Hüseyin K. Ece

Hira Hanımlar Ders Grubu

19 Mart Salı Amsterdam

 

-Giriş

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟ ﴿31﴾

“Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, müsrifleri sevmez.” (A’raf 7/31)

İçinde israf fiilinin ve müsrif kelimesinin geçtiği, çok bilinen bir âyet.

Önce israfın sözlük manasına bakalım:

 

-Sözlükte israf

‘İsraf’  kavramının kökü olan ‘se-ra-fe’ (masdarı: seref) fiili, sözlükte; ağaç kurdu yaprağı yemek, yemek yenilip bitirilmek,

“se-ri-fe” kalıbı ise; gaflete düşürmek, aldatmak, hata ettirmek demektir.

Bu fiilin “ifa’al kalıbından gelen “es-re-fe” fiili; haddi aşmak, yanılmak, hata etmek, gâfil ve câhil olmak, acele etmek demektir. (Komisyon, el-Mu’cemu’l-Vasîd, 1/427)

“İsraf” bu kalıbın masdarıdır.

İsraf genel olarak insanın yaptığı her işte normal olan sınırı aşması demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 337)

İsrafla bunun kök fiili olan “seref” arasında ayırıma giderek birincisine “haddi aşmada ifrat”,

ikincisine “tefrit” anlamını verenler olmakla birlikte genellikle her ikisi de inanç, tutum ve davranışlardaki aşırılık hakkında kullanılmaktadır. (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/178)

Kelimenin kök anlamında, yeme ve içmede, eşya ve imkanları kullanmada, davranışlarda ölçüyü kaçırmak, haddi aşmak, ihtiyaçtan fazlasını harcamak manaları gizlidir.

 

-Kavram olarak israf

“İsraf” kelimesi, meşrû ve mâkul olanın dışına çıkma, itidalden sapmayı anlatır.  

Esasen insan ve toplum bünyesindeki dengeyi bozan her türlü aşırılık haddi tecavüzdür. Bu aşırılığın davranışlarda veya harcamalarda olması farketmez. Her iki aşırılık da zararlıdır ve huzursuzluğa götürür.

Bir insan olarak sınırını, gücünü, kapasitesini, yetkisini  bilip ona göre davranması gerekiyorken; bunun ötesine geçmesi, kendini büyük görmesi, kimseye muhtaç olmadığını sanması ve bu anlayışa göre hareket etmesi israftır.

Kur’an’da daha çok davranışlarda sınırı taşmak, haddi tecavüz etmek anlamında kullanılan ve özellikle inkârcı kişi ve toplumların taşkınlığını anlatan israf kavramı belli ki zaman içerisinde anlam daralmasına uğramış, fıkıh, tasavvuf ve ahlâk literatüründe genellikle kişisel  harcamalardaki aşırılık manasında anlaşılıp kullanılmış. (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/179)

İsraf genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşrû olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/173. Firûzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît, s: 819)

Ya da yaptığı her işte normal olan sınırı aşmak, kasıttaki aşırılık demektir. İsraf aynı zamanda kişinin Allah’ın helâl kılmadığı bir şeyi yemesi, yeme ve içme konusundaki savurganlığı ‘tebzîr’dir, yani saçıp savurmaktır. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/172)

Bir ahlâk terimi olarak israf; ihtiyaçtan fazla tüketmek, gereksiz yere harcama yapmak, savurganlık yapmaktır.

Bir kimsenin şu kadar yemek ile doyması mümkünken, daha fazla yemesi, bir şeyi şu kadar kullanması ihtiyacı karşılıyorken daha fazlasını harcaması, şu kadar elbise onunu giyim ihtiyacı iken, daha fazlasına sahip olması aşırılık, yani israftır.

İslâmî anlayışa göre insanların ihtiyaçları aslında sınırlıdır; arzu ve ihtiraslar, istek ve tamahlar ise sınırsız olup yalnızca nefsanî arzuların tatmini için yapılan aşırı tüketim, harcama  israftır.

Esasen Türkçede “savurganlık” anlamındaki “israf”ın sabit bir kavram anlamı yoktur. Bunun sebebi israf olayının ekonomik, sosyal ve kültürel şartlara göre değişebilir olmasıdır. Kişisel ve sosyal refah seviyesindeki artış harcama alışkanlıklarını değiştirmektedir.

İslâm hukukçuları maslahatı (kişinin faydasına olan şeyleri) öncelik sırasına göre zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât (kemâliyyât) olmak üzere üçe ayırmakta, bunların ötesinde salt nefsânî isteklerin ve bencil duyguların tatmini için yapılan lüks tüketimi israf saymaktadırlar. (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/179)

Kur’an, hangi anlamda olursa olsun israf edenlere “müsrif” diyor.

 

-Kur’an’da israf

İsrafın kök fiili olan “se-ra-fe” Kur’an’da geçmemektedir.

İf’al kalıbından “es-ra-fe fiili 6 âyette, bunun türevleri olan “israf” 2 âyette, “müsrif” ise 15 âyette, toplam 23 yerde geçmektedir.

Kur’an’da bunların genel olarak beş anlamda kullanıldığını söyleyebiliriz.

 

Birincisi; ‘haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak anlamında.

Bu aynı zamanda inkârcıların bir sıfatıdır. Çünkü onlar, Allah’tan gelen helâl ve haram ölçülerini tanımadıkları gibi kââle de almazlar.

İnsan olarak kulluk yapmaları gerekirken Allah’ın ölçülerini çiğneyip geçerler. İnsanla Yaratıcı arasında olması gereken dengeyi korumazlar. Davranışlarında normal sınırı gözetmezler, fıtratın gereği olan ve vahiyle onlara gönderilen ölçülerin ötesine geçerler, aşırıya giderler.

  1. Sâlih iman edenlere “müsriflere itaat etmeyin” derken Semud kavminin (Şuarâ 26/150-152),

kendilerini dinlemeyen belde ahalisine elçilerin; ”siz müsrif bir kavimsiniz” (Yâsîn 36/19) derken o belde halkının taşkınlığını, haddi aşmalarını, davranışlarında ölçüyü kaçırmalarını kasdediyorlardı.

Kur’an’ın kendilerine “müsrif” dediği Lût kavminin tutumu da normali varken ve fıtrata uygun olan dururken; haddi aşmanın, ölçüyü kaçırmanın, aşırı hataya düşmenin ta kendisidir. (A’raf 7/80-81)

Şüphesiz ki kendilerine gelen elçileri dinlemeyen ve ilâhî uyarılara kulak asmayan, hevâ ve heveslerine uyan, bundan dolayı da haddi aşanlar israf eden müsriflerdir.

اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا اَنْ كُنْتُمْ قَوْمًا مُسْرِف۪ينَ ﴿5﴾

“Siz, haddi aşan kimseler (müsrifûn) oldunuz diye, sizi Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (Zuhruf 43/5)

وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى ﴿127﴾

Haddi aşan (esrafa) ve Rabbi’nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz Âhiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır.” (Tâhâ 20/127)

Burada israfın kökü ollan “es-ra-fe” fiili kullanılıyor ve kendisine Allah’ın âyetleri ve daveti geldiği halde onu unutan, kaale almayan, ölçüyü taşıran kimselerin karşılaşacağı sonuç haber veriliyor.

Haddi aşan kulların yaptığı hata ile Zümer 39/53 geçen “kendi nefsine karşı israf edenlerin” hatası arasında benzerlik var.

Bazı âyetlerde israf; şirk, küfür, zulüm, azgınlık anlamında, ya da bunları yapanların bir özelliği olarak yer alıyor. Böyleleri Tevhid’ten saptıkları gibi, Allah hakkında ve dinî konularda hakla ilgisi olmayan iddiaları ileri sürerler, İslâma inanmamakla kalmayıp ona karşı kaba, saldırgan, kibirli ve alaycı davranırlar.

İsraf böylelerinin davranışlarını ifade etmektedir. (bkz: A‘râf 7/81. Şuarâ 26/149-151. Yâsîn 36/19. Mü’min 40/28. Yûnus 10/83 v.d.. Duhân 44/30-31. Müsrifin açıklaması aşağıda gelecek.)

 

İkincisi; helâl ve temiz ni’metlerin haram sayılmasındaki ve dinî hükümlere karşı aşırılık anlamında.

Dinin doğrudan yasaklamadığı, ya da açıkça yasakladıklarına benzemeyen yiyecek ve içecekler, elbiseler ve eşyalar, hatta davranışlar bile özünde mübahtır, helâldir. Bunları haram kılmak kimsenin hakkı değildir.

Ancak bu mübah olan işleri yaparken, belli bir dengenin olması, israfa düşülmemesi, haddin aşılmaması gerekir.

Üstelik haramı helâl, helâli haram saymak müsrifliktir, yani aşırılıktır.

قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿32﴾

De ki: “Allah'ın kulları için yarattığı güzelliği, rızkın iyisini, temizini yasaklayan kim?” De ki: “Bunlar dünya hayatında imana erenler için (meşru)durlar; Kıyâmet Günü'nde ise yalnızca onlara özgü olacaklardır.” Anlama-kavrama yeteneği olan insanlar için bu mesajları Biz işte böyle açık açık dile getiriyoruz!”  (A’raf 7/31-32. Bir benzeri: En’am 6/141)

Şu âyette her hak sahibine hakkını belirlemiştir. Kişi bu hakkını elde ederken aşırılığa kaçmamalı, hakkı olmayan bir şeyi elde etmeye yeltenmemelidir.

﴾ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا ﴿33﴾

 “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın (lâ yüsrif). Çünkü kendisine yardım edilmiştir.”  (İsrâ 17/33)

Bu aşırılık (israf) iki şekilde açıklanmıştır:

a-Sadece ölüm cezasının uygulanmasına razı olunmalı, işkence ve şiddet uygulanması talep edilmemeli veya kendisi intikam almaya kalkışmamalı.

b-Katile hak ettiği ceza verilmeli ama ondan başkasına zarar verilmemeli. Ya da ölüm cezasının verilmesini seçmeyip, diyet alma veya affetme yolu seçilmeli. (Komisyon, Kur’an Yolu, 3/419)

Ölünün yakınları bu meşru hakkın ötesine geçerlerse Kur’an’a göre bu tavır israftır. 

 

Üçüncüsü; kişinin emânetindeki mal ve imkânları gereksiz yere harcaması anlamında.

Engellilerin veya henüz reşid olmayan çocukların, yetimlerin mallarından vasilerin (onların işlerine bakanların) ihtiyaçları var ise, örfe veya kanuna göre bir payı ücret olarak almaları caizdir. Ancak bu işi ücretsiz yapması yapması tavsiye edilir. Ücret alırken de israf etmemesi, aşırıya kaçmaması, hakkı olmayanı almaması gerekir.

وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافًا وَبِدَارًا اَنْ يَكْبَرُواۜ ....﴿6﴾

Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf (israfen) ile ve tez elden yemeyin...”  (Nisâ 4/6)

 

Dördüncüsü; bir kimsenin günah işleyerek kendisine kötülük/zulüm etmesi anlamında.

Bazıları hareketlerinde aşırı gidip dinin çizdiği sınırların ötesine geçer, haram kılınan işleri yaparlar, şeyleri yerler, içerler. Dolaysıyla günahların sebep olduğu zararlarla karşılaşırlar.

Günah işleyerek kendini dünyada ve Âhirette zarara uğratan kimse de kendine kötülük edendir, kendi nefsine zulmedendir.

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿147﴾

“(Rabbanilerin) sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı (israfımızı-israfenâ) bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!” (Âli İmran/147)

Allah (cc) bu şekilde kendi aleyhlerine haddi aşanlara şöyle umut veriyor:

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿53﴾ وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿54﴾

“De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak haddi aşan (israf eden) kullarım! Allah’ın rahmetinden asla umut kesmeyininiz. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Azap size gelip çatmadan önce Rabbinize yönelip O’na teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz.” (Zümer 39/53-54)

Burada israf etmek (haddi aşmaktan) maksat Allah’ın hükümlerini çiğneyerek günahlara dalmaktır. Böylece kişi kendi aleyhine olarak ruhunu/nefsini kirletir, kendisine zarar verir.

 

Beşincisi; harcamalarda, yeme içmedeki aşırılık, yani tebzîr manasında.

İşte Türkçe’de savurganlık anlamında kullanılan “israf” budur.

Eldeki malı, serveti, imkanları veya parayı gereksiz yere harcamak sınırı aşmaktır, aşırıya gitmektir. Kur’an şöyle diyor:

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟ ﴿31﴾

“Ey Âdemoğulları! Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yeyiniz içiniz fakat ‘israf’ etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.” (A’raf 7/31)

Buradaki ‘israf’ hem yiyecek ve eşya kullanımında aşırılık, hem de Allah’ın koyduğu helâl ve haram ölçüsüne uymamak anlamındadır.

Bu ayete göre süslü elbise giymek günah değil, bilakis helâlı haram, haramı helâl sayma, gösteriş, kibir ve şükürsüzlük günahtır. Allah, böyle haramı helâl, helâlı haram yapan müsrifleri (sınırı aşanları) sevmez.

Cahiliyye arapları, ‘günah işlediğimiz elbiselerle Kâ’be’yi tavaf (ziyaret) edemeyiz’ diyerek onu çıplak olarak tavaf ederlerdi, kendi anlayışlarına göre ibadet ettiklerini sanarlardı. 

Bu âyet ile hem bu yanlış anlayış kaldırıldı hem de elbise, yeme-içme, eşya kullanma, Allah’ın hükümleri konularında bir ölçü ve denge getirildi.

Kendini açlığa, çıplaklığa, sünepeliğe veya fakirliğe mahkûm ederek  Allah’a yakın olacağını, ya da dünya fitnesinden bu şekilde uzak kalacağını, helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allah’ı memnun edeceğini sanmak aldanmaktır.

Bu ölçüler içerisinde müslümanlar, Allah’ın nasip ettiği helâl yiyecekleri ve eşyaları kullanacaklar, imkanlar dairesinde güzel ve süslü elbiseler giyecekler, meşru davranışları sergileyecekler; ama asla israf etmeyecekler, yani aşırıya kaçmayacaklar, kantarın topuzunu kaçırmayacaklar.

Dünya ni’metlerini Allah (cc) insanlar için yaratmaktadır. Bu ni’metleri kullanma ve yeme arzusunu insanın içerisine koyan da yine Allah’tır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hakkıdır.

Buradaki ölçü ni’metlerden faydalanan kulun, ni’meti vereni bilmesi, yani şükretmesi ve israfa kaçmamasıdır.

Tekrar etmek gerekir ki, normal sınırı aşanlar ve aşırı gidenler her zaman, her yerde dengeyi bozarlar.

İsraf bu anlamda bazı hadislerde de geçmektedir.

 

-Hadislerde israf;

Hadislerde de israf, aşırılık, lüzumundan fazla harcama anlamında kullanılıyor.

Enes b. Mâlik’in rivâyetine göre Rasûlüllah (sav) şöyle demiştir: “İştahının  çektiği her şeyi yemen israftır.” (İbni Mâce, Et’ıme/51 no: 3352)

Peygamber (sav) Sa’d’ın yanına uğramıştı. O sırada abdest alıyordu. Peygamber (sav) “Bu ne israf!” dedi. O da şöyle sordu: “Abdestte de israf olur mu?” Peygamber (sav); “Evet bir nehir kenarında olsan bile” diye cevap verdi. (İbni Mâce, Tahâre/42 no: 425)

Burada kasdedilen israfın, suyu gereğinden fazla kullanmak olduğu açıktır.

Buhârî, yetkin âlimlerin abdestte yıkanması gereken organların üç defadan fazla yıkanmasını hoş görmediklerini, bunu israf saydıklarını kaydediyor. (Buharî, Vudu’ /1)

Abdullah bin Amr (ra) anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu

“Yeyiniz-içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (cc) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” (Buhârî, Libas/1. İbni Mâce, Libas/23 no: 3605. Nesâí, Zekât/66 no: 2560. Bu hadisin A’raf Sûresi 31. âyetini açıkladığını hatırlayalım.)

Peygamber (sav) bir duasında şöyle diyor: “Yârabbi hatamı, cehâletimi ve yanlızca senin bildiğin bütün işlerimdeki israfımı (aşırılığımı) bağışla...” (Buhârî, Daavât/60 no: 6398. Müslim, Zikir 70 no: 6901

Bu duanın bir benzerini Kur’an müslümanlara öğretiyor.

وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ ﴿146﴾ وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿147﴾

“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.

Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı (israfımızı) bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!” (Âli İmran/146-147)

 

-Bezr-israf ilişkisi

Kur’an, israf’ın bir benzeri olarak “bezr” kavramını kullanıyor.

“Bezr” de  malı, serveti, eldeki imkanları saçıp-savurmaktır.

Bu bir açıdan israfa benzemektedir.

‘Bezr’ sözlükte tohum ekmek, ölçüsüz dağıtmak demektir. Buradan hareketle ‘tebzîr’ masdarına; tohumu uygun yere atmamak, böylece onun kaybolmasına sebep olmak, karşılığında bir şey alamamak manası verilmiştir. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 2/44. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 52)

‘Bezr’, malı saçıp-savurmak, gerektiği yerlere sarfetmemek, yerli yerinde değil de yok olup gideceği yerlerde harcamak demektir. Dolaysıyla karşılığın da bir şey etmemektir.

Ya da malı/serveti/imkanları infak edilmesi gereken kimselere infak etmemek, onları hayr yollarında harcamamak, Allah’a isyan yollarında harcamaktır. Böylece mala, servete, imkanlara yazık etmektir.

Doğru yerlere de olsa haddinden fazla harcamak israf, miktarı ne olursa olsun yanlış yerlere harcamada bulunmak tebzîrdir. (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/180)

Kur’an böyle yapanlara “mübezzir” diyor.

وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يرًا ﴿26﴾ اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُورًا ﴿27﴾

Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. Bezr ederek saçıp-savurma. Çünkü bezr (israf) edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.“ (İsrâ 17/26-27)

Malı veya eldeki imkanları saçıp savurmak, ya da aşırıya kaçmak şeytanın ahlâkıdır. İsraf edenlerin yaptıkları şeytanın hoşuna gider.

Buna göre yukarıda anlatılan israf ve savurganlık (bezr, ya da malı tebzir etmek), günah sektörünü doğuran en önemli sebeplerden biridir.

Mülk aslında Allah’a aittir. İnsana emânet olarak geçici bir süre için verilir. Malı ve geçimlikleri helâl yoldan kazanıp helâl yola harcayanlar, Allah yolunda infak edip hak sahiplerinin haklarını verenler, ‘bezr/israf’ etmeyenler mal/servet, dünyalıklar ve imkanlar konusundaki imtihanı kazanırlar.

 

-Ahlâk ve sosyal açıdan israf

İsraf olayının kişisel boyutu olduğu gibi ahlâkî ve sosyal boyutu da vardır.

İslâm, aşırıya kaçmayı, harcamalarda ve davranışlarda dengeyi kaçırmayı hoş görmemektedir.

İsraf anlayışı; sapmaların, bozulmaların, haksızlıkların, fesadın  kaynaklarından biridir.

Halbuki İslâm, maddî ve mânevî imkânları Allah’ın rızâsını kazanmaya ve insanlara mutluluk getirmeye elverişli yerlerde kullanmayı (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/180), kişilerin ve toplumların bu konularda denge üzerinde olmalarını emreder.

Savurganlık (israf) yasağı’ aynı zamanda önemli bir ‘ekonomik denge’dir. Birisi çok harcarsa, diğerinin hakkına el atmış olur. Kur’an, hem aşırı harcamayı, hem de aşırı kısmayı (cimriliği) hoş görmüyor. İkisi arasında orta bir tutum tavsiye ediyor.

وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا ﴿29﴾

“Elini bağlı olarak boynuna asma (cimri olma). Onu büsbütün de açıp savurma (israf etme). Sonra kınanmış bir halde oturup kalırsın.” (İsrâ 17/29)

Türkçe’de “el bağlamak, el açmak, eli/delik olmak” deyimleri, cimrilik ve israf etmekten kinâyedir.  

“Dinen haram kılınan maddelerle lüks sayılanların tüketimi israf olduğu gibi, helâl olan maddelerin ihtiyaçtan fazla tüketimi de haram veya mekruh sayılmıştır.

Tutumlu olmak ve itidal İslâm’ın ibadetlerde bile öğütlediği temel bir ilkedir.   (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/179)

Malı saçıp-savurmak, gerekli yerlere harcamamak, insanlar arasındaki ekonomik dengeyi bozar, kişiler arasındaki kıskançlığı artırır. Cimrilik ise yardım düşüncesini öldürdüğü gibi, ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı engeller. İnfak ve sadaka ahlâkını köreltir.

Müslüman malın, ni’metlerin, imkanların bir emânet olduğuna inandığı gibi, o mal üzerinde hakkı olanların hakkını verir, gereği kadar harcama yapar, ama günün birinde mutlaka bunun hesabını vereceğine de inanır.

İslâm âlimleri sadakada, infakta, Allah yolunda harcamalarda aşırılık olur mu olmaz mı diye tartışmışlar. Kimileri nafilere ibadetlerde, hayırlı işlerde aşırı davranmanın israf olmayacağını söylerler.

Günah işleme ve isyan uğrunda yapılan az bir harcamanın bile israf olduğunu söyleyenlerin yanında, ibadet ve hayırlarda da ölçülü olmak gerektiğini savunanlar vardır. (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/179)

 İslâm, dünya ni’metlerinin  harcanmasında ve kullanılmasında denge, orta yol istemektedir. Bu orta yol, insanı aşırılıklardan, başkalarının ve Allah’ın hakkına tecavüzden koruyacak,  geçim kaynaklarının paylaşılmasına denge getirecektir. Çünkü her türlü aşırı harcama bir başkasının hakkına saldırıyı doğurur.

 وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَامًا ﴿67﴾

(O kullar), harcadıklarında ne israf (yüsrifu) ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan 25/67. Ayrıca bkz: İsrâ 17/27)

İslâm ümmeti, ‘vasat bir ümmettir’. (Bekara 2/143) Yani orta yolu izleyen, dengeli ve hayr yolları üzerinde olan bir ümmettir. Bu ümmet Allah’ın indirdikleri konusunda aşırılığı olmadığı gibi, mal konusundaki tutumu da dengelidir, harcamaları da ölçülüdür.

İslâmın bu ölçüsünden uzak günümüzün dünyasında zenginler ve fakirler, ülkeler arasında aşırı bir dengesizlik var. Bir taraf tüketim ve harcamada yoğun bir israfın içinde, bir taraf ise geçinme mücadelesi veriyor. Öyle ki çok zenginlerin israf ettikleriyle bir kaç ülke insanı zaruri ihtiyaçlarını karşılar.

Diğer taraftan günümüzde insanlar hem davranışlarda, hem de harcamalardaki ölçüsüzülük anlamıyla tam bir israfın, aşırılığın, taşkınlığın, haddi açmanın, kendine yazık etmenin, ölçüsüzlüğün içerisindedir.

Her şeyin alabildiğince israf edildiği, Allah’ın ölçülerine nisbetle aşırı davranışların normal sayıldığı, akıl almaz çılgınlıkların zevk ve eğlence haline geldiği, Allah’a isyan sayılan ne kadar davranış varsa hepsinin çağdaşlık sayıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Bu açıdan bakılınca israfa; şimdilerde “çağdaş aşırılık ve dengesizliktir” desek yanlış olmaz.

“İsrafın büyüklüğü, kaybedilen imkandan çok doğru harcamadığı için kaybettiği ni’metin büyüklüğü ile ölçülür. Burada kaybedilen Allah rızası ve onun karşılığı olan cennettir. İlâhi rızayı ve cenneti kaybedenin kaybını gösterecek bir rakam da yoktur.” (İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/372)

Bu anlamdaki israf olayında dört önemli ihmal veya hata vardır.

 

Birincisi; kişinin sorumsuz davranmasıdır.

Böyle israf edenler, kimseye karşı sorumlu olduklarını düsünmezler. Alabildiğine özgür, canları ne isterse onu yapmakta serbest olduklarını, yaptıklarından da asla kimseye hesap vermek zorunda olmadıklarını düşünürler. İmkanlar el verdiği ölçüde dilediklerini yaparlar, nefislerinin (hevalârına) göre yaşarlar. Yaratıcı’nın ölçülerini dikkate almazlar.

Böyle olunca da ölçüyü kaçırırlar, zevklerinde ve davranışlarında sınırı aşarlar.

Kur’an böylelerinin tutumuna “israf”, haddi aşanlar anlamında “müsrif” diyor.

 

İkincisi; Kişinin ni’metin kıymetini bilmemesidir.

Böyleleri mülkün ve nimetin Allah’tan geldiğini, rızkın O’nun tarafından yaratıldığını unuturlar. Ya da inanmazlar.

Bunlar bir ni’mete kavuştukları zaman, onun şükrünü yerine getirmezler. Onu diledikleri gibi tasarruf ederler, belki de Kur’an’ın deyişi ile ‘tebzîr’ ederler, saçıp savururlar.

Elindeki malını ölçüsüzce saçıp savuran, onunla kimseyi faydalandırmaz da. Hatta israf ettiği malı kazanmak için de başkasının hakkına el atabilir.

İnsanın sahip olduğu her şey aslında bir değerdir. Bu değeri farkedenler, onları korumada titiz olurlar, onları yerli yerinde kullanılar ve şükrederler. Ellerinden çıktığı zaman da ne kadar büyük bir kayıp yaşadıklarını bilirler.  

Elindekinin kıymetini bilmeyenler, yarını hesaba katmayanlar, belki başkasına da faydası olur diye akıllarına getirmeyenler, saçıp savurmakta bir beis görmezler.

 

Üçüncüsü; kişinin ni’metlerin hesabını vereceğini düşünmemesidir.

Böyleleri sahip olduklarını (Karun gibi) kendi elinin emeğiyle, gücüyle  ve bilgisiyle kazandığını düşünür. (Kasas 28/78) Elindeki ni’metlerin Allah’tan geldiğine, ya Allah’ın Rezzâku’l-âlem olduğuna inanmaz. Öyle bir derdi yoktur. Tek dünyalı yaşadığı için, çalışır, kazanır ve dilediği gibi harcar.

Ne kazandığında, ne de harcadığında başkasına hesap vereceğini aklına getirir.

Mal, kazanç, nimet ve imkanlara bu gözle bakan biri, öncelikle bu kafa yapısıyla haddi aşan, yani müsrif olan bir kimsedir.

 

Dördüncüsü; sahip oldukları üzerinde hakkı olanları ihmal etme, düşünmeme.

Kur’an’a göre kişinin sahip olduklarına, ya da kendisine emâneten verilenlerde başkalarını hakı vardır. Mesela; hac, infak, nafaka, aşağıdaki âyette sayılanlar.

وَف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ ﴿19﴾

“(Takva sahipleri) Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak var (olduğunu bilirler).” (Zariyât 51/19)

İsraf edenler, keyiflerince harcayanlar başkalarını hesaba katmadıkları gibi, başkalarının kendi malı üzerinde hakkı olduğunu şiddetle redederler. “Benimle mi kazandı, niçin verecekmişim, mal benim değil mi?” diye düşünürler.

Bu gibiler keyiflerine göre, lüks ve lüzumsuz harcamalar konusunda çok cömert (!) oldukları halde, muhtaç olanlara vermekte son derece cimridirler, eli sıkıdırlar.

 

-Müsrif nedir?

Müsrif, “es-ra-fe” fiilinin fâil (özne) ismidir.

Müsrif; ‘israf’  kavramının kökü olan ‘serefe’nin fail (özne) ismidir. Bu da, sözlükte yaptığı her işte normal olan sınırı aşan demektir.  (R. Isfehânî, el-Müfredat, s: 337. İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/172),

Müsriflik her açıdan olumsuz bir mana taşır ve israf edenlerin, ölçüyü kaçıranların, aşırılığa meyledenlerin özelliklerinin tümünü ifade eder.

Kur’an kâfirleri, yapageldikleri yanlışlar açısından farklı sıfatlarla nitelendirir. Allah’ın gönderdiği ölçüleri çiğneyip, haddi aşarak “müsrif” olmak, daha çok müşriklerin ve inkârcıların bir sıfatıdır.

Türkiyede halk arasında müsriflik daha çok malını çekine çekine harcayanlar hakkında kullanılır. Güya böyleleri herhangi bir konuda bir harcama gerekiyorsa,  az vermek için veya hiç vermemek için “müsrifliğin lüzumu yok” derler. Böylece vermekten kurtulmak isterler.

Ancak din dilinde ‘müsrif’ malının çok sevenler hakkında değil, tam tersine Allah’ın verdiği ni’metin kıymetini bilmeden, onu har vurup harman savuranlar, ölçüsüz harcıyanlar, aşırılar hakkında kullanılır.

Müsrif, ayrıca hareketlerinde Din’in, aklın ve sağlam örfün ölçülerine aykırı hareket edenleri, ölçüyü kaçıranları, aşırılığa meyledenleri ifade eder.

Böylesi gerek câhillikten, gerek gaflet sebebiyle, ya da kasti olarak hakka, akla, adalete ilâhi ölçülere uygun ve normal bir şekilde davranması gerekiyorken; aşırıya kaçar, yanlış davranır, sınırı taşar.

Kur’an israf  edenlere, haddi aşanlara, davranışlarında aşırıya gidenlere “müsrif” diyor. 

Kur’an’ın “müsrif” dediği kimlerdir? 

 

-Kur’an’da müsrifler

Yukarıda Kur’an’ın israfı beş anlamda kullandığını söylemiştik. Bu beş anlamın hepsi müsrif için de doğrudur.   

Kur’an’ın müsrif dediği kimseler öncelikle sadece Allah’a kulluk yapmaları normal, fıtrata uygun iken; tevhid inancından uzaklaşıp şirke, küfre ve zulme sapanlardır.

Müsrif iki âyette mal ve imkanlarda savurganlık yapanlar hakkında kullanılıyor.

Bunlar Yaratıcı’nın insanlar için uygun gördüğü ölçüleri hiçe sayıp, kendi hevâ ve heveslerinin peşine giderler. Akıllarının erdiğini hak zannedip, Hak’tan gelenlere kulak asmazlar; bu nedenle de insan için çizilen tabii sınırları aşarlar. 

Mü’minler hem Din’in değerlerine bağlıdırlar, hem de bu değerlere bağlılığın  getireceği kazancın farkındadırlar. Onlar, kendilerine sunulan her imkanı yerinde kullanmama israfına (aşırılığa) düşmezler.

Müsrifler ise, değere dönüşebilecek bütün imkanları boşa harcayan kimselerdir. Bunlar Yüce Yaratan’ın insanlar için uygun gördüğü ölçüleri hiçe sayıp, kendi hevâ ve heveslerinin peşine giderler. Akıllarının erdiğini hak zannedip, Hak’tan gelenlere kulak asmazlar.

Bunlar haddi aşan anlamında müsriflerdir.

Üstelik bunlar yaptıkları taşkınlığı süslü (müzeyyen), doğru ve isabetli görürler.

وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِدًا اَوْ قَٓائِمًاۚ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿12﴾

„İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse ayakta iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler, böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.“ (Yûnus 10/12)

Allah (cc) sapıklığı kendi iradesiyle seçip inkârcı olanları, davranışları ile kendilerini harcayanları, ya da kendilerine yazık edenleri, haddi aşıp alabildiğine hak aleyhine yalan söyleyen müsrifleri, kendileri istemedikleri sürece doğru yola iletmez.

Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü’min bir adam şöyle dedi: “Rabbim Allah’tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.” (Mü’min 40/28)

Peygamberin davetini dinlemeyenler de müsriftirler.

Böyleleri geçmişte ve şimdi Peygamberlerin Allah’tan getirip insanlara ulaştırdıkları ölçüleri kabul etmezler. O ilâhi davete karşı taşkınlık ve düşmanlık yaparlar.

Diktatörlerin, müstekbirlerin, tağutların en önemli temsilcisi Firavun idi. Kur’an ona aynı zamanda ‘müsrif’ diyor.

وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ ﴿30﴾ مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ ﴿31﴾

Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan (müsrifîn’den) bir zorba idi.” (Duhân 44/30-31. Bir benzeri: Yûnus 10/83)

Kur’an; Firavun, onun gibi inkârcılığa ve zulme sapanlara ve Allah hakkında haddi aşanlara şöyle hitap ediyor:  

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ ﴿34﴾

“Andolsun ki, (Musa'dan) önce Yûsuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince «Allah ondan sonra peygamber göndermez» dediniz. İşte Allah o aşırı giden (müsrif) şüphecileri böyle saptırır.” (Mü’min 40/34)

مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ ﴿32﴾

“... Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler (müsrifûn’dur).”  (Mâide 5/32)

Allah’a şirk koşanlar ve O’nun emirlerini dinlemeyerek sınırları aşan müsrifler cehennem ehlidirler.  Firavun kavminden hz. Musa’ya iman eden bir mü’min Peygamberin  davetine icabet etmeyenlere şöyle sesleniyordu:

لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ ﴿43﴾

“Şüphe yok ki sizin beni tapmaya çağırdığınız şeyin ne dünya ne de Âhiret konusunda hiçbir çağrısı yoktur. Kuşkusuz dönüşümüz Allah’adır. Şüphesiz, aşırı gidenler (müsrifîn) cehennemliklerin ta kendileridir.” (Mü’min 40/43)

“Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik.” (Enbiyâ 21/9)

Kur’an, Sâlih (as) kavminin zorbalarını da müsrif olarak niteleniyor. Çünkü onlar, Allah’a kulluk yapmaları gerekirken, kendileri için çizilen sınırları aştılar, şirk koştular, haksız yere büyüklük tasladılar ve Allah’ın yolundan gitmek isteyenlere engel oldular.

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ ﴿150﴾ وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ ﴿151﴾ اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴿152﴾

“(Sâlih onlara dedi ki) Allah’tan korkun ve bana itaat edin. O müsriflerin (israf edenlerin) emrine uymayın.

Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar ve ıslah etmezler (düzeltmezler).” (Şuarâ 26/150-152)

Sâlih kavminin mucize olarak gönderilen deveye normalde saygı göstermleri, ilişmemleri gerekirdi. Akıl, inanç, insaf ve insanlık bunu gerekriridi. Ama onlar taşkınlık yaparak –uyarılara rağmen- deveyi boğazladılar.

Kendilerini uyarmak üzere gelen elçilere karşı bir şehir halkının tavrı da ibret verici bir ‘israf’ örneğidir. Allah’ın elçileri o şehir halkını doğru yola çağırdıkları zaman; onlar elçilerin davetine uyacakları yerde, onları uğursuzlukla suçladılar.

Bunun üzerine elçiler şöyle dediler:

قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ ﴿19﴾

Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden (müsrifûn) bir kavimsiniz” dediler.” (Yâsîn 36/19)

Kur’an, Lût kavmini ‘müsrif’ diye nitelendiriyor. Çünkü onlar Allah’ın izin verdiği, helâl ve doğal bir ilişki yerine, tabii olmayan, insan fıtratına (yaratılışa) ters bir ilişkiyi tercih ettiler. Ki bu ölçüyü aşmak, yani aşırılıktır.

وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ ﴿80﴾ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ ﴿81﴾

“Lût’u da (peygamber olarak gönderdik). Kavmine dedi ki: Sizden önceki toplumlardan hiç birinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?

Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan (müsrif) bir kavimsiniz." (A’raf 7/80-81)

Çünkü onlar Allah’ın insan için çizdiği sınırları aştılar, haram olan bir fiili doğru görerek yaptılar. Üstelik bu görüşlerinde ve tutumlarında inat ederek direndiler.

Hz. İbrahim’in ikramda bulunduğu, onların bu ikrama el sürmemeleri üzerine kendilerinden çekindiği misafirleri ona şöyle dediler:

﴿31﴾ قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ ﴿32﴾ لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ ﴿33﴾ مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ ﴿34﴾

“... Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar (müsrifîn) için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.” (Zariyât 51/32-34)

Burada müsrif diye nitelenen topluluk da Lût kavminden başkası değildi.

Elçileri dinlemeyen ve ilâhî uyarılara kulak asmayan, kendilerine ikram edilen değerleri hoyratça harcayan hevâ ve heveslerine uyan; bundan dolayı da haddi aşıp israf eden kimseler de müsriftir.

اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا اَنْ كُنْتُمْ قَوْمًا مُسْرِف۪ينَ ﴿5﴾

“Siz, haddi aşan (müsrifîn) kimseler oldunuz diye, sizi Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (Zuhruf 43/5)

Yeryüzünde haddi aştıkları için cezalandırılan kavimlerden sonra gelenleri Allah’ın elçileri uyardılar. Buna rağmen niceleri bu uyarılara kulak asmadılar. Aşırıklarına devam ettiler. Müsriflikten vazgeçmediler. (Mâide 5/32)

Bunlardan bir kısmı dünyalık cezalara çarptırıldılar. (Bkz: Enbiyâ 22/9. Şu’arâ 26/151)

Kur’an günah bataklığına düşerek kendi kendine kötülük edenlere müsrif, bu hatlarına da israf diyor. Bu durum günahta aşırı gidip dinin çizdiği sınırların ötesine geçmek, dolaysıyla günahların getireceği zararları kazanmaktır.

Bu da bir kimsenin kendi kendine kötülük etmesidir. (bkz: Âli İmran 3/147)

Şu ayeti tekrar hayrılayalım:

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿53﴾

“De ki: “Ey hadlerini aşıp kendilerini israf eden kullarım! Allah’ın rahmetinden asla umut kesmeyininiz...” (Zümer 39/53)

 

-Müsriflerin özellikleri

Bu âyetler ışında Kur’an’ın “müsrif” dediği kimselerin özelliklerini şöyle sıralamak mümkün:

1-Öncelikle, müsrifler aşırılardır. Müsrif, ihtiyaçlarını helâl ve meşru yoldan karşılaması mümkünken onunla yetinmez, daha ötesine gider. Allah’ın haram dediklerini yapar. Bunda da bir beis görmez. Hatta bunu zevkle yapar.

2-Müsrif, kendisine emanet edilen malı ve imkanları gereksiz yere

harcar. O, Allah yoluna, muhtaç kimselere, hayır yollarına harcama söz konusu olunca bahaneler uydururken günah uğruna, gösteriş için, zevk ve sefa için, lüks hayat için aşırı harcama yapar. (Nisâ 4/6. Furkan 25/67)

3-Müsrifler, ahlâkî açıdan haddi aşan, ölçüyü kaçıran ve dengeyi bozanlardır. Gerek ekonomik hayatta, gerekse sosyal hayatta, aşırı davranışta bulunurlar, başkalarına faydalı olabilecek paylaşıma engel olurlar.

4-Müsrif, İslâmî hükümlere muhalefet eder, dinin ölçülerine tecavüz ederler. Bazen de Allah’ın helâl kıldıklarını haram, haram kıldıklarını helâl sayarlar. (En’am, 6/141. A’raf, 7/81)

5-Müsrif, Allah’ın insanlar için gönderdiği ölçülere uymayıp, canının, daha doğrusu hevâ ve hevesinin, keyfinin istediği gibi hareket eder, normalin ötesine geçer. Buna da meşru, dorğru, normal der. Halbuki bu aşırılıktır. (bkz: Yûnus 10/12)

6-Müsrif, insan ve toplum bünyesinde ilâhí ölçülere uygun kurulması gereken dengeyi tanımayan ve bozan, sosyal barışıa zarar veren insandır. Onun yaptığı  ‘israf’ faaliyetleri, bir sürü bozulmanın, zulmün, günahın ve sapmanın, hak ihlâllerinin sebebidir.

7-Müsrif, hakkı tanımak ve sâlih ameller yapmak üzere kendisine verilen akıl ve iradeyi, dünyanın geçici zevkleri uğruna kötüye kullanır. Hakkın âyetlerinden habersiz olarak, dünya zevklerini âhiretin mutluluğuna tercih edip, ömrünü boşa geçirir.

8-Yukarıda geçtiği gibi İslâm, insana emânet olarak verilen eşyanın (dünya nimetlerinin) harcanmasında denge, insandan dengeli ve yerinde davranış istemektedir. Bu tutum da insanı aşırılıklardan, başkalarının ve Allah’ın hakkına tecavüzden korur, geçim kaynaklarının paylaşımına denge getirir.

Çünkü her türlü aşırı harcama bir başkasının hakkına saldırıyı doğurur.  

 

-Sonuç yerine

İsraf ve tebzîr iki Kur’an kavramıdır. Her ikisi de olumsuz anlam taşır ve İslâmın getirdiği ölçülere uymamaktadır. Hem davranışlardaki hem de harcamalardaki aşırılığı, sınırı aşmayı ifade ederler.

Ancak görüldüğü gibi “tebzîr” sadece harcamlardaki saçıp-savurmayı ve imkanları yerli yerinde kullanmamayı,

“israf” ise bununla birlikte özellikle inanç, amel, davranış ve tavırlardaki aşırılığı, ölçüyü kaçırmayı, haddi aşmayı ifade etmektedir.

Dolaysıyla israfı –bu geniş kapsamı daraltmamak için- Türkçe’de aynen kullanmak gerekir.

İslâm’da hedef insanın kemâlidir; buna ise tüketmekle değil daha erdemli/ahlâklı olmakla ulaşılır. Faziletle denge, olgunluk ile yerli yerinde harcama veya davranma arasında olumlu bir ilişki bulunduğu muhakkaktır.

Kur’an, hem bu anlamdaki müsriflikten, hem de malını har vurup harman savurmak anlamındaki müsriflikten/savurganlıktan mü’minleri sakındırıyor.

Allah’ın gönderdiği ölçüleri çiğneyip, haddi aşarak ‘müsrif’ olmak, daha çok müşriklerin ve inkârcıların bir sıfatıdır.

Müsriflere uymak, onlara boyun eğmek (Şuarâ 26/151) insanı her bakımdan zarara ve bozulmaya götürür. Müsriflerin hâkim olduğu bir toplumda dengenin ve orta yolun kurulması çok zordur.

İster harcamalarda aşırılık olsun, isterse davranışlarda aşırılık olsun; her türlü haddi (sınırı) aşmak, aşırılık ve hakka ve fıtrata uymayan davranışlar kişinin ve onun toplumunun dengesini bozar.

İslâm insan hayatına her konuda bir denge getiriyor. İnançta, amellerde, ahlâkta, mal kazanma ve harcamada, duygularda, nefret ve sevmede hep orta yolu tavsiye ediyor. Ne aşırılık, ne de tembellik veya gevşeklik. Ne ifrat, ne de tefrit.

İslâmın bu ölçüsünden uzak günümüzün insanı ise, aşırı bir dengesizlik ve alabildiğine bir israfın içerisindedir. Çağımız hem davranışlardaki ölçüsüzlük, hem harcamalardaki ölçüsüzülük anlamıyla tam bir israfın, aşırılığın, taşkınlığın, ölçüsüzlüğün içerisindedir.

Her şeyin alabildiğince israf edildiği, Allah’ın ölçülerine nisbetle aşırı davranışların normal sayıldığı, akıl almaz çılgınlıkların zevk ve eğlence halkine geldiği, Allah’ isyan sayılan ne kadar davranış varsa hepsinin çağdaşlık sayıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Bu açıdan bakılınca, içinde bulunduğumuz zaman hem harcamalarda hem de davranışlarda aşırılığın, yani israfın yaşandığı, müsriflerin bol olduğu bir zaman dilimidir diyebiliriz.

Böyle bir durumda Kur’an’ın öğrettiği şu duayı çok yapmalıyız:

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿147﴾

“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı (israfımızı) bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!” (Âli İmran/146)

 

İsraf ve müsrifle ilgili bir kaç makale:

http://www.kuraniterbiye.com/yazidetay.php?Yazi_id=202&yazar=53

http://www.kuraniterbiye.com/yazidetay.php?Yazi_id=187&yazar=53

http://www.kuraniterbiye.com/yazidetay.php?Yazi_id=189&yazar=53

http://www.huseyinece.com/kurani-hayat/1684-kur-an-da-israf-kavrami

http://www.huseyinece.com/islami-kavramlar/706-israf

 

 

Test 11

 

1-Hangisi israfın sözlük manalrından değildir?

a-İsraf haddi aşmak, yanılmak, hata etmek, gâfil ve câhil olmak, acele etmek demektir. 

b-İsraf genel olarak insanın yaptığı her işte normal olan sınırı aşması demektir,

c-İsraf, sadece çok yemek ve içmek demektir

 

2-Hangisi israf hakkında doğru değildir?

a-İsrafın kök anlamında, yeme ve içmede, eşya ve imkanları kullanmada, davranışlarda haddi aşmak, ihtiyaçtan fazlasını harcamak manaları gizlidir,

b-İsraf, ibadetlerdeki fazlılığı, aşırı dindarlık anlayışını anlatır,

c-İsraf kelimesi, meşrû ve mâkul olanın dışına çıkmay, itidalden sapmayı, her türlü aşırılığı anlatır.

 

3-Hangisi israf hakkında doğru değildir?

a-Bir insan olarak sınırını, gücünü, kapasitesini, yetkisini  bilip ona göre davranması gerekiyorken; bunun ötesine geçmesi israftır,

b-Madem ki insana beden, akıl, servet kapasitesi verildi, öyleyse bunları dilediği gibi kullanmalı, neden israf olsun?

c-İsraf genelde inanç, söz ve davranışta dinin, akıl ve örfe uygun ölçülerin dışına çıkmayı, imkânları gayr-ı meşrû yerlerde harcamayı ifade eder.

 

4-Bazıları şu kadar yemek ile doyması mümkünken, daha fazla yer, bir şeyi şu kadar kullanması, şu kadar elbise ihtiyacı karşılıyorken daha fazlasını harcar,  sahip olur. Bir kimsenin insan olarak Tek Allah’a kulluk yapması gerekiyorken, kibirlenir, davranışlarında mutedili (dengeli) olması, fıtratına uygun işler yapması gerekiyorken haddi aşar, çizilen sınırın ötesine geçer.

Bu davranışları hangi kelime ifade eder?

a-İthaf,      b-İsraf,      c-İtiraf

 

5-İsraf Kur’an’da hangi anlamda geçmez?

a-Ağaç kurdunun ağacın yaprağını yemesi veya birşeyi yeyip bitirmek anlamında,

b-haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak anlamında,

c-helâl ve temiz ni’metlerin haram sayılmasındaki ve dinî hükümlere karşı aşırılık anlamında.

 

6-İsraf Kur’an’da hangi anlamda geçmez?

a-kişinin emânetindeki mal ve imkânları gereksiz yere harcaması anlamında,

b-bir kimsenin günah işleyerek kendisine kötülük/zulüm etmesi anlamında,

c-Başlanılmış bir işi, faaliyeti ifsat etmesi (müfsitlik yapması) anlamında.

 

7-“(Rabbanilerin) sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!” (Âli İmran/147)

Bu âyetteki “taşkınlığımızı” ifadesini hangi kelime  karşılayabilir?

a-enfüsenâ,  b-israfenâ,   c-emvalünâ

 

8-Hangisi israf hakkında yanlış?

a-Kur’an’a göre israf sadece insanların mallarını, servetlerini saçıp-savurmaları  hakkında kullanılır,

b-İsraf, günahkârların haddi aşmalarını, kafir ve müşriklerin inanç ve davranışlarındaki ölçüsüzlüğü, sınırı taşmalarını anlatır,

c-İsraf, kendi kafasından helâl haram ölçüleri koymayı, Allah’ın koyduğu sınırı çiğnemeyi, normalin ötesine geçmeyi fade eder.

 

9-“Yeyiniz-içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (cc) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.”

a-Bu bir âyettir, b-Bu bir hadistir,         c-Bu Tevrattan alınma bir sözdür

 

10-Malı saçıp-savurmak, yerli yerinde değil de yok olup gideceği yerlerde harcamak demektir. Dolaysıyla karşılığın da bir şey edememektir.

Bu neyin tarifidir?

a-Müsrif’in,         b-Bezr/tebzir’in, c-İfsad’ın

 

11-Hangisi yanlış?

a-Mübezzirler (saçıp savuranlar) şeytanın kardeşleri olurlar,

b-İslâm müslümanlara harcamalarda, yemede içmede, eşya kullanmada ve cömertlikte orta yolu tavsiye eder. Ne cimrilik ne aşırı harcama...

c-Bugün üretilen şeyler israf denilip tüketilmezse fabrikalar iş yapamaz, insanlar iş bulamaz. Üretilenleri mutlaka almak gerekir.

  

 

 

Test 12

 

1-“Haram maddeleri, lüks sayılan eşyaları tüketmek israf olduğu gibi, helâl maddelerin ihtiyaçtan fazla tüketimi de haram veya mekruh sayılmıştır.”

a-Doğru bir tesbit, b-Hayır, yanlış bir hüküm, c-Bir bilene soralım.

 

2-Hangisi yanlış?

a-Müslüman malın, ni’metlerin, imkanların bir emânet olduğuna inandığı gibi, o malda hakkı olanların hakkını verir, gereği kadar harcama yapar, 

b-Malı saçıp-savurmak, uygun yerlerde harcamamak, sosyal dengeye zarar verir, kıskançlığı artırır. Cimrilik yardım, infak, sadaka ahlâkını köreltir,

c-Sadaka vermede israf olmaz. Evdekilere bir şey kalmasa da, ne var ne yok, hepsini infak etmek cömertliktir, asla hata değildir.

 

3-Günümüz açısından hangisi isabetli değil?

a-Zengin ve fakir kişi ve ülkeler arasında aşırı dengesizlik var. Zenginlerin israf ettikleriyle bir kaç ülke insanı zaruri ihtiyaçlarını karşılar.

b-İnsanlar hem davranışlarda, hem de harcamalardaki ölçüsüzlük anlamıyla tam bir israfın, aşırılığın, taşkınlığın, haddi aşmanın içerisindedir.

c-Günümüzde icat edilen ve üretilen her şey insanları zaruri ihtiyacı. Bunları tüketmeyi israf saymak haksızlıktır.

 

4-Birincisi; kişinin sorumsuz davranmasıdır.

İkincisi; Kişinin ni’metin kıymetini bilmemesidir.

Üçüncüsü; kişinin ni’metlerin hesabını vereceğini düşünmemesidir.

Dördüncüsü; sahip oldukları üzerinde hakkı olanları ihmal etmesidir.

Bunlar hangi meselede dört önemli yanlıştır ve kimin hatasıdır?

a-İsraf konusunda, müsriflerin

b-Şirk koşma konusunda, müşriklerin

c-Zulüm konusunda, zalimlerin.

 

5-Müsrif hakkında yanlıştır?

a-Müsriflik yapmamak tutumlu olmayı, tasarruf yapmayı, malını sevmeyi ifade eder,

b-Müsriflik her açıdan olumsuz bir mana taşır ve israf edenlerin, ölçüyü kaçıranların, aşırılığa meyledenlerin özelliklerini ifade eder.

c-Allah’ın gönderdiği ölçüleri çiğneyip, haddi aşarak “müsrif” olmak, günahkarların, müşriklerin ve inkârcıların bir sıfatıdır.

 

6-Hangisi müsriflerin özelliklerinden değildir?

a-Sadece Allah’a kulluk yapmaları normal, fıtrata uygun iken; tevhid inancından uzaklaşıp şirke, küfre ve zulme sapmak,

b-İlâhi ölçüleri hiçe sayıp, kendi hevâ ve heveslerinin peşine gitmek, kendi görüşlerini hak zannedip insan için çizilen tabii sınırları aşmak,

c-Dünya malını, süslenmeyi ve süslü giyinmeyi, gezmeyi sevmek, imkanlarından kimseyi faydalandırmamak.

 

7-Hangisi Kur’an’ın müsrif dediklerinden değildir?

a-Lût kavmi ve Semûd kavminin serkeşleri,

b-Musa’ya (as) zorluk çıkaran İsrailoğulları ve onların torunları,

c-Kendilerine gelen elçileri dinleyip onlara “uğursuz” diyen bir belde halkı.

 

8-Hangisi yanlış?

a-Kur’an’da israfın hangi anlamda kullanıldığını ve müsriflerin özelliklerini en iyi tanıtan Lût kavmidir. Onlar normali, helâli değil, aşırılığı seçtiler.

b-Kur’an, birisinin Allah’ın haram kıldığı bir günahı işlemesine, kişinin kendi aleyhine israf etmesi diyor. Zira bunda da haddi aşmak söz konusu.

c-İsraf sadece yeme- içme ve eşyayı kullanmada olur. İsrafın davranışlarla ne alakası var.

 

9-Hangisi müsriflerin özelliklerinden değildir?

a-Koca koca, çeşit çeşit arabalar üretmek, bu arabalar için ağaçları kesip uzun, geniş yollar yapmak,

b-Kendisine emânet edilen malı ve imkanları gereksiz yere harcar. Hayra harcamada cimri, günah uğruna, zevk ve sefaya harcamada cömert,

c-İhtiyaçlarını helâl ve meşru yoldan karşılaması mümkünken onunla yetinmez, daha ötesine gider. Allah’ın haram dediklerini yapar. 

 

10-Hakkı tanımak ve sâlih ameller yapmak üzere kendisine verilen akıl ve iradeyi, fani lezzetler uğruna kötüye kullanır. Dünya zevklerini âhiretin mutluluğuna tercih edip, ömrünü boşa geçirir. Dinin ölçülerine değil, keyfinin/hevâ ve hevesinin istediği gibi hareket eder, normalin ötesine geçer. Buna da meşru, doğru, normal der. 

Burada kimden bahsediliyor?

a-Mücrim’den,     b-Mükrim’den,    c-Müsrif’ten

 

11-Hangisi yanlış?

a-İsraf ve tebzîr olumsuz anlamda iki Kur’an kavramıdır. Davranışlardaki ve harcamalardaki aşırılığı, sınırı aşmayı ifade ederler,

b-İslâm’da hedef insanın kemâlidir; buna tüketimle değil ahlâklı olmakla ulaşılır. Faziletle denge, olgunluk ile yerinde harcama/davranma arasında olumlu bir ilişki vardır,

c-İnsan bu devirde ne kadar uğraşırsa uğraşsın; davranışlarda olgunluğa, İslâmın önerdiği güzel ahlâka ulaşamaz. İstesede israftan kurtulamaz.