Takva bilinci ve oruç ilişkisi hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

Anadolu Öğrenci Birliği-Ramazan Buluşmaları

28 Nisan 2020

05 Ramazan 1441

 

-Takva nedir?

‘Takva’ kelimesinin aslı ‘vekâ’ fiilidir.

Bir şeyi korumak, zarar verecek şeylerden çekinmek, himaye etmek, bir şeyi başka bir şeyle bir tehlikeye karşı korumaya almak, bir şeyi başka bir şeyle giderme, koruma demektir.

Bu bir anlamda zararlı şey ile kendi arasına bir engel koymaktır.

“Ondan kalkan ile ittika etti” sözünün manası, onunla kendi arasına kalkanı engel yaptı, kalkanla kendini korumaya aldı demektir.

Bir hadiste bu anlamda geçiyor.

“...Yarım hurma ile de olsa, sadaka vererek, kendinizi bir tehlikeden, yani cehennemden koruyunuz (ittika ediniz)” hadisinde bu anlamda kullanılmıştır. (Müslim, Zekat/20 no: 1016. Buharí, Zekât/10, Edeb/34. Nesâí, Zekât/63. İbni Mece, Zekât/28 no: 1843. Darimí, Zekât/24. Müsned, 4/256, 257, 259, 377, 379, 6/137)

Yani kendinizle Cehennem ateşi arasına sizi onun ateşinden koruyacak bir engel koyun.

‘ittika’ sözlükte; elem ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini korumaya almak anlamına gelir. 

‘İttika’nın öznesi ‘muttaki’; korunan, sakınan, takva fiilini işleyen, kendini koruma altına alan demektir.

‘Takva’ ‘ittika’nın ismidir ve sözlük anlamı olarak, nefsi korktuğu şeyden korumaya almak, sakınmak, kuvvetli bir himayeye girmek, kendini bir şeyle koruma altına almak demektir.

Kur’an gelmeden önce Araplar bu kelimeyi insan ve hayvan gibi bir canlı varlığın kendini, dışarıdan gelebilecek bir zarara karşı savunması anlamında kullanılıyorlardı. Dini bir manası yoktu.

Kur’an, ‘takva’ kavramını da sözlük anlamını temel alarak, öz manasını koruyarak onu daha da zenginleştirdi, ona yepyeni bir anlam kazandırdı. Buna göre takva maddi bir tehlikeden değil, manevi azaptan, insanı bu azaba sürükleyecek kötü işlerden korunmaktır, dindarlık demektir. 

Kur’an ‘takva’yı genel olarak şu manalarda kullandığını söyleyebiliriz:

*Şirkin her çeşidinden yüz çevirmek.

*İslâm’a girdikten sonra büyük ve küçük günahlardan kaçınmak.

*Kalbi Allah’ı zikretmekten alıkoyacak her türlü meşguliyetten arındırmak.

*Hayatın tümünü Allah için yaşamak.

Kur’an’ın anlattığı ‘takva’ olayı, basit bir savunma, sıradan bir korku, kolay bir nefis koruması değil, iman ve amelle desteklenen bir bilinçtir.

İman edip Allah’a teslim olma, imanın gereklerini bilinçli bir şekilde, korku ve titizlikle yapmak, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımaktır.

 

-Takvanın tanımları

Takvanın pek çok tanımı yapılmış. Bir kaç örnek verelim:

-Din dilinde ‘takva’; Nefsi, ona günah kazandıracak şeylerden korumak demektir ki, bu da İslâma göre sakıncalı şeyleri terketmekle mümkündür. 

-Takva; günahların vereceği zarara karşı sâlih amelle kendini korumaya almaktır. Bu tıpkı dikenli bir yolda yürürken dikkatli olmaya benzer.

Ebu Hureyre’nin (ra) şu tesbiti ne kadar yerindedir. Kendisine birisi ‘takva nedir’ diye sormuş, o da şu cevabı vermiş: ‘Sen hiç dikenli yolda yürüdün mü?’ O da ‘evet’ demiş. Peki o zaman ne yaptın? diye tekrar sormuş.  Soruyu soran; ‘Dikenlerden sakındım, onlara karşı korundum, ya da zarar vermesinler diye kısalttım.’ Ebu Hureyre  o zaman dedi ki; ‘İşte takva budur.’ (nak. A. Ferid, Takva, s:16. H. El-Bennâ, bu soruyu Hz. Ömer’in bir bedeviye (bak. Tefsir İlmi ve Fatiha Tefsiri, s: 71), S. Kutub ise Hz. Ömer’in bu soruyu Übey b. Kâab’a sorduğunu ve aynı cevabı aldığını anlatıyorlar. (bak. fi-Zılâli’l Kur’an, 1/39)

*‘yapılması günah olanı yapmaktan, terkedilmesi günah olanı terketmemekten çekinmektir’,

*‘Allah’ın cezalandırmasından korkarak, O’nun verdiği bir nûr ile O’na itaat etmektir.

*Kendinle azap arasına ibadet kalkanını koyarak kendini ilâhí azaptan korumandır.

*Allah’a itaatle O’nun azabından sakınmadır. Nefsi, yapmak veya terketmekle azaba uğrayacağı şeylerden korumaktır.

*Takva, Allah’ın korumasına girmek, emrini tutup azabından korunmaktır.

*Talha b. Habib’in dediği gibi: Fitne ateşi çıktığı zaman onu takva ile söndürün. Sordular ki: Takva nedir? Dedi ki: “Allah’a, O’ndan bir nûr ile itaat etmen, Allah’ın sevabını beklemendir. Allah’ın haramlarını O’ndan bir nûr ile terketmen, Allah’ın azabından korkmandır.”

*Takvanın temeli kişinin neden çekinmesi gerektiğini bilmesi ve ondan sakınmasıdır. Bu da marifetle olur. Marifet kulun Allah’a ait olan ile, O’nun karşısında kendi bulunduğu yeri bilmesi, bu gerçeği anlaması, bunun şuurunda olmasıdır.

*Türkçe’de takva daha çok Allah korkusu ve daha çok ibadet olarak anlaşılır. Takva’da korku unsuru var ama o bundan daha kapsamlıdır.

Korku anlamı takva’yı anlatmaya yetmemektedir. Onda daha çok Allah’ın makamı karşısında kulluk bilinciyle davranma anlayışı söz konusudur. Allah’ın azameti ve Rabliği önünde kulluk mesuliyeti ile hareket etmektir.

Nitekim Muhammed Esed Kur’an meâlinde takva’yı ‘Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etme’, muttakiyi de ‘Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyan’ şeklinde ifade etmeye çalışmıştır. O şöyle diyor:

“Muttaki’yi ‘Allah’tan korkan’ şeklinde alışılagelen çevirisi, bu ibarenin olumlu içeriğini yeterli bir biçimde yansıtmaz –yani O’nun her zaman ve her yerde hazır olduğunun farkında olmayı ve kişinin bu farkında oluşun ışığı altında kendi varlığını biçimlendirme arzusunu...  

*Takva, kul-ilâh ilişkileri bağlamında İslâmí emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınma konusunda titiz davranmak, yanlış yapmaktan korkmak demektir. 

*Takva Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmek, yani Allah’ı hesaba katarak davranmak, ya da günün birinde O’na kavuşacağını unutmadan yaşamaktır.

*Takva aynı zamanda ihsan ahlâkıdır.

*Bu duygunun temelinde insanın Allah’ı, verdiği nimetler, ettiği iyilikler ve sevilmeye layık olduğu için sevmek anlayışı vardır. O’nu seven O’na karşı mesuliyet duygusu taşımak zorundadır. Çünkü sevgi sorumluluk ister, zaten sevmek başlı başına bir sorumluluk değil midir?

Allah yakacak diye korkmak değil, Allah sevgini kaybederim, O’nun sevgisine layık olamam endişesidir.

Takva bilinci, insan için çizilen sınırlara uyma titizliliği ve dikkatidir.

Bununla kişi sorumlu olduğu makama karşı edebini ve saygısını takınır ve ona göre davranır.

İnsanın büyük bir makam karşısında takınacağı tavır ile sıradan bir arkadaşının yanında takınacağı tavır farklı olur. Hangi makamın karşısında durduğunu farkında olan, o makamın şanına uymayacak davranışları yapmamaya dikkat eder.

*Takva, Allah’ın makamı karşısındaki tavırdır.

O Allah’tır, insan O’nun kuludur. O’nun makamı çok yüce ve büyüktür. O makama saygı yakışır.

*Takva bilinci ile hareket etmek, iman edenlere pek çok şey kazandırır, onların İslâmî hayatı üzerinde ciddi anlamda olumlu etkisi olur.

Zaten ‘takva’nın emredilmesi, ‘Allah korkunçtur, O’ndan korkun, o sizi yakar ha!’ denilip insanları ürkütme veya dehşete düşürme değil; ona insan olarak sorumluluğunu hatırlatıp dengeli hareket etmesini öğretmek ve Allah’ın makamı karşısında edepli olmasını ve O’nun sevgisini kazanmasını sağlamaktır.

 

-Kur’an’da korkuyu anlatan kelimeler:

1-Havf

Havf; hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan koku ve kaygıdır.

‘havf’; Allah korkusu, ahiret ve azap kaygısı, günah işleme endişesini anlatır.

Allah’tan ‘havf’; O’nun cezasından ve azap tehdidinden çekinerek itaat yolunu tutma ve günahlardan kaçmadır. Bu da O’nun emridir.

O’ndan çekinmek, O’nun kendisine ceza vereceğinden korkmak, ya da emrini hakkıyla yerine getirememekten endişe duymak imanın gereğidir.        

“...İnsanlardan korkmayın, benden korkun ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfir olanlardır.” (Mâide 4/44)

 

2-Haşyet

Haşyet; korkulan şeyi bilerek saygı ile birlikte, içi titreyerek korkma demektir.

Havf ile haşyet arasında korkunun ilgili olduğu şey bakımından fark vardır.

Havf daha genel, haşyet daha özeldir. Allah’tan hem havf edilir, hem haşyet duyulur. Ama azabından yalnızca havf edilir-korkulur.

Haşyet; sürekli Allah’ın  (cc) huzurunda olmanın bilincidir. Kur’an bu korku sıfatını daha çok âlimler hakkında kullanmaktadır.

“...Kulları içinde ise, Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar”. (Fatır 35/28)

Haşyet, marifetle (tanıma-idrak) ile birlikte ortaya çıkan bir korku türüdür.

 

3-Hazer

Hazer; bir şeyden korkmak ve ondan çekinmek, tayakkuz halinde (uyanık) olmak demektir.

Bu çekinme veya sakınma, zarar geleceği ister kesin olsun, ister şüpheli olsun, farketmez.

Hazer’de zararlı şeye karşı bir savunma, kendini korumaya alma durumu vardır. O aynı zamanda zararlı veya istenmeyen bir şeye karşı duyulan bir endişe, bir tasadır. 

Nitekim, dince yasaklanan, yapılması caiz görülmeyen pek çok davranış hakkında “o dinen mahzurludur” denilir.

Allah (cc) müslümanlara şöyle diyor: “...Ve bilin ki, elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık O’ndan sakının (hazer edin)...” (Bakara 2/235)

 

4-Feza’

Feza’; korkutucu bir şey karşısında ürpermek ve sarsılmak, korkunç bir şeyden dolayı insanda meydana gelen ürkeklik, şiddetli korku ile sarsılmak demektir

Ancak ‘Allah’tan feza’ ettim-Allah’tan aniden ürperdim’ denilmez. Buna karşın ‘Allah’tan havf ettim-korktum’ denilebilir.

Kur’an, kıyâmete ‘el-feza’ul ekber-en büyük ürperti’ diyor. (Enbiya 21/103)

 

5-Rehbet

Rehbet; acı ve ızdırap duyup büyük bir korkuyla çekinmek demektir.

Bunun özne ismi olan ‘râhib’, büyük bir korkuyla ürperen, ciddi bir korkuyla çekinen kimse demektir. Bunun çoğulu ‘ruhban’, veya ruhbaniyyun’dur. 

Rehbet, ürpermek anlamıyla hem insanlardan hem de Allah’tan korkmayı ifade eder. 

‘Rehbet’, hoşlanılmayan şeylerden hızlıca kaçmayı, onları hemen terketmeyi ifade eder. Rehbet, kalbin arzu edilen şeye doğru harekete geçmesi anlamına gelen ‘rağbet’ kelimesinin zıddıdır. (Terğîb ve terhîb)

“Allah buyurdu ki: ‘İki ilâh edinmeyin; O, yalnızca tek bir ilâhtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun (rehbet edin).” (Nahl 16/51)

 

6-Vecel

Vecel; korkuyu hissetmektir. İnsanın kendini güven içinde hissetmemesi ve huzursuzluk duyması ‘vecel’ ile anlatılır.

Bu aynı zamanda Allah’ın (cc) büyüklüğünden kaynaklanan bir ürpertidir.

Ya da sorumluluk duygusuyla ilâhi azamet karşısında ızdırap ve endişe ile titreme durumudur.

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir (vecel duyar), O’nun âyetleri okunduğunda imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal 8/2. Bir benzeri için bak. Hacc 22/35

 

7-Şefkat

Şefkat; kalp inceliği ile beraber, üzerine titrediğimiz bir şeye gelebilecek bir zarar ve tehlikeye karşı kalpte duyulan korkudur, endişedir. Annenin çocuğu üzerine titremesine de ‘şefkat’ adı verilir.

Müslümanlar kıyâmet saatinden haşyet ederler ve ondan dolayı kalpleri titrer (onlar müşfik’tirler). (Enbiyâ 21/28, 49. Mü’minûn 23/57. Ayrıca bkz: Şûrâ 42/18. Meâric 70/27

 

8-Huşu’

Huşu’; sözlükte, boyun eğmek, sessiz ve sakin olmak, alçak gönüllü olmak anlamındadır.

Huşu’ terim olarak, Allah’ın huzurunda olunduğu şuuruyla tevazu gösterip boyun eğmeyi ifade eder.

‘Huşu’-saygı dolu korku, tam bir boyun eğişi ve bu boyun eğişin gerektirdiği hareketleri ‘haşyetle-ürpererek yerine getirmeyi ifade eder.

Kur’an, iman edenleri Hak’tan inmiş olanın zikri için kalplerinde ‘huşu’-saygı dolu korku’ duymaya davet ediyor. (Hadid 57/16)

Eğer Kur’an üzerine indirilseydi Allah’tan haşyetinden-korkusundan paramparça olacak dağlar da huşu’ içerisindedir. (Haşr 59/21

 

9-Ru’b

Ru’b; insanın içine korkunun birikmesinden dolayı duyulan sarsıntıdır.

Kur’an dört âyette inkârcıların kalplerine yerleştirilen korkuyu, tedirginliği, can sıkıntısını ve titremeyi ‘ru’b’ kelimesiyle ifade ediyor.

Mağarada üçyüzon yıl uyutulan Ashab-ı Kehf’in durumunun şaşırtıcılığı, insana verdiği ürperti şu sözlerle anlatılıyor.

“Uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Öyle ki Biz onları bir sağa bir sola çeviriyorduk ve köpekleri de eşikte ön ayaklarını uzatıp (uyuyakalmıştı). Onlara (bu halleriyle) rastlamış olsaydın arkanı dönüp kaçardın; onlardan yana için korku (ru’b) ile dolardı.” (Kehf 18/18

 

-İslâmî hükümler ve takva bilinci

Kur’an ilâhí hükümleri, ölçüleri, sınırları bildirdikten sonra çoğu zaman ‘Allah’tan ittika edin, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edin, Allah’tan ittika etmez misiniz?’ diye bu amellerin takva şuur ile yapılmasını tavsiye ediyor.

Kur’an’da bu tür örnekler dikkat çekecek kadar çoktur. 

İnsan ya gafletinden, ya nefsinin engellemesinden, ya da başka sebeplerden dolayı İslâmî (hükümleri/emirleri ve yasakları) yerine getirmede gevşeklik gösterebilir. Ya da ihmal edebilir, önemsemeyebilir.

Buradaki ‘takva çağrısı’ bu hükümleri daha bir dikkatli yapmaya, ihmal etmemeye, her bir hükmün hakkını vermeye bir teşviktir. Allah’a karşı kulluk şuuruyla hareket eden, tehlikeye düşmemek, zarara uğramamak için kendisi için çiizlen sınırlara biraz daha dikkat eder.

Kırmızı lambadan geçtiği zaman yüzde yüzde ceza alacağından emin olan, veya bu yüzden bir kaç defa ağır ceza ödeyen kimse, bir dahaki sefere dikkat eder.

Her bir İslâmî hükmün öncelikle bir hikmeti vardır. Farz, vacip veya sünnet olarak her bir emrin müslüman için mutlaka pek çok faydası vardır.

Allah’ın, kulların yapacağa ibadetlere ihtiyacı yoktur. Öyleyse niçin ibadetler (ubudiyet) emredildi. İnsan için elbette. Ahlakı güzelleştirmek için, daha iyi insan olmak için, dünya ve ahiret mutluluğu için.

Biz diyoruz ki İslâm aynı zamanda mutluluk recetesidir. Kim İslâmın ölçüleriyle yaşarsa dünya mutlu olur. Böylece ahiret mutluluğunu da kazanır.

Bu da takva bilinciyle olur.

Haram veya mekruh olan her bir yasağın insan için mutlaka pek çok zararı vardır. Zaten zararlı olduğu için ‘yapmayın, yapmamalısınız’ denilmektedir.

Kaldı ki, bir müslüman İslâmî hükümleri illa ki faydasını elde etmek, zararından korunmak için yerine getirmez. O bilir ki bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır.

Allah’a saygılı olan, O’ndan gelenlere itibar eden, O’nun her şeyin en iyi bildiğine inanan bir kimse ‘hududullah’a uyar.

İşte bu da takva bilincidir.

Kur’an müslümanları sık sık dikkatli olmaya ve onları Rablerinin emirlerini yerine getirmede takvaya davet ediyor. Çünkü takva sahipleri Allah’ın çizdiği sınırlara uymada ve günah işlemekten sakınmada dikkatlidirler. (Kâf 50/31-33)

Kur’an, müslümanlara çeşitli konulardaki hükümlerin (ahkâmını) yerine getirilmesi konusunda Allah’tan ittika edilmesini belirtiyor. Zira hükümlere  hakkıyla uyulması takva bilincini destekler, kuvvetlendirir. Takva bilinci kuvvetlendikçe de dini emir ve yasaklara daha kolay, daha samimi uyulur.

 

Bir kaç örnek:

*Savaşta alınan ganimetlerin nasıl taksim edileceği söylendikten sonra müslümanlara “Allah’tan korkup-sakının ve aranızdaki anlaşmazlıkları düzeltin; Allah’a ve Rasûlüne itaat edin” diye ilave ediliyor. (Enfal, 8/1)

*Hacc’la ilgili pek çok ahkâm anlatıldıktan sonra “...Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bilin ki Allah, cezası pek çetin olandır” (Bekara 2/196-197. Mâide 5/96)

*Hac zamanı sayılı günlerde, yani Arefe günü, veya Kurban bayramında Allah’ı zikretmek bir ibadettir. Takva sahibi kimseler öyle günlerde Allah’ı zikretmekten gafil olmazlar. Onlar, hacc zamanı mahşer gününün manzarasını hatırlarlar. Bu dehşet verici, heybetli manzara karşısında takvaları bir kat daha artar. (Bekara 2/203)

*Allah’a karşı sorumluluk bilinciye hareket edenler, şüphesiz kendilerini Allah’a yaklaştıracak vesileler (sebepler ve imkanlar) bulurlar.

         “Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Mâide 5/35)

*Müslümanlar, helâl rızık yeme konusunda da takva bilinci ile hareket etmek zorundadırlar. Onlar Allah’ın yenmesini haram kıldığı hayvanların etlerini ve O’nun adını anmadan kesilenlerleri yiyemezler. Bu konuda Allah’tan korkup-sakınırlar. (Mâide 5/4, 88)

*Kur’an, yiyecek veya davranışlar konusunda murdar ile temiz bir olmaz dedikten sonra şöyle ekliyor: “...Allah’tan ittika edin, ey temiz akıl sahipleri. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Mâide 5/100)

*Birinin yanında bir emânet varsa, o kimse Allah’tan ittika etmeli ve emâneti olduğu gibi yerine vermeleridir. Bu anlamda şahitliği gizlemek te doğru değildir. (Bekara 2/283. Mâide 5/106-108)

*Doğru sözlü olmak ta takvanın gereklerindendir. Kur’an müslümanlara şöyle sesleniyor: “Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin ve sözü doğru olarak söyleyin.” (Ahzab 33/70)

*Fesat çıkarmamak, kibirli olmamak takvanın gereğidir. “İşte Ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk çıkarmayı istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) sonuç da takva sahiplerinindir.” (Kasas 28/83)

*Müslümanlardan bir topluluk, diğer müslümanlara karşı haksızlıkta bulunanlarla, Allah’ın emrine dönünceye kadar mücadele etmeleri gerekir. Bu ıslah faaliyeti yapılırken bile takva ile hareket etmeli, yanlış yapmaktan sankınmalıdır. (Hucurât 49/10)

*Riba (tefecilik) ile uğraşanlar Allah’a ve Rasûlüne karşı savaş açmış olurlar. İslâma göre zulmetmek haram olduğu gibi, zulme uğramak ta iyi değildir.

“Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin ve eğer iman etmiş iseniz, faizden arta kalanı bırakın.” (Bekara 2/278-279)

“Ey iman edenler, faizi kat kat yemeyin. Ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âli İmran 3/130-132

*Başkaları hakkında kötü zan beslemek, başkalarının gizli hallerini araştırmak, gıybet etmek İslâmın helâl görmediği davranışlardır. Kur’an bunları saydıktan sonra; “...Allah’tan korkup sakının. Hiç şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok merhametlidir.” (Hucurât 49/12) diyor.

 

*Kur’an müslümanlara düşmanlık besleyenleri veli edinmeyi şu şekilde yasaklıyor:

“Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri veliler edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan ittika edin (korkup-sakının).” (Mâide 5/56-57)

 

-Takva ile

İnsan ‘Allah’ın yolcusu’dur.

“Ey insan, gerçekten sen Rabbine doğru, bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın, sonunda O’na varacaksın.” (İnşikâk 84/6

Her insan Allah’a doğru hareket halindedir ve sonunda Allah’a kavuşur. Allah’ın rahmetine ve vereceği ödüllere ermek isteyen kimse, bu yolculuğu ilâhí azıkla yapmalıdır.

Allah’ın insanı bir yolcu olarak kabul edip de ona yol azığı belirlememesi mümkün değildir. Bu azık takvadır.

Bazı azıklar yolun henüz başında bitebilir. Bazıları da yarı yola kadar insanın ihtiyacını karşılayabilir. Takva azığı insanı Allah’a kavuşuncaya kadar götürür.

Takva kalbin ve ruhun gıdasıdır. Kalpler ve ruhlar diri olur. Onunla kuvvetlenir, gıdalanır, nurlanır. Kurtuluşa ermek ve Allah’a ulaşmak hususunda da ruh ve kalp takvaya dayanır.

Şüphesiz ki akıl sahipleri; takvaya yönelmeyi idrak edenler ve azıktan faydalanarak hayırlananlardır.

“…Azık edinin, kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden ittika edin (korkup sakının).” (Bekara 2/197. (Buharí, Hacc/6. Ebu Davud, Menâsik/4 no: 1730)

Bir kimsenin takvası yoksa onun azığı da yoktur.

Kalbin görevi Allah’tan haşyet duymak, O’na karşı sorumluluk bilinci taşımaktır. Yukarıdaki âyet müslümanları takvaya teşvik ediyor ve onlara takvaya ulaşmayı hedef olarak gösteriyor. 

Sehl b. Abdullah şöyle demiştir: “Allah (cc) dışında yardımcı, Rasûlüllah (sav) dışında rehber, takvanın dışında azık yoktur. Sabır olmadan amel devam etmez. Kim takva sahibi olmak isterse günahları terketsin.”

Hz. Ali (ra) demiş ki: “Siz yolcusunuz, yoldasınız, burası sizin eviniz değil. Siz ölüme çağrılıyorsunuz ve bunun için azık hazırlamakla görevlendirildiniz.”

Bu azık insana en güzel amelleri yaptıran, ruha ve benliğe gıda olabilecek, onu ahişret yolculuğunda aç, susuz, yalnız ve korumasız bırakmayacak olan ‘takva azığı’dır.

Takva en güzel elbisedir.

Diğer taraftan insanların pek çoğu dış görünüşe, giysilerine, ziynetlenmeye pek önem verirler. Dış görünüş ile karakter arasında bir bağlantı kurarlar.

Ancak Kur’an’a göre asıl hayırlı, güzel olan ve yakışan elbise takvadır. Çıplak bedenlerin örtünmesini, çirkin yerleri kapatan, çirkin davranışları önleyen, insanı kem gözlerden, hain bakışlardan, şeytanın hile ve tuzaklarından koruyan takva elbisesidir.

Takva; ‘din örtüsü’ ile kişinin kendini korumaya, diní hayatına zarar verecek şeylerden sakınmaya alır. O örtü ile korunur, o örtü ile temiz fıtratını savunur, o örtü ile edeb dışı işlerden kendini muhafaza eder. O örtü onun için zırh gibidir, sağlam bir kale gibidir, çevresinde onu tehlikelerden saklayan nöbetçiler gibidir.

İşte takva elbisesi budur. İnsanın ruhunu giydiren ve doyuran elbise. İnsanın manevi dünyasını kollayan bir giysi.

“Ey Âdemoğulları, Biz sizin çirkin yerleriniz örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva elbisesi  (takva ile kuşanıp-donanmak) ise;  bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.” (A’raf 7/26)

Bu hayırlı elbiseyi giyinen kendini her türlü kötülük ve günahtan korur, bu elbiseyle beraber kendini sağlama alır.

Çünkü takva, Allah’tan korkup çekinmeyi, O’nun rızasına uygun olmayan davranış ve amellerden sakınmayı sağlar.

‘Fücûr’ takva’nın zıddı olarak bu perdeyi, bu elbiseyi yırtmak, açmak, üzerindeki koruyucu örtüyü kaldırmak demektir.

Unutmamak gerekir ki Allah insana takva duygusunu da günah işleme kabiliyetini de ilham etti.

“Nefse ve ona ‘bir düzen içinde’ biçim verene. Sonra da ona fücûrunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve takvasını  (korkup-sakınmasını) ilham edene (andolsun).” (Şems 91/7-8)

 

-Oruç ve takva bilinci

Sıyam (oruç) ibadetinin pek çok faydası ve hikmeti var. Bir de gerekçesi var. O da takva bilincidir.

“Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı. Umulur ki ittika edersiniz.” (Bekara, 2/183)

“Umulur ki Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varırsınız” ifadesi orucun farz oluşunun gerekçesidir. Buna göre orucun en büyük hikmeti, en fazla faydası, en yüce gayesi müslümanı takvaya erdirmektir.

Buradaki takvanın da ‘korku-sevgi’ denkleminde olduğu unutulmamalı.

Zaten takva bilinci biraz Allah’ın makamından saygıyla korkmak, biraz da O’nun sevgisini kaybetmekten çekinmektir.

 Bundan dolayı da dikkatli olmaktır.

Oruç bu titizliği, bu dikkati artıran önemli bir süreçtir. Zira oruçlu bir kimse iftar vaktine kadar niçin helâl olan yiyecekleri bile yemediğinin farkındadır. Şehevî isteklerini niçin terkettiğini iyi bilmektedir.

Oruç tuttuğu için nefsine hâkim olmakta, kendisini kontrol altında tutmaktadır.

İşte bu niyet ve tavır mü’mini Allah’a daha yaklaştırır, O’nun sevgisini daha çok kazandırır, takvasını daha çok artırır.

Mü’min, oruç sayesinde gerçek bir irade eğitiminden geçer. Nefsinin arzuları ile, İlâhi hüküm arasında tercih yapar. İlâhi emre değer verenler, nefislerinin arzularını izin verilen süreye kadar ertelerler.

Oruçlu, bırakın haram olan yiyecek ve içecekleri; helâl olanları bile bir müddet, gizlide ve açıkta asla yemez, arzularına gem vurur.

O Allah’ın kendisini her yerde gördüğünün, kendisini murakabe ettiğinin, O’ndan gizli bir anın ve mekanın olmadığının bilinciyle hareket eder. Bu da Allah’a karşı sevgi ve saygının kazandırdığı bir edeptir.

Takva, insanın Allah’a karşı tavrını ortaya koyan, ona nasıl kulluk yapacağını öğreten, davranışlarını kontrol eden bir Kur’an ölçüsüdür.

O Allah ki; O’nun Cenneti ve Cehennemi var. Din Gününün, yani insanların öldükten sonra hesaba çekileceklerinin, yaptıkları iyi işlerin de, kötü işlerin de karşılığının verileceği günün tek sahibidir.

Kul, bu yüce makamın huzurunda ne yapacaktır, ne ile sorumlu olacaktır?

Bu noktada âhiret inancı önemli bir esastır. O hüküm gününe iman devamlı insanların dikkatlerine sunulmalı ki, onları gafletten, dikkatsizlikten ve hafiflikten kurtarıp, tam bir teslimiyetle güzel davranmaya götürsün.

“İslâm zühdüne hâkim olan fikir budur. Kur’an’ı okuyan herkes, özellikle Mekke devri âyetlerinde gelecek olan hüküm günü (yani âhiret) şuurunun kuvvetli olduğunu görür. Orijinel anlamıyla buna ‘takva’ denir.” (T. İzutsu, K. Allah ve İnsan, s: 298)

Kur’an’ın takvayı telkin etmedeki bütün çabası insanı bu gelip geçici hayatın üstüne çıkartmaya, böylece de onun davranışlarını uzun vadeli hedefleri ve ‘amellerin sonunu’ gözeten sağlam bir temele oturtmasına yöneliktir.

Ya da Hesap Gününde insanın kendi kendisiyle yüzleşeceği gerçeğini bildirmek içindir. O gün insanın kalbinin gömüldüğü gaflet bitecek ve kişinin kendi ben’i ortaya çıkacaktır. (Kâf 50/22)

Kur’an’ın çabası bu şuur halinin takva vasıtasıyla şu anda/burada meydana getirilmesine yöneliktir. 

Allah (cc) kullarına şöyle sesleniyor:

Ey Âdemoğulları, içinizden size âyetlerimi haber veren peygamberler geldiği zaman, kim ittik ederse (korkup sakınırsa) ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (A’raf, 7/35

Oruç ibadeti bu şuuru, bu titizliği, bu dikkatliliği artıran, zenginleştiren, yoğunlaştıran müstesna bir fırsattır.

Kur’an; fizyolojik bir ürperti yanında, olayların hikmetini sezmekten kaynaklanan endişenin vereceği dehşetten, inanç ve bilinçle oluşan kaygılanma durumundan söz ediyor. Yani duygusal korku yerine bilmekten/anlamaktan kaynaklanan titizliği gösteriyor. (İsrâ 17/59-60

Allah’ın makamından korkmak, O’nun makamına karşı sorumluluk hissi taşımak, O’nun emirlerine aykırı hareket etmekten sakınmak, O’nun öldükten sonra kendisini hesaba çekeceğine inanıp o günden ve o günün kötü sonuçlarından korkmak; şüphesiz ki takvanın gereğidir. 

Müslümanlar, iman ettikten sonra sâlih amel işlerler, günah işledikleri zaman da hemen ‘takva’ ile kendilerini denetleyerek Allah’a tevbe ederler. Mâide 5/93de üç defa tekrarlanan şey; İslâmda diní hayatın üzerine oturduğu sorumluluk bilinci, yani ‘takva’dır.

Bu bir anlamda ‘sorumluluğu yerine getirememe korkusu’dur.

Bu korku hareket eden mü’min, yanlış yapmamaya çalışır. Rabbinin murakabesi (gözetimi) altında olduğunun şuurunda olan bir müslüman, O’nun huzurunda kendisini utandıracak hataları yapmaktan çekinir. Kendini kontrol eder. Onu, mahkemelerin vereceği cezadan, halkın ayıplamasından, polisin korkusundan önce bu anlayış frenler.

Bu bilinç onu -özellikle Ramazan’da- gizli de ve açıkta günah işlemekten, başkalarına zarar vermekten, insanların haklarına tecavüz etmekten sakındırır.

Ramazan mevsimi, oruç ibadeti, Kadir Gecesi titizliği müslümanların Allah’a karşı sorumluluk duygularını güçlendirir. Allah’ın emir ve yasakları konusundaki dikkatlerini artırır.

Kendilerine zarar verebilecek her türlü yanlışa karşı duyarlı hale getirir. İbedetlerin niçin ve kimin için yapıldığını daha iyi anlatır. Onları bir âdet, bir gelenek ya da maddî bir fayda amacıyla değil; Allah rızası için yapılması gerektiği bilincine vardırır.

Ramazan ve oruçla birlikte kazanılan ve kuvvetlenen bu şuur, bu titizlik, bu sorumluluk anlayışı, Ramazan’dan sonraki aylara/günlere de taşınır.