerektiği hususu üzerinde Kur’an-ı Kerim hassasiyetle durmaktadır:

“O  ( Allah )  yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.”  (Yusuf, 40)

“Ey Adem oğulları, şeytana ibadet etmeyin diye size emir vermedim mi? Çünkü o , sizin için apaçık bir düşmandır.”  (Yasin, 60)

“De ki, bunca delilden sonra, bana Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz, Ey cahiller? Bilakis Allah’a ibadet eden ve şükredenlerden olun.” (Zümer, 64-66)

“Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabbine ibadette   hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi ortak tutmasın.”  (Kehf, 110)

“De ki: Ey kafirler, ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem....”  (Kafirun, 1-6)

Bu âyetlerde açıkça görüldüğü gibi, Allah, ibadetin sadece kendisine yapılmasını emrediyor. İster içimizde ve ister dışımızda olsun bizi kendisine itaatkâr kılan, bizim bedenimizi ve ruhumuzu kendi kudretine göre yönlendiren, bizim enerjimizi kendi istediği yöne sevkeden, yani bizi teslim alan her “güç”, bizi kendisine kul yapmış demek olur. Oysa Rabbimiz, bizim uluhiyet, rububiyet ve ubûdiyeti yalnızca kendisine tahsis etmemizi ve bu noktada bütün sahte ilâh ve rabbleri reddetmemizi istiyor.

 

SORULAR

1-Tevhid kelimesi sözlükte ne anlama gelir?

2-Tevhid kelimesinin ıstılah manalarını açıklayınız.

3-Allah’ın bir olduğu ile ilgili âyetler bulunuz.

4-Kur’an’dan yola çıkarak ve kelime-i tevhidin anlamını değerlendiriniz. 

5-İslâmdan önce insanların tanrı inancı nasıldı? Bügün ile karşılaştırınız.

6-Peygamberlerin ve Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu konu hangisidir?

7-Tevhid müslümanın hayatında neleri kapsar?

8-Tavhidi kabul etmekle insan hangi sözleri vermiş olur?

9-Allah (cc) insanları ve cinleri niçin yarattı?

10-Allah’ın insanın üzerindeki hakkı nedir?

11-İbadet kelimesi sözlükte hangi manaya gelir?

12-İbadetin beş önemli manasını açıklayınız.

13-İslâmda ibadet ne demektir?

14-İbadet, yüksek bir gücün önünde baş eğmek midir, açıklayınız

15-İslâmda ibadet kavramı neleri kapsar? 

16-İbadet etmek bir ihtiyaç mıdır?

17-İbadet eden kimse neler kazanır?

18-Tevhid inancı ile ibadet arasında nasıl bir ilişki vardır?

19-İbadetin emredilmesi ile ilgili âyetler bulunuz.

20-İbadet Allah’a sevgi ve yalnızca O’na boyun eğme manalarını kapsar mı?

21-Müslüman nasıl ibadet edeceğini nereden öğrenir?

22-Allah’a yaklaştıracak olan bir ibadet nasıl olması gerekir?

23-İslâma göre bir davranışın ibadet olabilmesi için kaç şart vardır, sayınız.

24-İbadetin kabulü için ne yapmalı?

25-Fatiha sûresine göre önce ibadet etmeli, sonra mı Allah’tan yardım  istemeli?

26-İslâmda ibadet yalnızca namaz, oruç ve zekât mıdır?

27-Allah rızasına uygun davranışlar ibadet midir?

28-İslâm göre ibadet kime yapılır?

29-İbadetin kime yapılması gerektiği ilgili âyetler bulunuz.

30-Bizi hakimiyeti altına alan, bizi kendisine kesinlikle boyun eğdiren güç, kulluğu da kendisine mi yaptırmış olur?

31-Amel ile ibadet ilişkisini inceleyiniz.

32-İbadet ile iman arasındaki yakınlığı inceleyiniz.

33-Bugün halk arasında ibadet deyince ne anlaşılıyor, araştırınız.

34-İbadet gizli mi olmalı, tartışınız.

35-İman etmek aynı zamanda bir ibadet midir?

 

Mü’minûn Sûresinden:

“1-Mü’minler gerçekten kurtulmuşlardır.

2-Onlar ki namazlarında huşu’ içindedirler.

3-Onlar boş şeyden yüz çevirirler.

4-Onlar zekâtı verirler.

5-Onlar ırzlarını korurlar.

.......

8-Onlar emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.

9-Onlar namazlarını (gereğince) korurlar.

10-İşte bu kimseler mirascıdırlar;

11-Firdevs cennetine mirascı olanlardır. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.”

 

 

 

 

DERS  23 :   TEVHİD İNANCI  2

 

             *Kainattaki tevhid,

             *Tevhidin yansımaları,

        *Tevhid ve Allah’ın hakimiyeti

 

Bu dersi bitirdiğiniz zaman aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmktedir:

1-İslâmın Tevhidî dünya görüşüne sahip olduğunu hatırlamak.

2-Tevhidin sadece ‘bir ilâh inancı’ olmayıp bir yaşama biçimi olduğunu öğrenmek.

3-Evrendeki düzenin bir olan Allah tarafından konulduğunu hatırlamak.

4-Kâinattaki düzenin bir olan Allah’ı hatırlattığını gündeme getirmek.

5-Tevhide inanmanın Allah’ın hakimiyetini kabul edip ona teslim olmak anlamına geldiğini öğrenmek.

 

Tevhidin Yansımaları        

Tevhid aynı zamanda İslamın dünya görüşüdür. İslâmın bütün prensiplerinin, bütün ölçülerinin, bütün vaadlerinin ve izahlarının temelinde tevhidî görüş vardır. Bir ilâh inancı İslâmın her şeyine yön verir. İslâm, bir olan ilâhın yeryüzüne ve insan hayatına düzen (selâmet) veren sistemidir. İslâm, dünya hayatını da, kâinata hakim olan düzeni de, ölümden sonrasını da, insanın bu dünyadaki konumunu da Tevhid inancına göre ortaya koyar.

İslâmın hayata ilişkin prensiplerinin, insana yüklediği sorumlulukların, ya da iyilik yapanlara mükâfat, kötülük yapanlara ceza söz verişinin dayanağı da yine tevhid inancıdır.

İslâmda her şey tek Allah inancının etrafında döner.       

Kur’an-ı Kerim’in tevhid ile ilgili âyetlerine dikkatle baktığımız zaman tevhid akidesinin sadece fikrî, zihinsel ve felsefî bir görüş olmayıp; insan ve kâinat konusunda başlı başına çok genel bir düşünce ve hayat biçimi olduğunu açıkça anlarız. Kavramlar arasında, insan hayatını “tevhid” kavramı kadar çepeçevre kuşatan, çok boyutlu bir başka kavram bulmak mümkün değildir. Bundan dolayı tarih boyunca bütün ilahî davetler, Lâ ilâhe illallah esasını açıklayarak işe başlamışlardır.

 

Evrendeki Tevhid

Kur’an’ın insanlara kazandırmaya çalıştığı dünya görüşüne göre kâinat ve kâinattaki bütün varlıklar yüce bir kuvvet olan Allah tarafından yaratılmıştır. Evrendeki düzen de Allah tarafından yaratılmıştır. Kur’an, evrendeki düzenin Allah tarafından takdir edilmiş olduğunu açıkça beyan ediyor. Kur’an’daki bir çok âyet, çeşitli ifade biçimleriyle insanın dikkatini evrenin sağlam düzenine çekerek, evrenin yaratıcısının birlenmesi gerektiğini vurguluyor.

“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (Enbiya, 16)

“Gerçek şu ki, göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.” (Bakara, 116)

“Göklerde ve yerde bulunan her şey, Rahman’a kul olarak gelecektir.” (Meryem, 93)

“O (Allah), geceyi sizin için istirahat etmenize elverişli, gündüzü de (geçiminizi sağlamanız için) aydınlık yapmıştır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.” (Yunus, 67) (Konuyla ilgili olarak yine bkz. En’am, 95-99; Yasin, 33; Nahl, 10-18, 65, 81; Yunus, 3-6)

Bu âyetlerde bütün evrende var olan düzeni, evrenin yaratıcısı, idare edicisi ve evirip çevireni olan Allah’ın birliğine apaçık bir delil sayıyor. Bizden kâinatta var olan bu mükemmel düzen ve bu düzenin sağlamlığı ve bütünlüğü  üzerine düşünmemizi ve bu  yolla tevhid fikrine ulaşmamızı istiyor.

         Zaten kâinatta birden fazla tanrı olsaydı, şüphesiz ki yerlerin ve göklerin düzeni bozulurdu. Biri öyle isterdi, biri böyle. Birinin emri diğerini tutmazdı.

 

Tevhid ve Allah’ın Hâkimiyeti

Tevhid, bütün beşeriyetin, sahte ilâh ve rablere başkaldırarak esaret zincirinden kurtulması ve Allah’tan başkasına kul olmaması demektir. Bu yüzden, tevhid kavramı aynı zamanda, kullara kul olmanın pençesinden kurtularak yalnız Allah'a kul olmaya yönelmek ve bunun tabii sonucu olarak da Allah’ın hakimiyetini kabul etmek; Allah’ın egemenliğinin dışında her gücü, sultayı, otoriteyi, sistemi, fikri, ideolojiyi, dünya görüşünü reddetmek demektir. Bu red kısacası hangi kılıf, örtü ve görüntü altında olursa olsun hakimiyet/egemenlik iddiasında bulunan her şeyi içine alır.

“Rabb’in, yalnız kendisine kulluk etmenizi... emretti.” (İsra, 23)

“Hüküm, hakimiyet yalnız Allah’ındır. O, yalnız kendisine tapmanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.” (Yusuf, 40)

Bu âyetler şu gerçeği açıkça ortaya koyuyor: Allah'a inanmanın, tevhid dinine dahil olmanın ve muvahhid sayılabilmenin şartı, kişinin Allah’ın hakimiyetini kabul ederek, O’nun isteğini, kendi dilediğine veya başkalarının isteklerine tercih etmektir.  Ayrıca tüm diğer arzuları O’nun yolunda feda etmektir.

Müslüman olmak, kısaca Allah’ı kural (hüküm) koyucu sıfatlarıyla tek, emir verici olarak tek, yasak koyucu olarak tek, din gönderici olarak tek ve insan hayatına hükmedici olarak tek olduğunu kavramak, inanmak ve bu doğrultuda yaşamaktır.

 

SORULAR

1-İslâm Tevhidî dünya görüşüne sahip olması nasıl açıklanabilir?

2-Tevhid sadece bir ilâh inancı mıdır?

3-İslâmî her prensip ve konu hangi inanca dayanır?

4-Kur’an âyetleri insanlara en çok hangi konuyu anlatıyorlar?

5-Evrendeki düzen kim tarafından sağlanıyor?

6-Kâinatın bir olan Allah tarafından yaratıldığı ve O’nun tarafından düzeninin sağlandığı ile ilgili âyetler bulunuz.

7- Kâinattaki düzen Allah’ın bir tek olduğunu hatrılatır mı? 

8-Allah’ın Rabb ismi ile, evrenin sahibi, yöneticisi ve düzene koyucusu olduğu arasında bir ilişki var mıdır?

9-Çevrenizden, tabiattan Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini isbat eden örnekler bulunuz ve tartışınız.

10-Kâinatta birden fazla tanrı olsaydı ne olurdu, tartışınız.

11-Tevhide inanmak, kullara kul olmaktan kurtulmak mıdır?

12-Tevhide inanmak Allah’ın hakimiyetini kabul etmek midir?

13-Allah’ın hakimiyetini kabul etmek neyi gerektiri?

14-Muvahhid sayılmanın şartı nedir?

15-Allah’ın her şeyin hakimi oluşuyla ilgili âyetler bulunuz.

16-Günümüzde tevhid inancına dayanmayan dünya görüşleri var mıdır, üzerinde tartışınız.

 

Konularla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar:

Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Yenda Y. c. 1, s. 160-172

Tefsir-i Kebir, -Mefâtih-i Gayb- Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 1 s. 449-456

Fi Zılali'l-Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1 s. 78-80

Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2 s. 162-170

Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1 s. 82-83

Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y. c. 1 s. 33

Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 486-500

Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. c. 1 s. 98-100      

İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3 s. 145-151

İslâm Düşüncesinde İman Kavramı, Toshihiko İzutsu, Pınar Y.

Epistemolojik Açıdan İman, Hanifi Özcan, İFAV Y.

İman, Şartları ve Onu Bozan Şeyler, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y.218-230

İman Risalesi, Mustafa İslamoğlu, Denge Y. s. 302-309

İslâm, Mevdudi, Furkan Y.

Kur'an'da Mü'minlerin Özellikleri, Beşir İslamoğlu, Pınar Y. s. 37-53

Düzeltilmesi Gereken Kavramlar, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 15-124 

İlahi Kanunların Hikmetleri (Sünnetullah), A. Zeydan, İhtar Y. s. 290-301

Tevhid, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 1-127

Kur'an'da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 262-263

Dini Hayatın Psiko - Sosyal Temelleri, Ali Murat Daryal, İFAV Y. s. 11-31

Kur'an ve Sünnete Göre Tev. ve Akaid, Muhammed Karaca, Ribat Y.208-223

Risale-i Nur'dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 129-225

Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmet Alptekin, Saff Y. s. 113-117

İslâm'ın İnanç İlkeleri, Mevlüt Uyanık, Esin Y. s. 25-49

İnanç ve Amelde Kur'ani Kavramlar, M. El-Behiy, Yöneliş Y. s. 76-80

İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 219-220

Kur'anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 98

Terimler Sözlüğü -Kitabu't- Ta'rifat- , S. Ş. Cürcani, Bahar Y. s. 29, 31, 43

Yeryüzünün Varisleri, Kul Sadi Yüksel, Madve Y. s. 82-99; 278-281

Kelime-i Tevhid Davası, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 13-72

Akide, Şeriat ve Hayat Yolu La İlahe İllallah, M. Kutub, Ravza Y. s. 73-89

İslâm'da İman Esasları, Bekir Topaloğlu, İFAV Y. s. 20-25

İslâm'da İman ve Esasları, Ali A. Aydın, Hikmet-Dava-Çağ Y. s. 33-43

İslam Akaidi, Ahmet Lütfi Kazancı, Marifet Y. s. 11-57

İman ve Sosyal Hayat, Beheşti, Birim Y. s. 11-25

İman Küfür Sınırı, Ahmed Saim Kılavuz, Marifet Y. s. 19-54

Kur'an'da Uluhiyet, Suat Yıldırım, Kayıhan Y. s. 269-270

Esmaü'l Hüsna, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s. 52-55

Esmaü'l Hüsna, Metin Yurdagür, Marifet Y. s. 80-82

Esmaü'l Hüsna Şerhi, Mustafa Necati Bursalı, Erhan Y. s. 91-93

Esmaü'l Hüsna, A. Süleyman Tilmisani, İnsan Y. s. 181-182

Esmaü'l Hüsna'dan Esintiler, Sadettin Kaplan, Marifet Y. s. 21-22

Kur'an Okulu, Cüz Cüz Kur'an Meal ve Tefsiri, 5. Sayı  s. 234-238

İman, M. Zahid Kotku, Seha Neşriyat

İman, Abdülmecid Zindani, Risale Y.

İman, Mustafa Kasadar, Ravza Y.         

İman, A. Nedim El-Cisr 1, 2  Kitabevi Y.

İman Bilgileri, Ahmet Efe, Seha Neşriyat

İman Buhranı, Isamüddin Attar, Yunus Emre Y.

İman Hakikatları, Bediüzzaman Said Nursi, Sözler Y.

İman Hakikatleri Etrafında Suallere Cevaplar, İ. Fenni Ertuğrul, Sebil Y.

İman-İslâm-İhsan, Abdülaziz Hatip, Nesil Y.

İman-Küfür Muvazeneleri, Bediuzzaman Said Nursi, Tenvir Neşriyat

İman Nurları, Ahiret Sırları, Ali Küçüker, Bahar Y.

İman Prensipleri, Hüseyin Emin Öztürk, T. Diyanet Vakfı Y.

İman Risalesi, Salih El-Sırriyye, Sor Y.

İman Üzerine, İbn Teymiyye, Pınar Y.

İman ve Ahlâkın Hayati Değerleri, Mikdat Yalçın, Hikmet Y.

İman ve Altı Esası, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.

İman ve Cihad, Yusuf Yiğitalp, Rehber Y.

İman ve İnsan, Haydar Baş, Belge Neşriyat

İman ve İslam Atlası, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Y.

İman ve Şirk, Adil Akkoyunlu, Hidayet Y.

İman-Mü'min, Salih Çavuşoğlu, Hanif Y.

İmana Çağrı, Hatice Özyiğit, Şelale Y.

İmanın Tadı Alınınca, Abdullah Ulvan, Uysal Y.

İmanın Temel Esasları, Süleyman Aksoy, Sır Y.

İmanla Gelen İlim, Haluk Nurbaki, Damla Y.

İnancımız, Ömer Küçükağa, Buruc Y.

İnançlar, Kenan Çığman, Gonca Y.

İnançta Hassas Ölçüler, İmam Gazali, Hisar Y.  

Kur'an'ın Temel Kavramları, 233-249

İman-Amel İlişkisi:  İman ve Tavır, Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s. 277-283

İman Risalesi, Mustafa İslamoğlu, Denge Y. s. 171-174; 342-349

İman Küfür Sınırı, Ahmed Saim Kılavuz, Marifet Y. 32-40

Kur'an'da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 249-260

Yirminci Y.Y.da Tevhid ve Şirk, M. Alagaş, İnsan Dergisi Y. s. 80-82

İslam, Mevdudi, Furkan Y. s. 39-50

Kelimetü'l İhlas, 37-38