Hüseyin K. Ece

Hira Hanımlar Ders Grubu

26 Mart 2019 Salı Amsterdam

 

 

A-HAMD

 

-Sözlükte hamd

‘Hamd’, sözlükte iyilik, güzellik, üstünlük sıfatı ile medhetme (övme) ve senâ etme mânâsına gelir. Yermek anlamındaki zemmin zıddıdır.

‘Hamd’; bir ni’metin veya güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme sözleriyle anmaktır. Bunda hem ni’met sahibini övmek, hem şükretmek, hem de yüceltme anlamı vardır.

‘Hamd’ özel bir methetme, övmedir.

Canlı veya cansız varlıklar da methedilebilir. Ama hiç bir zaman onlara hamd edilmez.

 

-Kavram olarak hamd

“El-hamdü lillâh” sözüne “hamdele” denir.

‘Hamd’, terim olarak, bütün medih (övgü) türlerini içine alan, sevgi ve tazimle Allah’a yönelen övgü ve şükrü ifade eder.

Hamd, kulların Allah’a karşı memnuniyet ve sevinçlerini, O’na şükürlerini bildirmeleri demektir.

Her methetme (medih-övgü) hamd sayılmaz. Her hamd’de bir medih yönü olmasına rağmen; medihte hamd yoktur. Çünkü methetme, boş bir yalan, soyut bir dalkavukluk da olabilir. Bundan dolayı ‘hamd ve şükür’ meşru’ ve ahlâka uygun oldukları halde, medih (methetme) her zaman ahlâkî olmayabilir.

Ancak hamd ve şükür devamlı doğruyu ifade ederler.

Hamd’de ayrıca saygı ve değer verme manası da saklıdır.

Hamd, Yüce Rabbimiz dışında hiç bir kişi veya kuvvete yapılmayacak bir şükür türüdür. Halbuki insanlara, yaptıkları iyiliklerden dolayı teşekkür edebiliriz.

Hamd, ni’metleri, iyilikleri ve bağışları sınırsız ve sonsuz olan bir kuvvete yapılır. O da Allah’tan başkası olamaz.

Hamd, bir iyiliğin karşılığı olmaktan çok, Yaratıcının sonsuz güç ve kuvvetine, verdiği ni’metlerin çokluğuna, O’nun Rabliğine duyulan hayranlığın övme yoluyla dile getirilmesidir. Allah’ın varlığının sayısız yansımalarını düşünerek O’nu hakkıyla övmek, O’nun yüce sıfatlarını ve kudretini dile getirmektir.

Hamd, eşi ve benzeri olmayan ilahî rahmetin sahibinin hakkıyla övülmesi, yüceltilmesidir.

Allah’a karşı kullanılan bütün saygı ifadeleri, O’nu zikretme, O’nu methetme (övme): hepsi de birer hamd’dir.

‘el-Hamdü lillâh’ (Allah’a hamdolsun) denildiği zaman hepsi de ifade edilmiş olur.

‘Hamd’, ihsan yapan kimseyi, ihsanını anarak övmektir.

Hamd insanın Rabbini ve haddini/kendini bilmesidir. Yaradılışı düşünerek, satırlardaki ve sadırlardaki âyetleri tefekkür ederek, evrendeki tüm yaratıkların hamd ve tesbih orkestrasına kulak vererek Allah karşısındaki konumunu tespit etmesidir.

Buna göre Allah’tan insana bir nimet, bir iyilik, bir yardım gelsin veya gelmesin hamd O’nun Rabb oluşunun hakkıdır. Yani hamd öncelikle Allah’ın zâtına yapılır, sadece verdiği nimetlere değil.  

Allah’ı ve O’nun Rabliğini anlayan samimi bir müslüman, hamd’ı yalnızca Allah’a yapar.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ ﴿1﴾

“Hamd olsun Allah’a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve nûr’u var etti. Yine inkârcılar, (başkalarını) Rablerine denk tutuyorlar.” (En’am 6/1)

 

-Kur'an'da Hamd

“Hamd” kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam olarak 68 yerde geçmektedir.

Kur’an’ın ikinci âyeti olan “el-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn” (Kâinatın Rabbi, yani yaratıcısı, sahibi ve şekil vereni olan Allah’a hamdolsun) cümlesi Kur’an’da 7 âyette yer alıyor.

“el-hamdü lillâh” cümlesi ise 23 yerde tekrarlanıyor.

“el-hamdü lillâh” cümlesiyle başlayan 5 sûre vardır. Fâtiha, En'am, Kehf, Sebe' ve Fâtır sûreleri

Hamd Kur'an'da fiil olarak (yuhmedu) bir âyette sözlük manasıyla yer alıyor.

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿188﴾

“Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır.” (Âli İmran 3/188)

38 âyette ‘hamd’; “el-hamdu lillahi, bi-hamdi rabbi, lehu’l-hamdu” şeklinde Allah'a tahsis ediliyor.

Hamdin lam-u ta’rifle (belirlilik  takısıyla) gelmesi de onun özel, zâta mahsus olduğunu ifade eder. O da Âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.

bi-Hamdike olarak 1 âyette (Bekara 2/30)

bi-hamdihi olarak 4 âyette (Ra'd 13/13. İsrâ 17/44, 52. Furkan 25/85)

el-Hâmidun bir âyette (Tevbe 9/112)

Hamîden 1 âyette (Nisa 4/131)

Hamîd ismi 17 defa yer alır. Bunlardan bir tanesi; "ila sıratı'l-hamîd-Sonsuz ve her türlü övgüye layık olanın yoluna" şeklinde (Hacc 22/24)

On defa 'ğaniyyun hamîd',

Üç yerde 'el-azizu'l-hamîd' (Burûc 85/8. İbrahim 14/1. Sebe' 34/6)

Bir defa 'hamîdun mecîd' (Hûd 11/73)

Bir yerde 'veliyyul-hamîd' (Şûrâ 42/28)

Bir âyette 'hakîmun hamîd' (Fussilet 41/42) şeklinde geliyor.

Fatiha hamdin kime ait olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.

“Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.” Buna göre hamd sahibi bellidir.  Kur’an bu gerçeği başka bir âyette şöyle dile getirmektedir:

وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿70﴾

İşte O, Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. Başlangıçta da sonda da hamd O'nundur, hüküm O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas 28/70)

Yerde ve göklerde de hamd O’na aittir:

فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ {17} وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَعَشِيّاً وَحِينَ تُظْهِرُونَ {18}          

“Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin, ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.” (Rûm 30/17-18)

               وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيراً {111}‏

“Ve de ki: ‘Hamd (övgü), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’a aittir.’ Ve O’nu tekbir edebildikçe tekbir et (büyük tanı)” (İsrâ 17/111. Ayrıca bkz: Ankebût 29/63)

Kur’an’da „hamd“ Allah’a nisbet edildiğinde tek başına, yaratılmışlara nisbet edildiğinde ise genellikle „tesbih“ ile birlikte geliyor. Bunun şüphesiz sebebi ve hikmetleri vardır. Demek ki tesbih ile hamd arasında güçlü bir ilişki var. Mesela;

Her şey Rabbini devamlı hamd ile tesbih eder:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيماً غَفُوراً {44}

“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz de onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.” (İsrâ 17/44)

Gök gürültüsü de Allah’ı hamd ile tesbih eder:

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلاَئِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَن يَشَاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّهِ وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ {13}

 “Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücadele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır.” (Ra’d 13/13)

Arşın etrafını çevirmiş melekler Allah’ı sürekli hamd ile tesbih ederler:

‏ وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {75}

Meleklerin de arşın etrafını kuşatarak, Rablerine hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Artık halk arasında hak ile hüküm icra edilip "âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun" denilmektedir.” (Zümer 39/75. Ayrıca bkz: Mü’min 40/7

Melekler Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yeryüzündekiler için istiğfar ederler.

تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ {5}

“Neredeyse gökler (O’nun azametinden) üstlerinden çatlayacaklar. Melekler ise, Rablerini hamd ile tespih ederler ve yeryüzündekiler için bağışlanma dilerler. İyi bilin ki Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Şûra 42//5)

Melekler, Allah’ın yeryüzünde bir halife yaratma iradesi karşısında:

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿30﴾

“Ya Rabbi, yeryüzünde fesat çıkarak ve kan dökecek birini yaratacaksın. Halbuki Biz Seni hamd ile tesbih ve takdis ediyoruz” dediler. (Bekara 2/30)

Mü’minler Allah’ı hatırladıkları zaman O’nu ham ile tesbih ederler.

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّداً وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ {15} {س}

 Bizim âyetlerimize  (gerçekten) inananlar, ancak, kendilerine tebliğ edildiği zaman önünde derin bir hayranlık ve saygıyla eğilenlerdir; (onlar), Rablerini hamd ile tesbih edenler ve asla büyüklük taslamayanlardır.” (Secde 32/15)

Cennetlikler orada Allah’a hamdederler:

“Onlar: Bize verdiği sözde sâdık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna varis kılan Allah'a hamdolsun. İyi (sâlih) amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş! derler.” (Zümer 39/74. Ayrıca bkz: A’raf 7/43)

Cennetliklerin tesbîhi ve hamdi şöyle olacaktır:

 إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ {9} دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {10}  

„(Fakat) iman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir. Nimetlerle dolu cennetlerde altlarından ırmaklar akar.

Onların oradaki duası: «Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!» (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise «selâm» dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.“ (Yûnus 10/9-10)

Mü’minlerin sözün sonunda tesbîh ile birlikte hamdetmeleri:

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ {180} وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ {181} وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {182}

„Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.“ (Saffât 37/180-182)

 

-Hamd ibadeti

Kur’an’da yedi âyette „Rabbini hamd ile tesbih et“ deniyor. Peygamberin şahsında mü’minlere Allah’ı tesbih etmelerini ve hamdetmelerini söylüyor

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ {98} وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ {99}   

“Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” (Hicr 15/98. Ayrıca bkz: Furkan 25/58)

Beş âyette Peygamberimize „sabret“  (bunların üçü de ‚onların dediklerine sabret‘ şeklinde) denildikten sonra Rabbini hamd ile tesbih et“ buyuruluyor:

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى {130}

„O hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih et ki hoşnut olasın.“ (Tâhâ 20/130. Ayrıca bkz: Kaf 50/39-40. Tâhâ 20/130. Mü’min 40/55. Tûr 52/48)

Bir âyette Peygambere hitaben;

   فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّاباً {3}

“Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr 110/3)

İman etmek zaten Allah’ı hamd ile tesbih etmeyi gerektir.

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّداً وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ {15} {س}

“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.”  (Secde 32/15)

Hamdetmeyi Allah emrettiğine göre ibadettir, kulluk görevidir.

Meleklerin veya başka varlıkların Allah’ı hamd ile tesbih etttiklerinin söylenmesi insana bir hatırlatmadır. Zımnen: “Ey insan, iradesiz varlıklar Allah’a hamdediyor, iradeli ve sorumluluk sahibisin, sen de Rabbini hakkıyla hamd ile tesbih et” deniyor.

 

-Hadislerde hamd

Ebu Hüreyra (ra) anlatıyor: Resûlullah (as) buyurdu ki; “İki kelime vardır, bunlar dilde hafif, terazide ağır, Rahman’a da sevimlidirler: Sübhânallâhi ve bihamdihî, sübhânallâhi’l-azîm. (Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim, Yüce Allah’ım seni tenzih ederim) kelimeleridir.” (Buhârî, Daavat/65)

Amr İbnu Şuayb an Ebîhi an Ceddihî (ra) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki:

"Duaların en faziletlisi Arefe günü yapılan duadır. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz; “lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh lehü'l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr-Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir. O, herşeye kâdirdir” sözüdür." (Muvatta, Kur'ân/32. Tirmizî, Da'avât/133 no: 3579)

Peygamber (sav) şöyle demiş: “Elhamdulillah ile başlamayan her bir sözün sonu yoktur (ebterdir) yani berektsizdir”. (Ebû Dâvud, Edeb/18. İbn Mâce, Nikâh/19. Mecmu’un Nevevi’den ve Müsned 2/359’dan Heyet, Duau’l-Nudbeh, Müessesetü İmam Hadi, Kum 1435 s: 17)

Resûlullah (sav) buyurdu ki: "Kim, "Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu'l mülkü ve lehu'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr." duasını bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle âzad etmiş gibi sevab verilir. Ayrıca lehine yüz sevab yazılır ve yüz günahı da silinir. Akşama kadar şeytandan korunur. Bundan daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o adamınkinden daha efdal bir amel de getiremez.

Kim bir günde yüz kere "Sübhânallahi ve bihamdihi" derse hataları dökülür, hatta denizin köpüğü kadar (çok) olsa bile." (Müslim, Zikr/10 (28) no: 2691 (6842). Muvatta, Kur'ân/20. Tirmizî, kim namazın arkasından bunu derse diyor ve rakamları on olarak veriyor. Bkz: Tirmizî, Deavât/61 no: 3464)

Peygamber (sav) buyurdu: “Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizânı, sübhânellah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyâdır. Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar)  nefsini satar; kimi onu âzâd  kimi de helâk eder.” (Müslim, Tahâret/1 no: 534)

Her hamd sadakadır. (Müslim, Müsafirîn/13 (84) no: 1671. Bir benzeri: Tirmizî, Deavât/84 no: 3512)

Elhamdülillah hakkında: İbni Mâce, Edeb/55 no:3800-3805

 

-Müslümanın hayatında hamd

Ne Türkçede, ne başka herhangi bir dilde “hamd” kelimesinin tam karşılığı yoktur.

Hamd bir özgün Kur’an kavramıdır.

Hamd, Allah’ı onu layık olduğu övmek, senâ etmek, O’nun yüce, aşkın, eşşiz, tek, benzersiz, yüceler yücesi, sonsuz güzelliklere ve üstün sıfatlara sahip olduğunu itiraf etmektir. 

Zikir, şükür ve dolayısıyla duâ ögelerini içeren hamd, tıpkı besmele gibi, müslümanların hayatında önemli bir yer tutmaktadır.

İnsanoğlu ibâdete, hamde meyilli yaratılmıştır. Birisini veya birilerini övmeye, onlara bağlanıp ibâdet etmeye hayatı boyunca ihtiyacı vardır.

Bu hamedilen âlemlerin Rabbi Allah olmalıdır

Mü’min hayatın her alanında her zaman hamd ve şükür içinde olmalı. Belâ ve musibetin içinde olsa dahi. Yalnız bunun sadece diliyle, alışkanlık olsun diye değil, yürekten, ne dediğinin farkında olarak, hamdin kapsadığı manayı kasdederek, bir nevi iman tazeleyerek, haliyle de yapmalıdır.

Zira “sübhânellah, elhamdülillah” hem bir zikirdir, yani Allah’ı hatırlatan araçlardır, hem de şehâdet ifadesidir.

Bunları söyleyenler bir açıdan “Lâ ilâhe illallah-Allah’tan başka ilâh yoktur” demiş olurlar.

Çünkü burada inanılan Allah hem en mükemmel sıfatlara, üstün övgülerin sahibi, hem de noksan sıfatlardan, insanların tanrı hakkında düşündükleri bütün yanlış, kusur ve eksikliklerden şiddetle uzaktır. “sübhânellah, elhamdülillah” ile bu geniş mana ve inanç kasdedilir.

Mü’min, hamd ile Allah’ın büyüklüğünü ve mükemmelliğini, buna karşın kendi acizliğini ve eksikliğini hatırlar, bununla teslimiyeti bir kat daha artar, imanının „yakîn“liği daha da kuvvetlenir.

Peygamber (sav) “Elhamdü lillâh alâ külli hâl” (Her durum karşısında Allah’a hamdolsun) buyururlardı.

Hamdi Allah’a has kılarak, O’nun büyüklüğünü, eksiklerden uzak olduğunu, övülmeye lâyık olan yegâne gücün ancak Allah olduğunu vurguluyoruz.

O’na hamdetmek O’ndan kaynaklanan her şeyi de kabul etmiş, övmüş ve ona rızâ göstermiş oluyoruz.

Allah’a hamd etmek yalnız sözle değil; fiil ile de ta’zim etmektir.

-Hamd ibadeti nasıl yerine getirilir?

Bu da ancak her organın yaratılış gâyesine uygun olarak kullanılmasıyla mümkün olur. Kulun içiyle ve dışıyla hamd etmesi gerekir. Buna tatbikî hamd denir.

Hamd sadece dil ile ‘hamd olsun’ demek değildir. Hamd görevi kalp, dil ve organlar ile yerine getirilir:

Kalp ile yapılanı, nimetlerin en önemlisi olan imanı bize tattıran ve sevdiren Allah’ı zikretmek (hatırlamak), O’nun sıfatlarını tefekkür etmek, düşünmek, imanda kemâle ulaşma yollarını aramaktır.

Dil ile yapılanı, Allah’ın bu sıfatlarını anlatmak, sık sık, Allah, şükür, hamd... kelimelerini kullanarak zikirle meşgul olmak, hakkı söylemektir. Dilimiz hamdettiği gibi, yüzümüz de her an hamd etmeli. Yüzün hamdi-şükrü tebessümdür.

Allah’a karşı kullanılan bütün saygı ifadeleri, O’nu zikretme, senâ etme; hepsi de birer hamd’tır.

‘el-Hamdü lil-lah’ denildiği zaman hepsi ifade edilmiş olur.

Organlar (uzuvlar) ile yapılanı, onları Allah’ın yolundan ayırmamaktır. Allah’ın emir ve yasaklarına mümkün olduğu kadar dikkat ederek kulluk görevini yerine getirmek fiilî hamddir. Her çeşit fazilet ve erdemleri elde etmek, İslâm ahlâk esaslarını öğrenip uygulamak, bu çeşit hamdin vâsıtasıdır.

-Müslümanın hayatının her alanında hamd

Her gün kılınan 5 vakit namazda kırk defa tekrarlanan Fâtiha sûresi hamd ile başladığı gibi, namazın girişinde okunan Sübhâneke’de, rükûdan kalkarken okunan tahmidde hamd edilir.

“Salli” ve “Bârik” duâlarında, namazdan sonra çekilen tesbihlerde, ardından okunan tevhid cümlesinde, bayramlarda ve diğer bazı dinî merâsimlerde getirilen tekbirlerde senâ ve şükür manalarıyla birlikte hamd tekrarlanmaktadır.

Hacda yerine getirilen telbiye’de de hamd yer almaktadır.

Cuma hutbesinin her iki bölümü de hamd cümleleriyle başlar.

İslâmî eserlerin ilk cümlelerini genellikle besmele ve hamdele oluşturur.

Mü’min ulaştığı her nimet için de hamdeder ki, Rabbi ile irtibati canlı kalsın.

Yemekten sonra hamd edilir ki, yediğimiz nimetleri ihsan eden, o gıdalara lezzet katan, bize ağız tadı veren, açlığımızı bunlarla gideren, gıdaları enerjiye dönüştüren Yaratıcı’yı görmezden gelmeyeleim, şükredelim ama nankör olmayalım.

Sünnete göre yemekte hamd ifadesi de şöyle: “el-hamdü lillâhi’llezî et’amenâ ve sekaanâ ve cealenâ mine’l-müslimîn-Bizi doyuran, susuzluğumuzu gideren ve bizi müslümanlardan kılan Allah’a hamd olsun.”

Helâl bir şey içtikten sonra da hamdetmeli

Duâya başlarken ve bitirirken, derse, sohbete, kitleye konuşmaya başlarken ve bitirirken hamd etmeli.

Başlangıçta hamd ile Allah’ın nimeti hatırlanıp, O’nun yardımı istenirken; bitişte de verdiği güce ve güzelce tamamlanan nimete karşı şükür makamında hamd edilmelidir.

Müslüman uykuya yatarken (el-hamdülillahi vahdehu, ve’s-salâtü ve’s-selâmü ala men nebiyye ba’dehu), uyanınca (el-hamdülillezi ehyânâ ve ematena ve ileyhi’n-nüşur) der.

Okumayı bitirdikten, uykudan uyandıktan, elbise giydikten sonra Rasûlullah’ın hep hamdettiğini biliyoruz.

Huzeyfe diyor ki: Rasûlüllah uyanınca şöyle derdi: „Ölümden sonra hayat veren Allah’a hamdolsun, dönüş O’nadır“ derdi. (Buhârî, Deavât/7 no: 6312. İbni Mace, Dua/16 no:3880)

Tuvaletten sonra “el-hamdü lillâhi’llezi ezhebe anni’l-ezâ ve âfânî min zâlike-Benden eziyeti gideren ve böylece bana âfiyet veren Allah’a hamdolsun”,

banyodan sonra; “el-hamdülillahi ceale’l-mâe tahûrâ-Suyu temizleyici kılan Allah’a hamdolsun” denilmesi tavsiye edilmiştir.

Aksıran her mü’minin “el-hamdü lillâh” demesini emretmiştir. (Buhârî, Edeb/126-127. Müslim, Zühd/53)

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah hapşırmayı sever, esnemeden hoşlanmaz. Öyleyse sizden biri hapşırır ve Allah’a hamdederse, bunu işiten her müslüman üzerine “yerhamuke’llah” (Allah sana merhamet etsin) demesi haktır (bir vazifedir). Ancak, esnemeye gelince, işte bu, şeytandandır. Biriniz namazda esneyecek olursa, imkân nisbetinde kendini tutsun ve hah diye ses çıkarmasın. Zira bu, şeytandandır, şeytan kendisine gülüyor demektir.” (Buhârî, Edeb/125, 128, Bed'ül-halk/11. Müslim, Zühd/56)

Mü’minler karşıılaştıkları zaman önce selâm verirler, sonra nasılsın sorusuna, veya hasta ziyaretlerinde ‘el-hamdü lillah’ derler.  

Görüldüğü gibi müslümana her vesileyle hamd, Allah’ı hatırlayıp ona şükür tavsiye ediliyor, hayatın tüm alanlarını Allah’ın doldurması isteniyor.

Müslümanın Allah’tan uzak, O’ndan gafil hiçbir zamanı ve hiçbir hali olmaması isteniyor. Böylece her yapılan eylemin ibâdet olması sağlanarak kulluk bilinci kavi yapılmak isteniyor.

Âlimler derler ki; kemâl derecesinde olan bir hamdin üç basamağı vardır.

Birincisi; erişilen/kavuşulan nimetin Allah’tan geldiğini bilmek,

İkincisi; O’nun verdiğine, takdir ettiğine rızâ göstermek

Üçüncüsü; nimetinin gücü/etkisi bedeninde bulunduğu için O’na isyan etmemek.

Müslüman için her ciddi eylem, her nimet üç ibâdet ister. Bunlar zikir, fikir ve şükürdür.

Başta zikir (besmele), ortada -iş esnasında- fikir (tefekkür, Allah’ın nimet ve ihsanını düşünüp O’nun rızâsını istemek) ve sonunda şükür (el-hamdü lillâh demek).

“Ve âhıru da’vânâ eni’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn: Duâmızın sonu âlemlerin Rabbi Allah’a hamd etmektir.”

 

B-ŞÜKÜR

-Şükr’ün sözlük anlamı

‘Şükr’, sözlükte, hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasıdır.  

 

-Şükrün kavram anlamı

Buradan hareketle Allah’ın verdiği ni’metlerin etkisinin kulun üzerinde bir şekilde görülmesi, ortaya çıkmasıdır.

Bu da mü’min bir kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak,

kalbinde ‘şâhitlik ve muhabbet’ olarak,

organlarında ‘teslim olam ve itaat etme’ olarak ortaya çıkar.

‘Şükür’, kişinin kendine ulaşan ni’meti bilmesi ve bunu çeşitli şekillerde açığa vurmasıdır. Bir başka deyişle ni’met sahibini bilip onu övmesi, ona borçlu olduğunu bilmesi ona minnettar olması demektir.

Şükür’, ni’met vereni boyun eğerek itiraf etmek, ni’met verene kalbin sevgiyle, organların itaatle, dilin onun zikri ile ve onu övmekle meşgul olmasıdır.

‘Şükür’, güç ve imkanlarını Allah yolunda (fi-sebilillah) kullanabilmektir.

 

-Şükür-iman ilişkisi

‘Şükür’, ni’met vereni bilip onu açığa vurmak olduğu gibi, bunun tam zıddı olan ‘küfr’ ise, ni’met vereni inkâr edip onu gizlemektir. ‘Küfr’ kavramının, inkâr ve ni’met sahibini  gizlemeyi de ifade ettiğini  hatırlayalım.  

‘Küfr’ kelimesi, iman etmemeyi, ni’met veren er-Rezzak olan Allah’ı inkâr etmeyi anlattığı gibi, ‘şükr’ de iman etmeyi, ni’metlerin sahibi olan Allah’ı tanımayı ve O’na minnettarlık duymayı ifade eder.

İslâmda en büyük, yani ilk şükür görevi şükretmektir.

‘Şükür’, iman etmenin çesitli organlarla ve bu organların faaliyetleriyle ortaya konulmasıdır.

Ni’metin nereden geldiğini bilmek, şükrün şartlarından biridir. Yoksa tamamı değildir. Şükrün içerisinde ni’met vereni itiraf, ni’mete karşı O’nu övmek, O’na boyun eğmek, O’nu sevmek ve ni’met konusunda O’nu hoşnut edecek şeyleri yapmak da bulunmaktadır.

‘Şükür’ aynı zamanda ni’meti bilmenin ismidir. Çünkü ni’meti bilmek, ni’meti vereni bilmenin yoludur. Onu tanıyınca sevmeye başlar ve O’nun hoşlanacağı şeyleri yapmanın uygun olacağını anlar.

İşte bunun için Allah (cc), Kur’an’da İslâm ve imana ‘şükür’ diye isim vermektedir.

Bir kaç âyette ‘şükr’ün iman etmenin, ‘küfr’ün ise inkâr etmenin yerine kullanıldığına görüyoruz:  

اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿7﴾

“Şayet nankörlük ederseniz (küfrederseniz), artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için buna rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (faydanız) için ondan razı olur…” (Zümer 39/7)

‘Şükür’ aynı zamanda ‘şirk’ koşmanın da karşılığıdır. Şirk koşanlar elbette şükretmezler. Onlar zaten Allah’a ortak koşarak O’nun asıl ni’met sahibi olduğunu inkâr etmektedir. (En’am 6/63-64)

 

-Kur’an’da şükür

Kur’an, insana sayısız ni’met verildiğini, insanın bunları veren Allah’ı bilip, hizmetine sunulan bu ni’metlerden dolayı ni’met sahibine minnet duymasını, bu minnettarlığı çeşitli şekillerde ortaya koymasını söylüyor.

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿7﴾

“Rabbiniz şöyle buyurmuştur: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size (ni’metimi, mükâfatımı) artırırım ve andolsun eğer küfrederseniz, şüphesiz benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim 14/7)

İnsan, Allah’ın kendisine verdiği can ve organlar (Secde 32/7-9),

yağmur vermesinin (Câsiye 45/4-5. 56/Vakıa, 68-69),

gece ile gündüzü var etmesinin (28/Kasas, 73),

dağ gibi gemileri yüzdürmesinin (Lokman 31/31),

eti yenen hayvanları (Yasin 36/71-73)

ve daha nice ni’metler vermesinin karşılığı olarak şükretmelidir.

Allah’ın insanlara; “Verdiğim ni’metlere şükredin” demesi de ayrıca kul için bir ni’met ve ihsandır. Çünkü şükrün faydası dünya ve âhirette Allah’a değil kula dönüktür. Kul, şükrederek Rabbine bir karşılık veya bir mükâfat vermez. Kim şükrederse kendi nefsi için şükretmiş olur. (Neml 27/40)

Yoksa Allah’ın böyle şeylere asla ihtiyacı yoktur.

Allah (cc) kullarına karşı bu kadar cömert, bu kadar lütuf sahibi olduğu halde, kullarının bir kısmı nankördür, çok şükretmekten uzaktırlar. (Yûnus 1060. A’raf 7/10. Mü’minûn 23/78. Mülk 67/23)

Şükretmek mü’minlerin en önemli özelliklerinden biridir.

Allah (cc) mü’minlere verilenleri zaman zaman hatırlatıyor ve bu hatırlatmanın da onları şükretmeye teşvik olduğunu hissettiriyor.

Söz gelimi, Allah mü’minleri affeder (Bekara 2/52),

mü’minler Ramazan orucuyla ibadet ederler ve doğru yolu bulurlar ve Allah’ı da büyük tanırlar (Bekara 2/185),

onlar Allah’tan ittika ederler (hakkıyla çekinirler) (Âli İmran 2/123),

bundan dolayı Allah (cc) onlara ni’metlerini tamamlamak ve onları temizlemek istiyor. (Mâide 5/6)

Allah (cc) onlara âyetlerini çok net bir şekilde açıklıyor (Mâide 5/89),

onlara zafer veriyor ve güzel rızıklarla rızıklandırıyor (Enfal 8/26),

dinlenmek için geceyi ve gündüzü var ediyor (Kasas 28/73).

İşte bunların sebebi, umulur ki mü’minler hakkıyla şükrederler.

Bütün ni’metlerin sahibi Allah (cc) insanlara;

فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟ ﴿152﴾

“Siz beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, fakat asla nankörlük etmeyin.” (Bakara 2/152) diye emretmektedir.

Yine Lokman (as) ın şahsında insanların ‘şükür’ edici olmalarını istiyor. (Lokman 31/12)

Nimetlere şükür, Allah’ın yaptığı ihsanları anlamak, O’na saygı ve ta’zimdir.

Şükür, bir açıdan da kulun kendini gerçek manasıyla şükretmekten aciz görmesidir. İnsan ne kadar gayret ederse etsin; ne verilen ni’metlerin karşılığını hakkıyla ödeyebilir, ne de ni’met vereni hakkıyla övebilir.

Şükredebilme kabiliyeti, fırsatı da -anlayabilenlere göre- insan için şükredilecek iyiliktir.

Kur’an, şükredenlere ‘şâkir’ demektedir ve bu kelimeyi genellikle çoğul olarak kullanmaktadır.

Allah (cc) ‘Şekûr ve Şâkir’dir. Yani şükredenlerin sevabını kat kat, fazlasıyla verendir.  

Rabbimiz buyuruyor ki:

بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ﴿66﴾

“Hayır, artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şükredenlerden (şâkirîn’den) ol.” (Zümer 39/66)

Şükrün işaret ettiği bütün görüntüler Allah’a ait olmasına rağmen Kur’an bir yerde ana-babaya da şükredilmesini emrediyor. (Lokman 31/14)

Bunu Türkçedeki teşekkür ve iyilik olarak anlamamız daha uygundur.

 

-Şükür ibadeti bir denemedir

İnsana sayısız ni’met verilmesinin sebebi onun şükreden bir kul mu yoksa nankörlük eden bir kul mu? olduğunu denemek içindir. Kur’an bunu Hz. Süleyman’la ilgili bir olayda şöyle haber veriyor:

قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ ﴿40﴾

“Yanında kitaptan bir ilim olan biri, dedi ki; ‘Ben (gözünü açıp kapamadan) onu (kraliçenin tahtını) sana getirebilirim.’ Derken (Süleyman) onu (tahtı) kendi yanında durur halde görünce dedi ki: ‘Bu Rabbimin fazlındandır. O’na şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemektedir….’” (Neml 27/40)

İnsan şükretmek veya küfretmek noktasında denenmektedir:

اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿2﴾ اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا ﴿3﴾

“Hiç şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan (nutfeden) yarattık. Onu denemekteyiz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu (sebili) gösterdik; (artık o) ya şükredici olur ya da nankör olur.” (İnsan 76/2-3)

Mü’min her türlü zorluğa ve denemeye sabreder, ni’metlere ise hamd eder, şükreder.  

 

-Şükür ibadeti nasıl eda edilir?

Şükür ibadeti ya kalp, ya dil ya da ameller ile yerina getirilir.

a-Kalp ile şükür

İmandan sonra ni’met verici Allah olduğunu kalp ile tasdik etmek, vahy ile gelen şeyleri tasdik etmek, yüreğe Allah’tan başka kimsenin korkusunu ve sevgisini koymamaktır.

b-Dil ile şükür 

Ni’met sahibini anmak, O’nu övgü sözleriyle övmek, O’nun nimet sahibi olduğunu Tevhid ve Şehadetle itiraf etmek. Dil ile yapılan bütün ibadetler aynı zamanda Allah’a şükürdür.

c-Fiil (amel-eylem) ile şükür

Bedenin organlarıyla, ni’met verene itaat etmek ve O’nun emirlerini yerine getirmektir. Kısaca İslâmı her bakımdan yaşamaya çalışmaktır. Çünkü ni’met vereni bilip O’nu övmek, bir anlamda O’ndan gelen her şeyi kabul etmektir.

Fiil ile şükür, Allah’a hakkıyla kullukla beraber aynı zamanda Allah’ın verdiği ni’metlerden Allah’ın diğer kullarını da faydalandırmaktır.

Şüphesiz yalnızca dil ile ‘Allahım sana şükürler olsun’ demek şükür için yeterli olmaz.

Allah’ın verdiği ni’metler sayılamayacak kadar çoktur.

وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿18﴾

“Hâlbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (İbrahim 14/34)

وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟ ﴿34﴾

O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zâlimdir, çok nankördür.” (Nahl 16/18)

Bu ni’metlerin sahibine şükür, insanlık borcudur, yaratılışın gereğidir. Şükür borcu iman ettikten sonra, bütün bir ömrü Allah’ın istediği gibi yaşamakla, ni’met sahibinin rızası doğrultusunda yaşamakla yerine getirilir.

Bir ni’mete kavuşulduğu veya kişiyi memnun edecek bir hayır ona ulaştığı zaman, ‘şükür secdesi’ yapmak müstehabtır.

Rivâyet edildiğine göre “Peygamberimiz (sav)e sevindirici bir haber  geldiği zaman veya onun müjdesi verildiğinde hemen Yüce Allah’a şükür için secdeye kapanırdı.” (Ebu Dâvud, Cihad/no: 2774)

 

-Şükür ibadeti gerçeği

Hayat ve onun devamını sağlayan her şey, iman etmek ni’mettir. İman edebilmek bir insanın hayatında nimetin tamamlanmasıdır denilebilir.

Şükrün başı Allah’ı bilmektir (ma’rifettir). Allah’ı Rab ve nimet verici olduğunda şuurunda olan O’nu sevmeye başlar. Allah’ı seven O’na hiç bir şeyi şirk koşmaz, O’na ibadet eder. Kul bu bilinçle Yüce bir Rabbin önünde kulluk yaptığının farkında olur.

Bu nedenle Tevhid, yani Allah’ı hakkıyle birlemek şükrün zirvesidir.

İnsan kul olarak her zaman fakirdir, yani her açıdan Allah’a muhtaçtır. O’ndan başka nimet veren yoktur. Kul bu ni’metlerin şükrünü ancak kullukla yerine getirebilir.

Kul daima Rabbinin verdiği ni’metler ile nefsinin günahları arasındadır. Hasan-i Basrî diyor ki:

“Ben ni’met ile günah arasında sabahlıyorum. Bundan dolayı ni’meti şükürle, günahı ise tevbe-istiğfar ile hatırlamak istiyorum.” (nak. İbni Teymiyye, el-Câmiu’r Rasâil, 1/116)

Âhiret mutluluğunu kazanmak için çaba harcayan mü’minlerin bu çabası Allah katında değerlidir. Kur’an, âhiret için çaba harcayan mü’minleri ‘şükr’ kökünden gelen ‘meşkur’ sıfatıyla övmektedir.

وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا ﴿19﴾

“Kim de âhireti ister ve bir mü’min olarak ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası meşkur’dur (şükr’e değerdir).” (İsrâ 17/19. Ayrıca bkz: İnsan 76/22)

Allah (cc) şükreden kullarının ecirlerini kat kat onlara öder.  

Şükür ahlâkının Hz. Muhammed’in hayatında nasıl somutlaştığını şu örnek göstermektedir:

“Rasulüllah (sav) geceleri ayağa kalkıp ayakları kabarıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine; ‘Allah (cc) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)?’ denildi.

‘Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?’ cevabını verdi. (Buharî, Teheccüd/6, 2/63. Tefsir-Fetih/1, 6/169, Rikak/19, 8/124. Müslim, Sıfatü’l Munafikîn/18, Hadis no: 2819, 4/2181. Tirmizî, Salat/304, Hadis no: 412, 2/268. Nesâî, Kıyamu’l Leyl/17, 3/178.)

Mü’minin  hayatı sabır ile şükür anlayışı arasında geçmelidir.

 

c-HAMD-ŞÜKÜR İLİŞKİSİ

Hamd, şükür ve medih arasında yakınlık vardır. Hatta bazen birbirlerinin yerine, bazen de birlikte kullanılıyor.

Ancak aralarında az da olsa anlam farkı vardır. Hamd, medihten daha özel, şükürden daha geneldir. Her hamd aynı zamanda şükürdür.  Ama her şükür hamd değildir. Her hamd medihtir, ama her medh hamd değildir.

Hamd bir nimet verilsin verilmesin, övüleni sahip olduğu nitelikleriyle övmek, şükür, verilen nimet sebebiyle şükredileni sebeplerle övmektir. Bu da insan için kullanılmaz. (Karagöz, İ. Kur’an’da Zikir Kavramı, s: 80)

Hamd’ta hem nimet sahibini övmek, hem şükretmek, hem de yüceltme anlamı vardır. 

Bir hadiste bu yakınlık şöyle ifade edilir:

“Hamd, şükrün başıdır. Allah'a hamdetmeyen, O'na şükretmemiştir.” (Abdürrezzak; Beyhakî, Şuabu'l-İman; Kenzu'l Ummâl, 3/6419, s. 255; El-Cevziyye, Medâricü’s Salikîn, 2/208)

Hamd; en geniş anlamıyla şükürdür ve ondan kapsamlıdır.

Hamd, kalpte şekillenir, dille ifade edilir. Şükür hem dille, hem de hareketle yerine getirilen bir itiraf ve şükran duygusudur.

Şükür, bir ni’metin karşılığı olarak, hamd ise, ni’met sahibinin var olduğunu bilmemiz durumunda, o ni’met bize ulaşmasa da yapılır. Çünkü o evrensel ve küllî değerlere ve onları var edenin gücüne duyulan hayranlığın, itirafın bir ifadesidir. 

Hamd etmek yerine “şükretmek” diyemeyiz. Çünkü biz, ancak kendimize yapılan bir iyiliğe karşı şükreder ve teşekkür ederiz. Şükretmek, kişiye ulaşan bir iyiliğin, bir nimetin karşılığıdır.

‘Hamd’, Yaratıcı dışında hiçbir şahıs ve kuvvete yöneltilmeyecek bir şükür türüdür. Allah’a hamd etmek, Allah’a şükretmekten daha faziletli, daha üstündür.

Hamd’de sevinç ve arzu, saygı ve değer verme anlamı, şükürde ise içten bağlılık ve minnertalık anlamı daha yoğundur.

Şükür, hamdetmeyi ve Tevhide inanmayı bir araya toplar. Her şükrün başı mutlaka Allah’a hamd olmalıdır. Nitekim Fatiha Sûresine ‘Allah’a hamd’ ile başlar.

Hamd, geçmişte verilen ve gelecekte verilecek olan ni’metler hakkındaki sevinç durumundan, şükür ise, verilmiş olan bir ni’mete kavuşma durumundan dolayı yapılan bir mutluluk ilânıdır.

‘Hamd ve şükür’de esas amaç ni’meti verendir. Her ikisi de haktır ve müslümanın gönlünü kavuştuğu nimetten dolayı sevinçle doldururlar.

Hamd, isteyerek yapılan bir iyiliğe karşı, iyilik yapana bir teşekkür ve bir övgüdür. Hamd ile, ihsanda bulunan hem övülür, hem ona karşı minnettarlık duyulur, teşekkür edilir.

Şükür yapılmış olan bir iyiliğe karşı söz ile veya fiil ile yerine getirilen bir övgü ve şükran duygusudur. Bu bakımdan hamd genel olarak şükürden daha geniş kapsamlıdır.

Şükrün ilgilendiği şey Allah’ın zâtına ait özellikler değil, O’nun verdiği nimetlerdir. Allah’ın Hayat, Semi’, Besar gibi sıfatlarına karşılık ‘şükürler olsun’ denmez. Bunlar için Allah’a hamdedilir.

Şükür gereken her şeye aynı zamanda hamd de gerekir. Ama hamdin gerekli olduğu her şeye şükür gerekmez.

Şükür daha çok organlarla, hamd ise kalp ve dil ile yerine getirilir.

 

Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar

Daha fazla bilgi için:

İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, Düşün Yay. İstanbul 2011, 1/642-666.

         Allah (cc), Düşün Yay. İstanbul 2006, s: 113-119

TDV İslâm Ansiklopedisi, 15/442-445.  https://islamansiklopedisi.org.tr/hamd

39/259-261, https://islamansiklopedisi.org.tr/sukur

Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Hamd ve Şükür maddeleri,

Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, İstanbul 2010, s 238-239

Kalkan, Ahmed, Ansiklopedik Kur’an Kavramları, Davud Emre Yay. İstanbul 2011,  4/813-826

Hamd Rabb, Yakup Çiçek, Fahrettin Yıldız, Bir Y. s. 7-41

Namaz Duâları ve Sureleri, Ali Akpınar, Suffe Y. s. 78-79

Fatiha Tefsiri, Azad, s. 51-54

Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 442

Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. c. 1 s. 41

Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 137-144

Esma’ül Hüsna Şerhi, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s. 154-158

Âyet ve Hadislerde Esma-i Hüsna, Metin Yurdagür, Marifet Y. s. 184-185

http://www.huseyinece.com/islami-kavramlar/1245-sukur-2

http://www.huseyinece.com/islami-kavramlar/672-hamd

 

 

 

 

HİRA Hanımlar Ders Grubu

 

Konulu Tefsir Dersinin Testleri

Konu: Kur’an’da Hamd ve Şükür ilişkisi

26 Mart 2019 Amsterdam

 

Test 13

 

1-Hangisi hamd ile ilgili değildir?

a-‘Hamd’, sözlükte iyilik, güzellik, üstünlük sıfatı ile medhetme (övme) ve senâ etme mânâsına gelir. Yermek anlamındaki zemmin zıddıdır.

b-‘Hamd’; ni’metin/güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme, şükür sözleriyle anmaktır. ‘Hamd’ özel bir methetme, övmedir.

c-Bir kaside veya şiirle sevilen veya saygın bir kimseyi överek anlatmak.

 

2-Hangi kıslatma yanlıştır?

a-“Lâ havle velâ kuvvete illa billah” sözüne kısaca “tekbir” denir,

b-“el-hamdü lillâh” sözüne kısaca “hamdele veya tahmîd” denir,

c-Allahümme salli alâ muhammed” sözüne kısaca “salvele” denir.

 

3-Hangisi “hamd” hakkında doğru değildir?

a-Her methetme (medih-övgü) hamd sayılmaz. Her hamd’de bir medih yönü olmasına rağmen; medihte hamd yoktur.

b-Hamd’de saygı ve değer verme manası da saklıdır. Hamd, Yüce Rabbimiz dışında hiç bir kişi veya kuvvete yapılmayacak bir şükür türüdür.

c-Hamdin tek manası vardır, o da nimet sahibine çok teşekkür etmektir.

 

4-Hangisi hamdetme hakkında doğru değildir?

a-Hamd methetme olduğuna göre, hoşumuza giden şeylere yapılır.Mesela kişi iyiliklerine karşı anne babasına hamdedebilir,

b-Hamd, ni’metleri, iyilikleri ve bağışları sınırsız olan bir kuvvete yapılır. O da Allah’tan başkası olamaz.

c-Hamd,  iyiliğin karşılığı olmaktan çok, Yaratıcının sonsuz kudretine, ni’metlerinee, Rabliğine hayranlığın övme yoluyla dile getirilmesidir.

 

5-Hangisi hamd’in kavram manalarından değildir?

a-Hamd, Allah’ın varlığının sayısız yansımalarını düşünerek O’nu hakkıyla övmek, O’nun yüce sıfatlarını ve kudretini dile getirmektir.

b-Allah’a karşı kullanılan bütün saygı ifadeleri, O’nu zikretme, O’nu methetme (övme): hepsi de birer şükür cümlesidir,

c-Hamd, sonsuz ilahî rahmetin sahibinin hakkıyla övülmesi, yüceltilmesi, ya da ihsan yapan kimseyi, ihsanını anarak övmektir.

 

6-Hangisi yanlış?

a-Hamd, kulun Rabbini ve haddini/kendini bilmesidir. Yaradılışı ve âyetleri tefekkür ederek Allah karşısındaki konumunu anlamasıdır,

b-Allah’ı ve O’nun Rabliğini anlayan bir müslüman, hamd’ı yalnızca Allah’a yapar,

c-Kur’an’da Allah Peygamber’e; “Rabbini hamd ile tesbih et” dediğine göre hamdetmek onun görevidir.

 

7-Hangisi “el-hamdülillahi Rabbi’l-âlemîn’in Türkçe karşılığıdır?

a-“(Bilinen) hamd bütün âlemlerin Rabbi Allah’a aittir”,

b-“Âlemlerin Rabbi Allah hamd istedi”,

c-“Hamd, âlemlerde Rabb olan Allahın hak ettiğidir”

 

8-İşte O, Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. Başlangıçta da sonda da hamd O'nundur, hüküm O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas 28/70)

a-Âyet, hamdin her yerde ve her zaman Allah’a ait olduğunu söylüyor,

b-Âyet, tanrının Allah olduğunu ve günün başlangıcında ona hamdetmek gerektiğini söylüyor,

c-Âyet, sadece hayatın başında da sonunda Onun âlemlerin Rabbi olduğunu söylüyor.

 

9-Hangisi yanlış?

a-Melekler, Allah bir halife yaratmak isteyince: “Biz yeterince hamd ve tesbîh ediyoruz, onu yaratırsan Sana hamd ve tesbîh etmeyeceğiz” dediler,

b-Kur’an’da „hamd“ Allah’a nisbet edildiğinde tek başına, yaratılmışlara nisbet edildiğinde ise genellikle „tesbîh“ ile birlikte geliyor,

c-Bunun şüphesiz sebebi ve hikmetleri vardır. Demek ki tesbîh ile hamd arasında güçlü bir ilişki var,

 

10-Hangisi yanlış?

a-Hamdetme ibadeti sadece kalpten hamd veya tesbîh sözlerini geçirmekle yerine getirilir,

b-Meleklerin ve başka varlıkların Allah’ı hamd ile tesbîh etttiklerinin söylenmesi insana bir hatırlatmadır.

c-Bu da Zımnen: “Ey insan, iradesiz varlıklar Allah’a hamdediyor, iradeli ve sorumluluk sahibisin, sen de Rabbini hamd ile tesbîh et” demektir.

 

11-“el-hamdulillah ile başlamayan her bir sözün sonu yoktur (ebterdir) yani berektsizdir.”

a-Bu bir âyettir, b-Bu bir hadistir,         c-Hz. Ali’nin bir sözüdür

 

12-Sizce hangi cümle hamd zikri değildir?

a-Sübhânallâhi ve bihamdihî, sübhânallâhi’l-azîm,

b-Lâ ilahe illallah Muhamedü’r-rasûlüllah,

c-“Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh lehü'l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr

 

 

 

 

 

HİRA Hanımlar Ders Grubu

 

Konulu Tefsir Dersinin Testleri

Konu: Kur’an’da Hamd ve Şükür ilişkisi

26 Mart 2019 Amsterdam

 

Test 14

1-İki kelime vardır, bunlar dilde hafif, terazide ağır, Rahman’a da sevimlidirler: Sübhânallâhi ve bihamdihî, sübhânallâhi’l-azîm-Allah’ım! Seni hamdinle tesbîh ederim, azamatli Allah’ım seni tenzih ederim kelimeleridir.”

Sizce bu hadiste biraz abartı var mı?

a-Hayır,     b-Biraz değil çok var,   c-Var da, yok da denilebilir

 

2-Hangisi hamd hakkında doğru değildir?

a-Allah’tan nimet, iyilik, yardım gelsin/gelmesin hamd O’nun Rabbliğinin hakkıdır ve öncelikle Allah’ın zâtına yapılır, sadece verdiği nimetlere değil.  

b-Zikir, şükür ve duâ ögelerini içine alan hamd, tıpkı besmele gibi, müslümanların hayatında önemli bir yer tutmaktadır.

c-Allah zaten yücedir, en üstün sıfatlara sahiptir, insanların O’na övmelerine gerek yoktur,

 

3-Hangisi hamd hakkında doğru değildir?

a-“Sübhânellah, elhamdülillah” hem bir zikirdir, hem de şehâdet ifadesidir.Bunları söyleyen “Lâ ilâhe illallah” demiş olur,

b-Hamd sadece dil ile “elhamdülillah” demektir, Bunun kalp ve organlarla ilgisi yoktur,

c-Hamd sadece dil ile ‘hamd olsun’ demek değildir. Hamd görevi kalp, dil ve organlar ile yerine getirilir.

 

4-“... onları Allah’ın yolundan ayırmamaktır. Allah’ın emir ve yasaklarına  dikkat ederek kulluk görevini yerine getirmek fiilî hamddir. Her çeşit fazilet ve erdemleri elde etmek, İslâm ahlâk esaslarını öğrenip uygulamak, bu çeşit hamdin vâsıtasıdır.“

Burada hangi araç ile yerine getirilen hamd’ten bahsediliyor?

a-Dil ile yerine getirilen hamd’ten,

b-Yürek ile yerine getirilen hamd’ten,

c-Organlar ile yerine getirilen hamd’ten.

 

5-Hangisinde hamd ibadeti geçmez?

a-Ezan ve ikâmette,

b-Yatarken, uyanınca, yemekte, hal hatır sorusunda, derse başlarken,

c-Fatiha‘da, Sübhâneke‘de, Salli Bârik dualarında, namaz sonrası tesbihâtta, telbiyede.

 

6-„Allah’ın verdiği ni’metlerin etkisinin kulun üzerinde bir şekilde görülmesi, ortaya çıkmasıdır.”

Bu neyin kısa tarifidir?

a-Zikir ibadetinin,        b-Şükür ibadetinin,  c-Fikir çabasının (tefekkürün),

 

7-Bu da mü’min bir kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘şâhitlik ve muhabbet’ olarak, organlarında ‘teslim olma ve itaat etme’ olarak ortaya çıkar.

Ortaya çıkar denilen şey nedir?

a-Şükür,    b-Hamd,    c-Tekbir

 

8-Hangisi şükür ibadeti hakkında yanlıştır?

a-‘Şükür’, kişinin ni’meti bilmesi ve bunu ibadetle açığa vurması, ni’met sahibine borçlu olduğunu bilmesi, ona minnettar olmasıdır,

b-Şükür’, ni’met vereni boyun eğerek itiraf etmek, ona karşı kalbin sevgiyle, organların itaatle, dilin onun zikri ile meşgul olmasıdır.

c-Şükür, yemekten sonra, “yarabbi çok şükür, yedik doyduk, olmayanlara ver” demektir.

 

8-Hangisi şükür ibadeti hakkında yanlıştır?

a-‘Şükür’, güç ve imkanlarını Allah yolunda (fi-sebilillah) kullanabilmektir. Bu da beden/organlar ile şükürdür,

b-Kur’an, bir yerde iman etmeye de şükretmek diyor. ‘Şükür’ aynı zamanda ‘şirk’ koşmanın da karşılığıdır.

c-Birisi; “en büyük şükür iman etmektir” dese, yanlış bir söz etmiş olur.

 

9-Hangisi yanlıştır?

a-İnsana sayısız ni’met verilmesinin sebebi onun şükreden bir kul mu yoksa nankörlük eden bir kul mu olduğunu denemek içindir,

b-Allah’ın; “Verdiğim ni’metlere şükredin” demesi de ayrıca bir ni’met ve ihsandır. Zira şükrün faydası dünya ve âhirette Allah’a değil kula dönüktür.

c-İnsanların şükrü Allah’ın mülküne bir şey kazandırmaz. Bu böyledir de neden insanların şükretmesi isteniyor, burası çok garip.

 

10-Hamd, medihten daha özel, şükürden daha geneldir. Her hamd aynı zamanda şükürdür. Ama her şükür hamd değildir. Her hamd medihtir, ama her medh hamd değildir. Hamd’ta hem nimet sahibini övmek, hem şükretmek, hem de yüceltme anlamı vardır. 

a-Hepsi doğru,    b-Birazı doğru birazı yanlış,   c-Hepsi isabetsiz.