Namazın ve abdestin rükünlerinin hikmetleri, hatırlattıkları, namazın islâmî hayatı inşa rolü, güzel ahlâka etkisi hakkında dersler.

Hüseyin K. Ece

Beytu’s-Selam-Duisburg

9 Ekim-11 Aralık 2011

 

YEDİNCİ DERS

4 Aralık 2011

 

-Niçin secde

Secde tesbihi

-Teşehhüdün/Tahiyyâtın manası

-et-Tahiyyâtü duası

-Salavât: Resule ve davetine bağlılık

-Rebbenâ duası: Nihai amaç

-Selâm; Dua ve teslimiyet

-Selâm, nefse ve insanlara

-Tesbih duaları

 

-Niçin secde?

*Secde tesbihi

Secde, insanın haddini bilmesinin sembolüdür. Secde ‘beşeriyet’ makamıdır. Secde, meleklerin Âdem’e secdesini tekrardır. Şeytan secdeden  hoşlanmaz. Öyle ise secdede büyük hikmetler ve derin manalar vardır.

Şeytanlaşmamak için secde etmek gerekir. Secde’de alnını yere koymaya kibirlenen kimselerde şeytan ahlâkı vardır.

Secde eden mü’min bir çok şeyi yapmış olur.

1-Secde, kulun Allah’a karşı saygısının en büyük göstergesidir.  Sâcid, Allah’ın el-Azîm oluşunu şehâdetle diliyle söyler, namazla veya secde ile bedeniyle isbat eder. O büyüktür, O’nun makamı büyüktür, O’ hamde layıktır, O sonsuz ve sınırsız ta’zime layıktır.

Secde bütün bu niyetlerin ete kemiğe bürünmüş halidir.

2-Secde kulun Allah’a en yakın olduğu andır.

Ebu Hüreyre (r.a)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kulun, Allah’a en yakın olduğu zaman secdede olduğu andır. Bu sebeple secdelerde çok dua edin.”(Ebû Davud, Salat/152. Müslim, Salat/43)

Şüphesiz bu yakınlık mekan açısından değil, mecazen böyle söylenir. Zira kul, Allah’a taziminden veya sevgisinden dolayı O’nun önünde yere kapanıyor, O’nu tesbih ediyor, O’na dua ediyor. Allah (cc) bu tavzuya ve samimiyete değer verir, kulun bu halini kendine yakın sayar.

3-Secde teslimiyet ilanıdır

Kur’an şöyle diyor:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً {70}

 İnsan değerlidir, şereflidir. Onun beli O’nu yaratanın dışında hiç bir makamın önünde bükülmemeli, o değerli alnı hiç bir gücün önünde eğilmemeli, yere değmemeli. Zira secde, hem mahviyyetin hem acziyyetin ifadesidir. Secdede kul mahviyetle kendisinin bir hiç olduğunu, acziyetle de zayıflığını itiraf eder.

Ama musalli imanın verdiği şuur ve anlayışla, hiç bir varlığın karşısında eğilmemesi gereken başını Rabbinin huzurunda, O’na teslim olarak yere koyar. Zımnen der ki: ”Bu şerefli yaratılan baş, yani benlik, fani ve uydurma hiç bir gücün önünde eğilmez, yere kapanmaz. Ya da yere değerek onun değerli olduğunu kabullenmez. Tam tersine Allah’ın huzurunda yere değer, O’na teslimiyetini ilan eder. Çünkü O en büyüktür, huzurunda eğilmenin müsthakkı yalnızca O’dur.”

İşte kulun bu samimiyetine Allah değer verir, secde halini hem kendisine yakın sayar, secdede yaptığı duaları kabul eder, hem de musallilere/muttakilere şeref ve izzet (keramet ve üstünlük) verir.

Secde yapılan “Sübhâne rabbiye’l-alâ” tesbihi Allah’ın çok yüce olduğutekrar hatırlamaktır.

Secde şu tesbihler de yapılabilir:

“Subbûhun kuddûsun Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh”

“Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike lâ ilâhe illa ente.”

“Sübhâneke Allahümme Rebbenâ ve bi-hamdike, Allhümmeğfirlî.”

“Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike, estağfiruke ve etubu ileyke, fağfirlî, fe-inneke ente’t-Tevvâb.”

Zira sâcid, secdede iken makam olarak alçalmış, alnını yere/toprağa değdirmiş, küçülmüş, büzülmüş, acizliğini bu haliyle ortaya koymuştur.

Sâcid, “Ben insan olarak böyleyim, ama Rabbim yücedir, üstündür. Ben bunu hem halimle hem de dilimle diyorum” demiş olur.

Sâcid alçalarak yücelmeyi bilmiş, mi’raç yolculuğuna çıkmıştır.  

Ruku’ ve secdede yapılan bütün dua ve tesbihler Allah’a teslimiyeti bir daha dile getirmektir.

4-Secde fiili şükürdür

Başka din mensupları tanrılarına şükürlerini farklı şekillerde arz ederler. Mü’minler ise Rabblerinin büyüklüğüne, yani Rab oluşuna ve verdiği nimetlere secde ederek, O’nun huzurunda yere kapanarak ifade ederler. 

Secde, hem secde organları için, hem de diğer nimetler için eylem haline dönüşmüş şükür itirafıdır.

5-Secde zilleti ve izzeti tayin eder

Allah’tan başkasına secde, insanı küçültür. Zillet hem küçüklük hem de değersizleşmektir.  Allah’a secde ise ise insana izzet kazandırır. Yani hem makam açısından yükseklik kazanmayı, hem de değerli olmayı.

6-Secde insanın aslına işaret eder

İnsan toprktan yaratılmıştı ve yine toprağa dönecektir. Yere secde eden musalli bunu hatırlar. Aslım madem ki toprak, öyleyse kibire gerek yok diye kendi nefsine hatırlatmada bulunur.

Sâcid, Allah’ın huzurunda kendi seviyesini anlamak için, herkesin çiğneyip geçtiği, hakir gördüğü, ayağının altına aldığı toprağa yüzünü koyar. Yüzünü toprağa sürer. Böylece kendisini işte bu topraktan yaratan Allah’ın ne kadar yüce olduğunu, kendisinin ise ne kadar zelil olduğunu düşünür.

Sâcid, -belki de aynada gururla seyrettiği-  başını secdede yere koyarak aslını hatırlar ve kendine döner. “Allah’tan geldik yine O’na döneceğiz“ hümünü düşünür.

Bunun için alimlere göre toprağa veya toprak cinsinden bir şeye yapılan secde daha makbuldur.  Çünkü Rasûlüllah (sav) çoğu zaman toprağa secde ederdi.

 

h-Teşehhüd veya tahiyyata oturmak

Musalli iki rek’atin sonunda ayaklarının üzerine oturur. Buna ‘teşehhüd ve tahiyyâta oturmak’ diyoruz. Zira burada şehâdet yenilenir, iman tekrar ikrar edilir, Allah’tan gelen selâm alınır. Zımnen, ‘ben bir ve tek olduğuna şahitlik yaptığım Rabbinden başkasına ibadet etmem” denmiş olur.  

Bu oturuş bir taraftan dua etmeye, diğer taraftan bir hürmet ifadesi ve yeniden ayağa kalkmaya hazırlıktır. Zira o biraz sonra ya ikinici rek’ata kalkacak, ya da diğer faaliyetler için ayağa kalkacaktır. Bu oturuş çöküp kalmak değil, kıyam için bir başlangıç gibidir.

Tahiyyât’ kelimesi ‘hayy’ fiilinden türemiş bir kavramdır.

‘Hayy’, hayvanlarda ve bitkilerde bulunan dirilik, canlılık gücüdür, diri ve hayat sahibi olamktır.

‘el-Hayy’ aynı zamanda Rabbimizin isimlerinden biridir. Kendisi için asla ölüm olmayan bir hayatın, bir canlılığın sahibi demektir. Kur’an, Allah’ın öldüren, dirilten, hayat veren ve kendisinin de ‘Hayy-diri’ olduğunu vurgulamaktadır. (2/Bakara, 73,28,255. 7/A’raf, 158. 23/Mü’minûn, 80. 44/Duhan, 8. 3/Âli İmran, 2. 20/Tâhâ, 11. 25/Furkan, 85.  v.d.)

Aynı kökten gelen ‘tahiyye’ sözlükte, ‘Allah sana hayat versin’, Türkçe’deki şekliyle, ‘Allah sana ömürler versin’ demektir. Bir başka deyişle ‘tahiyye’; bulunduğu durumda ve sahip olduğu mülk’te kalmak demektir.

İslâmdan önce Araplar birbirlerini ‘Hayyeke’l lahü-Allah ömürler versin, Allah seni mülk sahibi yapsın, mülkünde daim kılsın’ şeklinde selâmlarlardı.

Kur’an bu kelimeye kapsamlı ‘selâm’ içeriğini kazandırmış, müslümanların duasında Allah’a karşı bütün saygı ve ta’zim (büyük tanıma) ifadelerini bu manaya katmıştır.

‘Tahiyyât’, ‘tahiyye’nin çoğuludur.

Kur’an şöyle diyor:

وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْ بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيباً {86}

“Bir tahiyye ile (selamla) selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın yahut verilen selâmı aynen iade edin.” (Nisa, 4/86)

Kur’an, mü’minlere de ‘tahiyyeyi-selâmı’ emrediyor:

“Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği (tahiyye) olarak birbirinize selâm verin, umulur ki aklınızı kullanırsınız.”

.... فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون {61} (Nûr, 24/61)

Bu âyette selâm, ‘tahiyye’ kavramı ile ifade edilmiş ve onun Allah tarafından verilmiş mübarek ve güzel bir şey olduğu açıklanmıştır. Şüphesiz ki bu, mü’minler arasında sevginin ve barışın çoğalmasını sağlayacaktır.

Mü’minler, sabretmelerine karşılık Cennette ‘tahiyye’ ile selâmlanacaklar.

 أُوْلَئِكَ

 يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماً {75}  (Furkan, 25/75)

“İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.”

İman edip salih amel işleyenlere Cenette her türlü nimetler verilecek ve Cennetlikler birbirlerini ‘tahiyye’ (dirilik) selâmı ile selâmlayacaklar.

وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ {23} (İbrahim, 14/23)

“İman edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedî kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Oradaki tahiyyeleri selâmdır.”

Onların Alah’a kavuşacakları gün, dirlik temennileri ‘tahiyye’dir-selâmdır.

تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ وَأَعَدَّ لَهُمْ أَجْراً كَرِيماً {44} (Ahzab, 33/44)

“Kendisine kavuştukları gün, Allah'ın onlara iltifatı selâmdır. Allah onlara çok değerli mükâfat hazırlamıştır.”

İman edip salih amel işleyenler Cennette şöyle dua edecekler:

دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {10}

“Allah’ım, Sen ne yücesin’dir ve oradaki tahiyyeleri (dirlik temennileri) selâmdır; dualarının sonu da: ‘Gerçek, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.” (Yunus, 10/10)  

‘Tahiyyat’ ayrıca özel bir duanın adıdır.

İki rek’atın sonunda oturmaya teşehhüd veya tahiyyâta oturmak denilir. Bu oturma, namazı tamamlayan vacip ve farz gibi şartlardan biridir.

Teşehhüd, ‘şehâdet kelimesini’ söylemektir. Bu da ‘et-Tahiyyât’ duasının sonunda söylenilen şehâdettir.

Burada şehâdet yeniden dile getirilir. Kimin için namaz kılındığı, kimin huzurunda kıyama kalkıldığı, kime secde edildiği, kimden edepli bir şekilde isteneceği dile getirilir.

Ettahiyyâtü’ye oturmak namaz içinde bir iman tazelemedir. 

Musalli, iki rekatta ayakta Kur’an’ı okuduktan, ruku’da ve secdede Rabbini tesbih ettikten sonra yine edeplice oturur. Artık o, Rabbinden bir şey istemeyi hak etmiştir. Daha doğrusu bundan sonra Rabbinden istemeye yüzü vardır.

Musalli teşehhüdte Rabbinden gelen selâma dikkat eder.  

 ‘et-Tahiyyât’ duasını okumak güzel bir nükteye dayanır.

“et-Tahiyyâtü ve’s salevâtü ve’t tayyibâtü. Es-Selâmü aleyke eyyühe’n nebiyyü ve rahmetullahi ve berakâtühu. Es-Selâmü aleynâ ve ala ibadillahi’s salihîn. Eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve rasûlühu.” (A. B. Hanbel, 1/459. Nak. H. İbadetler Ans. 1/42. Bir benzeri; Buharî, İsti’zan/28. Müslim, Salat/60, no: 403. Tirmizî, Salat/215 no: 289. Nesâî, İftitah/189)

 Peygamberimiz (sav) Mirac yolculuğunda Allah’ı şöylece över:

“Yarabbi! Bütün tahiyyât (saygılar, ta’zimler ve selâmlar), bütün ibadetler ve güzellikler sana aittir.” Bunun üzerine Rabbimiz; “Selâm senin üzerine olsun ey Nebi, O’nun rahmeti ve bereketi de.”

Peygamberimiz, Rabbimizin bu bağışını şöyle karşılar:

“Selâm, bizim (bütün peygamberlerin) ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun.” Bunun üzerine Cebrail (as) şehâdet getirerek bu selamlaşmaya katılır. (İbni Mace, Namaz/124, Kütüb-ü Sitte, 8/474)

Mü’minler, namazda ‘teşehhüd’ için oturdukları zaman, bir anlamda Peygamberimiz gibi Rabbinin huzurunda bulunduğunun şuuru ile O’na ‘tahiyyât’ eder ve O’ndan gelen selâmı alırlar. Namazın müslüman için bir mi’rac olduğunu düşünürsek bunun manevi lezzetini daha iyi anlarız.

Öyleyse et-Tahiyyâtü duasını okumak Rasûlüllah’ın mi’racını yeniden yaşamak, namazla yeniden mi’raca yükselmektir.

Bu duanın sonundaki şehâdetle mü’min, imanın kuvvetlendirir. Peygamber’e ve Allah’ın salih kullarına selâm verir.

Musalli, her namazın bitiminde ‘et-Tahiyyâtü’ duasından sonra Peygamberimize salat ve selâm’ı ifade eden Salli ve Bârik ve Rabbenâ âtina dualarını okur. Bundan sonra da bütün mü’minlere, bütün meleklere selâm vererek namazını tamamlar.

 

-Salavat: Resûle ve davetine bağlılık

İbn Ebi Leylâ'dan rivayet edilmiştir. O demiş ki: “Bana, Ka'b b. Ucre (r.a)

rastlamıştı.  “(Bana) şöyle dedi: Sana bir hediye takdim edeyim mi? (Bir

defasında) Resûlullah (s.a.v) yanımıza çıkıp gelmişti. (Ona; Ey Allah'ın Resulü! Sana nasıl selâm vereceğimizi öğren­dik. Fakat sana nasıl salât okuyacağı(mızı bilmiyoruz) dedik. Re­sûlullah (s.a.v)'de:

“Allahümme salli alâ Muhammed, ve ala âli Muhammed kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim inneke Hamîdün Mecîd.”

Allahümme barik ala muhammed ve ala ali muhammed kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim, inneke Hamîdün Mecîd.”

“Allahım! Muhammed'e ve Onun aile halkına, İbrahim'e salat buyurduğun gibi salat eyle! Şüphesiz ki Sen, Hamîd ve Mecîdsin.

Al­lahım! Muhammed'e ve Onun aile halkına, İbrahim'e İhsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen, Hamîd ve Mecîdsin' deyin buyurdu.” (Bu, Buhârî ile Müslim'in rivâyetidir.)

Tirmizî, Ebu Dâvud ile Nesâî İse hediye" kelimesini zikretme-misler, bunların

rivâyet ettikleri hadisin baş kısmı, Ka'b b. Ucre dedi ki: Ey Allah'ın resulü!. dedik" şeklin­de ve son kısmı ise İbrahim'e ihsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen, Hamîd ve Mecîdsin" biçimindedir.  (Nesâi’nin bir rivâyetinde hediye" kelimesi yer almaktadır.)

Hamîd hamde layık olan, Mecîd, çok yüce çok şerefli demektir.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيماً {56} (Ahzab, 34/56)

Elmalılı;

“Muhakkak ki Allah ve Melâikesi Peygambere hep salât ile tekrim ederler, ey o bütün iyman edenler! Haydin ona teslimiyyetle salât-ü selâm getirin.”

Hasan Basri Çantay;

“Şübhesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey îman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslîmiyyetle de selâm verin.”

Süleyman Ateş;

“Allâh'ı ve melekleri, Peygambere salât etmekte (onun şerefini gözetmeğe, şânını yüceltmeğe özen göstermekte)dir. Ey inananlar, siz de ona salât edin, (onun şânını yüceltmeğe özen gösterin); içtenlikle selâm edin (ona esenlik dileyin).”

Diyanet Vakfı;

“Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”

M. Esed;

“Allah ve melekleri, şüphesiz, Peygamberi kutsarlar: (o halde) ey iman etmiş olanlar, siz de o'nu kutsayın ve kendinizi (o'nun rehberliğine) tam bir teslimiyetle terk edin!”

Mustafa İslamoğlu, “Şu kesin ki Allah ve O’nun melekleri Peygamberi desteklerler; ey iman edenler, siz de onu destekleyin ve tam bir teslimiyetle (onun örnekliğine) teslim olun.” şeklinde çevirdiler.

Açıklama: “Lafzen: “slata ederler... salat edin”. Burada Allah ve meleklerinin Peygamber için yaptığı eylemi mü’minlerin de yapması emredilmektedir. Bu âyetin kapsamı, Allah ve meleklerinin mü’minleri desteklediğinden (yusalli alyküm ve melâiketuhu) söz eden 43. âyetle birlikte değerlendirilmelidir. (Karş. 2/157, 9. 99, 103)

Mü’minler gibi Peygamber de vahiyle desteklenmiştir. Hemen üstteki âyetler bu desteğin açık göstergesidir. Kelimenin türetildiği ‘salâ’ zaten destek anlamına gelmektedir. (87. 15 not).  Salat ‘dua’ manasına bu kökten yola çıkarak ulaşmıştır. Fakat Allah için dua etmek caiz olmayacağı için, ayetin yorumununda ilk otoriteler farklı görüşler dile getirmişlerdir. İbni Abbas bunu “tebrik etmek” olarak anlamış. (Taberi).

Süfyan Allah’ın salatı rahmet, meleklerinki dua demiş. Ata “Rahmetim gazabımı geçti” hadisini okumuştur. Said b. Cübeyr İbni Abbs’tan bu ayetin tefisi sadedinde şunu nakletmiştir. “İsrailoğulları Musa’ya “Rabbin seni destekliyor (yusalli aleyke) mu?” diye sordular. Musa’nın Rabbi nida etti: “Evet, Ben de meleklerimle birlikte tüm nebi ve rasûllerimi destekliyorum”. Cabir’in eşi Rasûlüllah’tan kendine ve eşine salat etmesini istedi. Rasûlüllah ona “Allah sana ve eşine salat etsin (sallallahu aleyki ve ala zevciki) diye dua etti. (İbni Kesir) 

Bütün bunlar salat’ın bir destek emri olduğunu, Allah’ın ve meleklerinin bu salatı vahiy gönderip indirerek yaptıkları, mü’minlerinse fiili dua ile risalet mirasını desteklemeleri gerektiğini göstermektedir. Aslında Peygamber için edilen dua olan salavât da bu desteğin sözlü boyutudur..” (M. İslamoğlu, Meal s: 840)

Salat, hem dua, namaz ve  destek olmak manasındadır.

Salavât salatın çoğuludur. Ancak namazlar manasında anlaşılmaz. Peygambere getirilen salat’ın çoğulu olarak bilinir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً {41} وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {42} هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيماً {43}‏ تَحِيَّتُهُمْ  يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ وَأَعَدَّ لَهُمْ أَجْراً كَرِيماً {44} (Ahzab)

Elmalılı şöyle diyor:

SALAT, Allah'tan rahmet, meleklerden istiğfar, müminlerden dua demektir. Burada aynı fiilin, Allah'a ve meleklerine isnad edilmiş olması açısından rahmet ve istiğfarı kapsayan özel bir yardım mânâsını ifade etmesi gerekir. O'na kavuşacakları gün, öldükleri veya kabirden çıktıkları, yahud cennete girdikleri gün esenlik dilekleri selamdır. Her türlü sakınca, afetlerden selamet, uzaklık haberidir.

Diyanet Vakfı mealinde Ahzab 56 ile ilgili dipnotta şöyle deniliyor:

Allah’ın salevâtı, rahmet etmek ve kulunun şânını yüceltmektir. Meleklerin salevâtı, Peygamber’in şânını yüceltmek, müminlere bağış dilemek anlamınadır. Müminlerin salâtı ise, dua anlamına gelmektedir. Allah bütün müminlere, peygamberlerine salât ve selâm getirmelerini emretmekte ve ona saygı göstermelerini istemektedir. «Allahümme salli alâ Muhammedin» demek salât, «Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü» demek selâmdır. Peygamberimizden rivayet edilen çok sayıda salevât-ı şerîfe vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salât ve selâm getirmek, Peygamber’in sevgisini celbeder, şefâatine sebep olur.

Salat etmek hem Peygambere ve onun davetinin başarısı için dua, hem de Peygamberin davetini desteklemeye söz veriştir.  Çok salavât getirenler hem Peygambere bağlılınını tekrar etmiş, hem de onun davasını her yerde savunacağına tekrar tekrar söz vermiş olur.

Salat duadır, musalli Allah’tan tıpkı İbrahim ve ailesini desteklediği gibi, tıpkı onları yüceltip soylarına ve davalarına bereket verdiği gibi, aynı şeyi Peygamber, ailesi ve davası için de ister.

 

-Rebbenâ duası: Nihai amaç

Rabbimiz bu dua ile bize en ideal olarak neyi istememizi öğretiyor. Bir idam mahkûmuna son arzusu sorulur. O da yapılabilecek tek bir şey isteme hakkına sahiptir. Yani mü’min kula ‘Allah’tan son bir şey daha istemeye fırsatın olsa olsa ne istersin? Herhalde şöyle der: Dünyada da ahirette de hasene.

Dünyada sevap kazandıracak salih ameller, yine dünyada ve ahirette bunun sonucu güzellikler...

فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْراً فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ {200} وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ {201} أُولَـئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ {202} Bekara

Hasene (çoğulu; hasenât) güzellikler demektir. Ya da müslümana, yaptığı zaman sevap kazandıracak işlerin genel sıfatı. Tersi seyyiedir (çoğulu; seyyiât).

Kur’an, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenlere bu dünyada hasene verileceğini müjdeliyor. 

وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْراً لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ {30} (Nahl/30)

Allah yolunda hicret edenlerin kötülükleri haseneye çevrilir.

وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ {41} (Nahl/41)

Hasene ile seyyie asla aynı olmaz.

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ {34}

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 41/34)

İyilik yapanlara karşılık olarak iyilik vardır.

قُلْ يَا عِبَادِ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْ لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَأَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةٌ إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ {10}‏

“(Resûlüm!) Söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 39/10)

"Rabbic’alni" Hz. İbrahim’in duasıdır.

الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء {39} رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء {40} رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ {41} (İbrahim, 14/39-41)

«İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.»

«Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et!»

«Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana babamı ve müminleri bağışla!»

Musalli önce kendisinin, sonra anne babasının, sonra da diğer mü’minlerin bağışlanmasını ister. Tıpkı İbrahim Peygamber gibi.

 

b-     Selam; Dua ve teslimiyet

Musalli burada namazdan çıkmak için selâm vermek zorundadır. Önce sağa,

yani sağındaki meleklere ve bütün mü’minlere, sonra sola, yani solundaki meleklere ve bütün mü’minlere.

“Allahümme ente’s selâmu ve minke’s selâm, tebârekte ya ze’l Celâli ve’l

ikrâm.” “Yarabbi Sen Selâm’sın. Selâm Sendendır, Ey ihtişam ve ikram sahibi

Olan Sen çok yücesin.“

Hz. Sevbân (ra) anlatıyor: "Resülullah (sav) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup: "Âllahümme entes-selâm ve minke's-seIâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selàmet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi." (Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizi, Salât 224, (300); Ebu Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâi, Sehv 80, (3, 68).)

Allah (cc) es-Selâm’dır. (Haşr, 59/23) Her türlü selâm/barış, selamet, güven

ve huzur O’ndan gelir, O lutfeder.

‘Tefâul kalıbında -tebâreke’ kavram olarak, hayır, lütuf ve ihsanı her ölçünün

üstünde olan, zatında ve sıfatlarında yüce ve münezzeh olan demektir.

Burada hemen Rahman suresinin 78.ayetini tekrar hatırlayalım:

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ {78}

Azamat ve ihtişam sahibi ve kerim Rabbinin ismi ne yücedir!” (Rahman, 55/78)

Bir benzeri;

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثاً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ {54}

Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (A’raf, 7/54. Bir benzeri; Mu’minun, 23/14. Ayrıca bak. Furkan, 25/1, 10, 62. Mü’min, 40/62. Zuhruf, 44/85.. Mülk 59/1)

‘Celle’, sözlükte “büyük ve yüce oldu” demektir. Allah’ın adıyla birlikte

söylendiği yerlerde “Allah’ın azameti yüce ve ulu oldu” anlamında kullanılır.

Celâl ve ikram, ‘kahır-lütuf’ dengesini ifade een iki ilâhi isimdir.  ‘Celâl ve cemâl’ de buna benzer. Mü’min el-Celâl isminin tecellilerinden korkar, O’ndan O’na sığınır, ikrâm (el-Kerim) ismiyle de O’ndan ister, O’nun ikramını bekler.

Selâm şöylde verilebilir:

“Allahümme ente’s-selâmu ve minke’s selâm tebârekte ve teâleyte ya ze’l-Celâli vel’-ikrâm”

“Allahümme ente’s-selâmu ve minke’s-selâm ve terciu ileyke’s-selâm, edhılnâ  maa’s-salâmi ile dâri’s-selâm, tebârekte ya ze’l-celâli ve’l-ikrâm.”

Namazın sonundaki selâm dikkat edilirse sadece bildiğimiz selâm değildir.

Bununla birlikte hem duadır ve hem de gönülden bir teslimiyettir.

 

a-     Tesbih duaları:

Musalli namazını şartlarına uygun olarak, bütün farz, vacip ve sünnetlerine

dikkat ederek, kendimni namaza vererek, yani elinden geldiği kadar huşu’ ile kılmış, gerekenleri yaptıktan sonra şimdi sıra O’ndan istemeye geldi.

Musalli namaz biter bitmez dua edebilir. Hem namanzının kabul edilmesini istyeyebilir,- hem de Allah’tan istenebilecek başka şeyler.

Yalnız duanın makbul olması için Rabbini tesbih etmesi, O’nun büyük olduğunu ifade etmesi ve O’na hamdetmesi gerekir.

Musallinin tesbihât yapmadan önce Peygamber’e tekrar salavât getirmesi güzeldir.

Alâ rasûline salavât.

“Allümme salli alâ Muhammed ve âli Muhammed.”

“Allahümme salli alâ seyyinâ Muhammed ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.”

“Sallallahu aleyhi vesellem gibi.”

Salavâttan sonra şöyle der:

“Sübhânellahi vel hamdülillahi ve lâ ilâhe illalahu vallahu ekber velâ havle ve lâ kuvvete illa billahi’l aliyyi’l-azîm.”

“Bir adam Peygamberimize gelerek, ‘Ey Allah’ın Rasulü, ben Kur’an’dan bir şey seçip alamıyorum. Bana yetecek bir şey öğretir misin?’ dedi. Peygamberimiz buyurdu ki, şöyle de: “Sübhâne’llahi ve’l hamdüli’llahi ve lâ ilâhe ilallahu va’llahü ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah-Allah’ım seni tesbih ederim, hamdler sana aittir. Senden başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür, bütün güç ve kuvvet Allah’ındır.” (Ebu Davud, Salat/139, no: 832. Nesâî, İftitah/32.)

Peygamberimiz yine buyuruyor ki:

“İki kelime vardır; bunlar dilde hafif, terazide (mizanda) ağır, Rahman’ın yanında da sevimlidirler: (Bunlar), Sübhânellahi ve bi’hamdihi-Allah’ım seni hamdinle tesbih ederim, Sübhane’llahi’l azîm-Yüce Allah’ım Seni tesbih ederim, sözleridir.” (Müslim, Zikir ve Dua/10, no: 2694. Buharî, Daavât/65. İman/19. Tirmizî, Daavât/61, no: 3467)

Burada da Allah’ın tesbih etme ve O’na hamdetme var. Zaten hamd ve tesbih anlamları birbirine yakın olduğu için birliktedirler. Allah’tan başka ilah olmadığı bir daha söylenir.

Musalli arkasından O’nun büyük olduğu hatırlar ve sanki der ki: “Bir ve tek olan Allah (cc) her şeyi çekip çevirendir, yöneten ve belirleyendir, hayata en an müdahele edendir. Çünkü O çok yücedir, çok büyüktür. O’ndan başka tanrı olamaz.  Ben böyle bir Allah’a iman ediyorum. Böyle bir Allah’a ibadet ettim/ederim, ancak ve ancak O’ndan bir şey isterim.”  

Ondan sonra Ayete’l-Kürsi’yi okur. Bu Tevhid kelimesini söylemek gibi. İman yenilenir, kuvvetlendirilir, Allah’ın büyüklüğü dile getirilir. Zira biraz sonra O’na dua edcek.

“Tesbih

Tahmid

Tekbir”

Sonra otuzüç defa ‘sübhane’llah’, otuzüç defa ‘el-hamdüli’llah’, otuzüç defa da ‘Allahü ekber’ demek, zenginlerin fakirlere sadaka verip yardım etmeleri gibi sevabı çok olan zikirlerdir. Bunlar ‘Sübhâne’llah’ ile başladıkları için hepsine de ‘tesbih duası’ denmektedir. (Ebu Davud, Harac ve İmaret/no: 2987. A. b. Hanbel, nak. Ş. Isl. Ans. 6/193)

Kà'a İbnu Ucre (ra) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sav) duyurdular ki: "Namazın takipçileri (muakkibât) var. Onları her namazın peşinden söyleyenler -veya yapanlar- (cennet ve mükâfat hususunda) hüsrâna uğramazlar. Bunlar otuz üç adet tesbih, otuz üç adet tahmid, otuzdört adet tekbir'dir". (Müslim, Mesâcid 144, (596); Tirmizi Daavât 25, (3409); Nesâi, 91, (3, 75).

Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: "Resülullah (sav) buyurdular ki: "Kim sabah namazının arkasından yüz kere tesbihde ve yüz kere tehlilde bulunursa, deniz köpüğü gibi çok bile olsa günahları affedilir". (Nesai, Sehv 95, (3, 79).

Ukbe İbnu Amir (ra) anlatıyor: "Resülullah (sav) her namazın arkasından muavvizâtı okumamı emretti." (Ebu Dâvud, Salât 361, (1523); Nesâi, Sehv (79, (3, 68).)

Namazın toplamı da böyledir. Allahü ekber ile başlanır, Sübhaneke ile giriş yapılır, Fatihâile hamdedilir, Alllahü ekber ile bütün rükünler ifa edilir. Namazın sonunda bu teslimiyet kısaca bu üç tesbih ile tekrar edilir.

Eşi ve benzeri olmayan Allah tesbih ve tenzih edilir, hamdin sadece O’na ait olduğu söylenir, O’nun büyüklüğü itiraf edilir.

Böylece iman bir daha tezelendikten, kendisinden istenilecek Makamın özellikleri sayılıp kabul edildikten sonra eller açılır ve ne istenecekse istenilir.

Daha bitmedi. Musalli şunu da der ondan sonra duaya başlar:

“Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh lehu’l hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr.”

 “Allah’tan başka tanrı yoktur, O tektir. O’nun ortağı yoktur. Hamd O‘na aittir. O her şeye Kadirdir.”

Ya da

“Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh lehu’l hamdu, yuhyi ve yümît ve hüve Hayyun lâ yemût, biyedike’l-hayr, ve hüve alâ külli şey’in kadîr.”

“Allah’tan başka tanrı yoktur, O tektir. O’nun ortağı yoktur. Hamd O‘na aittir. Hayat veren ve hayatı sona erdiren O’dur, O diridi ve asla ölmez, hayr O’nun elindedir. O her şeye Kadirdir.”

Ve dua, yani acizliğini, kuvvetsizliği, kimsesizliğini, yalnızlığını, hatalı oluşunu, eksikliğini itiraf.

Yani yoksulluğunu ve aşkını en yüce makama arz.

Ya da istemeye yüzü olsun diye çaba göstermeye ve boyun eğmeye söz veriş.