İnsan (kul) ve onun en öncelikle görevleri hakkında bir sohbet-ders.

Hüseyin K. Ece

Hikmet Sohbetleri 3

Amsterdam-19.03.2019

 

Ma’rifetin imkanları

 

2-Âyetler:

'Âyet' sözlükte, bir şeyin ve bir amacın varlığını gösteren açık alâmet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret demektir.

Açıkça ortada görülmeyen şey âyetiyle, izi ile bilinir ve tanınır. Bir yolu bilmeyen, o yola ait alâmetleri bilirse, yolu tanr.

Âyet, duyuların, düşüncelerin veya akılla bilinen şeylerin dışa vurmuş şeklidir denilebilir. Yüzü kızaran bir kimsenin kızdığını veya utandığını anlarız. Yüzü kızarmak kızgınlığın âyetidir.

Kur’an âyetlerinin her biri Allah’a ait alâmetler, işaretlerdir. Bununla beraber Allah’a mahsus bir yüceliğe de işaret ederler. Bu yücelik onların bağlı oldukları Kudret’ı hatırlatır, O’nun büyüklüğünü tanıtır.

Kur’an’da âyet ve bu kökten gelen kelimeler Kur’an’da 382 yerde bir kaç manada geçmektedir.

 

-Delil anlamında:

Allah’ın varlığına ve yüceliğine işaret eden deliller, âyet ismiyle anılmaktadır. (Bunları ‘kevnî âyetler başlığında tekrar söz konusu edeceğiz)

 

-Mucize anlamında:

Kur’an, peygamberlerin Allah (cc) tarafından gönderilmiş elçiler olduklarını isbat etmek için gösterdikleri olağanüstü olaylara da ‘âyet’ demektedir. Mucizeler, peygamberlerin kendi işi değil, Allah’ın gücünün göstergeleridir.

Hz. İsa (as)’nýn çamurdan kuş yapması, körün gözünü açması, alaca hastalığını iyi etmesi, ölüyü diriltmesi, saklanılan şeylerin yerini haber vermesi birer âyettir (mucizedir). (3 Âli İmran/49)

Hz. İsa (as)’ya gökten sofra indirilmesi (5 Mâide/114),

Semud kavmine deve verilmesi (17 İsrâ/59),

Hz. Musa (as)’nın elinin Ay gibi parlaması (20 Tâhâ/22) gibi.

 

-Alâmet, nişan anlamında:

İsrailoğullarına başkan (hükümdar) olarak gönderilen Talût’un bu görevinin âyeti (alâmeti),Tabût’un onlara getirilmesiydi. Burada âyet; alâmet, belirti, nişan anlamında kullanılıyor.

َقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿248﴾

“Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alâmeti (âyeti), size o sandığın gelmesidir.

Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır.” (Bekara 2/248)

Helâk edilen kavimlerden arta kalanlar âyetler (kanıtlar) vardır.

“Şüphesiz biz, bu memleket halkı üzerine, fasıklık ettiklerinden dolayı gökten bir azap indireceğiz.

Andolsun biz, aklını kullanacak bir kavm için o memleketten ibret alınacak apaçık bir delil (âyet) bıraktık.” (Ankebût 29/34-35)

 

-Acayip iş anlamında:

Hz. İsa (as)’nın babasız olarak dünyaya gönderilmesi, Allah’ın kudretine işaret eden bir âyettir, acayip bir iştir.

Bir yönden mucizedir, diğer yönden insanların görmediği, alışmadığı bir iştir.

وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟ ﴿50﴾

“Meryem oğlu İsa’yı ve annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik..” (23 Mü’minûn/50)

 

-İbret anlamında:

Peygamberlerin çabalarına ve gösterdikleri mucizelere rağmen azgınlığa ve zulümlerine devam edenler, dünyada iken bir takım cezalara çarptırıldılar.

Arkadan gelenler ibret alsın diye onlardan bazı âyetler (alâmetler) bırakılmıştır.

اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ ﴿128﴾

“Kendilerinden önceki kuşaklardan nicelerini yıkıma uğratmamız, onları hidâyete yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihí kalıntılar üzerinde) gezip durmaktadırlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için âyet’ler vardır.” (Tâhâ 20/128, ayrıca bak. Hûd 11/103. Hıcr 15/74. Kasas 28/36. Ankebût 29/15. v.d.)

﴾ آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿91﴾ فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟ ﴿92﴾

Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız. Çünkü insanlardan bir çoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir.” (Yûnus 10/92)

insanın uykuda veya uyanıkken canının alınması;

اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ ح۪ينَ مَوْتِهَا وَالَّت۪ي لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَاۚ فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿42﴾  

Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır.

Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler (âyetler) vardır.” (Zümer 39/42)  

وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ ﴿12﴾

“O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir.

Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler (âyetler) vardır.” (Nahl 16/12)

 

-İlâhi kanun (yasa) anlamında

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿93﴾

“De ki: “Hamd Allah’a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek ve siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Neml 27/93. Ayrıca bkz: Fussilet 41/53)

Bu âyet ve Fussilet 53teki ‘âyât’ Allah’ın insan bünyesinde ve insanın dışındaki  âlemde yarattığı, yürürlüğe kayduğu ilâhi yasalar anlamındadır.

 

-Alâmet veya kıyâmet alâmeti anlamında:

Bazı kimseler ellerinde fırsat varken iman etmezler. Allah'ın bazı âyetleri  geldiði zaman iman ederseler bu imanları kabul olmaz.

En’am Suresi 158. âyetinde çoğul olarak geçen ‘âyât’ (âyetler), Kıyâmet saatinin belirtisi, alâmeti şeklinde anlaşılmıştır.

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْرًاۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ ﴿158﴾

“(Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar?

Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.” (En’am 6/158)

 

-Risâlet anlamında ;

وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ ﴿124﴾

“Onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız” derler.

Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir.” (En’am 6/124)

Bazılarına göre burada geçen ‘ayet’ konu gereği risâlet (peygamberlik) (el-Hâzin, Tefsir, 2/154. Celâleyn, Tefsir s: 143), bazılarına göre mu’cize  anlamındadır.

Çünkü kendilerine bir elçi aracılığı ile gelen âyeti inkâr edenler aslında sadece bir âyeti veya mucizeyi değil, bütünüyle risâleti inkâr ederler.

 

-Kur’an’ın tümü veya belli bölümleri anlamında:

Kur’an’ın tümü âyet olduğu gibi, her sûrenin belli/numaralı bölümleri de âyettir.

 تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعَالَم۪ينَ ﴿108﴾

«İşte bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah, âlemlere hiç zulüm etmek istemez.” (Âli İmran 3/108)

Bu anlamda genellikle âyetin çoğulu olarak ‘âyât’ şeklinde Kur’an’da çokça geçmektedir.

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟ ﴿39﴾

“İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bekara 2/39)

وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ ﴿99﴾

“Andolsun, biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fasıklar inkâr eder.” (Bekara 2/99)

بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ ﴿49﴾

 “Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin kalplerindeki apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.” (Ankebût 29/49)

Gerek Kur’an’ın tümü, gerekse her bir âyeti, insanların hepsi bir araya gelseler bile bir benzerini yazamayacakları bir mucize (âyet)dir.

Öyleyse Kur’an, peygamberimizin en büyük mucizesi olmakla birlikte Allah’ın kudretinin alâmet,, belgesi, isbatı, delili olan bir âyet’idir.

 

-Âyetlere basiret ile bakabilmek

“Basîret (çoğulu ‘besâir)”; sözlükte, idrak etme, görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görebilme, kavrayış, bir şeyin iç yüzünü anlayabilme, feraset, kalb ile görme gibi manalara gelir.

Basîret; duyular üstü veya kalbin görmesi, ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır. Baştaki göz, fizik şartları hazır olduğu zaman cisimleri ve eşyayı görür. Kalp ise bu fizik şartlara bağlı görmenin ötesinde eşyanın ötesini anlayabilme yeteneğine sahiptir.

“O, aklın eşyanın hakikatini kavrama halini ifade eder.”

Bazıları bakar ama göremezler, ya da gördüklerini anlamazlar. Gördükleri üzerinde tefekkür etmezler.

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ﴿198﴾

“Eğer onları doğru yola çağırsan işitmezler. Görürsün, sana bakıyorlar (nazar ediyorlar), oysa onlar görmüyorlar (basarları yok).” (A’raf 7/198)

Basîret, hakkı görebilme, onu anlayabilme ve onu doğru olarak tanıma kabiliyetidir. Basîreti bağlanmış kimse kalbi kör kimsedir. O, Hakk’tan gâfildir (habersizdir), Hakk’tan gelen daveti görme, anlama ve idrak etme yeteneğini yitirmiştir. Kalbinin bu özelliği ve gücü kaybolmuştur.

Basîret aslında ilâhî bir nur’dur. Allah’ın ‘el-Basîr’ isminin iman eden kullarda bir yansımasıdır. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır (Bakara 2/7) ve bu sebeple gerçekleri göremezler. (Yâsîn 36/9) 

يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ ﴿7﴾

“Onlar dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. Ahiret konusunda ise tamamen gaflettedirler.” (Rûm 30/7)

İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an âyetlerine de besâir (basîretler) denilmiştir. (A‘râf 7/203. Kasas 28/43)

Mü’min bu nûr (ışık) sayesinde Hakk’ı anlar, idrak eder ve gereğini yapar. Allah’ın âyetleriyle karşılaştığı zaman, ne anlama geldiklerini kavrar, yani bütün âyetler onun için bir anlam ifade ederler.

Kur’an’da üç âyette geçen “ulu’l-ebsâr” da basîret gibidir.

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ ﴿13﴾

“Karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basîret sahipleri (ulu’l-ebsâr)  için büyük bir ibret vardır.” (Âli İmran 3/13. Ayrıca bkz: Nûr 24/44)

Kur’an, yerde ve gökteki her şeyin mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’ı tesbîh ettiklerini söyledikten, İslâm’a ve Peygamber’e düşmanlık yapanları sağlam kalelerinin bile  koruyamadığını, Allah’ın vereceği cezanın ummadıkları yerden geldiğini ve içlerine korku düştüğünü haber verdikten sonra;

فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ ﴿2﴾

“...Ey basîret (derin kavrayış) sahipleri (ulu’l-ebsâr), ibret alın” (Haşr 59/1-2) deniyor.