Kur'an temelinde "tedbir bizden takdir Allah'tan" anlayışı hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

Beytu’s-Selâm-Duisbrg

Dostlar Sohbeti

14 Nisan 2020

 

-Kur’an’da takdir/kader ve türevleri

Kadera: (sözlükte fiil olarak); bir şeye gücü yetmek. Bir şeyi diğerine kıyaslamak.  Miktarını beyan etmek, bir şeyi planlamak, hazırlamak. Takdir ve hükmetmek.  Bakıp tedbir etmek.

 

daraltmak (rızkını takdir etmek)

“Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, “Rabbim bana değer vermedi” der.” (Fecr 89/16)

 

Yakdiru; kısmak, kısmaya gücü yeter, ölçülü verir

“Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.” (Ra’d 13/26. İsra 17/30)

 

Kadernâ: Güç yetirmek, ölçülü biçim vermek;

“Sonra onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk. Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz ne güzel biçim verenleriz! (güç yetireniz)” Mürselat 77/21-23)

 

Kadarû: takdir etmek, tanımak, kavramak, bilmek

“Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler…” (En’am 6/91. Benzeri: Hac 22/74. Zümer 39/67)

yakdira: Güç yetirmek, sıkıştırmak

“Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla gücümüzü ona ulaşmayacağını sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.” (Enbiyâ 21/87) 

 

Yakdiru: güç yetme.

“Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler.” (Nahl 16/75)

“Allah, (şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye gönderse olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adaletle emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?” (Nahl 16/76)

 

Iktedera: Gücü yetmek (Kur’an’da yok),

 

Kaddera:  takdir etmek, hükmetmek. düzene koymak, yasasını koymak, miktarını tayin etmek. Kıyaslamak.

“O arz üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdi ve ona bereket bahşetti; dahası oranın besinlerini, ora sakinlerinden talep edenler arasında dengeli bir biçimde takdir etti: (bütün bunlar) dört evrede gerçekleşti.” (Fussilet 41/10)

(Velid b. Muğira olabilir) Çünkü o bir düşündü ve ölçtü (takdir etti).” Müdessir 74/18., 19, 209

“O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir.” (A’la 87/3) 

 

Kaddarnâ: takdir etmek, hükmetmek

«(Fakat Lût'un) karısı müstesna; biz onun geri kalanlardan olmasını takdir ettik.» (Hıcr 15/60. Neml 27/57)

Sebe’ halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler oluşturduk. Oralarda gidiş-gelişi belirledik (takdir ettik) ve onlara da şöyle dedik: “Oralarda gece gündüz güvenlik içinde dolaşın.” (Sebe’ 34/18)

“Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz.” (Vakıa 56/60)

 

Kaddarnâhu:

“Ayın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) takfir ettik. Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur.” (Yâsîn 36/39)

 

Kadderahu: 

“O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.” (Yunus 10/5) 

O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” Furkan 25/2)

“Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.” (Abese 80/19)

 

Kadderûha:onu takdir etti.

“Yanlarında, gümüş kaplar ve billûr kâselerle, gümüş beyazlığında (billûr gibi) şeffaf kupalarla dolaşılır ki, sâkiler bunu (cennet şarabını) ölçüsünce tayin ve takdir ederler.”  (İnsan 76/15-16)

 

Yukadderu: takdir eder, ediyor

“Allah, gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı (yükünüzü hafifletti.)” (Müzemmil 73/20)

 

Kadru: ölçü, miktar, Meblağ, Şeref.  Vakar, Takat, Bir şeyin eşiti.

“Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.” (Talak 65/3)

 

Kadrihi:

“Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler…” (En’am 6/91. Benzeri: Hac 22/74. Zümer 39/67)

Leyletül kadr.

 

Kudira; ölçülmüş, ölçüye göre takdir edilmiş;

“Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık; her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşti.” (Kamer 54/12.

“Eli geniş olan, elinin genişliğine göre nafaka versin. Rızkı dar olan da, Allah’ın ona verdiğinden (o ölçüde) harcasın. Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.” (Talak 65/7)

 

Kâdir: gücü, kudreti yeten

“Dediler ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!” (Ey Muhammed!) De ki: “Şüphesiz Allah’ın, bir mucize indirmeğe gücü yeter. Fakat onların çoğu bilmiyor.” (En’am 6/37,

“De ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz.” (En’am 6/65.

“Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendileri gibilerini yaratmaya kadir olduğunu görmediler mi? Allah onlar için, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan bir ecel belirlemiştir. Fakat zalimler ancak inkârda direttiler.” (İsrâ 17/99)

“Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.” (Yâsîn 36/81)

“Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Ahkaf 46/33)

“Şimdi, bunları yapan Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?” Kıyâme 75/40.

“Şüphesiz Allah, gizliliklerin ortaya çıkacağı gün, insanı tekrar yaratmaya Kadir'dir.” (Târık 86/7-8)

 

Kadîr: Takdir eden, gücü yeten, ölçüyü koyan; 45 âyette

 

Takdîr:

O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).” (En’am 6/96)

“Yanlarında, gümüş kaplar ve billûr kâselerle, gümüş beyazlığında (billûr gibi) şeffaf kupalarla dolaşılır ki, sâkiler bunu (cennet şarabını) ölçüsünce tayin ve takdir ederler.”  (İnsan 76/16)

 

Mikdar; takdir edilen

 

Muktedir: gücü yeten

“Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.” Kamer 54/42, 55. Kehf 18/45

 

Kader: ölçü; takdir edilen, Kaza, Hükm, Hükmü ilahi. Bir şeyin endazesi. Takat.

“Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” (Hıcr 15/21.

“Medyen halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr’a) geldin ey Mûsâ!” (Taha 20/40)

“Biz, gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.” (Mü’minun 23/18)

“Allah, kullarına (tümüne birden) rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla haberdardır ve onları hakkıyla görendir.” (Şura 26/27)

“O, gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. Biz onunla ölü araziyi canlandırdık. İşte siz de, böyle diriltileceksiniz.” (Zuhruf 43/11)

“Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer 54/49)

Belli bir süre;

“Sonra onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk.” Mürselat 77/22

 

Kaderan: kesinleşmiş hüküm

“Allah’ın, kendisine farz kıldığı şeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere bir darlık yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür.” (Ahzab 33/38”

 

Kaderuhu: uygun miktar

“Kendilerine el sürmeden ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur. (Bu durumda) -eli geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak üzere- onlara, aklın ve dinin gereklerine uygun olarak müt’a verin. Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur.” (Bekara 2/236)

 

Kaderiha: bir ölçüye göre

“O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü.” (Ra’d 13/17)  

 

Tedbir:

-Koruyucu hekimlik

Peygamber (sav) asırlar öncesinden korucu hekimliği tavsiye etmiş, bunu yapan mü’minleri övmüştür. Kendisi de her zaman hastalıklara karşı hep dikkatli olmuştur.  O, yeterince uyumayı, dinlenmeyi, temiz olmayı, yeteri kadar yemeği, elleri ve ağzı temiz tutmayı, pis ve bayat yiyeceklerden uzak durmayı, yemek kapları kapalı tutmayı, sık sık duş almayı, tuvaletten sonra mümkün olduğu kadar temizlenmeyi tavsiye etmiştir.

Kişi hastsalığa karşı her türlü tedbiri alır, dikkat eder, ama yine hasta olabilir. Bunda kendi kusuru olduğu gibi başkalarının dahli olabilir.

Bu ayrı bir konu. Ama diyelim ki hasta oldu. Mü’min böyle bir durumda isyan etmeyecek, ah vah etmeyecek, ümitsizliğe kapılmayacak.

“Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın.” (Nisa 4/71)

 

Kaderden yine kadere:

639 yılındaki Suriye'de baş gösteren veba hastalığı 25-30 bin kişiyi öldürmüştür. Hz. Ömer'in halifeliği sırasında yaşanan bu olayın ibretli bir yönü vardır. O sırada geniş Suriye bölgesinin kumandanı ve valisi Ebu Ubeyde b. Cerrah idi.
İbni Abbas (r.a.) anlatıyor:

Hz. Ömer (r.a.) Şam’a doğru yola çıkmıştı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona Şam’da veba hastalığı baş gösterdiğini haber verdiler.

Hz. Ömer (r.a.), Abdullah b. Abbas’a:

- “Bana ilk Muhacirleri çağır” dedi.

Hz. Ömer (r.a.) onlarla oturup konuştu ve Şam’da veba salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onlar nasıl hareket edilmesi gerektiğinde ihtilaf ettiler. Bazıları:

- “Sen belirli bir iş için yola çıktın, geri dönmeni uygun bulmuyoruz” dediler. Bazıları da:

- “Müslümanların kalanı ve Hz. Peygamberin ashabı senin yanındadır. Onları bu vebanın üstüne sevk etmenizi uygun görmüyoruz, orada salgın hastalık var” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):

- “Gidebilirsiniz” dedi. Daha sonra Abdullah b. Abbas (r.a.)’a:

- “Bana Ensar’ı çağır” dedi. Onlar da Muhacirler gibi benzer sözler söylediler. Hz. Ömer (ra):

- “Siz de gidebilirsiniz” dedi. Hz. Abdullah’a (r.a.) tekrar:

- “Bana Mekke’nin fethinden önce Medine’ye hicret etmiş olan Kureyş Muhacirlerinin yaşlılarını çağır” dedi. Onlardan iki kişi bile ihtilaf etmedi ve hepsi:

- “İnsanları geri döndürmeni ve bu hastalığın olduğu yere gitmemeyi uygun görüyoruz” dediler. Bu defa Hz. Ömer (r.a.) herkese seslenerek:

- “Ben sabahleyin dönüş hazırlığına başlıyorum, siz de hayvanlarınıza binmiş olun” dedi. Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.):

- “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sordu. Hz. Ömer (r.a.):

- “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde!” dedi. Zira Ömer (r.a.) Ebu Ubeyde’ye muhalefet etmek istemezdi. Ve sözüne şöyle devam etti.

- “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?

Tam o esnada bir takım ihtiyaçların karşılamaz için ortalarda görünmeyen Abdurrahman b. Avf (r.a.) çıkageldi ve:

- “Bu hususta bende bilgi var, Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin: ‘Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veba ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız’ buyururken işittim” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) Allah’a hamd etti ve oradan ayrılıp yoluna devam etti. [Buhari, Tıb, 30; Müslim, Selam, 98]

Görevi gereği Şam'a dönen vali Ebu Ubeyde de bu büyük salgın sırasında vefat etmiştir.

 

Evet, tedbir kuldan takdir ise Allah’tandır.

Tedbirini al takdirine razı ol.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’e:

- “Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?” diye soran bir sahabeye:

- “Önce bağla, sonra tevekkül et” (Tirmizî, Ḳıyâme/ 60) 

 

Sağlığı korumak farzdır:

Peygamber (sav) der ki: “Kim sihhatli bir şekilde sabaha ulaşırsa, evinde güvende ise, bir günlük yiyeceği ve içeceği varsa ona sanki dünya bağışlanmış gibidir.” (Tirmizi, Zühd/32 no: 2346)

Peygamber (sav) Allah’tan afiyet istenmesini tavsiye ediyor: “Allah’tan af ve afiyet isteyin. Gerçek imandan sonra kişiye afiyetten daha değerli bir nimet verilmemiştir.” (Tirmizî, Daavât/105 no: 3558)

İstenmesi tavsiye edilen bu afiyete sağlık da dahildir.

“Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sana faydalı olan elde etmeye çalış. Allah’tan yardım iste ve acizlik gösterme. Başına bir şey gelirse “Eğer (keşke) şöyle yapsaydım, şöyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri böyle, O ne dilerse yapar” de. Çünkü keşke demek şeytanın işidir.” (Müslim, Kader/8 (34) no: 6674. İbn Mace, Mukaddime/10 no: 79, Zühd/14 no: 4168. Ahmed b. Hanbel 2/366, 370)

Her şeyi istediği gibi yaratan, bazı sebepler yüzünden hasta olmayı da yaratmıştır.

Yaşlanmak, yaşlandıkca da zayıf olmak, erzelil-omr denilen hâle ulaşmak da insanın fıtratına yerleştirilmiş ilâhi bir kanundur.

Ebu’d-Derda’nın rivâyetine göre Peygamber (sav) buyurdu: “Allah (cc) bir hastalık yaratmamıştır ki, dermanını yaratmamış olsun. Her hastalık için şifâ da yaratılmıştır. Yalnız haramda şifâ yaratmamıştır.” (Mâlik, Muvatta Ayn/12. Ahmed b. Hanbel 1/13, 446, 3/156, 4/278. Bir benzeri: Ebu Dâvud, Tıb/11 no:3874, 3855. İbni Mâce, Tıb/1 no: 4336. Tirmizî, Tıb/2 nr. 2038)

Farklı rivâyetlerde şöyle buyuruluyor: “Allah, verdiği her hastalık için bir ilaç da indirmiştir (yaratmıştır).” (İbn-i MâceTıbb/1 no: 3438)

“Ey insanlar tedavi olun, Allah dermansız hastalık indirmemiştir. Yalnız ihtiyarlığın ve ölümün ilacı yoktur.” (İbni Hıbban, Tıb/4 no: 6064)

Bu hadis bir atasözünde “derdi yaratan Allah dermanını da verir” şeklinde ifade edilir.

Ancak pek çok insan sağlık gibi bir nimeti yerinde ve faydalı bir şekilde kullanmıyor.

Peygamber (sav) diyor ki: “İnsanların çoğu şu iki nimetin değerini bilmezler: Sağlık ve boş zaman.” (Buhârî, Rikak/1 no: 6412)

Müslüman inanır ki bedeni ve sağlığı kendisine emânettir. O Allah’tan aldığı her emâneti gözü gibi korur, onu tehlikeye düşürecek şeylerden uzak kalır.

Allah (cc) sağlığa zararlı her şeyi haram kılmıştır. Bundan da maksat bu değerli emâneti korumaktır.

Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bil: hadisi hatırlanabilir.

 

-Tedavi olmak İslâmın emridir

Peygamber (sav) her türlü hastalık için tedavi olmayı tavsiye ediyor.

Üsame b. Şerik’in rivâyetine göre bir bedevi Peygamber’e şöyle sordu: “Ey Allah’ın Elçisi, tedavi olalım mı? Buyurdu ki: “Evet, ey Allah’ın kulları tedavi olun. Zira Allah (cc) bir hastalık yaratmamıştır ki, dermanını, ya da şifâsını da yaratmamış olsun. Bir hastalık hariç.” Dediler ki: “O hangisidir, Ya Rasûlelleh?” Buyurdu ki. “İhtiyarlık”. (Tirmizî, Tıbb/2 no: 2038. Bir benzeri: İbni Mâce, Tıbb/1 no: 3436)

Hadislerde tavsiye edildiği gibi, bir taraftan şifâ arayacak, bir taraftan da sabredecek.

Aişe (r.ah.) "Hastalığı, Allah Rasûlü'nden (a.s.) daha şiddetli olan hiçbir kimse görmedim" dedi.” (Müslim, el-Birr/14 (44) no: 6557) Buna rağmen o buna sabretti.

Ancak tedavini öncelikle kafada başlaması gerekiyor. İyi olacağına, şifa bulacağına inanması, doktora, ilaca, tedaviye, diğer metodlara güvenmesi, ilerisi için ümitvar olması gerekiyor.

 

-Hastalıklar hatalara keffarettir

Allah (cc) mü’min kulu musibete, hastalığa, kendi yolunda karşılaşacağı zorluklara mukabil ona ecir verir.

İbn-i Abbas (ra) Ata bin Ebi Rebah’a; “Sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi?” dedi. Ata (rh); “Evet göster” dedi. İbn-i Abbas (ra) “Şu siyah kadın yok mu? İşte bu kadın bir kere Rasûlallah’a gelip; Ya Rasûlallah, sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. Allah’a benim için dua buyurun’ dedi. Rasûlüllah (sav) “Ey kadın! İstersen hastalığına sabret. Bunun karşılığında sana cennet vardır. İstersen afiyet vermesi için Allah’a dua ederim” buyurdu. Kadın; “Hastalığıma sabredeceğim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz” diye rica etti. Rasûlüllah (sav) de dua etti.” (Müslim, el-Birr/14 (54) no: 6571. Buhâri, Merdâ/6 no: 5652 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/346-347)

Bir başka gerçek daha var: Musibetler bir müslüman için keffaret (günahlarının silinmesi) sebebidir.“Bir mü’min sıkıntı, hastalık, dert, üzüntü, kazaya uğrasa ve hatta Allah yolunda ayağına batan diken batsa, Allah bunlara karşılık o kulun günahlarını siler.” (Buhârî, Marda/1 no: 5640, 5642. Müslim, Birr/52 no: 2573. Tirmizî, Cenâiz/1 no: 966)

Abdullah b. Mesûd (ra) şöyle anlatır: “Allah Rasûlü'nün huzuruna girdim; kendisi şiddetli hasta idi. Elimle ona dokundum ve: “Ey Allah'ın Rasûlü! Siz gerçekten çok ızdırap çekiyorsunuz” dedim. Allah Rasûlü (a.s.):

“Evet Ben sizden iki kişinin çektiği kadar şiddetli bir ızdıraba maruz bulunuyorum” dedi. Ben: “Bu yüzden sizin için muhakkak iki kat ecir vardır” dedim. Bunun üzerine Allah Rasûlü: Evet dedikten sonra şöyle buyurdu:

“Kendisine hastalık ve daha başka neviden herhangi bir eza isabet eden hiçbir müm’in yoktur ki Allah bu eza sebebiyle onun günahlarını, ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökmesin.” (Müslim, el-Birr/14 (45) no: 6559)

Ebu Saîd Hudrî, Allah Rasûlü'nü şöyle buyururken işitmiştir: “Müslümana bir ağrı, bir meşakkat, bir hastalık, bir üzüntü, hatta kendisini bunaltan bir iç sıkıntısına varıncaya kadar herhangi bir şey isabet ederse günahlarından bir kısmı yokedilir." (Müslim, el-Birr/14 (52) no: 6568)

“İmtihan (bela) kulu onun günahları affedilinceye kadar onu terketmez.” (Tirmizî, 2/286)

“Müslümanın her hali hayırdır. Bu hayır ondan başkasına verilmemiştir. Ne zaman bir nimete kavuşsa Allah’a şükreder ki bu onun için hayırdır. Ne zaman bir musibetle karşılaşsa sabreder ki bu da onun için hayırdır.” (Müslim, Zühd/64 no: 2999. Bir benzeri: İbni Hıbban Rikak/9 no: 728)

-Bela, musibet ve hastalığa karşı tavır

Hastalık, belâ ve musibetler karşı takınılması gereken bazı müsbet tavırlar:

 “(Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir.” (Tevbe 9/129)

Bunu yedi defa okuyana Allah onun kederlerinde yeterlidir. (Ebu Dâvud, Edeb/101 no: 5081) Ya da Eyyûb (as) gibi demeli:

 “Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiyâ 21/83)

Osman b. Affan’ın rivâyetine göre Peygamber şöyle demiştir: “Bir kul günün sabahında ve akşamında üç defa “Bismillahillezi lâ yedurru maa ismihi şey’ün fl’l-ardı velâ fi’s-semâi ve hüve’s-semîu’l-alîm-Adı anıldığı zaman yerde ve gökte hiç bir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın adıyla. O, hakkıyla işiten ve bilendir” derse ona hiç bir şey zarar vermez.” (Tirmizî, De’avât/13 no: 3388. İbni Mâce Ebu Ayyaş ez-Zürakıyyi’den), Dua/14 no: 3867. Ebu Dâvud, Edeb/101 no: 5088)

“Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” (Bekara 2/156)

Sıkıntı, belâ ve musibetin, imtihanların getirdiği zorluklar karşısında, ya da acziyet halinde söylenmesi gereken iman sözü: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm-Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur. O Çok yücedir, çok ulvidir.”

Şiddet zamanlarında, yani musibet veya zorluklarla karşılaşınca:

İbni Abbas diyor ki Peygamber (sav) şiddet zamanlarında şöyle derdi: “Lâ ilâhe illallahu’l-azîmu’l-halîm, lâ ilâhe illallhu Rabbu’l-arşi’l-kerîm, lâ-ilâhe ilallahu Rabbu’s-semâvâti ve Rabbu’l-ardı, Rabbu’l-arşi’l-kerîm-Allah’tan başka ilah yoktur, O azimdir, halimdir. Allah’tan başka ilah yoktur, O yüce arşın Rabbidir. Allah’tna başka ilah yoktur, O göklerin ve yerin Rabbidir, kıymetli arşın da Rabbidir.” (Buhârî, Deavat/27 no: 6345-6346, Tevhid/22 no: 7426, 7431)

Enes b. Mâlik’in rivâyetine göre başına bir zorluk (şiddet) geldiği zaman; “Yâ Hayyu ya Kayyûm, bi-rahmetike, esteğîsu-Ey Hayy ve Kayyum olan Allahım, rahmetinden medet umarım” ( Tirmizi, Deavat/91 no: 3524) derdi.

Ebu Bekre’nin rivâyetine göre Peygamber (sav) sıkıntıya düşenlere şu duayı tavsiye etmişti: “Allahümme rahmeteke ercu, felâ tekilnî ila nefsî tarfete ayn, ve aslih lî şe’nî küllehu, lâ ilâhe illâ ente-Allahım rahmetini umarım. Beni göz açıp kapatıncaya kadar da olsa nefsime bırakma. Bütün işlerimi düzelt. Senden başka tanrı yoktur.” (Ebu Dâvud, Edeb/101 no: 5090)

 

Şöyle derler: "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir." - Fâtır 34. Ayet

“Nâçâr kalıcak yerde

Nâgâh açar ol perde

Dermân eder ol derde

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler...” Erzurumlu İbrahim Hakkı