KUBA AİLELER DERSİ

Kasım 2019 – Nisan 2020

Hüseyin K. Ece

9.DERS 17 Ocak 2020 Cuma

 

İSLÂMİ DAVETİN MEKKE DÖNEMİ 2

Mekkeli müşriklerin İslâmî davete karşı tepkilerini 9 başlıkta toplamaştık. Hatırlayalım. Sırasıyla:

1-Sessiz kalma, önemsememe,

2-Alay etme, dalga geçme,

3-Hakaret veya sözlü işkence

4-Baskı ve fizikî işkence, öldürme,

5-Uzlaşma teşebbüsü (taviz istme),

6-Birinci tehcîr,

7-Ambargo (boykot),

8-İkinci tehcîr (Büyük Hicret),

9-Fiilî savaş (saldırı).

 

Mekkeli müşriklerin İslâmî davete karşı tepkileri

5-Müşriklerin uzlaşma teklifleri

Bunlar başarılı olmayınca Ebu Talib’i onu himayeden vazgeçirmeye çalıştılar. Zamanı, kac defa olduğu, kac kişiyle yapıldığı hakkında rivayetler var.

“Yeğenin tanrılarımıza hakaret etti. Dinimizi kötüledi. Bizim akılsız olduğumuzu, baba-dedeleriminizi dalâlette olduğunu soyledi. Şimdi bunları yapmaktan vazgeçir, yahut onu himayeden vazgeç” dediler. Ebu Talib onları yumuşaklıkla savdı.

Daha sonra tekrar geldiler. Bu sefer daha sert. “Onu himaye etme, yoksa ona cephe alacaklarını” söylediler. Ebu Talib bu sefer onların tekliflerini Peygamber’e iletti. O; “Bu işten vazgeçmem icin Güneşi sağ elime, Ayı sol elime verseler dahi Allah bu dini üstün kılıncaya veya ölünceye kadar vazgeçmem” dedi.  Ebu Talib, “git istediğini soyle. Allah’a yemin olsun seni asla onlara teslim etmem” diye cevap verdi. Ebu Talib bunu elbette kabilecilik, asabiyye açısından yapıyordu.

Müşrikler bu cevabı alınca Velid b. Muğire (Halid’in babası) oğlu Umare karşılığında Muhammedi kendilerine teslim etmesini istedi. Bu gülünç istek de reddedildi.

Velîd b. Mugīre, Hz. Peygamber’in davetini kabul etmedi ve kendisine şiddetle karşı çıktı. Kibir, bencillik ve ihtirası yüzünden şirk üzere öldü. Kur’an’a sihir dedi. Ebu Cehilin akıl hocası idi. 

Câhiliye şiirini ve Arap dilinin inceliklerini çok iyi bilen Velîd, hac mevsiminde Mekke’ye gelecek kişilere söylenmek üzere Kureyşliler’in Muhammed hakkında bir fikir etrafında toplanmalarını istemişti. Günlerce düşündü; Kureyşliler’in ileri sürdüğü kâhin, deli, şair gibi nitelemelerin doğru olmadığının hemen anlaşılacağını belirttikten sonra, “En iyisi onun evlâdı babadan, kardeşi kardeşten, karıyı kocadan, kişiyi ailesinden ayıran bir büyücü olduğunu söyleyelim” dedi. Bu iddialar üzerine şu âyetler nâzil oldu:

 ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يدًاۙ ﴿11﴾ وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَمْدُودًاۙ ﴿12﴾ وَبَن۪ينَ شُهُودًاۙ ﴿13﴾ وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يدًاۙ ﴿14﴾ ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۙ ﴿15﴾ كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يدًاۜ ﴿16﴾ سَاُرْهِقُهُ صَعُودًاۜ ﴿17﴾  اِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَۙ ﴿18﴾ فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ ﴿19﴾ ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ ﴿20﴾ ثُمَّ نَظَرَۙ ﴿21﴾ ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَۙ ﴿22﴾ ثُمَّ اَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَۙ ﴿23﴾ فَقَالَ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُۙ ﴿24﴾ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِۜ ﴿25﴾ سَاُصْل۪يهِ سَقَرَ ﴿26﴾

“Yarattığım o kişiyi tek başına bana bırak; geniş bir servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisine nimetleri serdikçe serdiğim, arkasından daha fazla vermemi bekleyen kişiyi. Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o bizim âyetlerimize karşı inatla direnmektedir.

Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim.

Zira o düşündü taşındı, ölçtü biçti.

 Kahrolsun, ne biçim ölçme biçme bu!

 Ardından yine kahrolsun, ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, suratını astı.

En sonunda arkasını dönüp gitti ve kibrine yenildi.

‘Bu’ dedi, ‘olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir; bu bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir.’ Ben onu cehenneme sokacağım ...” (Müddessir 74/11-26). (Fayda, M. TDV İslâm Ansiklopedisi 43/ 33-34)

Bir seferinde de Utbe b. Rebia; "Ey Kureyşliler! Muhammed'in yanına gidip konuşsam ve kendisine bazı tekliflerde bulunsam, nasıl olur? Umulur ki, o bu tekliflerden bazılarını kabul eder, biz de arzusunu yerine getiririz. Böylece kendisi de belki bize karşı yaptıklarından vazgeçer." diye teklif etti.

Topluluk tarafından teklif kabul edildi. Bunun üzerine Utbe, o sırada yalnız başına Mescid-i Haramda bulunan Peygamberin yanına vardı ve sözüne şöyle başladı: "Ey kardeşimin oğlu! Biliyorsun ki, sen aramızda şeref ve soy sop üstünlüğü bakımından bizden daha hayırlısın ve ilerisin. Ancak sen kavminin başına büyük bir iş açtın. Bu işle onların birliğini dağıttın, akılsız olduklarını söyledin. Tanrılarını ve dinlerini kötüledin. Onların gelmiş geçmiş baba ve atalarını kâfir saydın. Şayet beni dinleyecek olursan, sana bazı tekliflerim olacak. Bunlar üzerinde düşünüp taşınmanı istiyorum. Belki bazılarını kabul edersin!"

Peygamber (sav); "Söyle ey Velid'in babası! Seni dinliyorum." deyince, Utbe tekliflerini sıralamaya başladı:

"Sen ortaya attığın bu mesele ile şayet mal ve servet elde etmek gayesinde isen, mallarımızdan sana hisse ayıralım, hepimizin en zengini olasın."

"Eğer, bir şeref peşinde isen, seni kendimize reis yapalım." 

"Yok eğer bu sana gelen, görüp de üzerinden atmaya kuvvetin yetmeyen bir evhâm, cinlerden, perilerden gelme bir hastalık ve sihir ise, doktor getirtelim, seni tedâvi ettirelim. Seni kurtarıncaya kadar mal ve servetimizi harcamaktan geri durmayalım."

Utbe tekliflerini yapmış ve susmuştu. Konuşma sırası Peygamber’e geldi. Utbe'ye,

"Ey Velid'in babası, söyleyeceklerin bitti mi?" diye sordu.

Utbe'den, "Evet" cevabı gelince, Resûl-i Ekrem,

"O halde, şimdi sen beni dinle." dedi ve besmele çekerek Fussilet Sûresinden başından okumaya başladı:

حٰمٓۜ ﴿1﴾ تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ ﴿2﴾ كِتَابٌ فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَۙ ﴿3﴾ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۚ فَاَعْرَضَ اَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿4﴾ وَقَالُوا قُلُوبُنَا ف۪ٓي اَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ وَف۪ٓي اٰذَانِنَا وَقْرٌ وَمِنْ بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ اِنَّنَا عَامِلُونَ ﴿5﴾ قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿6﴾

"Hâ mim. Bu kitap, bilen bir topluluk için Allah'ın rahmetiyle müjdeleyici ve Onun azâbından sakındırıcı olmak üzere, âyetleri açıklanıp ayırd edilmiş Arapça bir Kur'ân olarak Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirdiler; artık hakka kulak vermezler..."

De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!” (Fussilet 41/1-6)

Sûreyi secde âyetine kadar okuyup secde eden Peygamber Efendimiz, Utbe'ye döndü ve,

"Ey Velid'in babası, okuduklarımı dinledin! Artık gerisini sen düşün!" dedi.

Kur'ân'ın nazmındaki i'caz, mânasındaki tatlılık Utbe'nin çehresini birden değiştirmişti. Öyle ki, bunu Kureyşliler fark ettiler. Birbirlerine söylendiler:

"Vallahi, Ebu'l-Velid, çehresi değişmiş olarak dönüyor!"

Yanlarına gelince,

"Ne getirdin, anlat bakalım?" diye sordular.

Utbe,"Vallahi, ben, ömrümde benzerini hiç işitmediğim bir kelâm işittim. Yemin ederim ki, o ne şiirdir, ne sihirdir ne de kehânettir!" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Ey Kureyş topluluğu! Beni dinleyin de, hatırım için bu işin peşini bırakın, bu adamdan vazgeçin! Ondan uzak durun, ona dokunmayın! Yemin ederim ki, benim ondan dinlediğim söz, büyük bir haberdir. Siz onu, sizin dışınıza kalan Arap tâifelerine bırakırsanız daha iyi etmiş olursunuz. Onlar, ona engel olurlar. Eğer o, Araplara üstün gelirse, onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, onun şerefi sizin şerefiniz demektir. Onun sayesinde insanların en mes'ud ve bahtiyarı olursunuz."

Utbe'nin konuşması, Kureyşlilerin hiç de hoşuna gitmedi. Tepki göstererek,

"Ey Velid'in babası! Gene o, seni dili ile büyülemiş." dediler.

Sözlerinin dinlenmediğini gören Utbe ise, "O halde, istediğinizi yapın!" diyerek yanlarından uzaklaştı. (İbni Hişâm, Sîre, 1/313-314; Taberî, Tarih: 2/225)

Bir başka rivâyet şöyle: Müşrikler demiş ki:

"Sana, içimizde en zengin adam olacak şekilde mal verelim. İstediğin kadınla evlendirelim. Yeter ki sen, ilâhlarımızı kötülemekten vazgeç." dediler. Sonra da şöyle konuştular: "Eğer, bu dediğimizi kabul etmez ve yapmazsan sana yeni bir teklifimiz var. Hem senin için hem bizim için hayırlı olan bir teklif?"

Resûl-i Ekrem,

"Nedir, o hayırlı teklif?" diye sordu.

Kureyş ileri gelenleri,

"Sen bizim tanrılarımız olan Lât ve Uzza'ya bir yıl tap, biz de senin İlâhına bir yıl tapalım" dediler. İbni Hişâm, Sîre: 1/388; Taberî, Tarih: 2/225-226. Bunun uzerine Kafirun suresi nazil oldu.

قُلْ يَٓا اَيُّهَا الْكَافِرُونَۙ ﴿1﴾ لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ ﴿2﴾ وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۚ ﴿3﴾ وَلَٓا اَنَا۬ عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْۙ ﴿4﴾ وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ ﴿5﴾ لَكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ ﴿6﴾

 “De ki: «Ey (câhil ve ahmak) kâfirler! Ben sizin tapmakta olduğunuza tapmam! Benim taptığıma da sizler tapmazsınız! Ben sizin taptığınıza tapacak değilim! Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz! Sizin dîniniz size, benim dînim banadır!»”

قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿66﴾

De ki: Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, ben o sizin Allâh’ı bırakıp taptıklarınıza ibâdet etmekten kesinlikle menedildim ve ben, Âlemlerin Rabbine teslîm olmakla emrolundum.” (Mü’min 40/66)

وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ ﴿36﴾

“…De ki: Ben ancak Allâh’a kulluk etmekle ve O’na aslâ ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O’na çağırıyorum ve dönüşüm O’nadır.” (Ra’d 13/36)

 

-Hz. Hamza ve Hz. Ömerin müslüman oluşları

Hz. Hamza Peygamberin amcası iki yaş büyük, çocukluk arkadaşı ve süt kardeşi idi. Onu çok severdi. Ona yapılanlara üzülürdü. Bir gün Ebu Cehilin Peygambere hakaret ettiğini duydu. Kabeye gitti Ebu Cehil’e; “Sen Muhammede söversin ha, İşte ben de onun dinideyim. Elinden geliyorsa bana engel ol” gibi sözler söyledi. Ebu Cehil bir şey yapamadı.

İlk müslümanlardan Habbâb b. Eret, Resûlullah’ın, İslâmiyet’i Ebû Cehil (Amr b. Hişam) veya Ömer b. Hattâb ile kuvvetlendirmesi için dua ettiğini bizzat duyduğunu söyler. (Kapar, M. A.  TDV İslâm Ansiklopedisi 10/117-118)

Hz. Ömer b. Hattab, Adiy kabilesindendi. Müslüman olmadan önce müşriklerle birlikte müslümanlara eziyet ettiği, bazılarını dövdüğü anlatılıyor.

Müslüman oluşu ile ilgili iki rivâyet var. Biri sonradan yazılmış siyer kitaplarında, olayı başkasından duyanların ağzında aktarılıyor. Kızkardeşi Fatıma, ve eniştesi Said b. Zeyd’in evinde müslüman olduğu şeklinde. En çok bilinen.

Diğeri ise Ahmed b. Hanbel’in hadis kitabında geçen haber. (Ahmed b. Hanbel 1/17. İbni Hişam, 3/166) Orada hz. Ömerin kendi anlatımıyla Kâbe’de peygamberin Kur’an okumasından etkilenerek müslüman olduğu yazılı.

Hz. Ömer Haşim oğullarının gözü gibi koruduğu hz. Muhammed’i güpegündüz,  açıkça “ben onu öldürmeye gidiyorum” demesi o günkü şartlarda mümkün gözükmüyor.

O dönemde ve daha sonraki zamanlarda sayısız insan Kur’an’dan etkilenerek müslüman oldu.

Devsli şair Tufeyl b. Amr’ı, Dımad b. Sa’lebe’yi, Ebu Zer el-Ğıfârî’yi, Evsli Sa’d b. Muaz’ı hatırlayalım.

Ümmü Abdullah b. Ebi Hasene, kocasıyla Habeşistan’a gitmek üzere hazırlık yaparken hz. Ömer ona rastgeldi. Nereye dedi. İslam olmalarından dolayı sıkıntı yaşadıklarını, dini yaşamak üzere daha güvenli bir yere gideceklerini söyledi. Bize Mekkeyi dar ettiniz diye ekledi. Ömer ise, yumuşak bir şekilde; “Allah yardımcınız olsun” demiş. Kadın kocası gelince, Ömer snaki müslüman oldu demiş. Kocası. “Hattab’ın eşeği müslüman olur ama oğlu asla müslüman olmaz” demiş. (İbni Hişam 3/162)

Bu haber doğruysa Ömer 2. Habesiştan hicreti öncesi müslüman olmuştur.

 

Mekkeli müşriklerin İslâmî davete karşı tepkileri

6-Birinci tehcir:

Habeşistan’a 1. hicret

Peygamber müslümanlara yapılanları görüyor ama engel olamıyordu. Bi’setin 5. yılında (615) müslümanlara; “Allah, çektiğiniz sıkıntılardan kurtulmanız için bir yol gösterinceye kadar Habeşistana göç etseniz iyi olur. Zira orada, yanındakilerin hiç birine zulmedimyen bir hükümdar var” dedi. 4 kadın, 11 erkek zor şartlarda Habeşistana gittiler. Aralarında hz. Osman, hanımı Rukeyye de vardı. Kimisi binekle, kimisi yaya Şuaybe limanından gemiyle karşı tarafa geçtiler. Kureyşliler arkalarından adam gönderdiler ama yaklayamadılar. Habeşistanda güvenlik içinde yaşamaya başladılar.

Niçin Habeşistan? Arabistandaki kabileler henüz müşrikti.

Yemen mecûsîlerin işgalinde idi,

Yahudiler aralarında bir rakip grup istmezlerdi,

Suriye ve Irak bölgesi Bizansa ait idi.Kureyşlilerle ticari ilişkileri vardı,

Diğer bölgeler güvenlli değildi.

Ama Habeşistanda adil bir samimi hırıstiyan hükümdar vardı.

Orada bazı sahabeler bir olay üzerine Mekke’ye geri döndüler. Garanik olayı.  اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ ﴿19﴾ وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى ﴿20﴾

“Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât'ı.” (Necm 53/19-20)

Baştan başa uydurma, yalan.

Habeşistan’a 2. Hicret

Müşriklerin baskı ve işkenleri artınca Bi’setin 6. Yılında Cafer b. Ebi Talib’in başkanlığında 82 erkek, 18 kadın (sayı farklı olabilir) gizlice Habeşistan’a hicret ettiler. Onların ne gibi zorluklarla ve niçin oraya gittiklerini iyi düşünmek gerekir.

Bunu haber alan müşirkler Amr b. As ile Abdullah b. Rebia’yı onları geri getirmek için güzel ve pahalı hediyelerle oraya gönderdiler.

Amr; “Ey hükümdar! Bizden aklı ermeyen bazı gençler senin ülkene sığındılar. Onlar atalarının dinini terk ettiler. Senin dinine de girmediler. Bizim de sizin de bilmediğimiz yeni bir din icat ettiler. Onların babaları, amcaları ve yakın akrabaları onları geri yollaman için bizi sana elçi olarak gönderdi. Onlar bu kimselerin kusurlarını ve kabahatlerini sizden daha iyi bilirler.” dedi.

Bunları Kureyşe teslim etmesini istedi. Hükümdar müslümanları dinlemeden karar vermedi.

Muhâcirler adına Cafer konuştu. “Ey hükümdar!  Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan ve taştan yapılmış putlara tapar, kendiliğinden ölmüş hayvanların etlerini yer, kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, insanlık dışı bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilenmez, komşu hakkı tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı ezer, zenginlerimiz fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak hukuk nedir bilinmezdi.” 

“Biz bu halde iken Allah celle, bizim içimizden asil soylu, doğru, güvenilir, iffetli olarak bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O bizi bir olan Allah'a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi emretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalancı şahitlik yapmayı, yetim malı yemeyi ve namuslu kadınlara iftira etmeyi ise yasakladı.”

“Biz de onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah'tan ona gelenlere tabi olduk. Sadece Allah'a ibadet ederek O'na hiç bir şeyi ortak koşmadık. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını ise helal bildik. Halkımız bu sebeple bize düşman oldu, bize zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara tapmamız ve önceden yaptığımız kötülükleri yeniden işlememiz için bize işkence ettiler. Hayat bizim için çekilmez bir hale geldi, dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinde senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himaye ve komşuluğuna can attık. Ey hükümdar, biz senin yurdunda hiç bir kötülüğe maruz kalmayacağımızı ümit ediyoruz.” (İbn Hişâm, es-Sîre, 1/359,360)

Cafer'in konuşmasını sükûnet içerisinde dinleyen Necaşi: Allah tarafından Peygamberinize gönderilen vahiyden ezberinde bir şey var mı, diye sorduğunda Hz. Cafer; Hz. Yahya ve Hz. İsa'nın doğumları ile ilgili ayetleri ihtiva eden Meryem Suresi’nin ilk bölümünü okudu. 

Necâşî: “Allah’a yemin ederim ki bu sözler Hz. Musa ve Hz. İsa'ya gelen vahiylerle aynı kaynaktandır.” dedi ve Mekkeli elçilere dönerek: “Siz ikiniz gidin artık. Vallahi, ne ben onları size teslim ederim ne de kimse onlara dokunabilir.” sözleriyle taleplerini reddetti. (İbn Hişâm, es-Sîre, 1/360)

Müşrik elçileri elleri boş döndü.

Habeşistan muhacirlerinin bir kısmı Mekke’ye (2si orada öldü, 7si hapse atıldı) , bir kısmı (33 erkek, 8 kadın) Medine’ye döndü. 24 tanesi Bedir savaşına katıldı. Cafer b. Ebi Talib 7. Hicri yılda Hayber’in fethedildiği gün Medine’ye döndü.

 

-Müşriklerin muhâlefet sebepleri

Allah (cc) âlemlerin Rabbi. O’nun gönderdiği İslâm Tevhid ve fıtrat dini. Muhammed (sav) el-Emin idi. Müşrikler ise her yönden yanlış yolda idiler.

اِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ اِفْكًاۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا فَابْتَغُوا عِنْدَ اللّٰهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُۜ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿17﴾

“Siz, Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise rızkı Allah’ın katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Ankebût 29/17)

Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿18﴾

“Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır diyorlar. De ki: Siz, Allaha göklerde ve yerde Onun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.” (Yûnus 10/18. Bir benzeri: Furkan 25/55)

Cinleri veya melekleri Allah’ın parçası saymak yanlış. Ya da onlara tanrılık vermek.

  وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِه۪ جُزْءًاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُب۪ينٌۜ ﴿15﴾

“Böyle iken (“melekler Allah’ın kızlarıdır” demek suretiyle) kullarından bir kısmını O’nun parçası saydılar. Şüphesiz insan apaçık bir nankördür.” (Zuhruf 43/15)

وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ ﴿57﴾

“Onlar, kızların Allah'a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! Allah bundan münezzehtir. Beğendikleri de (erkek çocuklar) kendilerinin oluyor.” (Nahl 16/53)

Buna rağmen hak davete karşı geldiler. 

Zira onlar;

1-Putçuluğu terketmek istemiyorlardı. Onlara göre doğru yol atalarının dini idi. Buna aykırı olan şeyler onları rahatsız etti.

Ebu Talibi arabulucu olması teklifi getirenlere hz. Peygamber; “ben onlara bir kelime teklif ediyorum” sözüne “biz sana on kelime söyleriz, yeter ki bu davadan vazgeç” sözleri üzerine Peygamber kelime-i şehâdeti okuyunca “yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen budur. Biz bunu işitmedik, şüphesiz bu uydurmadır. Kur’an aramızda ona mı indirilmeliydi” dediler. (İbn Saad, 1/190) 

2-Mekke’de ve Kâbe’de bütün arapların hakkı olduğunu düşünüyorlardı.

وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَمًا اٰمِنًا يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقًا مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿57﴾

Onlar, “Sizinle beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız” dediler. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve mahsullerin kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. (Kasas 28/57)

3-Güç ve nüfuzu, çıkarı kaybetme endişesi. Diğer kabileler üstünde kurdukları dini üstünlüğün, dolaysıyla çıkarlarının zarar görmesinden korkuyorlardı. Kâbeye gelenlere artık put satamayız diye korkuyorlardı. Onlar putçuluk sayesinde Mekke’de ve çevrede bir sistem kurmuşlardı. Bu yeni din iddiasının bu sistemi değiştirmesini istemiyorlardı.

Ayrıca Abdulmuttalip’ten sonra Mekke’de ağırlık Ümeyye oğullarına geçmişti.

4-Atalardan gelenlere aşırı değer veren araplar, şirk dininin korunması gereken ata mirası olduğuna inanıyorlardı. Onlar için ataları taklit, onların izinden gitmek inançtı.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ ﴿104﴾

“Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygamber’e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?” (Mâide 5/104)

5-Kur’an’a göre onların ahlâk ve davranışları çirkindi. Onlar ise buna müdahele edilmesini kabul etmiyorlardı. Ebu Leheb, Ahnes b. Şüreyk, Nadr b. Hâris, Ebu Cehil gibi. Vahiy onları isim vermeden tenkit ediyordu.

 وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَه۪ينٍۙ ﴿10﴾ هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَم۪يمٍۙ ﴿11﴾ مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ ﴿12﴾ عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَن۪يمٍۙ ﴿13﴾ اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَۜ ﴿14﴾ اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿15﴾

“Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.” (Kalem 68/10-14)

كَلَّا لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ۬ لَنَسْفَعًا بِالنَّاصِيَةِۙ ﴿15﴾ نَاصِيَةٍ كَاذِبَةٍ خَاطِئَةٍۚ ﴿16﴾

“Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız.” (Alak 96/16)

6-Ölümden sonraki hayata inanmıyorlardı. Zira bu inanç sorumluluğu gerektirir. Kur’anın hesaptan ve cehennemden bahsetmesi hoşlarına gitmiyordu. “Dediler ki: وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ ﴿24﴾

“Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder. ”Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.” (Câsiye 45/24)

7-Câhiliyeyye de sosyal tabakalar vardı. İslâm ise herkesin eşit olduğunu söylüyordu. Kendileriyle köleleri eşit gören dine inanmak istemediler.

8-Kabileler arası, Mekke’de Haşimî-Emevî (Ümeyye oğulları) rekabeti de vardı. Haşimoğullarından çıkan Peygamberi diğer kabilelerin ve Emevîerin kabulü zordu. Bunu Ebu Cehil’in sözünde daha iyi anlıyoruz. “Onlar yedirdi, biz de yedirdik. Onlar misafir ağırladı biz de ağırladık. Onlar kan akıttı biz de akıttık. Şimdi bize üstünlük sağlamak için onlardan biri peygamberlik iddiasında bulunuyor. Biz asla ona inanmayacağız.”

9-Bazıları peygamberliğin daha asîl birine verilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.

Ukbe b. Ebu Mu’ayt’ın; “Nasıl olur, ben Kureyş kabilesinin büyüğü ve başkanı olduğum halde bir kenara bırakılayım da Muhammed’e vahiy gelsin! Nasıl olur, Ebû Mes‘ûd Amr b. Umeyr es-Sekafî kabilesinin reisi de bir yana bırakılsın!” dediği rivayet edilir. 

Kur’an böylelerine şöyle cevap verdi:

وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ وَاِنَّا بِه۪ كَافِرُونَ ﴿30﴾ وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ ﴿31﴾

“Gerçeğin bilgisi gelince, ‘Bu bir büyü, biz bunu kabul etmiyoruz. Bu Kur’an şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!’ dediler. Rabbinin rahmetini paylaştırmak onlara mı düşmüş? Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık ...” (Zuhruf 43/30-31. ayrıca bkz. En‘âm 6/123-124)

Onun ölçüsü Hakikat değil; gelenek, toplum, güç, sayı idi.

10-Peygamberlerin davetine karşı çıkmak müşriklerin kadim geleneğidir. İnsan kendini yetiştiren kültürü, içinde yoğrulduğu anlayışı, kendini eğiten inançları kolay kolay terkedemez. Pek çok insan toplumdaki yeniliklere karşı çıkar.

11-Tevhid inancı; düşüncey, işlere (amellere), hayata, değerlere Allah’ı karıştırmayı gerektirir. Oysa çoğu insan nefsinin hevâsına uyarak yaşamak ister, görünmeyen bir otoriteden, Allah’ın kendi keyfine karışmasından hoşlanmaz. Allah’ın dışında tanrılar edinirlken Allah’ın hayatalarına müdahil olmasını istemezler. Kendi atadıkları tanrı inancı daha çok işlerine gelir.

12-Yeni din müntesiplerinden fedakârlık, sorumluluk, zorluklara direnme istiyordu. Çoğu kimse buna hazır değildi ya da yapmak istemiyordu.

13-İlah tasavvurunun yanlış oluşu. Allahın vahiy göndereceğini, vaadte bulunacağını, kaderine güvenmiyorlardı.

14-Materyalist, maddeci, dünyalık anlayış. Görünmeyen tanrı yerine görünen tanrıları tercih.

وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى نَرَى اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ ﴿55﴾

“Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.” (Bakara 2/55)

 

 

Not: Derslerde İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı adlı kitabı takip edildi. Bu notlar bu kitaptan konu sıralaması takip edilerek, kısaca veya sadece başlık olarak alınmıştır. Kitapta olmayan dersler ve notlar tarafımızdan hazırlanmıştır.