KUBA AİLELER DERSİ

Kasım 2019 – Nisan 2020

Hüseyin K. Ece

11.DERS  31.01.2020 Cuma

Mekkeli müşriklerin İslâmî davete karşı tepkilerini 9 başlıkta toplamaştık. Hatırlayalım. Sırasıyla:

1-Sessiz kalma, önemsememe,

2-Alay etme, dalga geçme,

3-Hakaret veya sözlü işkence

4-Baskı ve fizikî işkence, öldürme,

5-Uzlaşma teşebbüsü (taviz istme),

6-Birinci tehcîr,

7-Ambargo (boykot),

8-İkinci tehcîr (Büyük Hicret),

9-Fiilî savaş (saldırı).

 

BÜYÜK HİCRET

 

 

-Hicret nedir

Hicret terketmek, hicret etmek, şirkten uzaklaşmak, emsalinden üstün olmak mânalarına gelen ‘he-ce-ra’ fiilinin masdarıdır. R. Isfehânî’ye göre hicret, kişi veya kişilerin bulundukları yerden göç yoluyla ayrılmaları demektir. (R. el-Isfehânî, Müfredât, s: 782)

Bir şeyden veya bir yerden ayrılma beden ile olabileceği gibi, dil ile veya kalb ile de olabilir. Nitekim bu anlamda Kur’an’da kullaniliyor.

 وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْراً جَمِيلاً {10}

“Onların (müşriklerin) söylediklerine katlan ve onlardan güzellikle ayrıl.” (Müzemmil 73/10. Ayrıca bkz: Nisâ 4/34 Meryem 19/46. Mü’minun 23/66-67. Furkan 25/30. Müdessir 74/5)

Kurumsal (ıstılah) anlamıyla hicret

‘Hicret’ tarihsel bir terim olarak Peygamberimizin ve Mekkeli müslümanların milâdî 622 yılında, peygamberliğin onüçüncü yılında Mekke’den Medine’ye göç etmeleridir.

Fıkhî bir terim olarak da, küfür diyarından dinî maksat ve gayelerle İslâm diyarına göç etmeyi ifade eder.

Milâdi 22 temmuz 622.

Bundan kamerî takvimle tam 1441 sene once. İnsanlık tarihini değiştirecek bir olay gerceklesti: Hicret. Son Nebi’nin Hicreti.

Bu, sıradan bir göç, yer değiştirme, kaçış veya bir başka ülkeye iltica değildi. Sonucu, semeresi, hikmeti, ibretliği, mesajı kıyâmete kadar sürecek olan bir yürüyüştü.

 

a-İnsanın hicreti

Hicret bir yerden başka bir yere göç veya hareket ise insan ve bütün bir kâinat hicret halindedir.

Önce Âdem’le yeryüzüne hicret ettik. Sonra ana rahminden dünyaya, dünyada oradan oraya, hayatın bir yönünden diğer tarafına, sonra öteki âleme hicret ediyoruz.

Müslümanın hayatı bir yönüyla iman ve hicrettir. “Allah’tan geldik yine ona döneceğiz” (Bakara 2/156) âyetinin açılımı biraz da budur.

Hicret yolculuğu çağrıştırır. Öyleyse “ey insan sen yolcusun. Hedefe varmak icin doğru yolu seç, doğru yol arkadaşı seç, doğru kılavuz seç.”

 

b-Peygamberlerin hicreti

Hicret bir açıdan ayağa kalkmak, çalışmaya başlamak, ciddi bir bir hedef için yola koyulmak ise tarihin bütün ak yüzlü ve ak yürekli erlerinde ve kadınlarında hicret olayını görüyoruz.

 

b1-Âdemin hicreti

Âdem dünya hayatını yaşamak için Cennet’ten dünyaya hicret etti. Bu hangi sebeple olursa olsun bize üç önemli şeyi hatırlatıyor.

1.Hayatı düzenlemek Allah’a aittir. Bu konuda insanın yersiz söz söylemesi işe yaramaz.

2.Kavuşmak için terketmek, kazanmak için sa’y u gayret gerekir. Allah (cc) Âdem’in şahsında insanlara bedel ödemeyi ve hak etmeyi öğretiyor.

 

b2-Yûnus’un hicreti

Her sebeple olursa olsun Yûnûs (as), yenilenmek, umut tazelemek, toparlanabilmek icin hicret etti, görevli olduğu yerden.

Ama bu henüz izin verilmemiş bir terk idi. O yüzden onun hicreti balığın karnından geri döndü.

Ama o hicret onu davetinde başarıya ulaştırdı, kavminin hidâyet bulmasına vesile oldu.

 

b3-İbrahim’in ve Hâcer’in hicreti

İbrahim (as) doğduğu beldede gorevini yapamayınca Filistin’e göç etti. Sonra da Kâbe’yi inşa etmek ve haccı başlatmak üzere hanımı ve İsmail (as) birlikte, ekin bitmez bir vadiye hicret etti.

Bu hicretin ne üstün ve bereketli meyveler verdiğini onların hatırasından, Beytullah’tan ve Hac ibadetinin menâsikinden anlıyoruz.

Hacer İbranice’de, kaçma kaçış demektir. Bazıların göre o Arapaça’daki hecr kökünden gelir. Bu da terketmek, hicret etmek; şirkten uzaklaşmak; emsalinden üstün olmak” demektir. Buna göre Hâcer; hicret eden demek olur. Hâcer’e müslümanlar “hicretin gelini” derler.

Hz. İbrahim’in ve Hâcer’in hicretinin bereketi büyüdü, yayıldı, kıtaları aştı ve günümüze kadar ulaştı.

Mekke yerleşime açıldı. Kâbe’yeniden inşa edildi. Hac ibadeti başladı. Hâcer’in su için Safa ve Merve tepeleri arasındaki telaşlı koşuşu “say’” olarak hac menâsikinden oldu.

İbrahimin torunları asırlar sonra İsmailoğulları olarak ortaya çıktı.

- Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as)’in torunu olan âhir zaman Peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) namazda kıblesi, hacda menâsiki olacak o yerlerde onların hatırasını bakileştirmek için, ilahî hikmet, böyle bir maceranın olmasını istemiştir.

Hz. İbrahim (as) hayat yürüyüşünün hedefini su güzel sözlerle özetledi:

    وَقَالَ إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {26}

 “… Ben Rabbime dogru giden bir muhâcirim…” (Ankebût 29/26)

 

b4-Yûsuf’un hicreti

Peygamber torunu, peygamber oğlu peygamber hz. Yusuf, baba ocağından kuyuya, kuyudan köleliğe, kölelikten peygamberliğe ve devlet yöneticiliğine hicret etti.

O hicretin bereketiyle Tevhid o beldenin insanlarına ab-ı hayat taşıdı.

 

b5-Musa’nın hicreti

Kıssası Kur’an’da defalarca anlatılan hz. Musa’nin hayatı baştan başa hicret.

Doğar doğmaz bir sandığın içinde su ile Firavunu’un sarayına,

delikanlı olunca oradan Semud kavminin diyarına,

on yıl sonra ailesiyle tekrar Mısır’a,

oradan yoğun mücadeleden sonra önünde yol olan denizden gecerek Allah’ın vadettigi beldeye, Kenan diyarına hicret.

Onun bu hicreti o günkü Mısır’dan Filistiné doğru bir özgürlük hicreti idi.

 

c-Hz. Muhammed’in hicreti

Tarihe iz bırakan en büyük Hicret hz. Muhammed’in hicreti ve en büyük muhâcir de Hz. Muhammed’dir.

Zira onun hicreti sıradan bir göç değil, etkisini yüzyıllara yayılan, günümüze ulaşan ve kıyâmete kadar devam edecek olan bir hicretti.

Bu nedenle Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye gidişine göç etme, taşınma, kaçma, iltica etme demiyoruz: Hicret diyoruz. Zira başka hiç bir kelime onun bu essiz göçü asıl manası ve kapsamıyla ifade edemez.

 

c1-Hicreti hazırlayan şartlar

Hatırlayalım, Mekke şehir devletinin ve onun zalim yöneticilerinin zulmünden ve baskısından dolayı Müslümanlar daha önce iki defa da Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmışlardı.

Onlar, Mekke’de adi suç işleyen, başkalarının malına veya ırzına tecavüz eden, başkasının canına kasdeden kimseler değillerdi. Kimse onlara en kötü, en şirret, zararlı, soyguncu, haydut diyemezdi.

Tam aksine onlar, Hz. Peygamberin davetine uyup müslüman olduktan sonra ahlâkları düzeliyor, kötü huyları gidiyor, önceden yaptıkları fenalıklardan iz kalmıyordu.

Onlar, ‘Lâilâhe ilallah muhammedü’r Rasûlüllah-Allah’tan başka tanrı yoktur, Hz. Muhammed O’nun elçisidir’ diyorlardı.

Mekke yöneticileri, eğer bu sıradan bir söz olsaydı seslerini çıkarmazlardı. Bu sözü söyleyen, eski inancını, ahlâkını, hayata bakışını, anlayışını, daha doğrusu atalarının ve bilhassa Mekkelilerin sömürü aracı olan şirk dinini terkediyordu.

Bu sözü söyleyen değişiyor, bambaşka bir insan oluyor, Hz. Muhammed’e uyuyor, O’nun söylediklerini hayatına uyguluyordu. Mekke oligarşisinin çizdiği sınırın dışına çıkıyor, dahası kontrol dışı kalıyordu. Böylece sorun oluyordu.

Muhammed’in (as) kendisi ve onun getirip tebliğ ettiği vahyi kabul eden mü’minler, günün birinde Mekkelilerin baskısına dayanamayıp bir iman yolculuğuna çıkmak zorunda kaldılar. İmanın hayat olmasına imkan tanıyan bir başka beldeye gitmeye mecbur oldular.

 

c2-Sahabelerin hicreti (Muhâcirler)

Hicret edene “muhâcir” denir. Özel bir isim olarak dinî sebeplerden dolayı Peygamberle birlikte Mekke’den Yesrib’e göç eden müslümanları ifade eder.

Kur’an Peygamberimizle birlikte hicret destanıni yazan güzel insanları 5 âyette çoğul olarak ‘muhâcirler’ bir âyette de “muhâcirât –kadın muhâcirler” diyerek, 9 âyette de ‘hicret ettiler’ fiil şeklinde işaret ederek övüyor. İki âyette de “muhâcir” şeklinde geçiyor.

Allah (cc) kendi yolunda hicret edenleri övüyor.

الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ {20}  

“İman edip, hicret etmiş ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihadda bulunmuş kimseler, Allah katında derece yönünden daha büyüktür ve işte bunlar o murada eren kurtulanlardır.” (Tevbe 9/20)

وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ {41}  

Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.” (Nahl 16/41. Bir benzeri: Bakara/218. Ayrıca bkz: Haşr 59/8. Ahzab 34/6) Mumtehane 60/10. Enfal/74-75. Nur 24/22 Nahl 16/41. Tevbe 9/117. Tevbe 9/100)

 

c3-Hicret: Nebevî direniş

Akabe biatlarından sonra Yesrib’in müslümanlar için sığınılacak, emin olunacak, cemaat olunacak bir yer olacağı belli oldu. Hicretin zemini hazırlandı.

Yesrib ile öteden beri bir bağ vardı. Peygamberin dede tarafından dayıları (Naccaroğulları), babası Abdullahın mezarı orada idi.

Cahiliyye döneminde dedesinin akrabaları bir seferinde ona yardıma gelmişlerdi. Daha da önemlisi Yesribli müslümanlar Peygamber’i davet ettiler ve korumaya söz verdiler.

Peygamberin izniyle gücü yeten müslümanlar gizli gizli, tek tek veya kafile kafile Yesrib’e göç ettiler. Zira müşrikler, onların hicretlerinden rahatsız oluyorlardı, onlara engel olabilirlerdi.

622 yılının Rebiulevvel ayında Mekke’de az müslüman kaldı.

Peygamber müslümanlar güvenle hicret edinceye Mekke’de kaldı. Müşrikler onun da göç edeceğini anladılar ve engel olmanın çarelerini aradılar. Çünkü onun hicretinin kendilerinin aleyhine olacağını tahmin ediyorlardı. Peygamberin Mekke dışında bir siyesi ve ekonıomik güç olması, onlar için istenmeyenler bir şeydi.

Müşrikler Daru’n-Nedve’de toplantılar. Hapsedelim dediler. Bu fikir beğenilmedi. Sürgün edelim denildi. Bu görüş de beğenilmedi.

Ebu Cehil’in teklifiyle, onu topluca öldürme kararı aldılar. Haşimoğullarından çekiniyorlardı. Her kabileden temsiciler bunu yaparsa, Haşimoğulları hepsiyle savaşı göze alamazdı. Onlar da diyet verir bu işi halletmiş olurlardı.  

Kur’an onların bu tuzağını şöyle anlatıyor:

“Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir.” (Enfal 8/30)

Onların bu kararını duyan Abdulmuttalibin kız krdeşinin kızı Rukayka b. Safiyy gelip haber verdi.

Zaten hicrete niyetli olan hz. Peygamber (sav) hazırlık yapmaya başladı. Hicretin bir nevi planını hazırladı. Gayet ustalıklı, stratejik bir yolculuk planı yaptı.

Ebu Bekr’e “Acele etme, belki Allah sana bir arkadaş verir” dedi.

Bir gün onun evine gündüz gitti. Hicreti haber verdi. Hazırlık yapmasını söyledi. Ebu Bekir iki deve hazırladı. Birini Peygamber satın aldı. Kızları Aişe ve Esma azık hazırladılar. Abdullah b. Uraykıt’ı kılavuz olarak kiraladılar. Müşrik ama emin ve işinin ehli bir adam.

Bir gece birlikte yola çıktılar. Güneye doğru, Sevr mağarasına gittiler. Orada üç gün kaldılar. Âmir b. Füheyra koyunlarını yakınlarda güttü. İzlerini silmeye çalıştı. Ebu Bekrin oğlu Abdullah da Mekke haberlerini getirirdi.

O gece müşrikler Peygamberin evine geldiler. Ama sabahleyin onu değil Ali’yi buldular. İlginçtir: Müşrikler Peygamberin evine gece girmediler. Ona bir şey yapmadılar. Onun görevi emânetleri sahiplerine vermekti. İlginçtir: Müşrikler öldürmeye geldikleri adama değerli eşyalarını emânet ediyorlardı.

Ertesi gün onu armaya başladılar. Bulana deve vadettiler. Sonra Ebu Bekr’in evine geldiler, evini sorguya çektiler.

İz sürerek Sevr mağarasına kadar geldiler. Ama içeri girmediler.  Kaynaklar mağaranın kapısınına örümceğin ağ ördüğünü, güvercinin yuva yaptığını gördüler, diyorlar.

Bunları Allah yaratlabilir. Ama Peygamber bunları hesaba katarak değil, her türlü tedbiri alarak yola çıkmıştı.

Ebu Bekr bunu anlayınca korktu, endişelendi. O anı âyet şöyle anlatıyor:

Eğer siz ona (Resûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/40)
Üç gün sonra hz. Muhammed, Ebu Bekir, Âmir b. Füheyra, Abdullah b. Uraykıt yola çıktılar. Bilinen yolu değil, başka bir güzergâh takip ettiler. Böylece başkaları tarafından görülmekten kurtuldular.

Yolda bazı kimselerin ve kabilelerin saygısını ve ikramını gördüler.

Yesrib’e doğru Mekke yoluna ulaştılar. Orada Kasas 8/85in indiği söyleniyor: “(Rasulüm) Kur’an’ı sana farz kılan Allah elbette seni yine dönülecek yere dönderecektir.”

12 Rabiulevvel 24 Eylûl 622 yılında Kuba’ya ulaştılar.

Avf b. Mâlik oğullarına misafir oldu. Orada bir kaç gün kaldı. Bu sürede Kuba mescidi tamir edildi.

Ali görevini yaparak Kuba’da ona kavuştu.

Oradan Yesrib’e hareket etti. Rauna’da ilk Cuma namazını kıldırdı. (Orada şimdi Cuma mescidi var).

Sonra Yesrib’e geldi. Herkes onu misafir etmek istedi. Ama o devesinin çöktüğü yerde Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî’ye misafir oldu.

Yesribli müslümanlar günlerden beri bekledikleri yolcuya kavuştular. Medine son elçiye kucak açtı. Hidâyeti kabul etti. İslâmî davete mekan oldu. İslâm medeniyetine beşik oldu.

Bundan sonra Kur’an’da adı Yesrib (Ahzab 33/13) ve Medine ((Tevbe 9/101, 120. Ahzab 33/60. Münafikûn 63/8) olarak da geçen bu şehir Medinetü’n-Nebi oldu.

Allah (cc) Hz. Peygamber’e şöyle dua etmesini emretti.

De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (İsrâ 17/80)

Ve bu dua müstecab oldu.

 

c4-Hicret esnasında Yesrib/Medine

Peygamber (sav) burasını İslâmla şereflendikten sonra müslümanlar için sosyal, siyasal, kültürel ve medeniyet merkezi haline getirdi.

İklimi güzel, topraklaı verimli, hurması ile ünlü bir belde.

Üç yahudi kabile: Ben-i Nâdir, Ben-i Kaynuka, Ben-i Kurayzâ.

Babil sürgününden sonra buraya, Hayber’e yerleştikleri tahmin ediliyor.

Yemen kökenli olduğu sanılan iki Arap kabilesi Evs ve Hazrec.

Bu iki büyük kabilenin pek çok alt kolları vardı.

Yahudilerle yaptıkları mücadeleleri kazanıp Medine’de daha iyi bir konuma geldiler. Lakin bu uzun sürmedi, aralarında yıllarca (120 yıl kadar) süren mücadeleler, savaşlar oldu. En şiddetlisine Buas dendi.

Yerleşik olmalarına rağmen kabile anlayışı bunlarda da vardı. Herkes kendi mahallelerinde yaşıyorlardı.

Ortka bir yönetici seçemediler, dönüşümlü başkanlığı başaramadılar.

Mekke’deki gibi Dâru’n-Nedveleri yoktu.

Hicretten önce Abdullah b. Übey’yi kral olarak seçmeyi düşünüyorlardı.

Bunlar da puta tapıyorlardı. Putları Menat ve Lât idi. Ailelerin kendi putları vardı.

Yesrib’te hırıstiyanlık yoktu. Onlar da kâhinlere başvuruyorlardı.

Çok evlilik yaygındı. Miras erkeklere verilirdi. Onlar da şiir ve şairlere önem verirlerdi. Cenaze ağıtçıları olurdu.

Yahudi kabileleri daha çok kuymculukla, diğerleri tarımla ve hayvancılıkla geçinirlerdi. Ticaret kervanlarının bazıları buradan geçerdi. Hurmacılık yaygındı. Hurmadan şarap yaparlardı.

O sırada nüfusunun 10 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.

 

c5-Hicret: Fethe giden yol

Her kararın üstünde bir karar vardı. O karar geldi ve kutlu yürüyüş başladı.

Bu yolculuk (hicret) sıradan bir göç değildi. Bu göç ekonomik nedenlere dayanan yer değiştirme, daha rahat yaşama elde etmeye yöneliş, ya da başka diyarların zenginliklerinin, lüks ve modern hayat şeklinin çekici daveti de değildi.

Hicret öyle rastgele, haydi gidiyoruz, bir ticaret yolculuğu değildi. Akıl, fikir, zeka, tedbir ve insani gayretin sonucudur. İnce bir hesap, detayli bir plan, üzerinde iyi çalışıllmış bir projedir.

Hicret; korku ile umut, havf ile reca arasında harekettir. Hicretin Mekkesi korkudur, Medinesi umut. Umudu olmayanin eli kolu dökülür, oturduğu yerde kalakalır. Umudun olduğu yerde hicret, hicretin oldugu yerde umut var demektir.

Hicret medeniyettir. Bedeviyetten medeniyete yürüyüştür. Medine medeniyetin ana rahmidir. Tevhid tohumunun kabuğunu çatlatıp filiz vermesidir

Bu hicret aydınlığa, kurtuluşa, İslâmın nuruna, İslâmí tebliği en uzak yerlere kadar götürebilme imkanına, Allah’a hakkıyla kulluk yapma fırsatına uzanan bir yolculuktu.

Hicret, nebeví bir direniş, savunmaya kapı açan bir taktik, örgütleşmeye uzanan güçlü bir siyasetti.

“Hicret, kavuşmak için terketmektir.” (M. İslâmoğlu, Sözün Gücü mü Gücün Sözü mü? s: 203-204)

İslâm tarihinde Mekke’nin fethi onemli bir olaydir. Zira Mekke Tevhidin başkenti, şehirlerin anası (Ummü’l-kura) ve hac mekanı idi. Orayı şirk dini (müşrikler) işgal etmisti. Bu işgal, Kâbenin verdigi ruha, mesaja, şuura, etkiye ve diriltici soluğa engeldi.

Fetih Kâbe’yi özgürleştirdi ve görevini yapmasının yolunu açtı.

Bu önemli fethin kapısını hicret açtı. Hudeybiyye anlaşması bunu sağladı. İşte asıl fetih de budur Kur’an’in diliyle: Hudeybiyye.

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُّبِيناً {1} لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطاً مُّسْتَقِيماً {2} وَيَنصُرَكَ اللَّهُ نَصْراً عَزِيزاً {3}

“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder.” (Fetih 48/1-3)

Yani Mekke’nin kapılarını, o günkü müşriklerin, daha sonradan gelecek milyarlarca müslümanın yürek kapılarını o açtı. Hicret bu fethe hazırlığın bir aşaması idi.

Medine harika İslâm Medeniyetine giden yolda ilk beşik, ilk durak idi. Hicret işte bu sürecin adıdır. (M. İslâmoğlu, Sözün Gücü mü Gücün Sözü mü, s: 2002-203)

 

d-Hicretin sonuçları

İslâmî davetin üç aşaması var denilebilir: Bireyselleşme, kitleleşme, devletleşme

O Mekke’de bireysel planda yüreklere ulaştı, yerleşti, insanlar fert fert hidâyet buldular.

O, Hicretle birlikte Medine’de önce kitleleşti, cemaat (toplum) oldu, sonra da siyasi bir güç oldu (bir anlamda devletleşti).

İslâm, Hicret’le toplumsal planda uygulanma imkanı buldu. Hicret’le kendi hakimiyetini kurdu, ayrı bir güç ve taraf olarak ortaya çıktı ve Medine’den diğer insanlara rahatlıkla ulaşabilme yolları açıldı.

Bir başka deyişle diğer beldelerin insanları Hicret’ten sonra İslâm nimetiyle ve onun nuruyla tanışma imkanına kavuştular.

Müslümanlar Mekke’de iken, oradaki site devletinin vatandaşları idiler. Hukuk yönünden mevcut otoriteye bağlıydılar. Putperest olan otorite sahipleri ise, ataları adına uydurdukları din ve sistemle insanlara hükmediyorlar, saltanatlarını sürdürüyorlardı.

Peygamberimizin daveti ise, onların izni, kontrolu dışında bir gelişmeydi. Üstelik O’nun davet ettiği Din, onların atalarının dinini ve ona dine ait hayat anlayışını, kurulu düzeni reddediyordu. Peygambere ve O’na inananlar Mekkelilerin kontrolünden çıkıyorlardı.

Bu açıdan müslümanlar dinlerini rahatlıkla yaşıyamıyorlar, İslâmí tebliği başkalarına rahatlıkla ulaştıramıyorlardı. İslâmı sosyal yaşıyamıyorlar, hükümleri hakkıyla uygulama imkanı bulamıyorlardı. Çünkü müşrikler onlara karışıyorlardı. Mekkeli yetkililere göre müslümanlar kendilerinin bir parçasıydı, dolaysıyla onlardan izinsiz başka dine inanıp, başka hayat şekli seçemezlerdi.

Hicretle mü’minler barınacak bir yurda kavuştular. Orada kendi hakimiyetlerini ve hukukí varlıklarını kurunca Mekkeliler karşısında bir taraf oldular. Toplumsal bir güç haline geldikten sonra kendilerine saldıranlara karşı savaşma iznine kavuştular.

Hicretin pek çok sonuçları olmakla birlikte burada öne çıkanlardan bir kaç tane sırayalım:

1-Mü’minler imanlarını yaşayacak, Kur’an’ı hayata aktaracak bir yer ve imkan buldular.

2-Mekke’nin vatandaşlığından, baglarından, Mekke site devletinin kurallarından ve geleneklerinden özgür oldular. Zira Mekke’de kaldıkları sürece onları kendi vatandaşları gören müşrikler onlara karışma hakkını kendilerinde görüyorlardı.

3-Hicretle Yesrib Medinetu’n-nebi, kısaca Medine oldu. Bu da oranın, ahalisinin, çevresinin hak dinle buluşması demektir. Bu giderek dinin getirdiği dünya görüşü ile medenileşmeye, medeniyet kurmaya doğru bir başlangıçtı. Hicretle birlikte müslümanlar Vahiy medeniyetinin temellerini attılar.

4-İlâhi davet çevreye açılma imkanı buldu. Mekke’de hem Peygamberin hem de sahabelerin hareket alanı dardı. Peygamber sahebeleri Darul- Erkam gibi yerlerde gizli eğitiyordu. Baskı ve içkence sebebiyle bir kısmı Habeşistan’a gitmrk zorunda kalmıştı.  

5-Hicretle müslümanlara savunma savaşı (kıtal) izni verildi. Bu da İslâmî daveti korumada ve onunu acmada son derece önemli bir merhale idi.

6-Hicret imanı muhalefetten iktidara taşıdı. Hicretten sonra oluşturulan model toplum sonraki çağlara örnek oldu.

7-Hicretle birlikte İslâmî ahkâm gelmeye ve uygulanmaya başladı. Bu bir yönüyla Vahyin toplumsal hayata mudahalesi idi.

8-Hicret, mü’minleri camiye kavuşturdu. Yani merkeze, birlikteliğe, organizeye, toplum  olmaya.

9-Hicret mü’minler vatan bilincini öğretti. Bir ülkenin vatan olarak değeri orada İslâmın gereklerini yapabilmekle, kutsal değerleri yaşatabilmekle ortaya çıkar. İslâmın yaşanmasına izin verilmeyen, kutsal değerlerin ayaklar altına alındığı yerler mü’min icin kuru toprak parçası olmaktan öteye geçmezler.

10-Hicretle müslümanlar yavaç yavaş -Fransizca ifade ile “le facto” olmaktan “le jura” konumuna yukseldiler.

Hicret öncesi varlıkları fiilí bir varlık iken Hicret sonrası hukukí bir varlık oldular.

(de jura: Doğru, hak, hukuka uygun, münasip; de facto fiilen var olan, gerçekten yapılan, uluslararasi ilişkilerde bir devleti fiili olarak tanıma anlamına gelmektedir.)

Nitekim, Hicretin altıncı yılında Mekkeliler, müslümanlarla Hudeybiyye anlaşmasını yaptılar ve onları hukukí bir taraf-varlık olarak tanıdılar. Bu diplomatik zafere Kur’an ‘en büyük fetih’ demektedir. Zira bu anlasma ile o güne kadar kaçak, suçlu, ayrılıkçı, isyancı sayılan, hatta ortadan kaldırmak üzere üç defa Medine’ye kadar gelmek zorunda kaldıkları müslümanları bir taraf, bir muhatap, bir siyasi güç olarak tanıdılar. Bu da İslâmî davetin önünü açtı. 

11-“Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.” (İsrâ 17/76-77)

Bu âyetler Peygamberin yurdundan zorbalıkla çıkarılacağını söyler. Ardından da mucizevi bir şekilde onların da orada fazla kalamayacaklarını söylüyor. Hicret  şirkin Hicazda inkiraz bulacağının müjdesidir.

12-Hicret “sünnetullah”ın bir hatırlatılmasıdır. Allah’ın yasasında bir değişme olmaz. Önceki peygamberlerin bir çoğu davetlerini yaymak için yerlerinden yurtlarından edilmişlerdi.

 

Not: Derslerde İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı adlı kitabı takip edildi. Bu notlar bu kitaptan konu sıralaması takip edilerek, kısaca veya sadece başlık olarak alınmıştır. Kitapta olmayan dersler ve notlar tarafımızdan hazırlanmıştır.