Kureyş Suresi tefsiri etrafında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

Selam-Dortmund

10 Mayıs 2020

 

  • بَّسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
  • لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ {1} إِيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاء وَالصَّيْفِ {2} فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ {3} الَّذِي أَطْعَمَهُم مِّن جُوعٍ وَآمَنَهُم مِّنْ خَوْفٍ {4}‏

Mekke’de inmiştir. Dört âyettir.

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile...

1-Kureyş’in güvenliği (sağlandığı) için,

2-yani kış ve yaz yolculukları onlara kolaylaştırıldığı için,   

3-Artık onlar bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine ibadet etsinler.

4-O ki kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılandır.”

KONU:

1-Kureyş Kabilesine Verilen Nimetler,

2-Kâbe’nin Önemi,

3-Nimetlere Karşılık Allah’a İbadetin Gerekliliği ve Sebebi

 

Resmi sıralamada 106, iniş sırasına göre 29. sûredir.

Kureyş İslâm öncesi, Fihr b. Malik veya onun dedesi Kinaneli Nadr neslinden gelen Mekke ve cevresinde oturan kabilelerin ortak adıdır.

 

Sûrenin nüzulü (inişi) ve önemi:

Kureyş Sûresi Mekkidir

Konusu açısından Fil suresi ile bağlantısı var. Onun arkasında yer almalı.

Her iki surede de ilk muhataplara Allah’ın nimetleri hatırlatılıyor.

Peygamberliğin (bi’setin) ikinci yılında indiği söylenebilir.

Fil ordusunun yok edilmesi Kureyş’in güvenliği ile ilgili idi. 

Kış ve yaz ticaret seferleri için bu güvenliğe ihtiyaç vardı.

Sûre muhataplara Allah’ın özel nimetini hatırlatıyor. Zira Kureyş her şeyini Kâbe’ye borçlu idi.

 

Sûre, ticaretin Kureyş için ne denli önemli olduğu bilinmeden anlaşılmaz.

Ticaret yoksa Kureys yok, ilaf (güvenlik/anlaşma) yoksa ticaret de yok.

Kureyş’in ileri gelenlerinden Saffan b. Umeyye söyle demiş: “Ne yapalım, nereye gidelim, Mekke’de kalsak sermayemizi yeyip tüketeceğiz. Zira varlığımız yazın Şam’a, kışın Habeşistan ticaretine dayanmaktadır.”

Şu da bir gerçek: Eger Kâ’be yoksa Kureyş için ticaret de îlaf (güvenlik) da yoktu.

Ama Kâ’be de bereketini kendinden değil Rabbinden alır.

Öyleyse onun sahibine ibadet etmeliydiler.

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
  • لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ {1}

 1-Kureyş’in güvenliği (saglandığı) için,

  • إِيلَافِ "İlaf", "elefe"den türemiştir.

Dağıldıktan sonra bir araya gelmek, bir şeyi âdet haline getirmek, sevmek anlaşmak, uzlaşmak manalarına gelir.

"Ülfet" ve "ma’luf" da aynı anlama gelmektedir.

Bunun ‘ellefe’ kalıbı ise ülfet ettirmek, kaynaştırmak, ısındırmak, birleştirmek demektir. Kur’an’da bu manada yer alıyor.

“Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da (ellefe) onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz…” (Ali İmran 3/103) 

“Eğer seni aldatmak isterlerse bilmiş ol ki sana yetecek Allah’tır. O, seni bizzat kendi yardımıyla ve mü’minlerle destekleyen ve onların kalplerini uzlaştırandır (ellefe). Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle harcasaydın, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat, Allah onların arasını uzlaştırdı. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal 8/62-63)

Yine aynı kökten gelen ‘müellefe-i kulûb’, kalpleri İslâma ısındırılmak istenenler demektir. ( Tevbe 9/60)

Bu sûrede Kureyş’in huzuru, yaz ve kış seyahat alışkanlığı, yani güvenliği sağlandığı hatırlatılıyor.

Kureyş’e verilen nimetler sadece Fil ordusunun mağlup edilmesi değil;

Kâ’be’nin konumu,

Diğer insanlar arasındaki saygınlık (Kâ’be’nin komşuları olmaları)

İçlerinden peygamber çıkması,

Nimetlerin her taraftan gelmesi (Nahl 16/112)

 

  • إِيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاء وَالصَّيْفِ {2}

2-yani kış ve yaz yolculukları onlara kolaylaştırıldığı için,

رِحْلَةَ rıhle; yolculuk,

 رِحْلَةَ الشِّتَاء وَالصَّيْفِ  rıhlete’s-şitai ve’s-sayf; kış ve yaz yolculukları demektir

Fil olayı, Arapların katında yarımadanın her tarafında Kabe'nin dokunulmazlığının artmasında, Kureyşten olan bekçilerinin ve koruyucularının saygınlığının pekiştirilmesinde hayli etkili olmuştu.

Bu da onların yeryüzünde güven içinde gezebilmelerine yol açmış, nereye gitmişlerse orada hürmet ve saygı görüp korunmalarına neden olmuştur.

Dolayısıyla onların güneydeki Yemen'den  kuzeydeki Şam'a kadar uzanan, uluslararası boyut kazanan iki büyük ticaret yolu açmalarına, kervanlar ile bu iki ana yolu hareketlendirmelerine neden olmuştu.

Böylece onların iki büyük ticaret kervanı oluşturmalarına zemin hazırlamıştı.

Bu kervanlardan biri kışın Yemen'e, diğeri yazın Şam'a gidiyordu.

Arap yarımadasında bu devir emniyet ve güvenin yok olduğu, baskın ve soygun saldırılarının yaygınlaştığı bir dönemdi.

İşte bu anarşi ortamında Kabe'nin güvenliği ve saygınlığı, onun himayesinde bulunanlara bu muhteşem ticaret kervanında onlara güven ve emniyeti garanti ediyordu.

Özellikle Kureyşe apaçık bir imtiyaz sağlıyordu.

Önlerine emniyetli, geniş rızk kapılarını açıyordu.

Güven, huzur ve barış içinde rızklarına ulaşıyorlardı.

Güven içinde gerçekleştirilen bu kârlı ticaret kervanları zamanla onların âdetleri ve alışkanlıkları arasında yer almıştı.

Ülkeleri çorak ve verimsiz olmalarına rağmen onlar Allah'ın lütfu ve ihsanı ile bolluk ve bereket içinde yüzüyor, sağlık ve afiyet içinde bulunuyorlardı.

  • فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ {3}

3-Artık onlar bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine ibadet etsinler.

 فَلْيَعْبُدُوا felya’budu; ibadet etsinler

رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ Rabbe haze’l-Beyt; Bu Evin rabbine/sahibine manasındadır

Beyt’ten maksat Kâ’bedir. Ya da Mescid-i Haram’dır.

Ayrıca onların korkudan güvenliğe eriştirilmeleri nimetine de parmak basılıyor.

Allah'ın Evi'nin himayesinde bulunmaları nedeni ile kendi evlerinde ve yurtlarında güven içinde yaşıyorlardı, güvenli bir biçimde seyahat ediyorlardı

Allah (cc) Kâ’be'nin dokunulmazlığını ve saygınlığını korumustu

Onlara bunca nimetler hatırlatılıyor ki, içinde bulundukları tutumdan utansınlar.

Sayesinde güven ve nimet içinde yaşadıkları ve seyahat ettikleri bu Kâbe'nin Rabbine ibadet etsinler,

O’nunla birlikte başka ilâhlara tapmaktan utansınlar.

 

  • الَّذِي أَطْعَمَهُم مِّن جُوعٍ وَآمَنَهُم مِّنْ خَوْفٍ {4}‏

4-O ki kendilerini açlıktan doyuran ve her çesit korkudan emin kılandır.”

 الَّذِيellezi; ki o,

أَطْعَمَهُم et’amehum; onları doyurdu, yedirdi,

مِّن جُوعٍ min cu’in; açlıktan,

وَآمَنَهُم ve amenehum; ve onları emin kıldı, güvenliğe kavuşturdu, güvenlik verdi,

مِّنْ خَوْفٍ min havf; korkudan demektir.

Kâ’be'yi güvenliğe eriştirmiş ve O'nu zorbaların baskısından ve diktatörlerin diktasından özgür kılmıştı.

Oraya sığınanı güvenceye almış ve onun etrafındaki herkesi bütün korkulardan kurtarmıştır.

Hatta insanlar sapıklığa düşüp Rabblerine ortaklar koştukları

ve O'nunla birlikte putlara tapındıkları devirde bile...

Onlara diyor ki: "Kureyş'in yaz kış mevsimlerinde düzenledikleri alışagelen anlaşma hakkı için onlar bu Kabe'nin Rabbine ibadet etsinler.”

Zira onlara güvenliği sağlayan, bu seyahatlerden hoşlanmalarını,

ona alışmalarını ve bu vesile ile bir dizi kazanç elde etmelerini sağlayan O'dur.

Hz. İbrahim Kâ’be'nin binasını yapıp O'nu temizledikten sonra şöyle dua etmişti:

  • رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ {37}

"Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin Beyt-i Haram'ının yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabb'imiz, namazı kılsınlar diye (böyle yaptım). Artık sen de insanlardan bir takım gönülleri, onları sever yap ve onları çeşitli meyvelerle besle." (İbrahim, 14/37) 

 

Mekke güvenli kılınan bir yerdir:

İbrahim peygamber bunun için de dua etmişti:

“Rabbic’al haze’l-belede âminen-Ya Rabbi bu beldeyi emin eyle…” (İbrahim 14/35)

  • وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ {1} وَطُورِ سِينِينَ {2} وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ {3}

"Ve güvenilir şehre andolsun ki." (Tîn, 95/3)

أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَماً آمِناً وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَكْفُرُونَ {67}

"Görmediler mi çevrelerinde insanlar kapıl(ıp öldürülür veya esir edil)irken biz (Mekke'yi) güvenli bir bölge yaptık..." (Ankebut 29/67)

Üzerinde yaşadıkları toprak parçasını durumuna göre onların aslında aç kalmaları, güçsüz oldukları için de aslında korku içinde yaşamaları gerekirdi.

Ama yüce Allah onlara nimetler verdi ve onları bu açlıktan kurtararak doyurdu ve korkudan güvenliğe eriştirdi.

Bu, ruhlarda haya duygusunu harekete geçiren, kalblerde mahcubiyeti tırmandıran bir hatırlatmadır.

Kureyş kabilesi Kâ’be'nin değerini ve onun dokunmazlığının hayatları üzerindeki etkisini bilmiyor değildi.

Sıkıntı anında bu Kâ’be'nin Rabbinden başkasına sığınmazlardı. İşte Abdülmuttalib bu nedenle Ebrehe'nin karsısına bir ordu ve kuvvetle çıkmamıştır.

O dönemde Arabistan'ın hiçbir yerinde insanlar gece rahat uyuyamazlardı. Her an bir saldırıya uğrama tehlikesi ile karşı karşıya idiler.

Hiç kimse kendi kabilesinin sınırları dışına çıkmaya cesaret edemezdi.

Çünkü yalnız çıkıldığında sağ olarak geri dönmek mümkün değildi. Ya birileri tarafından öldürülür ya da yakalanarak köleleştirilirlerdi.

Hiçbir kervan saldırıdan emin değildi.

Çünkü yol üzerinde her an önü kesilebilirdi. Malları gasbedilebilirdi.

Ancak yoldaki kabilelerin ileri gelenlerine rüşvet vererek bu yoldan sağ salim geçebilirlerdi.

Ama Kureyşliler bütün bunlardan tamamen emindiler.

Mekke'ye düşmanın saldırabileceği korkusu olmadığı gibi, onlar büyük ve küçük kafilelerle ülkenin her tarafında serbestçe dolaşırlardı.

Taşıdıkları "Kâ’be'nin hizmetçileri/komşuları" sıfatlarından dolayı hiç kimse onlara dokunmazdı.

Hatta bir Kureyşli yalnız olarak seyahat ederken saldırıya uğrarsa, "ben Haremliyim" ya da "ben Allah'ın haremindenim" demesi bile yeterli oluyordu. Bu söz karşısında saldırgan hemen duruyordu.

Bazı âlimler bu âyetlerin Yûsuf seneleri gibi süren şiddetli kıtlığa işaret olduğunu da söylemişlerdir.

Hz. Peygamber'in duası bereketiyle kurtulmuşlardı ama yine imana gelmemişlerdi.

  • َمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّبِيٍّ إِلاَّ أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ {94}

"Biz her hangi bir ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır." (A'râf 7/94)

Bir uyarı:

 

  • وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُّطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِّن كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللّهِ فَأَذَاقَهَا اللّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ {112} وَلَقَدْ جَاءهُمْ رَسُولٌ مِّنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ {113}

«İŞTE, ALLAH [size] bir örnek veriyor: güvenlik ve refah içinde bir şehir [düşünün ki] oraya [ahalisinin] rızkı her yandan bolca akıp duruyordu; ama ahalisi tutup Allah'ın nimetine karşı yakışmaz bir biçimde nankörlük etti ve bunun üzerine Allah da onlara, inatla yapageldikleri [kötülüklerden] ötürü kuşatıcı bir açlık ve korku felaketi tattırdı.»

Bu nimetlere karşılık onların da şükretmesi gerekir.  

(Not: Bu dünyada, hiçbir toplum, köklerini, insanın “Allah'la olan bağlantısı” ya da “sözleşmesi” «Allah’ın yanında hak din İslâm'dır...» (Âli İmran 3/19) kavramında saklı olan ahlakî ve toplumsal ölçülere dayandırmadıkça, güvenlik ve refah içinde yaşamayı umamaz.)

 

 

Kureyş Suresinden mesajlar

1-"Bu Kâ’be'nin Rabbine kulluk etsinler. Çünkü kendilerini aç iken doyuran O'dur."

Bu hem Kâ’be’nin önemine, hem de Allah’a nisbet edilen şeyin korumasız olmayacağına işarettir.

2-Kâ’be’nin sahibi, risâletin de, Kur’an’ın da sahibidir. Allah’ın değer verdiği şeyler uğruna fedakârlık yapanlar Allah’ın desteğinden mahrum bırakılmazlar.

3-Kâ’be değerini O’ndan aldığına göre O’nun değer verdiği her şey değerlidir.

4-Âyetteki emir önce Kureyşlilere, sonra bütün insanlığadır.

Burada Kureyş’e verilen nimetler sayılıyor, ama Kur’an’ın muhataplarına da Allah’ın nimetleri hatırlatılıyor.

5-Kulluğu Beyt’e değil, Beyt’in Rabbine etsinler. Yani ekmeğe değil, ekmeğin sahibine teşekkür etsinler.

6-Şükür nimeti artırır, nankörlük bereketsizlik, huzursuzluk ve tatminsizlik getirir.

7-Nimet külfet dengesi: Nimetlere karşı ibadet. Nimetin kaynağı ise elbette Allah’tır

8-Allah kendisine yöneleni korkulardan emin kılar.

9-Değerlinin değerini bilenler ve onun uğruna fedakârlık yapanlar Hak katında değerlidir.