Namazın ve abdestin rükünlerinin hikmetleri, hatırlattıkları, namazın islâmî hayatı inşa rolü, güzel ahlâka etkisi hakkında dersler.

Hüseyin K. Ece

Beytu’s-Selam-Duisburg

9 Ekim-11 Aralık 2011

BEŞİNCİ DERS

13 Kasım 2011

 

-Namaza giriş:

-Kıbleye dönmek; Yön bilinci

-Kıyam nedir

-Niyetin önemi

-Namaza Tekbir ile başlamak

-Allahüekberin manası:

-Sübhaneke duası ve tefsiri

*Allah’ın Sübhan oluşu  

 

 -Namaza giriş:

-Kıbleye dönmek; Yön bilinci

Namazın dışındaki farzdan biri de Kıble ye dönmektir.

Allah (cc) namaz kılanlara Kıbleye dönün diyor.

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ {149}

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ إِلاَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي وَلأُتِمَّ نِعْمَتِي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ {150} (Ali İmran)

Bunda bir kaç hikmet ver:

1-Madem namazı emreden Allah’tır. Öyleyse bu ibadet O’nun istediği gibi yerine getirilirse ibadet olur.

2-Bu, iman sözünün isbatı, icrası ve şahitliğidir. Kur’an’a iman ettiğini iddia eden bir mü’min neden Kâbe’nin kıble yapıldığını sormaz.

3-Bu, yön tayinidir. Müslüman başıboş, yönsüz, yani hedefsiz değildir. Namazda kıbleye niçin döndüğünün şuurunda olan, aklını da, duygularını da, hayatının hedeflerini de aynı yöne dönderir.

4-Kâbe, mekansal açıdan da merkezi bir konumdadır. Öyleyse ona doğru yönelenler hem aynı yöne dönmüş, hem de aynı zamanda Tevhid dininin bir mensubu olduklarını göstermiş olurlar.

5-Kıbleye dönmek, müslümanın iman ile bir köke bağlandığını (akide), başıboş olmadığını ortaya koyar.

6-Kıbleye dönme emri, Kur’an’ın nüzulünden sonra müslümanları yönleri, dünyayı, coğrafları tanımaya sevketmiştir. Pusulanın icadı Kıbleye dönme emrinin bir sonucudur.

7-Kıbleye dönmek, Kâbe’ye değer vermek, onu sevmek ve onu ziyaret arzusunu ızhar etmektir. Zira onu ziyaret edenler Allah’ın şeref misafirleri olurlar.

 

-Kıyam nedir?

Kıyam’, Sözlükte, ayağa kalkmak, ayakta durmak, sabit olmak, bir şeyi gözetlemek gibi anlamlara gelir.

Kavram olarak ‘kıyam’, namazda ayakta durmaya denildiği gibi, gece namazına, Allah’ın varlığının kendinden olmasına da denilmektedir.

Kıyamet kelimesi de ‘kıyam’ kelimesinden türemiştir.

Namazda kıyam denildiği zaman şu anlaşılır: Namaz için ayağa kalkmak, Allah’a saygı ve O’nu büyük tanımak için namazı ayakta kılmak.

Peygamberimize hitap eden şu âyette kasdedilen ‘kıyam’, namaz kılmaktır:

“Az bir kısmı hariç olmak üzere gece kıyam et (namaz kıl).” (Müzemmil, 73/2)

Bilindiği gibi namaz kılarken ayakta durmak namazın şartlarındandır. Bazı bilginler nafile (farz, vacip ve sünnet olmayan) namazlar, kıyamsız (oturarak) kılınabilir ama ayakta kılınması en güzeldir derler.

İmran b. Huseyn’in rivayetine göre Peygamberimizin (sav) namazın kılınış şekli ile ilgili sorulan bir soruya şöyle cevap vermiştir: “Namazı ayakta kıl. Buna gücün yetmezse oturarak kıl. Buna da gücün yetmezse yan üstü yatarak kıl.” (Buharî, Taksir/19. Tirmizî, Salat/274, Hadis no: 372. Ebu Davud, Salat/Hadis no: 952)

Namazda ‘kıyam’, yalnızca bir şekil değildir. Kul, Allah’ın huzuruna tam bir teslimiyet, derin bir alçak gönüllülük ve hürmet (saygı) anlayışı içerisinde çıkar. Yeryüzünde nice insanlar kibirle başlarını yukarı kaldırır, büyüklük havasına girerler. Namaz kılan ise başını Allah’ın önünde eğer, sakin ve vakarlı bir şekilde O’nun önünde ibadete başlar.

Bu kıyam, Allah’ın dışında her şeyin bir tarafa atıldığı bir ibadetin başlangıcıdır. Müslüman ibadet için yalnızca Allah’ın huzurunda kıyam eder (ayağa kalkar). Bu hareket Allah’a karşı duyulacak bütün saygı ifadelerini, zikirleri, duaları içerisine alır. Çünkü kul, yalnızca O’na karşı olan saygısından dolayı ayağa kalkmıştır, O’nun karşısında divan durmuştur, yani kunut yapmıştır.

Namazdaki kıyamın iki yönü vardır: Namaz kılan, kıyam’da iken; ‘Allah’tan başka hiç bir kimsenin önünde bu türlü durmanın’ caiz olmadığını gösterir.

İkinci olarak namaza kalkan bir kimse bütün dünya kayıtlarından sıyrıldığını, dünyayı arkaya attığını, insan otoritelerinin ve insansal makamların önünde eğilmeyeceğini, onlara karşı dimdik ayakta duracağını göstermiş olur. Bu, Allah’ın dışındaki bütün ilâh ve tağut anlayışlarına karşı bir kıyam’dır, bir karşı geliştir. Namaz ibadeti zaten bu yönden çok önemlidir. (Peygamberimizin kendisi için bile ayağa kalkılmasından hoşlanmadığını hatırlayalım. Ebu Davud, Edeb/Hadis no: 5230, 4/358)

Namazdaki kıyam aynı zamanda musalliye, bir yerde çöküp kalma, tembel olma, kalk, hareket et, çabala, çalış, bir musibetle karşılaştığın zaman ümitsiz olma, bir şeyler yap; kazanırsın demektir.

Kıyam, canlılığın, aktif iyi olmanın, yola koyulmanın, atıl olmayı terkeme arzusunun sembolüdür.

Namaz kılanların namaz rağmen tembel, uyuşuk, yerinden kalkamaz olmalarını cidden anlamqak mümkün değildir.

 

-Niyetin önemi

Müslüman meşru olan her ameline besmele ile başladığı gibi, her ibadetine de niyetle başlar.

Hz. Ömer’in anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, Bed'ü'l-vahy/1, Îmân/41, Nikâh/5, Menâkıbu'l-ensâr/45, İtk/6, Eymân/23, Hiyel/1. Müslim, İmâret/155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk/11. Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd/16. Nesâî, Tahâret/60. Talâk/24, Eymân/19. İbni Mâce, Zühd/26)

Niyetle başlamak hem ibadeti şuurla yapmaya başlamak, hem de Allah rızası için yapmak anlamına gelir.

Niyet, kalbin ve aklın bir şeye dikkat kesilmeleri ve şuurlu bir şekilde karar vermeleridir.

Bu aynı zamanda kalbin sağlıklı olduğunun da göstergesidir. Çünkü o, bir ameli hangi amaç için yaptığının farkındadır. Kalp, beden ülkesinin adil bir yöneticidir.

“Dikkat edin! İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o, kalbtir.” (Buhari, İman/39; Müslim, Müsakat/107; Müsned, 4/280)

Niyet, bir işin Allah rızası için yapılmasıdır. Buna dinde ihlas adı verilir. İhlas dinin temelidir. Ameller onun üzerinde durur. O olmazsa ameller heba olur, riya ve gösteriş olur. Riya ve gösterişe sevap verilmez. Onlarla kulluk görevi ifa edilmez. Küçük gibi görünen nice ameller, niyet sayesinde büyür. Büyük zannedilen nice ameller de niyet sebebiyle küçülür.

Adam basit bir amel gibi görünen susuz bir hayvana su verir de o sayede cennetlik olur. Büyük bir amel yaptığı, şehid olduğu sanılır da cehenneme yakıt olur. Dolayısıyla her amel niyet sayesinde gerçek değerini bulur. Büyüyenler onun sayesinde büyür, küçülenler onun sebebiyle küçülür.

1-Niyet, amelin ruhudur; niyetsiz ameller ölü sayılır.

2-Niyet, hasenâtı seyyiâta, seyyiâtı da hasenâta çeviren nurlu ve sırlı bir iksirdir.

3-Amelin amel olması niyete bağlıdır; niyetsiz hicret, turistlik; cihad, bâğîlik;

hac, aldatan bir seyahat; namaz, kültür fizik; oruç da bir perhizdir.  

Buibadetlerin, insanı cennetlere uçuran birer kanat haline gelmesi ancak niyet mülâhazasıyla mümkün olur.

4-Ebedî cennet, ebedî kulluk niyeti, ebedî cehennem de ebedî inkâr ve ebedî küfür kastının neticesidir.

5-İnsan niyeti sayesinde, çok küçük bir cehd ve az bir masrafla çok büyük ve çok kıymetli şeyler elde edebilir. (www.sorularlaislamiyet.com)

 

a-     Namaza Tekbir ile başlamak

Allahüekberin manası:

"Allah en büyüktür" demektir.  'Ekber', ‘kebüra’ fiilinden gelen bir ismi tafdil'dir.

‘Kebüra’ fiili ve türevleri, nitelik, nicelik, durum ve makam yönünden bütün büyüklük pozisyonlarını anlatırlar.

Allahu ekber demek tekbir getirmektir. ‘Tekbir’, sözlükte, yüceltmek, büyük tanımak, ululamak demektir.

‘Tekbir’, bu anlamda Kur’an’da şöyle geçmektedir:

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيراً {111}‏

“Ve de ki: ‘Hamd (övgü), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’a aittir.’ Ve O’nu tekbir edebildikçe tekbir et (büyük tanı)” (İsra, 17/111)

Şüphesiz âlemlerin Rabbi Allah (cc) her şeyden yücedir ve büyüktür. ‘Kibriya’ yani her türlü yücelik ve büyüklük O’nun Rabliğinin gereğidir. Mü’minler, iman ederek bu büyüklüğü tasdik ederler.  Mü’minler, Allah’ın kendilerine hidayet vermesinden dolayı Allah’ı ‘tekbir’ ederler, ‘Sen en büyüksün’ derler.

Büyüklük (kibriya) kelimesi neyi ifade ediyorsa, büyüklükten ne kasdediliyorsa hepsinin Allah’a ait olduğunu ilan ederler.

“Allahü ekber”  sıradan bir cümle değildir. Farklı ilâhlara inanan kimseler, tapındıkları ilâhları büyük bilirler. Zorbaların, diktatörlerin, tağutların önünde secde edenler, ya da onlara itaat edenler; onları çok büyük, en büyük tanırlar. Kimileri kendilerine hükmeden güç odaklarını, iktidar seçkinlerini, devlet erkini en güçlü ve büyük zannederler.

Rabbimiz mü’minlere ‘Allahü ekber’i öğreterek, bütün bu büyüklük yanlışlığından onları kurtarmıştır. En yüce olan; eşi ve benzeri olmayan, her şeyi yoktan var eden, sonsuz güç sahibi, her an diri ve canlı olan, ezelî ve ebedî olan Allah’tır.

‘Allahü ekber’ bir iman ifadesidir. Bir din seçiminin sözle dile getirilmesi, bir kulluk bildirimidir. İnanan insan, bu cümleyi söyleyerek kimi büyük tanıdığını, kime ibadet edeceğini ilan eder. (74/Müdessir, 1-4),

Bu mesaj insanlara kimin ‘büyük’ tanınması gerektiğini haber veriyor. Uydurma  ilâhları ‘ekber’ tanıyan insanlara bundan güzel bir mesaj olamazdı.

Müslümanların şiarı (özel sembolü) sayılan Ezanın ilk sözleri ‘Allahü ekber’dir. Mü’minler her ezan okuyuşta bu gerçeği işiten kulaklara, hisseden yüreklere, bütün canlılara ve ufka kadar bütün yeryüzüne ulaştırırlar, haber verirler.  

Mü’minler namaza da ‘tekbir’ ile, ‘Allahü ekber’ diyerek başlarlar. Böylece, insanın gönlüne girebilecek bütün sevgileri, bütün yücelikleri, bütün değerli sanılan şeyleri bir tarafa atar, hepsini elinin tersiyle arkaya fırlatır ve öylece büyük olan, en büyük olan Rabbinin huzuruna kul olmanın bilinciyle ve teslimiyetiyle durur.

‘Allahü ekber’ sözü, kulun Allah’ı tasdik etmesinin, O’na teslim olmasının, O’na karşı kul olduğunun bilincine varmasının açıkça gösterilmesidir. Başkalarının inandığı bütün büyüklük (istikbar-kibriya) anlayışlarının reddedilmesidir.

Namazın rükünlerinin her birinin arasında da ‘Allahü ekber’ denilir. Böylece bu muazzam gerçek sık sık vurgulanır. Bu vurgu mü’min tarafından öncelikli olarak kendi nefsine karşı yapılır, ki, nefis elindeki imkanlarla büyüklük duygusuna kapılmasın. Sonra da başkalarına duyurulur.

Bayramlarda ve hacc zamanı söylenilen ‘teşrik tekbirleri’ de biraz daha uzun cümlelerle aynı şeyi ifade etmektedir.

Her namazın sonunda yapılması tavsiye edilen ‘tesbih’ dualarında da otuzüç defa ‘Allahü ekber’ denilir. Bu ve diğerleri, Allah’ı en yüce ve büyük bilmenin farklı şekillerde beyan edilmesidir. Mü’min böylece imanını kuvvetlendirir, insanları bu yüceliğe davet eder.

Allah’ın dışında herhangi bir varlığa ‘en büyük’ diye hitap etmek şüphesiz İslâmın ölçüleriyle bağdaşmaz. Bu niteleme ister sevgiden isterse korkudan kaynaklansın, farketmez. En büyük olma sıfatı, nitelik, nicelik, makam, güç ve kudret kaynağı olarak Allah’a aittir.  

Namaza “Allahü ekber” diyerek giren mü’min elinin tersiyle bütün güçlü zannedilen şeyleri, bütün meşguliyetleri, bütün takıntıları, mü’mini Allah’tan uzaklaştırcak her şeyi arkaya atar ve Rabbinin huzurunda el-pençe divan durur.

(İran İslam İnkılabı günlerinde Şah’ın gece sokağa çıkma yasağı Allahü ekber sesleriyle delinmiş, o günlerde tekbir devrimi destekleyen müthiş bir enerji kaynağına dönüşmüştü. O sahneleri izlerken tekbir seslerinde ürpermemek, etkilenmmek mümkün değildi. Ben hayatımda tekbirin bu kadar sürükleyici ve etkileyici olduğunu orada gördüm.)

 

-Sübhâneke duası ve tefsiri (Sübhân, Tebâreka, Teâlâ, Senâ, ilâh)

“Sübhâneke allahümme ve bi-hamdike ve tebârake ismüke ve teâlâ

ceddüke ve celle senâüke velâ ilâhe ğayruke-Allahım! Sen bütün kusurlardan pak ve uzaksın ve hamd da Sana aittir. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür. Senden başka tanrı yoktur.” (Müslim, Salat/25. Tirmizi, Mevakıt/65. Nesai, İftitah/18)

 

Sübhanekedeki vurgular

1-Allah’ın Sübhan oluşu

2-Dua

3-Hamd

4-Allah’ın isminin mübarek oluşu

5-Varlığının üstün oluşu

6-Övgüsünün yüksek oluşu

6-O’ndan başka tanrı olmadığı

-Allah Sübhan’dır

 اللهم و بحمدك ك سبحا

Sübhan kelimesini aslı ‘sbh’ fiilidir. Bu da ‘hbs’ fiilinin tersidir. Birisi hapsetmeyi, diğeri serbest hareket etmeyi anlatır.

‘Sebh’ sözlükte; havada ve suda hızlı hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek demektir.

Bu, varlık aleminde mevcut olan her şeyin hareket halinde olduğunu ve bu hareketlerinin de bir ‘tesbih’ olduğunu anlatır.

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيماً غَفُوراً {44}

“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz de onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.” (17/İsra, 44)

Aynı kökten gelen ‘tesbih’; Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek (uzak tutmak)tır.

‘Tesbih’ bir anlamda Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, hızlı bir şekilde ‘sübhanellah’ demektir. Bu bir çeşit Allah’ı zikirdir. Bazı alimlere göre ‘tesbih’, zikrin türlerinden biridir.

‘Tesbih’; Allah’ı, kutsal yüceliğine layık olmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç, gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir, uzak tutmaktır.

‘Sübhan’ Allah’ın bir ismidir. Yani, çok tenzih edilen, Allah’a inanmayanların O’nun hakkında düşündüklerinden ve söylediklerinden, her türlü kusurdan uzak olan demektir.

Allah’ı tesbih etmeyi ifade eden âyetler Kur’an’da bir hayli fazladır. Kur’an, Allah’ı zikretmeyi ve tesbih etmeyi beraber anıyor. Bu durum her iki ibadetin de ortak yanları olduğunu gösterir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً {41} وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {42}

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzab, 33/41-42. Âli İmran, 3/41)

‘Sübhan’ Allah’ın bir ismidir. Yani, çok tenzih edilen, Allah’a inanmayanların O’nun hakkında düşündüklerinden ve söylediklerinden, her türlü kusurdan uzak olan demektir.

Allah’ı tesbih etmeyi ifade eden âyetler Kur’an’da bir hayli fazladır. Kur’an, Allah’ı zikretmeyi ve tesbih etmeyi beraber anıyor. Bu durum her iki ibadetin de ortak yanları olduğunu gösterir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً {41} وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {42}

 “Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın sahibi Allah, Sübhan’dır- onların nitelendirdikleri şeyden uzaktır.” (Enbiya, 21/22. Ayrıca bak. Saffat, 37/180, Yusuf, 12/108. İsra, 17/1, 93, 108. Neml, 27/8. Kasas, 28/68. Zuhruf, 43/13. Kalem, 68/29)

Namaz ve Tesbih İbadeti

Mü’minler ‘tekbir’le namaza girdikten sonra, önce ‘Sübhaneke’ duasını okurlar. Namazın hemen başında Allah’ın bütün noksan sıfatlardan uzak olduğunu, müşriklerin nitelemelerinden yüce olduğunu dile getirirler. Bu imanla namaza başlarlar, namazı yalnızca bu tesbih ettikleri Allah (cc) için kıldıklarını ortaya koyarlar. Ya da „ben ancak ve ancak böyle bir Allah’a ibadet ederim“ demiş olurlar.

Mü’minler rukû’da iken ‘Sübhâne rabbiye’l azîm- Azametli olan Rabbimi tesbih ederim’, secdelerde ise sürekli ‘Sübhâne Rabbiye’l a’lâ-Ulu/yüce olan Rabbimi tesbih ederim’ derler.

-Ve hamdike ne demektir?

Bunu “semiallhü li-men hamide“ tesbihinde açıklaycağız.