Namazın ve abdestin rükünlerinin hikmetleri, hatırlattıkları, namazın islâmî hayatı inşa rolü, güzel ahlâka etkisi hakkında dersler.

Hüseyin K. Ece

Beytu’s-Selam-Duisburg

9 Ekim-11 Aralık 2011

SEKİZİNCİ DERS

11 Aralık 2011

 

25-Kunut (esas duruş) duaları:

26-Namazın hayatı ihyası

-Namazın toplumsal boyutu

-Namazın cihad oluşu

-Namazın nefis tezkiyesindeki önemi

-Namaz islâmî hayatın manivelasıdır

-Namaz kurtuluş beratıdır

 

-Kunut (esas duruş) duaları:

 

Kunut yapmak, Âlemlerin Rabbin huzurunda saygı ile boyun eğmek, gönülden

teslim olmaktır. Allah’ın huzurunda el pençe divan durmak, O’nun hükmüne razı olmaktır. İbadetin, itaatın ve mutlak teslimiyetin yalnızca O’na yapılacağı şuuru ile O’na yönelmek. O’na ibadet için ayağa kalkmak, ayakta huşu’ ile dua etmek.

Kunut, kimin karşısında olduğunu farketmek, O Yüce Huzur’da edepli olmak, saygı ile boyun bükmektir.

Namaz esasen bir kulun Rabbine itaat etmek ve boyun eğmek üzere O’nun huzuruna yönelmesidir. Zira Allah (cc) kendisine bu şekilde yönelinmesini emrediyor.

Namaz, Allah’ın huzurunda öncelikle ‘divan durmak’tır, yani bir kunuttur. Bundan dolayı ‘kânit/kunut yapan’; namaz kılan, namazda huşu’ içerisinde olan, namazda dünyalık bir şey konuşmayan demek olur. 

Kunut kelimesinin aslı olan ‘ka-ne-te’ fiilidir. Bu da susmak demektir. Namazda uzun dua okumak anlamına da gelir.

Aynı kökten gelen ‘aknete’- dua etmek, Allah’a boyun eğmek, düşmana beddua etmek demektir. (Firuzâbâdî, Kamus, s: 158)

Kunut; ‘ka-ne-te’ fiiilinin masdarıdır ve huşu’ (saygı), kulluğu ikrar, tam bir teslimiyetle itaat etmek demektir. (İbni Manzur, Lisanü’l-Arab, 12/196)

Türkçede bunu en güzel ‘divan durmak’ deyimi karşılayabilir. Allah’ın huzurunda el pençe divan durmak, emrine teslim olmak, hükmüne razı olmak. İbadetin, itaatın ve mutlak teslimiyetin yalnızca O’na yapılacağı şuuru ile O’na yönelmek. O’na ibadet için ayağa kalkmak, ayakta huşu’ ile dua etmek. Bir anlamda Allah’ın huzurunda esas duruşa geçmektir.

Kulun Allah’ın huzurundaki ‘esas duruş’u iman, teslimiyet ve itaattir. Ancak bu esas duruş, istekle, samimiyetle ve farkında olunan bir itaattir.

Kunut, Allah’a karşı saygıdan dolayı alçak gönüllü olarak uzun süre ayakta durmak ve O’na dua etmektir. Bu anlamıyla ‘kunut’, kıyam (ayakta durmak) demektir. Burada kul son derece mütevazi olarak organları susmuş, benliği Allah’a teslim olmuştur.

İşte bu saygı ve kıyam, kunuttur.

Kimilerine göre kunut, namazda kıyamı uzun tutmaktır. Nitekim bir hdiste buna işaret ediliyor:

“Namazın en faziletlisi kunutu uzun olandır.” (Müslim, S. Müsafirin/164, 165, no:756.  Tirmizî, Salat/285, no: 387.  Ebu Davud, Tatavvu/2)

Zeyd ibnu Erkam diyor ki biz önceleri namazda konuşuyorduk, verilen selamı alıyorduk. Ne zaman ki “Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde (kânit olarak) namaz kılın.” (2 Bekara/238) âyeti geldi, namazda susmakla emrolunduk. (Lisanü’l-Arab 12/197)

Kunut’un üç derecesi vardır:

Birincisi, kunut genel anlamda Allah’ın iradesine boyun eğmek.

İkincisi namaz kılmak,

Üçüncüsü namaz içinde kunut yapmak/dua etmektir.

Birincisi:

Kunut’un genel anlamı Allah’a ve hükmüne teslim olmak. O’nun karşısında huşu’ (saygı) ile boyun bükmektir. O’nun makamı karşısında el pençe divan durmaktır. Rab oluşunu itiraf ederek O’nun hükmüne razı olmaktır.

Kânit (kunut yapan. Çoğulu; kanitîn veya kanitât), Allah’a itaat edendir. Bu anlamda yerde ve gökte ne varsa, bazı insanların dışında her şey Allah’a kunut yaparlar. Yani O’nun emrine itaat ederler, O’na teslim olmuşlardır.

Varlığın hepsi ‘kanit’tir.

وَقَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَداً سُبْحَانَهُ بَل لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ {116}

“Bir de ‘Allah oğul edindi’ iddiasında bulundular. Hâşâ! O aşkın bir

hakikattir. Aksine göklerde ve yerde bulunan her şey O’na aittir: hepsi de kanit’tir (O’nun iradesine boyun eğmiştir).” (2 Bekara/116. Bir benzeri: 30 Rûm/26)

Kur’an başta İbrahim (as) olmak üzere bu şekilde kunut yapanları övmektedir.

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتاً لِلّهِ حَنِيفاً وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ {120}

“Hiç şüphe yok ki İbrahim bütün güzellikleri kendinde toplamış başlı başına bir önder, her türlü kötülükten yüz çevirip bütün varlığıyla Allah’a adanmış biriydi; fakat o, başkalarına ilahlık yakıştıran bir müşrik olmadı.” (16 Nahl 120)

İbrahim’e düşen kunut yapmaktı, kanit olmaktı. Yani emre boyun eğmekti. Hak karşısında esas duruşa geçmekti. “Lebbeyk ve sadeyk Ya Rabbi” demekti. O da öyle yaptı. İtiraz etmedi. Yüzünü buruşturmadı. ‘Bu da nedir’ demedi. Aldı kabul etti, teslim oldu, itaat etti.   (15 İbrahim/37)

Kanit olanlar (Allah’a boyun eğenler) O’na şöyle dua ederler:

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ {16} الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ {17}

“Rabbimiz! Şüphesiz biz iman ettik: Bizi bağışla, günahlarımız da… ve bizi ateşin azabından kor.” (3 Âli İmran/17)

Dürüst ve erdemli kadınlar hem kanit olan yani Allah’a boyun eğen, hem de iffetlerini koruyan kimselerdir. Onlar Rablerinin kendileri için çizdiği hudutlara dikkat ederler, hükümlere rıza gösterirler.

 

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيّاً كَبِيراً {34}

“Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” (4 Nisa/34)

Benliklerini Allah’a adayan, O’nun makamı karşısında el pençe divan duran kadınlar ve erkekler için sınırsız bir bağış ve muhteşem ödüller vardır.

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيراً وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْراً عَظِيماً {35}

Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (33 Ahzâb/35)

Allah’a nankörlük edenlerle, gecenin bir vaktinde secdeye varıp Allah için kıyama duran, namaz kılıp dua eden, kendini Allah’a adayan (kânit) bir olmaz. Bu iki kimse arasında büyük farklar vardır.

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِداً وَقَائِماً يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ {9}

Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (39 Zümer/9)

 

İkincisi: Namaz, Allah’ın huzurunda öncelikle ‘divan durmak’tır, yani bir kunuttur. Bundan dolayı ‘kanit’; namaz kılan, namazda huşu’ içerisinde olan, namazda dünyalık bir şey konuşmayan demek olur. O, namazda Allah’ı zikretmekle meşgul olur, huzurda olduğunun farkındadır ve büyük bir saygı içerisindedir.

Namaz madem ki ibadetlerin toplamıdır, madem ki şükretmenin belli bir ibadet şekline girmiş halidir, madem Allah için gösterilebilecek en yüce ta’zimdir, madem ki bu duruş bir kabulün göstergesidir; öyleyse kim namaz için ayağa kalkarsa; o Rabbinin huzurunda saygı ile yöneliyor demektir.

Namazda ister el gögüs üzerinden, ister göbek üzerinde bağlansın, isterse hiç bağlanmasın; bu duruş, bu kıyam Allah’ın huzurunda gerçek huşu’ ve boyun eğiştir. Bu kıyam (ayağa kalkmak) Allah’ın Rabliğini itiraf etmek üzere bir ibadî esas duruştur. Kulluğa yakışan klas bir duruştur.

Zaten kunut; Allah’ın iradesini gerçekleştirmek üzere O’na boyun eğmektir.

Namazla yapılan kunut aynı zamanda mü’minin ‘lâ’ ve ‘illâ’ duruşudur.

Mü’min bu kıyamı ile kime karşı saygı ile kalktığının, hangi makamın önünde durduğunun, o makam karşısındaki konumunun ve kime ve neye karşı hayır dediğinin farkında olur. 

Bu esas duruş, imandır, teslimiyettir, ınkıyad’tır, Ama kibir, başkaldırı ve de dik kafalılık değildir. En yüce Makamın önünde “buyur Ya Rabbi” diyen bir duruştur

Bu duruş “İşte bak, geldim ve ayağa kalktım, buyur/Lebbeyk” demenin ete kemiğe bürünmüş halidir. Dilin sustuğu, bedenin ve yüreğin konuştuğu bir durumdur.

Üçüncüsü;

Kunutun üçüncüsü derecesi namaz içinde yapılan özel duadır.

Kunut, fıkıhta terim olarak bu anlamda anlaşılır. Bu kunut daha çok, vitir ve sabah namazının son rek’atında yapılır.

Bizim insanımızın arasında kunut deyince yalnızca vitir namazının 3. rek’atında, kıraatten sonra alınan tekbir ve okunan dualar akla gelmektedir.

Namazın kendisi bir kunut olduğu halde, son rek’atı uzun yaparak dua etmek, kunut içerisinde kunuttur.

Peygamberin (sav) çeşitli vesilelerle kunut yaptığı sabittir. (Müslim, S. Misafirin/294-304, no: 677. Buharí, Vitir/7)

Peygamberin ne zaman ve nerelerde kunut yaptığı konusunda çeşitli rivâyetler vardır. Ancak Peygamberin sürekli yaptığı kunut vitir namazındaki kunuttur.

Musibete karşı kunut;

Felaket, belâ ve musibet, düşman tehlikesi karşısında beş vakit namazla birlikte kunut yapmak mümkündür. Anlaşıldığı kadarıyla bunun sabah namazının farzının son rek’atında olması tercihe şayandır. Zira aşağıdaki anlatacağımız olay sonrasında Peygamber’in (sav) bir ay boyunca sabah namazında kunut yaptığını görüyoruz.

Peygamberin (sav) özel anlamda kunut yaptığı zamanlara bakarsak, uzun kunut yapmanın yine özel bir amacı olmalıdır. Daha çok felâket, sıkıntı, darlık ve düşman saldırısı zamanlarında yapılması mümkündür.

Nitekim Peygamber (sav), Bi’ri Maûne olayından sonra pek âdeti olmadığı halde  Rı’l, Zekvân ve Usayyah kabileleri aleyhine kunut yaparak beddua etti, onların aleyhine zorluk istedi, Yusuf (as) zamanındaki gibi kıtlık diledi. (Buhârî, Meğâzî 29; no: 4090. Müslim, Mesâcid, 294-308, no: 675-679. Ebu Davud, Vitir 10, no: 1443)

Çünkü olay çok korkunçtu. Henüz Uhud’un yaraları sarılmamışken, henüz Reci’de suikastla şehid edilen 6 yiğit sahabenin acısı dinmemişken, yetmiş kadar seçkin sahabenin (Buharî, Meğazi 28. Müslim, İmâre 174, no: 1903) tuzağa düşülerek öldürülmesi çok sarsıcı bir olaydı. 

Olay kısaca şöyle idi.

Âmir kabilesinin başkanı Ebu Berâ İslâma ilgi duyan, müslümanlara sempati ile bakan bir kimseydi. Uhud savaşından bir müddet sonra Medine’ye gelerek Peygamber’den kendilerine İslâmı öğretecek öğretmenler (mürşidler) göndermesini istedi. Peygamber (sav) genel durumun pek güvenli olmadığı gerekçesinden hareketle bu teklife sıcak bakmıyordu. Ancak Ebu Berâ gönderilecek kişilerin kendi himayesinde olacaklarını söyledi ve can güvenliğine dair garanti verdi.

Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü çoğu Ensar’dan ve Suffe Ashabından olan yetmiş eğitimli kişiyi onlara gönderdi. (İbni Hişam bu sayının kırk olduğunu kaydediyor. Bak. Siyer 3/194)

Ebu Berâ her kadar gelecek heyetin kendi himayesinde olduğunu, kimsenin onlara zarar vermemesini istese de, bu irşad grubu Maûne kuyusunun başına gelince aynı kabileden Amir b. Tufeyl, Zekvan, Rı’l ve Usayyah kabilelerden topladığı silahlı adamlarla onları pusuya düşürdü ve onlara İslâmdan dönmelerini teklif etti. Onlar ise ölünceye kadar çarpıştılar. Sonuçta iki kişi hariç hepsi şehit oldular.

Bu katliamdan sağ kurtulan Amr b. Umeyye Medine’ye varıp olup biteni Peygamber’e haber verdi. (İbni Hişam, Siyer 3/193-199)

Enes b. Malik (ra) diyor ki:

“Rasûlullâh’ın (sav) Bi’r-i Maûne’de şehîd olan ashâbına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” (Müslim, Mesâcid, 302, no: 677)

Peygamber (sav) olayı duyduğu günün sabahından başlamak üzere bir ay boyunca sabah namazında, daha önce hiç yapmadığı şekilde beddua etti.

“Allahım! Lihyan, Rı’lan, Zekvân ve Usayyah kabilelerine lanet et. Onlar Allah’a ve Rasûlüne âsi oldular. Ğifar kabilesine mağfiret et, Seleme kabilesine selamet ver.”(Müslim, Mesâcid 307, no: 679)

Hufaf ibnu İma diyor ki: Peygamber (sav) rukû’ yaptı sonra başını kaldırdı ve “Allahım Ğıfar kabilesini mağfiret et. Seleme oğullarına selamet ver. Usayyah Allah’a ve Rasulüne isyan etti. Allahım! Lihyan oğullarına lânet et. Rı’lan ve Zekvân kabilelerine lanet et” dedi ve sonra secdeye vardı. (Müslim, Mesâcid 308, no: 679)

Ebu Davud’daki bir rivâyette Ebu Hureyre’nin Peygamber’in (sav) bir ay boyunca öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarında kunut yaptığını ve adı geçen kabilelere beddua ettiğini söylüyor. (Ebu Davud, Vitir 10, no: 1443)

Kaynakların haber verdiğine göre bu duadan sonra adı geçen kabilelerin bölgelerinde ağır kuraklıklar yaşandı, kıtlık baş gösterdi. Hatta Medine’den yardım istemek zorunda kaldılar. Veba salgını ortaya çıktı ve pek çokları bu yüzden telef oldular. (İbn-i Hişâm, Siyer 3/186)

           

Kunut duaları:

Taberânî’nin anlattığına göre Hz. Aişe (r.anha) Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu söylemiş:

“Ben ancak sizin Rabbinize dua etmeniz ve ihtiyaçlarınızı O’ndan istemeniz için kunut yapıyorum.” (nak: İbadetler Ansiklopedisi 3/18)

Namazdaki kunut biraz da kulun Rabbine dua etmesidir. Bununla birlikte O’ndan özel yardım istemeye de uygun bir andır. Kunut yapmayı tavsiye eden Peygamber (sav) zımnen, “Bu bir imkandır, değerlendirin” demiş olur.

Zira ‘eslemtü’ diyerek İslâmı kabul eden, ‘semi’tü ve ata’tü’ diyerek, Allah’tan gelecek olan her şeye itaat edeceğine söz veren bir mü’min, kanît makamına, yani kul için ibadet olan esas duruşuna geçer ve dua eder.

Peygamber (sav) farklı dualarla kunut yaptığı bilinmektedir. Bunların en bilineni şunlardır:

Allâhümme innâ nesteînüke ve nesteğfiruke ve nestehdîke ve nü'minübike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke’l-hayre küllehu neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahleu ve netrükü men yefcürük.

“Ey Allahım! Biz, senden yardım ve bağışlanma dileriz. Senden hidayet dileriz. Sana iman ederiz. Sana tevbe ederiz. Sana tevekkül ederiz. Bütün övgü sıfatlarıyla Seni överiz, Sana şükrederiz, Sana nankörlük etmeyiz. Sana ve rızana uymayan her şeyden uzak oluruz ve onu terkederiz.

Allâhümme iyyâke na'büdü ve leke nusallî ve nescüdü ve illeyke nes'â ve nahfidü nercü rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bi’l-küffari mülhık.     

„Ey Allahım! Yalnız Sana ibadet ederiz. Ancak senin için namaz kılar, Senin için secdeye varırız. Koşmalarımız ve çabalarımız yalnız Sana yaklaşmak içindir. Senin rahmetini ümit ederiz, Senin azabından korkarız. Şüphesiz Senin azabın kafirlere layıktır.” (nak: İbadetler Ans. 3/26)

Hasan b. Ali b. Ebi Talip (ra) Rasûlüllah’ın (sav) kendisine vitirde okuması için şu duayı öğrettiğini haber veriyor:

"Allâhümme'hdinî fi men hedeyte ve âfinîfi men âfeyte ve tevellenî fi men tevelleyte ve bâriklî fi mâ ateyte ve kınî şerra mâ kadayte fe inneke takdî ve lâ yukdâ aleyke ve innehû lâ yezillü men vâleyte ve lâ yeızzü men âdeyte tebârekte Rabbenâ ve teâleyte ve sallâ'llâhü alâ'n-Nebiyyi Muhammed" 

“Allahım! Beni hidayete erdirdiklerinle beraber hidayete erdir. Kendilerine afiyet verdiklerinle birlikte bana da afiyet ver. Dost edindiklerinle beraber beni de dost edin (kendilerini velâyetine aldıklarınla beraber beni de velâyetine al). Bana verdiğini benim için bereketli kıl. Verdiğin hükmün şerrinden beri koru. Sen dilediğin hükmü verirsin ancak senin üzerine hüküm verilemez. Şüphesiz senin işini üzerine aldığın (dost-veli edindiğin) aşalığa düşmez (zelil olmaz). Ey Rabbimiz! Sen çok üstünsün ve yücesin.” (Ebu Davud, Salat/340, no: 1425. İbni Mace, İ. Salat/117, no: 1178. Tirmizí, Salat/341, no: 464. Nesâí, K. Leyl/51. Dârimî, Salât, 214)     

Birinci kunut duası daha çok içinde olunan güne yönelik, ikinci kunut duası ise daha çok geleceğe yöneliktir. Birincide tevbe istiğfar, yardım dileği ve şükür; ikincide daha çok ümit ve ilerisi için söz veriş vardır. 

Mü’min, yalnızca Allah’a ibadet edeceğine, Allah’tan istenebilecek yardımları asla yaratıklardan istemeyeceğine, yalnız O’nun huzurunda secde yapacağına, nimetlere asla nankörlük etmeyeceğine söz vermektedir.

Birinci duanın sonundaki cümleler daha da ilginçtir:

Mü’min, her kunut duasında; Allah’a layık olmayan her şeyden, Allah’a karşı gelen, O’nun ilkeleri ve emirleri karşısında duyarsız kalan, Allah’ın dinine savaş açan,  günahları açıktan işleyen, insanlar arasında günahların yayılmasına çalışan bütün kişi, kuruluş ve otoritelere itaat etmeyeceğine, onlardan yüz çevireceğine, onları hal’ etmek için (onlara engel olmak için çalışacağına), onlara kendi özgür iradesiyle –elinden gelen imkanlarla- otorite veya yetki tanımayacağına  söz verir.

Bu söz veriş de şüphesiz Kelime-i Tevhid/Şehâdetteki ‘lâ’ ve ‘illa’ ikrarıyla/taahhüdüyle bağlantılıdır.

İnsana düşen, tıpkı kâinattaki diğer varlıklar gibi Âlemlerin Rabbine teslim olması, boyun eğmesi ve O’nun azameti karşısında gönülden esas duruşa geçmesidir.

Bu şekilde Rabbine saygı ile bağlı olanlar bunu somut hale getirmek için namaz için kıyam ederler. Namaz aynı zamanda bir kunuttur. Yani Allah’a içten )

Zaten gönülden Allah’a itaat edenler, bunun neticesi olarak namaz kılarlar. Bu teslimiyetlerini namaz ile dile getirirler.

Namazı ikame edenler, namaz içerisinde ayrıca kunut yaparlar. Bu kunuttaki duanın, yakarışın, zikrin, niyazın makbul olması için namazı derin bir şuurla, uyanık bir irade ile kılmak gerekir.

Madem ki namaz bir kunuttur (Allah’ın huzurunda saygı ile divan durmaktır) ve madem ki ulvi bir buluşmadır, öyle ise bu buluşma hazırlıksız, rastgele, dağınık ve  kir pas içinde olmaz.

Onun için namaza başlamadan önce abdest, hadesten ve necasetten taharet ve setr-i avret farzdır.

Rabbimiz mescitlere giderken ziynetlerinizi alın buyuruyor:

يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ {31}

“Ey Âdem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31)

Buradaki ziynetten maksat elbisedir. (Elmalılı, 4/32)

 

Namazın hayatı inşa süreci

-Namaz islami hayatın manivelasıdır

Bunu hadisler farklı kelimelerle anlatıyorlarlar.

"Namaz dinin direğidir, kim onu terkederse dinini yıkmıştır." (Acluni, Keşful Hafa, 2/31) Bu hadis değişik şekillerde rivayet edilmiştir.

Binayı ayakta tutan onun direkleridir. Namaz da dini hayatı ayakta tutar.

Ali'den (r.a.) rivayetle Resûlullah  (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır: "Namaz îmanın direğidir. Cihad amelin zirvesidir. Zekât ise, bu ikisinin arasında yer alır." (Deylemi,  Müsnedü'l'Firdevs’ten)

İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: "Namaz îmanın ölçeğidir. Kim o ölçeği tam doldurursa mükâfatını da tam alır." (Beyhaki, Şuabul İman’dan)

"Bu dinin başı İslam'dır, direği namazdır, zirvesi cihaddır!" Sonra şöyle devam buyurdu: "Sana bütün bunları (tamamlayan) baş amili haber vereyim mi?" "Evet ey Allah'ın Resulü!" dedim. "Şuna sahip ol!" dedi ve eliyle diline işaret etti. Ben tekrar sordum: "Ey Allah'ın Resulü! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?" "Anasız kalasıca Muaz! İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi- ateşe atan, dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?" buyurdular. (Tirmizi, İman 8, (2619)

“Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.” (Taberani)
Bedeni baş yönetir. Başı olmayan beden ölüdür. Namazı olmayan

mü’minin islami hayatı ölür.

Namazın ikame edilmesi emri aslında hayatınızı vahiyle inşa etmek

için namazdan faydalanın demektir. Zira namaz hayatınızı Allah razı olacağı şekilde tanzim etmenizi sağlar.

Mü’minler “Namazı ikame edin...”, “Haydin namaza” diye bir seda duydukları zaman gereğini yaparlar. Onlar bunu günde beş defa tekrar ederler. Bu çağrıyı günde beş vakit duyarlar.

Namaz için harekete geçmek aslında imanın isbatı, Rabbin bütün hükümlerine teslim olunmuşluğun somut göstergesidir. Günden beş defa namazla kunut yapan mü’min, hayatının diğer anlarında da Allah’ın huzurunda bu esas duruşu bozmayacağına, her yerde O’nun koyduğu ölçülere ve sınırlara uyacağına söz verir.

Mü’min, hayatını kunut anlayışına hazırlamak için, yani kanitîn’den olmak için namazı bir vesile sayar.

 

-Namazın toplumsal boyutu

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ {43} Bekara

“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.”

Namaz tek tek bütün musallilerin hayatını vahye göre inşa etmelerini sağladığı gibi müslüman toplumu da Tevhid toplumu yapabilecek en büyük imkandır.

Namaz kılanların çok olduğu toplum temiz toplumdur. Hem maddi açıdan hem manevi açıdan.

Musallisi çok olan toplum, dürüst, ahlaklı, edepli ve takvalı fertlere sahiptir.  İnsanı kontrol altına alan onun yanındaki manevi polistir. O da takvadır. Namaz ise mü’minde takva duygusunu geliştir.

Cami, cemaati bir araya toplayan yerdir.  İslâm cemaat dinidir. İslâmın ilke ve prensipleri en güzel şekilde cemaatla beraber yerine getirilir.

İslâm, müslümanların şuurlu cemaatler olmasını emretmiştir. Peygamberimiz Medine’de bu örnek cemaati kurmuş ve nasıl olacağını göstermiştir. Böyle bir cemaat mü’min için koruyucu bir elbise, mü’minler için bir kale gibidir.

Cemaat olan mü’minler birbirlerini daha iyi tanırlar, durumlarından haberleri olur, birbirlerinin eksik taraflarını tamamlarlar. Tıpkı bir vücut gibi. (Buharî, Edeb/27. Müslim, Birr/17 no: 2586)

İslâmî cemaat, Kur’an anlayışı ve Peygamber’in yolu üzerine kurulur. Onların arasında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık ve saygı vardır. Onların arasında soy, sınıf, kabile, meslek, bölge üstünlüğü gibi şeyler yoktur.

Kur’an, müslümanları Kur’an etrafında bir araya gelmeye davet ediyor. (3/Âli İmran, 103) Dinlerini parçalayanlar gibi parça parça olmaktan sakındırıyor. (30/Rûm, 32)

Peygamberimiz (sav) bir çok hadisinde müslümanların cemaat olmasını teşvik etmekte, bunun önemini bildirmektedir. Bunun yanında cemaatle namaz kılmayı çok önemsemekte, mü’minlerin cemaatle namaz kılarak çok fazla karşılık alacaklarını haber vermektedir. Kur’an Hz. Peygamber’e, düşman korkusu olsa bile mü’minlere namazı cemaatle kıldırmasını emretmektedir. (4/Nisa, 101-102)

Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:

“Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır” (A. b. Hanbel, 4/145. nak. Ş. İsl. Ans. 1/286)

Müslümanların cemaat olmalarının en güzel örneği beraber namaz kılmalarıdır. Cemaatle namaz, İslâmî cemaatin temelini atar, cemaat şuurunu kazandırır. Bu nedenle cemaatle kılınan namazın derecesi tek başına kılınana göre yirmibeş veya yirmi yedi derece daha yüksektir. (Buharî, Ez’an/30. Müslim, Mesacid/42, no: 649. Ebu Davut, Salat/no: 559. İbni Mace, Mesacid/16, no: 786-790. Tirmizî, Salat/245, no: 330)

İslâma göre cemaat olma o kadar önemlidir ki, iki kişi bir araya gelseler, hemen cemaat olmaları tavsiye edilir. (Buharî, Ez’an/35. İbni Mace, İkameti’s Salat/44, no: 972-975. Nesâî, İmame/43-44)

Cemaata devam etmenin sevabı kadın ve erkek mü’minler için aynı derecededir. Peygamberimiz kadınların cemaate gelmelerine engel olunmamasını istemiştir. (Buharî. Ez’an/162. Müslim, Salat/30, no: 442. Ebu Davud, Salat/52, no: 565-568)

Müslümanlar farz namazları, Cuma ve bayram namazlarını cemaatle kılarlar. Cuma ve bayram namazlarının cemaatle kılınması, tek başına kılınmasının mümkün olmaması oldukça önemlidir.

İnsan yaratılışı gereği toplum halinde yaşamak zorundadır. İslâm, müslümanları şuurlu bir toplum olarak yetiştirmek istiyor. Bir arada yaşama bilinci, fedakârlığı, başkalarını hesaba katma; hak ve hukuka uyma ahlâkını, yardımlaşma, acıları paylaşma, nimetleri ve külfetleri bölüşme anlayışını geliştirir. İslâm bütün bu ideallerin en güzel bir şekilde yerine getirilmesini, bunların bir ibadet bilinciyle yapılmasını istemektedir.

Bunun için İslâm cemaati, bir peygamber ve ilâhi vahye inanma mantığı üzerine kurulur ve gelişir. Bu cemaatin gayesi de Allah’ın hükmüne daha güzel bir şekilde uyabilmektir.

Mü’minler, cemadât olma yanlışlığından cemaat olma şuuruna yükselmelidirler.

"İnsanlar ilk safın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kura çekmekten başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi."(Buharî, ezan, 9,32; Müslim, salat, 129)

"Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa, gece yarısına kadar namaz kılmış gibi sevab alır. Sabah namazını da cemaatle kılarsa, bütün geceyi namaz kılarak geçirmiş gibi sevap alır."(Buharî, ezan, 34; Müslim, Mesacid, 260)

“Kişinin cemaat ile kıldığı namaz, evinde veya çarşıda kıldığı namazdan yirmi beş derece daha faziletlidir. Bu fazilet şu şekilde gerçekleşir: Biriniz güzelce abdest alır sırf namaz kılmak için camiye gelirse, camiye varıncaya kadar attığı her adım için bir sevap verilir ve bir günahı silinir. Camiye girdiği zaman namaz için beklediği sürece namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Melekler bu kimseye dua ederler. Kimseye eziyet etmediği ve abdesti bozulmadığı sürece; ‘Allah’ım! Bu kulunu bağışla, ona merhamet et ve tövbesini kabul et’ diye dua ederler.”(Ebu Dâvûd, Salât, 49, I, 378)

“Kişinin bir başka kişi ile birlikte kıldığı namaz, tek başına kıldığı namazdan, iki kişi ile birlikte kıldığı namaz bir kişi ile birlikte kıldığı namazdan daha sevaptır. Cemaat ne kadar çok olursa bu namaz Allah’a o nispette sevimlidir.” (Ebu Dâvûd, Salât, 47)

"Üç kişi bir köyde veya sahrada bulunur ve cemaatle namaz kılınmazsa, şeytan onlara hakim olur. Öyleyse cemaatten ayrılma. Çünkü sürüden ayrılanı kurt yer." buyurmaktadır. (Ebu Davud, salat, 47)

“Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ateş yakılması için odun toplanmasını emretmeyi, sonra da namaz için ezan okunmasını, daha sonra da bir kimseye emredip imam olmasını, sonra da cemaatle namaza gelmeyenlere gidip evlerini yakmayı düşündüm." (Buharî, Ezan/29. Müslim, Mesacid/251)

“Camilere devam edenleri görürseniz onların cennetlik olduklarına şahitlik ediniz.” (Riyazü's-Salihîn, M.1054)

“...Kıyamet günü arşın gölgesinde istirahat edeceklerden biri de; camilere gönül veren, cemaate devam eden müslümanlardır...” (Riyazü's-Salihîn, M. 377)

-Namaz, günahlara karşı korumadır

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ {45} Ankebut

“(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”

قَالُواْ يَا شُعَيْبُ أَصَلاَتُكَ تَأْمُرُكَ أَن نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاء إِنَّكَ لَأَنتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ {87} Hud

“Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!”

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {90} إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ {91} Maide

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”

 

-Nefsi öncelikle namaz temizler

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا {7} فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا {8} قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا {9} وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا {10}

“Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems)

Musalli namaz sayesinde günde beş defa günahlarından arınma imkanı bulur.

Allah Resulü (sav) şöyle buyuruyor: “ Beş vakit namaz, herhangi birinizin evinin önünden akan ve günde beş defa yıkandığı suyu bol bir nehre benzer. Allah, beş vakit namaz sayesinde, günahları yok eder.” (Buhari-Müslim)

Çünkü iyilikler kötülükleri yok eder.

وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّـيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ {114} Hud

“Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.”

Namaz, aynı zamanda günde beş defa Allah’a hesap verme gibidir. Secde yerinde günde beş defa Allah’ın divanına duran bir aanlamda namz öncesi yaşadıklarının hesabını veriyor gibidir.

Böyle olunca da az sonra hesabını vermeyeceği ve utanacağı şeyleri yapmamaya çalışır. Böyle bir şuurun ve dikkatliliğin insanın davranışlarına ne kadar olumlu yansıdığı hesap edilemez.

Musalli namazla hergün beş defa Yüce bir huzurda olduğunu ve o makama göre kendi küçüklüğünü hatırlar. O makamın karşısında nasıl olması gerektiğini düşünür. Namazdan sonra daha dikkatli olmaya niyet eder.

Bu açıdan namaz bir otokontrol aracıdır.

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ {18} Fatır

“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için (başkasını) çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez. Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur. Dönüş Allah'adır.”

 

-Namaz şehvetleri dizginlemeyi öğretir

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّداً وَبُكِيّاً {58} {س}  فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيّاً {59} Meryem

“İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (Ya'kub)'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.

Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.”

 

-Namazın cihad oluşu

Allah (cc), kuvvetli bir bina gibi bir araya gelip kendi yolunda cihad eden mü’minleri sevmektedir.

إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفّاً كَأَنَّهُم بُنيَانٌ مَّرْصُوصٌ {4}  (61/Saff, 4)

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”

Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

"Herhangi bir Müslüman, cihad etmeden veya (cihad etmeyi) gönlünden geçirmeden ölürse, nifakın bir şubesi üzerine ölür." (Müslim, K. İmare: 47 no: 158. Nesai- K.Cihad/2)

Peygamber (sav), birgazve dönüşünde: “Hayırlı dönüşler ile geri döndünüz ve küçük mücahededen, büyük mücahedeye döndünüz' buyurdu. 'Büyük mücahede hangisidir?' sorusuna da, 'Kişinin hevai arzuları ile mücahedesidir” buyurdu. Yine O "Hakiki mücahid, nefsine (hevasına) karşı savaş açan kimsedir” demiştir. (Tirmizi, K. Cihad/2, no: 1621,)

Bunun da namazla olacağı açıktır.

Namaz için harekete geçmek aslında imanın isbatı, Rabbin hükümlerine teslim olunmuşluğun somut göstergesidir. Günden beş defa namazla kunut yapan mü’min, hayatının diğer anlarında da Allah’ın huzurunda bu esas duruşu bozmayacağına, her yerde O’nun koyduğu ölçülere ve sınırlara uyacağına söz verir.

Mü’min, hayatını yukarıda anlatılan kunut anlayışına hazırlamak için, yani kanitîn’den olmak için namazı bir vesile sayar.

İmamların namaz kıldığı yere ‘mihrab’ denilmesinin namazın cihad oluşu ile ilgisi var mı?

‘Mihrab’, harb kökünden geliyor ve harp yeri demektir. Korunan yer, saraya, yüksek yer, sunak yeri gibi anlamlarda kullanılmış. Kur’an’da dört ayette geçiyor.

Mihrab’a harp yeri anlamı verirsek, bu namazın nefsin aşırı arzularına ve şeytanın kandırmalarıan karşı namazla mücadeleyi anlatır.

Ya da cemaatle namaz o denli önemli ki, imamın durduğu yer manevi değeri yüksek bir mekandır.

 

-Namaz kurtuluş beratıdır

Suçluları cehenneme sürükleyen en önemli hatalardan biri namaz kılmamalarıdır. Bunun sebebi de elbette iman etmemelerdir. İnsana düşen önce iman etmek, sonra da imanın gereği namz kılmaktır. Zira namaz hem dinin direği, hem de ateşte karşı perdedir.

عَنِ الْمُجْرِمِينَ {41} مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ {42} قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ {43} وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ {44} وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ {45} وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ {46} حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ {47} (Müdessir)

“Günahkârlara: Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmuyorduk, (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk, Ceza gününü de yalan sayıyorduk, Sonunda bize ölüm geldi çattı.”

Müslüman mahşerde önce namazdan sorulacak. Namazın hesabını verenlerin öteki hesabı kolay olacak.

“Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet, namazdır. Namazı düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir. Namazı düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.”(Taberani’den)

 

Son söz

-Namaz İslamın olmazsa olmaz şartıdır.

-Namaz mü’minin alamet-i farikasıdır.

-Namaz imanın cisimleşmiş halidir.

-Namaz, şeytana, şehvetlere, günah dürtülerine, kötülüklere, tembelliklere, pisliklere karşı ciddi bir imkandır.

-Namazın devamlı olması esastır. Bu da “amelin hayırlısı az ve devamlı olandır” hadisine uygundur.

-Namaz mirac, yani manen yücelmedir. Yükselmek isteyenler namazla Allah’ın huzurunda alçalmalılar. İslamın hedefi kamil insan/salih kul yetiştirmektir. Namaz musalliyi bu hedefe götürür.

-Namaz özgürlüktür. Şeytana karşı, nefsin aşırı isteklerine karşı, insanı makina gibi gören materyalist anlaşyışa ve modern köle tüccarlarına karşı hürriyet ilandır. Özgür olmak isteyenler bunu namazla yapsınlar.

-Namaz nazımdır. Yani hayatımızı, vaktimizi, hedeflerimizi, ibadetlerimizi, dualarımızı nizama koyan/düzenleyen bir ibadettir.

-Namaz aşkın olan ile irtibat aracıdır. Aşkına aşık olan içkine takılıp kalmaz.

-Namaz kurtuluştur.

* ** Öyle ise namazı ikame edelim.

*** Hayatımızın abdestli olması dileğiyle...

*** Vesselam.