İnsan (kul) ve onun en öncelikle görevleri hakkında bir sohbet-ders.

Hüseyin K. Ece

Hikmet Sohbetleri 8

Amsterdam-25 Haziran 2019

 

B-Kulun öncelikli görevlerinden: İman/kabul etmek-teslim olmak 2

İnsan, ma’rifet imkanını kullandıktan sonra, yani bir anlamda varlıkta Allah’ın rabliği ve ilâhlığı ile karşılaştıktan, varlık üzerinde O’nun Kudret Elini sezdikten sonra yapacağı şey teslim olmaktır.

Yani iman etmektir. Yani “âmentü” demektir.

Teslim olmak, yelkenleri indirmek, ‘yokum’ demek, ‘bittim’ demek değildir. Tam tersine  yeniden doğmak, varlığın veya var olduğunun farkında olmak, ayağa kalkmak demektir.

Teslim olmak, sıradan bir pes etme değil; kabul etmek, benimsemek, itaat etmeye söz vermek, hatta itaatın bizzat kendisidir.

Tam tersine, teslim olmak, yenilgiyi kabul etmek değil, Allah’ın dışında her şeye kul olmaktan kurtulmanın, onlara esir olmaktan zafer elde etmenin ilanıdır.

Teslim olmak, karşı tarafın gücünü mağlubiyetle kabul etme değil; kendi konumunun farkına varıp, bunu ait olduğu makama sunmadır.

İslâmın istediği teslimiyet, beraberinde barış, huzur ve güven getiren bir şeydir. Kim bu şekilde teslim olursa o dünyada güvene (selâmete),

âhirette kurtuluşa kavuşur.

Aynı kökten gelen İslam zaten insanlara bu sonucu kazandırmak için gelmiştir.

İman etmek, Kur’an ve Peygamber ile Allah’tan gelen her şeye inanma, onların doğruluğundan emin olma, iman etme ve gereği yapma karşılığında vadedilen şeyler hakkında şüphe içinde olmamadır.

İman insanın kendini bulmasıdır. İman, köke bağlanmadır, yitiğini bulmadır, korkuyu emniyete, ümitsizliği ümide, kaosu düzene, başıboşluğu nizama çevirmedir.

Kur’an insanı Vahyin bildiği hakikatlere inanmaya, emin olmaya, yani mü’min olmaya, emaneti taşımaya davet ediyor.

İmanın, emîn olmanın, emânetin ve mü’minin aynı kökten geldiklerini hatırlayalım.

Kur’an’da “ey iman edenler” diye başlayan yüzlerce âyet var. Bu bir yönüyle insanları iman etmeye davettir.

“İman edin” emri de var, iman edenlerin elde edecekleri ödül müjdeleri de var.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا ﴿136﴾

“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisâ 4/136)

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟ ﴿82﴾

“İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.” (En’am 6/82)

 وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿96﴾

“Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik.” (A’raf 7/96)

Kur’an iman etmeyi “teslim olma” kelimesiyle de anlatıyor. Zaten müslim ‘teslim olan’, teslim olduğu şeyin kendisini ‘selâmete’ ulaştırdığı kimse demektir.

فَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَلَهُٓ اَسْلِمُواۜ وَبَشِّرِ الْمُخْبِت۪ينَۙ ﴿34﴾

Kurbanı müslümanlara emreden ve onda sayısız hikmetler var eden Allah (cc) arkasından buyuruyor ki:

“... İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc 22/34)

اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿131﴾

İşte örnek bir teslimiyet: İbrahim (as)

“Rabbi ona (İbrahim’e) “Teslim ol” dediğinde, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.” (Bekara 2/131)

Din konusunda kim olursa olsun tartışmaya girmeye gerek yok. Tartışmak isteyene de âyette denildiği gibi “ben müslümanım, sen de hangi dinden olursan ol, sen bilirsin” demek gerekir.

فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِۜ وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّ۪نَ ءَاَسْلَمْتُمْۜ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ۟ ﴿20﴾

“Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidâyete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (Âli İmran 3/20)

Allah’a iman eden herkes Allah’ın mülkünü korumakla görevli olduğu gibi O’nun hükümlerini de korumakla görevlidir.

Allah’ımız yalnız Müslümanların Allah’ı değildir. Bütün alemlerin Rabbidir.

Her gün namazımızda kırk defa bunu tekrarlıyoruz. Evrensel dinin mü’minleriyiz. Âlemlere rahmet olan peygamberin rahmet ümmetiyiz.

Gerçek mü’min Allah’ın ve Elçisinin verdiği hükümlere tam anlamıyla teslim olur.

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿65﴾

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65)

 

C-Kulun öncelikli görevlerinden: İtaat/kulluk görevini yapmak-ibadet etmek 3

İtaat ne demektir?

İnsanın Rabbine karşı üçüncü görevi itaattır.

İtaat, imanın gereği iman edilen bir yüce gücün karşısında boyun eğmek, ondan gelenleri kabul etmek, itiraz etmemek, emre muhalif davranmamaktır.

İtaat, inkıyad etmek, yani boyun eğmek demektir. Emre uyma, sözü dinleme, alınan emri yerine getirme, verilen emre göre hareket etme anlamlarına da gelir.

İşte böyle bir durum insan için ibadet anlayışıdır.

İnsan, kul olarak Yaratıcısının karşısında ne yapacaktır?

Yerde ve gökte bütün varlıkların bir görevi var. Akıl ve irade sahibi inasanın rolü/görevi nedir?

Rabbi ondan ne gibi bir tavır, davranış, ameller beklemektedir?

اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ﴿83﴾

“Allah’ın dininden başkası nı arıyorlar? Gökte ve yerde her ne varsa hepsi de isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuşlardır.” (Âli İmran 3/83)     

Buradaki isteyerek kelimesi ‘itaat’ kelimesiyle ifade edilmektedir. 

Kur’an’da 17 âyette “Allah’a itaat edin, Peygamber’de itaat edin” emir şeklinde, ya da kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse” (Nisâ 4/13, 69, 80, Nûr 24/52. Ahzab 33/71. Fetih 48/17) müjdesiyle geliyor. Mesela;

 يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ ﴿20﴾ وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿21﴾

“Ey inananlar! Allah'a ve Peygamberine itaat edin, Kuran'ı dinleyip dururken yüz çevirmeyin, dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler gibi olmayın.” (Enfal 8/21-22)

 وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿92﴾

“Öyleyse Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının. Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.” (Mâide 6/92)

وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ ﴿52﴾

“Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.” (Nûr 24/52)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ ﴿70﴾ يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا ﴿71﴾

“Ey inananlar! Allah'tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah işlerinizi kendinize yararlı kılsın ve günahlarınızı size bağışlasın.

Kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa/başarıya ermiş olur.” (Ahzâb 33/70-71)

Müslümanlar Allah’tan gelenlere, yani hakikate tam bir teslimiyetle teslim olurlar ve:

وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ ﴿285﴾

“... Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız Sanadır.” (Bekara 2/285. Nisâ 4/46. Mâide 5/7)

Ya da;

اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿51﴾

“Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Rasûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Nûr 24/51)

Peygambere itaat, O’nun yoluna gitmek Allah’a itaat gibidir, O’na karşı gelmek Allah’a isyan gibidir.

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ ﴿80﴾

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisâ 4/80)

Bunu Peygamberimiz (sav) de bir hadisinde te’yid ediyor:

“Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmişse, mutlaka Allah’a isyan etmiştir...”   (Buhârî, Ahkâm/1. Müslim, İmâra/32-33 no: 1835. Nesâí, Bey’at/27)

‘İtaat’ın karşıtı ‘isyan’dır.

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا

“Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik” demişlerdi...” (Bekara 2/93)

“Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ” derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu...” (Nisâ 4/46)

Allah (cc) insanları kendisine ve Peygamber’e isyan edenlerin akıbetlerinin kötü olacağını haber veriyor:

 تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿13﴾ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟ ﴿14﴾

 “İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır.

Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisâ 4/14. Ahzâb 33/36. Cin 72/23)

Eğer insan âlemlerin Rabbine itaat etmezse; başka ilâhlara itaat edecektir. Zira insan tanrısız yapamaz. Zira yaratılışı (fıtratı) bunu gerektirir.

Allah (cc) itaat edenlere güzel arkadaşlar nasip eder.

وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ ﴿69﴾

“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 4/69)

 

D- Kulun öncelikli görevlerinden: Şükretmek 4

Yani ‘şükür’, Allah’ın ni’metinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘şahitlik ve muhabbet’ olarak, organlarında da ‘itaat etme ve boyun eğme’ olarak ortaya çıkmasıdır.

‘Şükür’, kişinin kendine ulaşan ni’meti bilmesi ve bunu çeşitli şekillerde açığa vurmasıdır. Bir başka deyişle ni’met sahibini bilip onu övmesi demektir

Kur’an, insana sayısız ni’met verildiğini, insanın bunları veren Allah’ı bilip, hizmetine sunulan bu ni’metlerden dolayı ni’met sahibine minnet duymasını, bu minnettarlığı çeşitli şekillerde ortaya koymasını söylüyor

Şükrün başı Allah'a hakkıyla imandır. Yani iman etmek aynı zamanda şükretmektir.

‘Şükür’, ni’met vereni bilip onu açığa vurmak olduğu gibi, bunun tam zıddı olan ‘küfr’ ise, ni’met vereni inkâr edip onu gizlemektir. ‘Küfr’ kavramının, inkâr ve ni’met sahibini  gizlemeyi de ifade ettiğini  hatırlayalım.

‘Küfr’ kelimesi, iman etmemeyi, insanlara sonsuz ni’metler veren rızık sahibi Allah’ı inkâr etmeyi anlattığı gibi, ‘şükr’ kelimesi de iman etmeyi, verilen ni’metlerin sahibi olan Allah’ı tanımayı ve O’na minnettarlık duymayı ifade eder.

 ‘Şükür’ aynı zamanda ni’meti bilmenin ismidir. Çünkü ni’meti bilmek, ni’meti vereni bilmenin yoludur. İşte bunun için Allah (cc), Kur’an’da İslâm ve imana ‘şükür’ diye isim vermektedir.

Bir kaç âyette ‘şükr’ün iman etmenin, ‘küfr’ün ise inkâr etmenin yerine kullanıldığına görüyoruz:  

اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿7﴾

“Şayet nankörlük ederseniz (küfrederseniz), artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için buna rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (faydanız) için ondan razı olur…” (39/Zümer, 7)

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿7﴾

“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 14/7)

‘Şükür’ aynı zamanda ‘şirk’ koşmanın da karşılığıdır. Şirk koşanlar elbette şükretmezler. Onlar zaten Allah’a ortak koşarak O’nun asıl ni’met sahibi olduğunu inkâr etmektedirler. Onlardan bir kısmı Allah’tan bir iyilik gelirse şükretmeye söz verirler. Ancak sıkıntıdan kurtulunca tekrar şirk koşmaya devam ederler. (6/En’am, 63-64)

مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِرًا عَل۪يمًا ﴿147﴾

“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.” (Nisâ 4/147)

فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟ ﴿152﴾

“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” (Bekara 2/152)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿172﴾

Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allaha kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allaha şükredin.” (Bekara 2/172)

فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًاۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿114﴾

“Artık Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız Ona ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.” (Nahl 16/114)

İnsan şükretmek veya küfretmek noktasında denenmektedir:

اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿2﴾ اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا ﴿3﴾

Hiç şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan (nutfeden) yarattık. Onu denemekteyiz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu (sebili) gösterdik; (artık o) ya şükredici olur ya da nankör olur.” (76/İnsan, 2-3)

Mü’min her türlü zorluğa ve denemeye sabreder, her türlü ni’mete ise hamd eder veya şükreder.

Şükür ahlâkının Hz. Muhammed’in hayatında nasıl somutlaştığını aşağıdaki örnek güzel bir şekilde göstermektedir:

“Rasûlüllah (sav) geceleri ayağa kalkıp ayakları kabarıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine; ‘Allah (cc) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)?’ denildi.

‘Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?’ cevabını verdi. (Buharî, Teheccüd/6,  Tefsir-Fetih/1, Rikak/19. Müslim, S.Munafikîn/18 no: 2819. Tirmizî, Salat/304 no: 412, 2/268. Nesâî, Kıyâmu’l Leyl/17, 3/178.)

 

E-Kulun öncelikli görevlerinden: Muhsin olmak yani aktif iyi, sâlih/mücâhid olmak 5

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ ﴿128﴾

وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ ﴿22﴾

“Kim iyilik yaparak (muhsin olarak) kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.” (Lukman 31/22)

لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ ﴿93﴾

İman edip sâlih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve sâlih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve ihsan ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, muhsinleri sever.” (Mâide 5/93)

Muhsin, ihsan sahibi olan demektir.

İhsan ise ibadette, Allah’ı görüyomuş gibi ibadet etmek,

itikatta, Allah’ı sahih bir bilgi ile tanımak,

ahlâkta, her şeyi güzel yapmak demektir.

Muhsin, bu üç anlamı da kapsar.

İman eden muhsinlerden olmak için gayret eder. Zira ibadet bir anlamda ihsan ahlâkını kazanma çabasıdır.

İhsan üzere hareket eden, hayatın her alanına güzellikler, iyilikler, dostluklar yerleşsin diye aktif olarak çalışan kimsedir. O çok iyi bir hak savuncusu, iyi bir çevreci, iyi bir eğitimci, estetikten ve sanattan yana, temizlik sevdalısı, dostluk elçisi, barış mücahididir.

Muhsin olmak bir açıdan “hasene/hasenât” işlemektir. Zira ikisi de aynı kökten gelir. Hasene dinde güzelliktir, yada bu güzelliğin dini değeridir veya karşılığıdır

Muhsin olmak aynı zamanda aktif iyi olmak demektir. Muhsin mü’min hem kendisi iyi ve güzel olmaya çalışır, hem çevresini güzelleştirmeye gayret eder, hem de güzel ve iyi olan şeylerin yaygınlaşması için yoğun çaba sarfeder. Bu çabanın din dilindeki adı cihadtır, mücahededir.

Müslümanın kendisi veya çevresi ıslah eden amellere, eylemlere, faaliyetlere İslâm sâlih amel diyor.

Sâlih amel işleyen mü’minlere sâlih, yaptıkları işlere ise sâlihât denir. Sâlihât hem amellerin sâlih olanlarını, hem de ıslah edici amelleri kapsar.

Islah edici amelleri, yani sâlihât yapan mü’minler aktif iyilerdir.

Bu da onun için cihadtır.

 

F-Kulun öncelikli görevlerinden: Halife olmak 6

Bu bir anlamda dünyayı/dünya hayatını imar etmektir.

Evet Allah (cc) her insanı doğuştan “halife” adayı olarak yaratıyor. Halife olmak aynı zamanda bir görevdir, yaratılış sebebidir. İnsanın bu görevi yapabilmesi için hem gerekli kabiliyetleri, hem de imkanları vermiştir.

İnsanın fıtratı (yapısı) halifelik görevlerini yapmaya uygun dizayn edilmiştir. İmkanlar ise akıl, vahiy, resûller, kevnî ayetler ve ölümdür.

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿30﴾

“Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti. Onlar, Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz. demişler. Allah da, Ben sizin bilmediğinizi bilirim demişti. (Bekara 2/30)

Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri hâlde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız.

Sonra, nasıl davranacağınızı görelim diye, onların ardından yeryüzünde sizi onların yerine getirdik (halife yaptık).” (Yûnus 10/13-14)

“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı (halife yaptığı) gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nûr 24/55)

Demek ki insanın kul olma açısından bir görevi de dünyayaı, yani dünya hayatını imar etmek, düzenlemek, ıslah etmektir. Fesada, fitneye, haksızlığa meydan vermemektir. Bu ıslah hem ahlaki açıdan, hem de maddi açıdan yani medeniyet olarak, ümran olarak yapılır.

Kur’an insanları düzene konulmuş yeryüzünü bozmamaları konusunda uyarıyor:

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًاۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿56﴾

“Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır.” (A’raf 7/56)

 

G-Kulun öncelikli görevlerinden: Şâhit olmak 7

İslâm ümmeti diğer insanlar üzerine ‘şühedâ’-şâhidler’ olarak seçilmiştir. Kur’an şöyle diyor:  

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ ... ﴿143﴾

“Böylece sizi, insanlara ‘şühedâ-şâhidler (ve örnek) olmanız için vasat (orta) bir ümmet kıldık: Peygamber de sizin üzerinizde ‘şehîd-tanık’ olsun…” (Bakara 2/143)

Hz. Muhammed’in hayat tarzı nasıl ümmet-i İslâma örnek-model ise, müslümanların hayat tarzı da bütün insanlığa bir model olmalıdır. (M. Esed, Meal s.40)

Şâhid bir gerçeği ispat konusunda tanıklığına, yani bilgisine ve görüşüne dayanarak verdiği habere başvurulan verilecek hükme delil niteliğinde olan, adil, tarafsız, sözüne itbar edilir, davranışları bakımından da örnek alınabilecek kimsedir.

Allah (cc) Muhammed ümmetini insanlar arasında böyle hakşinas, doğru sözlü, âdil, dürüst ve iyi ahlâk sahibi, ilim ve irfan ile seçkin, adaletli, şâhidlik yapmaya layık, imamlığa (önderliğe) uygun bir cemaat yapmak için, Hz. Muhammed’in (sav) görevlendirdi.

İslâm ümmetinin bir mensubu olarak bu gerşeği unutmamalıyız.

Mü’minler başkalarını taklit etmezler, buna karşın kendileri örnek/model olurlar. Peygamberin örnek olması gibi.

"Gerçekten de Allah Rasûlü'nde sizin için güzel bir örnek vardır." (Ahzab 33/21)

Şehîd, tanık (şâhit) anlamına, hayatını imanına şahit kılan ve çağına şâhid olan” anlamına geldiği gibi, ‘örnek, model’ anlamına da gelir. 

Mü’minler, Kelime-i Şehâdeti söyleyerek Allah’tan gelen Vahyi kabul ederler. Bunun gerçek olduğuna insanlığın karşısında şâhidlik ederler ve şehîd olurlar.

Sonra da hayatlarını kabul ettikleri bu şehâdete şâhid tutarlar. Böylece onlara İslâmın somut birer temsilcisi olurlar.

Bu temsilcilik de insanlık için bir modeldir, bir örnekliktir.

Demek ki insanın öncelikli görevlerinden biri bu anlamda şâhit olmaktır. Onun için denir ki: “biz bu dünyaya sahip olmak için değil, şâhit olmak için geldik.” 

 

H-Kulun öncelikli görevlerinden: Emâneti taşımak 8

Bir âyette şöyle buyuruluyor:

اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ ﴿72﴾

Şüphesiz biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzab 33/72)

Emânet nedir, bu âyette kasdeedilen emanet ne olabilir?

‘Emânet’; insanın güvenilir olması, kendisine bir şeyin korkusuzca teslim edilebilir olması demektir.

Emânet, -maddi olsun  manevi olsun-, bir şeyi veya bir değeri gönül huzuru ve güvenle başkasına teslim etmek ve aynı gönül huzuru ve eminlikle geri almaktır.

‘Emânet’ ayrıca, güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak bırakılan şeydir.

Peygamberlerin sahip oldukları özelliklerden biri de ‘emânet’ sıfatıdır. Onlar her bakımdan güvenilir insanlardır. Onlar, Allaha ait emânetleri hakkıyla yerine getirdikleri gibi, insanlar arasında da güven ve emin olmanın temsilcisiydiler.

‘Emânet’ kişinin bulunduğu yere, imkanlara, yetkilere göre bir anlamda sorumluluktur. Üzerine aldığı görevdir, yapmakla yükümlü olduğu işdeki mesuliyetidir.

‘Emânet’ olayında iki taraf söz konusudur:

Birisi, kendisine güvenilen, itimat edilen, emin olan taraf;

diğeri de ona herhangi bir şeyi gönül huzuruyla, güvenerek veren taraf. Emâneti veren de, kendisine emânet edilen de bu işin şuurundadır.

Allah (cc), gerek kendi hakları, gerekse kullarıyla ilgili haklar konusundaki hükümlerini ve bunların yerine getirilmesini, emîn olma-güvenilir olma sıfatını kazanan, yeryüzünde halife olan insanlara, baskı ve zoraki değil, gönül rızasıyla veriyor.

Zaten ‘emânet’ verme konusunda zorakilik değil, gönül rızası vardır. 

İnsana verilen ömür, ni’metler, ilim, beden ve imkanlar birer emânettir.

İnsanın yüklendiği emânet, başta akıl, irade ve iradeyi serbestçe kullanmanın gerektirdiği sorumluluklardır. Kulluktur, halifelik ve ıslah görevidir. Mal, servet, makam, görev, evlat, beden, sağlık ve bütün kabiliyetler. Kur’an’dır, sünnettir, İslâmdır, İslâmı temsil etmektir.

Kişi yarın bu emânetlerden hesap verecektir.

"Hiçbir kul, kıyâmet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücûdunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz." (Tirmizî, Kıyamet/1)

Kişinin bu emânetleri taşıyabilmesi, yani hakkıyla emin olması için, hakkıyla iman etmesi, gerçek mü’min olması gerekir. Kişi ancak imanla ve imanın gereğini yapmakla emîn olabilir.

Zira imanın sözlük anlamı hem güven (emniyet) vermek, hem de emîn olmak yani inandığı şeyin verdiği güçle güvende/güvenilir olmak demektir. 

İslâma iman ederek mü’min olanlar, öncelikli olarak Allah’tan gelen ‘emânet’i korurlar.

Bu bir iman borcudur, kulluğun gereğidir. Onlar, imanlarından aldıkları şuurla  hayatlarının her safhasında emânete riayet ederler. Yani her işde, her pozisyonda, her halde emîn olma ahlâkıyla davranırlar.

Zaten ‘emânet’i korumak mü’minlerin özelliklerindendir. (23 Mü’minûn/8. 70 Meâric/32)