Oruç tutanın başka neleri tutması gerektiği hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

Beytu’s-Selâm-Duisburg  Ramazan Sohbetleri

20.04.2020

06 Ramazan 1441

 

-Sıyam/savm ne demektir?

Oruç Arapçada ‘savm veya sıyam’dır.

Bunun aslı da ‘sâme’ fiilidir. Bu fiil; yemek yeme, konuşma ya da yürüme türünden bir fiili yapmaktan kendini tutmak, geri durmak anlamındadır.

Bundan dolayı gitmekten, yürümekten ya da yemden kendini tutan ata ‘sâim’ denir.

Sakinleşen rüzgâra, Güneşin gün ortasında durmasından hareketle öğle vaktine de ‘savm’ denir.

Bir başka deyişle ‘sıyam-savm’; sözlükte nefsi meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun alıkoymak, yani kendini tutmak, bir şeyden uzak durmaktır.

  • فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْناًۚ فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَداًۙ.... فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِياًّۚ 

 

Ye iç, gözün aydın olsun! İnsanlardan birini görürsen: Şüphesiz ben Rahmân’a oruç (savm) (adak) adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” de.” (Meryem 19/26) 

Bazıları “bugün insanlarla konuşmayacağım” sözünü delil getirerek buradaki savm’ın konuşmaktan kendini tutmanın kasdedildiği görüşündeler. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/308. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 428)

Din dilinde (terim-ıstılah olarak) oruç; tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar şer‘an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durması, yani kendini tutması demektir.  (ez-Zuhaylî, V. Fıkhu’l-İslâmîyyu ve Edilletuhu, 2/498. İbn Rüşd, M. b. Ahmed. Bidâyetü’l-Müctehid, s: 267)

Bir hadiste şöyle deniyor: "Allah (cc) Âdemoğlunun bütün amelleri kendisi içindir. İyilikler on katından yedi yüz katına kadar karşılık görür. Ancak oruç bundan müstesnâdır. Orucun benim için olması ve mükafatını da benim vermemin sebebi: Oruçlu yemesini, içmesini ve şehvetini benim için terk etmiştir.

Oruçlu için iki sevinç (anı) vardır: Birincisi iftar ettiğinde (açlık ve susuzluğunun gitmesi ile) sevinir. İkincisi: (Âhiret günü) Rabbine kavuştuğunda (Rabbinin kendisine verdiği büyük sevap ile) sevinir. Andolsun ki oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir."  (Buhârî, no: 1904. Müslim, no: 1151)

Ebu Ubeyde demiş ki: “Allah orucu karşılığını vermek üzere kendine tahsis etti.  Aslında güzel amellerin hepsi O’nun içindir ve karşılığını o verecektir.  Ama oruç farklı. Zira Âdemoğlu onu diliyle veya fiiliyle dışarı vurmaz (gösteriş yapmaz). Çünkü o kalpte bir niyet ve yemek ve içmeye yönelmekten kendini tutmaktır (imsâktir).

Savm, sabırdır. Kişi bununla yemeğe içmeye ve cimaya karşı sabreder. Sonra şu âyeti okudu:

  • قُلْ يَا عِبَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌۜ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ

De ki (Allah şöyle buyuruyor): "Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar iyilik bulacaklardır. Allah’ın arzı geniştir. Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir. (Zümer 39/10) İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/308)

Oruç, Farsça gün anlamındaki “rûz” kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir.

Kütüb-ü Sitte’de Buhârî’de Kitâbu’s-Savm, Müslim’de Kitâbu’s-Sıyâm, Ebû Dâvud’ta Kitâbu’s-Sıyâm, Tirmizî’de Kitâbu’s-Savm, Nesâî’de Kitâbu’s-Sıyâm, İbni Mace’de Ebvâbu fi’s-Sıyâm, Darimî’de Kitâbu’s-Sıyâm, Muvatta’da Kitâbu’s-Sıyâm ana bölümleri var.

 

-İmsak ne demektir?

İmsak kelimesinin kökü “meseke” fiilidir. Bu ve bunun türevleri olan diğer kalıplar; bir şeyi tutmak/yapışmak, bir şeyi yakalamak, sıkıca sarılmak, alıkoymak, bir şeyden el çekmek, kendini tutmak, korumak demektir.

Bu kökten gelen ‘mümsik ve müstemsik’ tutan, yapışan, ‘misk’ güzel koku, ‘mümsikât’ tutanlar, engelleyenler demektir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 14/74)

İmsâk ve türevleri Kur’an’da 27 defa, hadislerde ise yüzlerce defa geçiyor.   

  • اَلطَّـلَاقُ مَرَّتَانِۖ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍۜ ...

 

“(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır (imsâk’tir)...” (Bekara 2/229)

  • اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۜ وَيُمْسِكُ السَّمَٓاءَ اَنْ تَقَعَ عَلَى الْاَرْضِ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ 

“Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.” (Hac 22/65)

Emseke (fiil olarak); ondan şöyle bir şeyi men etmek, engellemek, alıkoymak, geri tutmak. Bunun özne hali Zümer 39/38de geçiyor.

İstemseke: Bir kimse bir nesneye yapışmaya, onu yakalamaya, tutmaya veya korumaya yönelmek ya da bunu amaçlamak.

  • فَاسْتَمْسِكْ بِالَّـذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ 

“Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.” (Zuhruf 43/43)

  • لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ 

 Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bekara 2/256)

İmsâk; kinâyeli olarak cimrilik. Bedeni koruyan, veya bedeni tutan şey, deri. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 711)

İmsâk terim olarak; ikinci fecrin (fecr-i sâdık) doğuşundan güneşin batışına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden nefsi alıkoymak demektir.

Bu aynı zamanda savm (oruç) kelimesinin de terim anlamıdır.

Süresi içinde kişinin kendini oruç yasaklarına karşı tutmasına imsâk denir. Bu kelime “oruca başlama, orucun başlangıç anı” anlamında da kullanılır. (Yitik,  A. İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 33/414)

İmsak daha dar anlamda oruca başlamayı, başlangıç anını, karşıtı olan iftar da geniş anlamda orucu herhangi bir zamanda bozmayı, dar anlamda ise güneşin batışında meşrû şekilde oruca son vermeyi ifade etmektedir. (Şener, M. TDV İslam Ansiklopedisi, 22/238)

Sahur ve imsâk vaktiyle ilgili bazı hadislerde ise mâna olarak yer almaktadır. (Müslim, Sıyâm/8(39-44) no: 2541-2547. Ebû Dâvud, Sıyâm/17 no: 2349)

 

-Mü’min oruç tutar, oruç da onu tutar.

Oruç müslümanlara farz kılındı ki, hem günahlara ve hatalara karşı korunabilsin, hem de Allah’a karşı sorumluluk bilinçleri artsın. Zaten Allah’a karşı kalbinin derinliklerinde sorumluluk duyan, günahlara karşı dikkatli olur. Ya da günahların ve hataların getirebileceği zararlara karşı ibadet ve itaat ile kendini korumaya alır.

Oruç, şehveti, yani nefsin aşırı isteklerini sınırlamayı öğretir. Yani nefsi belli bir seviyede tutar.  Oruç, geçici lezzetlerin değersizliğini bizzat gösterir. Allah için belli bir zamana kadar yemeği ve içmeyi terkeden bir müslümanın önüne en lezzetli şeyler gelse dahi dönüp bakmaz. Onlara değer vermez. Belki aklına yemek, içmek, ihtiyacını gidermek gelir. Ancak iftar edip karnı doyunca dünyadaki bütün lezzetler ona bir bardak su kadar basit görünür.

Oruç kalbi geçici olan sevgilerden kurtarıp Allah'a bağlar. Oruç inanan kimseyi gerçek sevgide tutar, onu sahte ve geçici sevgilerin  işgaline karşı korur.

Oruç şuuru olmayanlar şehvetlerinin (nefsin aşırı isteklerinin) önünde edilgen, pasif ve iradesiz kalabilir, hata yapabilirler.  Oruç, oruçluya aşırı isteklerine karşı uyanık olmasını öğretir. Bunun için Peygamber (sav), nefsi azgın olan hakkında "Oruç tutsun, çünkü burada orucun olumlu bir etkisi vardır" buyurmuştur.

Yani oruç onu tutar, hatadan alıkor, zararlı şeylere karşı perde olur. Nitekim hadiste “Oruç perdedir veya kalkandır” buyuruluyor.

  • يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ 

"Ey iman edenler, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız diye, sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, sizlere de oruç turmak farz kılındı.” (Bekara, 2/183)

Çünkü kalplerde uyanış meydana getirecek olan bilinç takva duygusudur. Kişiyi Rabbine itaat etmeye götürecek olan şuur takvadır. Her işde Allah’ın rızasını öne almayı sağlayacak güç takva bilincidir. İbadetlerin hakkıyla yerine getirilmesini sağlayan faktör de insanın kalbinin derinliklerinde saklı olan sorumluluk duygusudur.

Oruç bu duyguyu zenginleştirir, bu sorumluluk bilincini artırır. Kişiyi düşmekten, yanılmaktan, ateşe atlamaktan, bile bile zarara doğru yürümekten tutar, geri çeker.  

“Ey namaz kıl beni” demek ile “ey oruç tut beni” demek aynıdır. Mü’min oruç tutar, oruç da onu tutar. Hakkıyla oruç tutan, oruç tarafından tutulur, koruma altına alınır.

Namaz musalliyi derler, toplar, düzene koyar, kılar, bütünlerse;

oruç da oruçluyu tutar, saklar, korur, gözetir. Eksikliklerini tamamlar, yırtıklarını yamar, döküntülerini toplar, dağınıklılarını derler, unuttuklarını hatırlatır, veremediklerini verdirir, sevmeyi unuttuklarını sevdirir, kendisiyle sevindirir, koruyucu elbisesiyle giyindirir.

Oruçlu (sâim), oruçla birlikte şu on şeyi Ramazan boyunca tutmaya çalışır.

 

1-Yemeyi-içmeyi tutmak

Orucun şeriatteki terim anlamı zaten imsaktan iftara kadar yeme-içmeyi terketmek demektir.

İslâmda her ibadetin bir şekli vardır. Bu bir anlamda ibadetin teknik boyutudur. Ancak ibadetler sadece şekilden ibaret değildir. İbadeti makbul yapan onun muhtevası ve onun ihlasla, yani Allah rızası için yerine getirilmesidir.

Oruçta yeme içmeyi terk iradeye hâkim olmayı gösterir.

O yüzden oruçlu müslüman zor olsa da, gündüzler uzun olsa da, açlıktan kıvransa, susuzluktan dili damağına yapışsa da, gizli veya açıkta bir şey yemez ve içmez. Bu halde iken önüne en leziz yiyecekler konulsa bile. Zira o bu konuda Allah’a söz verir. İftar vaktine kadar nefsine gem vurur. Allah rızası için nefsinin meşru isteklerini iftar vaktine erteler.

 

2-Kendini tutmak

İşin başı bu; kendini tutabilmek. İnsan kendini tutamadığı zaman hata yapar, suç işler.  Kendini tutamayan kırar döker. Özne olamaz, nesneleşir. Hâkim olmaz, mahkûm olur. Sahip olamaz, sahip olunur. Etken olmaz, edilgenleşir. Bu gibiler iç güdülerinin (hevâlarının) esiri olurlar.

Oruç insana kendini (güdüleri) tutmayı öğretir.  

Öfke, insana verilen tabii güçlerden üçüncüsüdür. Öfke savunma gücü olarak ve yerinde kullanılırsa faydalıdır. Hiç öfkelenmemek normal olmadığı gibi, yersiz öfke de iyi değildir.

Öfke yerinden kullanılmazsa veya kontrol edilmezse aklı giderir, sağlıklı karar vermeyi engeller insanı zarara sürükler. 

Kızmak, bağırmak, aşırı sinirlenmek, işi kavgaya dökmek öfkenin sınırı aştığını gösterir. Bu da kişinin kendi hatalarını görmesini azaltır.

Gadap her zaman öfke değildir. Kişinin şerefini, kişiliğini, malını, ırz ve iffetini, değerlerini koruma gayreti de gadaptır.

Zorluklar ve olumsuz olaylar karşısında agrassif değil, asartif, yani gayretli olmak gerekir.

Kur’an öfkesine hâkim olanları methediyor.

  • اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ 

 

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âli İmran 3/134)

Peygamber (sav) öfkesine hâkim olanları ve yerinde kullananları pehlivana benzetiyor.

 “İbnu Mes'ud (ra) anlatıyor : Rasûlullah (sav) bir gün: “Siz aranızda kime pehlivan dersiniz?” diye sordu. Orada olanlar: “Erkeklerin yenmeyi başaramadığı kimseye” dediler. Rasûlullah: “Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.”  (Müslim, Birr/106 no: 2608. Ebu Dâvud, Edeb/3 no: 4779. Bir benzeri: Buhârî, Edeb/76 no: 6114.  Müslim, Birr/107 no: 2760. Muvatta, Hüsnü'lhalk/12)

Oruç öfkeyi kontrol altında tutmanın ve yerinde kullanmanın bir imkanıdır. 

Ebu Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu: “Allah (cc) "İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim" buyurdu. Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: “Ben oruçluyum” desin.

Muhammed'in canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir…” (Buhârî, Savm/9 no: 1904, Müslim, Sıyâm/163 (28) no: 2706. Muvatta, Sıyâm 58.  Bir benzeri: Buhârî, Savm/2 no: 1894. Ebu Dâvud, Savm/25 no: 2363. Tirmizî, Savm/55 no: 764. İbnu Mâce, Sıyâm/21 no: 1691)

Yani oruç onu tutar, hatadan alıkor, zararlı şeylere karşı perde olur. Kalkan veya zırh nasıl tehlikeli saldırılarından korursa; oruç da sahibini her türlü zararlı saldırılardan korur. Ki bu saldırılar ya nefisten, ya şeytandan, ya da çevreden gelir.

 

3-Çeneyi tutmak

Âlimler dil ile yapılan hatalara, ya da dilin yanlışlarına ‘lisanın âfetleri’ derler. Bunlardan bir tanesi de mâlâya’ni, yani boş sözlerle meşgul olmak. (Gazâlî, M. İhyâu Ulûmi’d-din (ter. A. Serdaroğlu), 3/245-448)

Kavram olarak mâlâya’ni; kişinin dinî ve dünyevî hayatı bakımından fayda sağlamayan gereksiz söz ve davranışları demektir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 27/480)

‘Malaya’ni’ dünya ve âhiret için zaruri olmayan şeydir. Yani yapılmadığı zaman kişiye bir zararı olmayan, ancak yapıldığı zaman kişiyi lüzumsuz yere oyalayan, hata yapmasına, günah işlemesine, zamanı boşa harcamasına yol açan şeydir.

Herhangi bir şeyin mâlâya’ni olması, kişinin kendi arzusuna göre değil, İslâmi prensiplere göre, selim aklın kabul edebileceği ilkelere göre belli olur.

Eğer bir şey müslümanın dinine, dünyasına, şahsına ve ailesine, çevresine bir fayda sağlıyorsa, bir işe yarıyorsa, bir eksikliği gideriyorsa, bir fazilet kazandırıyorsa, sevap getirici bir özelliği varsa, dinin ma’ruf  (iyi) dediği kalıba uyuyorsa o ‘mâ ya’ni’dir, yani iyidir, faydalıdır, lüzumludur, yapılmasında sakınca yoktur.

Tersi ise mâlâya’nidir. Bu da ‘mâlâya’ni’ ise seviyesizlik, rezalet, zillet, günah ve vebâl kazandırır.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Mâlâya’ni’yi terk etmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd/11 no: 2319. Muvatta, Hüsnu’l-Hulk 3. İbni Mâce, Fiten/12 no: 3976)

Bir de malaya’ni’ye benzeyenler var. Bunlardan bir tanesi de “lağv’dir.

Lâğv’ sözlükte serçe kuşunun ötmesine denir. Buradan hareketle faydasız söz konuşmak, konuşmada dikkat etmeyip bâtıl (lüzumsuz) söz söylemek manasında kullanılmaktadır. (el-Isfehâni, R. el-Müfredât, s: 682)

Böyle konuşmada her hangi bir maksat yoktur. Gelişigüzel ağızdan çıkar. Serçe kuşu gibi cik cik demekten öte bir anlam taşımaz. Buna göre her yalan ve çirkin söz, manasız ve faydasız, boş ve düşük söz lağv’dır.

‘Lağv’ bu anlamıyla ‘mâlâya’ni’ye benzemektedir.

‘Lağv’, ahlâki bir kavram olarak, müslümanların uzak durması gereken, boş, lüzumsuz ve zararlı işler ve sözlerdir.

Bu kelimenin geçtiği âyetlerden üç tanesi müslümanlara ‘lağv’den uzak kalmalısınız’ mesajı vermektedir. (Mü’minûn 23/3. Furkan 25/72. Kasas 28/55) 

Müslümanlar, sulu şakalardan, seviyesiz güldürülerden ve sözlerden, şer mekanlarında ve yalancılarla birlikte bulunmaktan, sapma sapan konuşmalardan, müstehcen ifadelerden, küfür/sövme ve çirkin sözlerden uzak dururlar.

Zira müslümana kemal, ciddiyet, vakar ve olgunluk yakışır. Üstelik ağza sahip olmak cennetlik amellerden biridir. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Kim baba iki dudağı ve iki bacağı (apış arası) konusunda garanti verirse ben de ona cennet için kefil olurum”. (Buhârî, Rikâk/23 no: 6474, Hudûd/19 no: 6807)

İki bacak arası hakkında garanti vermek iffet ve namusa sahip çıkmak, iki dudak arasından garanti vermek de ağza, dile sahip olmak demektir.

Rasûlullah’a (sav) “–İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir? diye soruldu. O da;

“Takvâ (Allah’tan korkup-çekinmek) ve güzel ahlâktır” buyurdu.

–İnsanları cehenneme en fazla götürecek şey nedir? diye sorulunca da:

“–Ağız ve tenâsül organıdır” buyurdu. (Tirmizî, Birr 62 no: 2004. İbni Mâce, Zühd 29 no: 4246)

Kur’an mü’minlerin temel özelliklerini sayarken şöyle diyor:

  • قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ 
  • اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ 
  • وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ 

“Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.

Onlar ki lağv’den (faydasız işlerden ve boş sözlerden) yüz çevirirler.” (Mü’minûn 23/1-3)

Cennete lağv yok.

  • لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا كِذَّاباًۚ 

“Orada ne boş bir söz ne de yalan işitirler.” (Nebe’ 78/35)

Yalan bir açıdan büyük günah, bir açıdan da mâlâya’ni ve lağvdir. Oruçtan bir amaç da müslümanının yalandan, yalan yere şâhitlikten, boş konuşmaktan, gıybet etmekten, mâlâya’ni’den kurtarmaktır. Nefsi tezkiye edip, bu tür kötü huyları terektmesini sağlamaktır. 

Ebu Hureyre’nin (ra) bir rivâyetinde Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur." (Buharî, Savm/8 no: 1903, Edeb/51 no: 6057. Ebu Dâvud, Sıyâm/25 no: 2362. İbni Mâce, Sıyâm 21 no: 1689-1690)

İnsanın başına dili yüzünden neler gelir, hepimiz biliriz.

İman ikrarı da inkâr ikrarı da dil ile olur. Yalan da dille söylenir, sâdık olmak da dille beyan edilir. Gevezelik de dillle yapılır, dedikodu da.

Oruç müslümana diline sahip olmayı öğretir.

Bu iki hadiste oruç hakkında önemli ipuçları var. Oruç tutmanın hedefini, maksadını, hikmetini özet bir şekilde haber veriyorlar. Burada orucu hangi uzvumuzla tutacağımızı ve sonunda neyi kazanmayı hedeflememiz gerektiğini öğreniyoruz. 

Kim yalanı terketmezse; yani yalanın her çeşidine karşı tavır almazsa; Allah’a ve onun kullarına karşı yalan söylemeye devam ederse, işini, sözünü, va’dini yalan üzerine bina ederse; onun oruç tutuyorum zannıyla aç kalmasına gerek yoktur. 

 

4-Şehveti tutmak

Şehvet, insana verilen tabii güçlerden bir tanesidir. (Diğerleri akıl ve öfkedir (ğadab’tır)

Şehvet iştahtır, istek ve arzudur, nefsin meyil ve istemesidir. Bu iştah (şehvet) karşı cinse olduğu kadar; yemeğe, mala, makama, sahip olmaya, giyime ve diğer şeylere de yöneliktir. Meşrusu vardır, gayr-i meşrusu vardır.

Şehvet kuvveti tıpkı öfke (ğadab) gibi yerinde ve konrollü kullanılmazsa sahibine zarar verir, yanlış işler yapmasına sebep olur.

Oruç müslümana bu ontolojik kabiliyetini (kuvvetini) control altına almayı, istek ve arzularına gem vurmayı, iştahını meşru alan ile sınırlandırmayı öğretir. 

Oruç bedenin çok çok ihtiyaç duyduğu zaman, ağızların suyunu akıtan yiyecek ve içeceklere mesafeli olabilme, nefsi onlara karşı kontrol edebilme yiğitliğidir. 

Nefsin gayr-i meşru istek ve arzularına, yani aşırı şehvete karşı takva bilinci ile direnmek de bir anlamda cihadtır. Yani nefsin insana zarar veren isteklerine karşı direnmektir. Ramazanda bu cihad oruçla yapılır. Zira oruç, şehveti, yani nefsin aşırı isteklerini sınırlamayı öğretir. Nefsi belli bir seviyede tutar.

Oruç şuuru olmayanlar şehvetlerinin (nefsin aşırı isteklerinin) önünde edilgen, pasif ve iradesiz kalabilir, hata yapabilirler.  

 

5-Tutkuları tutmak

İnsanın bir şeye körü körüne, iradesini teslim ederek bağlanmasına tutku denir.

Tutkuda bilinçli bir tercihten çok, gözü bağlı bağlanma söz konusudur. Bu tutku karşı cinse olduğu gibi, yeme içmeye, eğlenceye, oynamaya, süslenmeye, biriktirmeye, uyuşturucuya veya sigaraya karşı olabilir.

Kişi bazen nefsinin istek ve arzularına, yani nefsinin hevâsına öylesine uyar ki, bunu aşk ve tutku haline getirebilir. Eğer bir insan nefsinin isteklerini Allah’ın emrine tercih ederse, Kur’an bunu hevâyı tanrı edinmek diye niteliyor. (bkz: Furkan 25/43. Câsiye 45/23)

Bu bir açıdan nefsin kulu kölesi olmak gibi bir şeydir. Halbuki insan özgür yaratılmıştır ve onun bir görevi de bu özgürlüğünü korumak, kendisini tutsak etmek isteyen uydurma tanrılara, tutkulara, köle tüccarlarına, nefsin sonu gelmez arzularına karşı savunmaktır.

İşte oruç müslümana sözünü ettiğimiz özgürlük duygusunu kazandırır. Onun tutkularını kontrol altında tutmasını sağlar.

Oruç kalbi geçici olan sevgilerden kurtarıp Allah'a bağlar. Müslümanı gerçek sevgide tutar, onu sahte ve geçici sevgilerin  işgaline karşı korur.

 

6-Açgözlülüğü (tamahı) tutmak

Tamah, açgözlülük, şiddetli arzu, bir şeye fazlasıyla meyil ve rağbet göstermek demektir. Dünyalıklar, zevkler, harcamalar, biriktirmeler, satın almalar yönünden doymamaktır. Daha fazlasını, daha ötesini, daha çoğunu aşırı bir şekilde istemektir. Eldeki ile yetinmeyip, başkasının elindekine göz koyacak kadar iştahla zevklere ve maddi şeylere dünya malınına meyletmektir.

Şüphesiz nefsi çok şeye sahip olmak ister. Bir nimete, imkana, dünyalığa sahip oldumu bir diğerini ister. Nitekim Kur’an insana böyle bir duygu verildiğini söylüyor. (Âli İmran 3/14)

Buna göre nefsin bu arzuları haram ve aşağılık bir şey değil, hayatın devamı için insana bahşedilen manevi bir güç kaynağıdır. Ancak önemli olan nefsin isteklerine sınır koyabilmek, nefsin esiri, kulu-kölesi olmaktır.

İslâm aşırı isteklere, doymak bilmeyen iştahlara, sınır tanımayan hırs ve tamaha (açgözlülüğe) iyi demiyor, bunlara bir sınır konulmasını, kontrolü bir şekilde kullanılmasını emrediyor.

İşte oruç tamahı (açgözlülüğü) kontrol altına almayı öğretir.

 

7-Hırsları tutmak

Hırs da tamaha benzer. Bir şeyi şiddetle arzu etme, bir şeyin üzerine çok düşmek, ona aşırı derecede tutkun olma, sonu gelmeyen istek, arzu demektir. 

İnsandaki bu gibi aşırı tutkunun iki çeşidi vardır: Birisi hırs, diğeri ihtirastır. Hırs; sonu gelmeyen aşırı istek ve arzudur. Hırs sahibi kimselere “harîs” denilir.

Her insanda tıpkı nefis olduğu gibi, az veya çok hırs ve tamah da vardır. 

İhtiras; hırsın aşırı ve olumsuz halidir. Aşırı istek, gözü dönmüşlük, doyumsuzluk anlamına gelir. İhtiras sahibi kimseye “muhteris” denir.

İhtiras, yani aşırı tamah insanı sonu gelmez yarışların içine sokabilir, onu faydasız şeylerin peşine koşturabilir. Gaflete düşürüp, asıl görevlerini yapmasına engel olabilir. Sonunda da onu tatmin duygusundan uzaklaştırıp huzursuz edebilir.

Muhterislerin mutlu oldukları görülmemiştir. Ya da onlar hırs içinde boğulmayı mutluluk zannederler.

Müslüman hırs ve ihtiras duygularını oruçla kontrol altında tutar, kanaat ile dengeler.

 

8-Tûl-u emeli tutmak

Gerçekleştirilmesi uzun zamana bağlı ümit ve arzular, aç gözlülük, tamah ve ardı arkası kesilmeyen hırs bir de bu kelime ile anlatılıyor.

Emel, Arapça’da “istemek, ummak” anlamında bir masdar olup gerçekleştirilmesi uzun zamana bağlı bulunan istekler hakkında kullanılır.

Emel kelimesi Kur’an’da insanı oyalayan, âhiretini unutturan dünyevî arzu ve tutkular anlamında kullanılıyor.

  • ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 

Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.” (Hicr 15/3)

Hadislerde emel, çoğunlukla zühdün karşıtı olarak, bedenî hazların tatmini ve dünya sevgisi bulunan arzuları ifade etmek üzere kullanılmıştır. (Duman, M. Z. TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/87)    

Tul-i emel, hiç ölmeyeceğini zannetmek ve dünyalıklar hakkında çok iştahlı olmak, onlara sahip olma arzusunun diri ve canlı kalmasıdır.

Denir ki insanda tûl-i emelin olmasının iki sebebi vardır: Birisi dünyalıklara ve dünya zevklerine karşı aşırı düşkünlük.

İkincisi; cehâlet. Yani dünya hayatının anlamını bilmemek, âhireti unutmaktır.

 Emel, aslında kötü ve zararlı bir duygu değildir. Bilakis kişinin emel sahibi, ilerisi için bir takım istekleri, hayalleri veya planları olması normaldir. İnsan da emel olmazsa işler yüzüstü kalır, ihtiyaçların karşılanması zorlaşır. Burada yanlış olan kişinin olmayacak hayaller peşinde koşması, şuna şuna sahip olacağım deyip âhireti, kulluk yapmayı unutmasıdır. Çok yaşayacağını zannedip hep dünya için çalışması, ölümü aklından çıkarıp ibadeti terketmesidir.

Müslümana tavsiye edilen tıpkı nefis, hırs ve tamah gibi tul-i emelini kontrol altında tutması ve bunları hayat imtihanını kazanmak, dünya mutluluğunu sağlayacak şekilde kullanmasıdır.

Oruç müslümana bunu da öğretir.

 

9-Açlık korkusunu tutmak

En berbat korku açlık korkusudur. “Yarın ne olacak, yeterince geçimlik bulabilecek miyim, aç kalır mıyım, bugün sahip olduklarım yeter mi acaba” diye içi titremek, bunu takıntı haline getirmek.

er-Rezzak olan Allah’a iman eden ve “er-rızku alellah-Rızkı yaratmak Allah’a mahsustur” diye inanan bir mü’minin böyle düşünmesi yersizdir. Zira yarın ne olacağını kimse bilemez.

Bugün rızık bulanın yarın aynısını bulmayacağını kim iddia edebilir. Bugün yaşayan yarın ölebilir. Ya da bugün imkanları dar olanın yarın genişliğe çıkmayacağı ne malumdur. Bugün rahat, refah, huzur içinde olanaın yarın durumunun  değişmeyeceğini kimse bilemez. Bugün sağlıklı olan yarın hasta olabilir. Bugün yediklerinin tadını alan alanın yarın tad alma duyguları, bir sebepten gidebilir.

İnsan hasta olabilir, zayıf düşebilir, engelli olabilir. Bundan dolayı da elinde çok olsa bile onlardan az faydalanabilir veya hiç faydalanamaz. İnsan bugün hangi sebepten rızıklanıyorsa, yarın da benzer sebeplerden dolayı rızka kavuşabilir.

O halde bunu takıntı ve korku haline getirmenin faydası yok.

Oruçla insan açlığı yaşar, tadar, hisseder. Buna alışır, biraz açlık biraz mahrumiyet onu yıkmaz, onu endişelendirmez, önce iç dünyasını sonra da bedenini buna alıştırır. İçine birikebilecek aç kalma korkusunu bastırır. Bu korkunun kendisini işgal etmesine engel olur.

İnsanlardaki açgözlülüğün, cimriliğin, başkasının elindekine göz dikmenin, yığmanın, biriktirmenin asıl sebebi de bu değil mi?

Kimileri bu korku sebebiyle öylesine açgözlülükle biriktirir ki, birktirdiklerini yemeden, harcamadan, faydalanmadan göçer gider.

Oruç bu duyguya da denge getirir. Bu kurt gibi aç kalma korkusunu, bu yersiz endişeyi, bu saplantıyı, bu takıntıyı azaltır.

İşte bakınız; sağlıklı bir müslüman bazen onaltı, onyedi, onsekiz, hatta ondokuz saat oruç tutabiliyor, yani aç ve susuz kalabiliyor; ama telef olmuyor, kıyâmeti kopmuyor. Bilakis oruçla birlikte sihhat ve açlık takıntısına karşı direnç  kazanıyor.

 

10-Cimriliği tutmak (şuhha nefsihi)

Cimri; hasis, parasını hiçbir şekilde harcamak istemeyen, eli sıkı ve pinti demektir.

Cimrilik; harcanması gereken malı sarf etmekten kaçınmak, aşırı mal sevgisinden dolayı başkasına bir şey vermekten çekinmektir.

Kur’ân’da cimrilik, Allah’ın insana verdiği mal ve parayı biriktirip, Allah’ın emrettiği şekilde infak etmemek anlamında kullanılmaktadır.

Kur’an cimriliği hem “katûr, buhl, şuhh, men” gibi kelimelerle, hem de bazı olay ve ifadelerle anlatıyor.  

“Buhl”; kendi elindekini başkasından kıskanmak,

“şuhh”; başkasının elindekine göz dikmek,

“men’” yardıma engel olmak,

“katûr”; cimri, hasis, eli sıkı, tamahkâr demektir.

İnsanlardan kimilerinin bencil ve cimri karakaterde olduğu âyetlerde anlatılıyor. (Meâric 70/19-212. Âdiyât 100/8. Fecr 89/17-20. Nisâ 4/128)

Bu duygular insanın içine onu denemek için konulmuştur. Kişi vahyin yol göstermesi ile bu duygularla mücadele ederse olgunlaşır ve sınavı başarır.

  • فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْراً لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

 

“O hâlde, gücünüz yettiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Teğâbun 64/16. Ayrıca bkz: Haşr 59/9)

Allah’ın büyüklük taslayanları sevmez. Onlar;

  • اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ 

... hem cimrilik ederler, hem de herkese cimriliği tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azab hazırladık.” (Nisâ 4/36-37)

Peygamber de cimrilikten sakındırıyor.

“Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır.” (Tirmizî, Birr/40)

“İki haslet vardır ki, bunlar mü’minde toplanmaz. Bunlar, cimrilik ve kötü ahlâktır.” (Tirmizî, Zühd/8)

Cimrilik, dünyaya aşırı bağlıların, kapitalistlerin ve eşyaya kul-köle olanların özelliğidir. Cimri malın/servetin egemenliğine boyun eğen tutsak gibidir. O, vermenin, fedakârlığın, birine yardımcı olmanın verdiği huzuru tadmadığı için ondan habersizdir.

Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar.

Cimriler, mülkün Allah’a ait olduğunu ve O’nun “infak emrini” anlamayan insanlardır.

Cimri “...malının kendisini ebedi yaşatacağını sanır.” (Hümeze 104/3)

Böyleleri iştahla servet biriktirmeyi hayatın amacı, bu servetin de kendisini güçlü yapacağına inanır. Dolaysıyla ölümden sonrasını hiç hesaba katmaz. Böyle olmanın kendisi için bir başarı (zafer) olduğunu düşünür. (Âl-i İmran 3/180)

Cimriği azaltmak, ya da cimri iken cömert olmak mümkün mü?

Karaketeri cimrilik olmuş kişilerde zor ama imkansız değil.

Cimrilikten sakındırmanın ve infakı sevdirmenin yollarından biri vahyin inşa ettiği bir servet/mülkiyet tasavvuruna sahip olmaktır.

Ya da kişinin yardıma muhtaç hâle gelmesidir. 

“Mülk kimindir?” Kur’an’ın cevabı: Mülk Allah’ındır.

Ramazan aynı zamanda infak, cömertlik, paylaşma, yardım ve başkasını, muhtaçları hesaba katma ayıdır.

Dolaysıyla bu ay cimriliği, hasisliği tutup cömertliğe terfi ayıdır.

 

-Sonuç olarak

Oruç tutmaktan amaç yemek ve içmekten uzak kalmak değil, bunlar aracılığıyla takvayı kuşanmak, takva bilincini artırmaktır.

Hakkı verilerek tutulan bir oruç sahibini kötülüklere, hırsa, dünya malına düşkünlüğe, aç gözlülüğe, günaha, şeytana dost olmaya, gaflete, isyana karşı korur gözetir.

Sahibine elbiselerin en görkemlisi ve en süslüsü olan “takva elbisesi”ni giydirir, onu bununla  korumaya alır.

Oruçlu, Ramazan’ı inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek değerlendirirse şöyle diyebilir: “Ben orucu tuttum. Şükürler olsun ki o da beni tuttu.”