Abese Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

4 Ekim 2020

16 Safer 1441 Zaandam

Selâm-Dortmund

اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰىۙ 

فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰىۜ  5-6﴿

“Sen ise kendini her şeye yeterli görenle ilgileniyorsun.”

اسْتَغْنٰىۙ aslı ğına fiilidir. Kendini yeterli, zengin görmek. Kavram olarak, kendini zengin, güçlü, yeterli görüp Allah’a ibadettren yüz çevirme duygusu. Böyle yapanlara ‘müstağni’ denir.

‘tesaddâ’, yönelmek, üzerine düşmek, dinlemek, kulak vermek demektir.

Sadedten veya sada’dan türediği söyleniyor. (tetesedda-tesadda oldu)

“Kendini her şeye yeterli gören” diye çevirilen 5. âyet Mekke’nin ileri gelen zenginlerini ve kabile reislerini ifade eder. Bunlar mal ve adamlarının çokluğu sebebiyle büyüklük taslayarak inkârcılıkta devam ediyor, Allah ve peygamberinin kendilerine doğru yolu göstermelerine ihtiyaçlarının olmadığını söylüyorlardı.

Allah korkusu ile huzuruna gelen âmâ ise Kur’an’ın nuruyla aydınlanarak cehaletten kurtulmak ve günahlardan arınmak istiyordu. (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/555)

Peygamber’in (sav) korkup sakınarak hakikate koşarak gelenle ilgilenmek yerine, müstekbirlere/müstağnilere yönelmesi hoş karşılanmıyor.

  • وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰىۜ ﴿٧﴾
  • 7﴿ Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin!”

Bu âyetin “Onun arınmasından sana ne!” şeklinde çevrilmesi bizce isabetli değil. Zira bu hem nazik bir ifade değil, hem de Peygamberin misyonuyla bağdaşmaz. Onun görevi vahyi, hakikati, İslâmı tebliğ etmek, insanları buna davet etmek, mümkün olduğu kadar çok kişinin hidâyetine vesile olmaktı. Dolaysıyla birisinin hidâyetle arınması onun göreviyle ilgilidir. O görevini yapar. Ancak Kur’andan, ya da ilâhi hatırlatmalardan faydalanmak istemeyenden, veya her şeye rağmen hidâyet bulmamasından Peygamber sorumlu değildir.

  • وَاَمَّا مَنْ جَٓاءَكَ يَسْعٰىۙ ﴿٨﴾
  • وَهُوَ يَخْشٰىۙ ﴿٩﴾
  • فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ ﴿١٠﴾
    • “Ama gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana gelenle ilgilenmiyorsun!”

يَخْشٰىۙ   haşyet; İnsan idrakinin ötesinde olan Allah’tan tazimle/saygıyla korkmayı Kur’an’ ‘haşyet’ terimiyle anlatıyor.

Haşyet fiili sözlükte, korkulan şeyi bilerek saygı ile birlikte, içi titreyerek korkma demektir.[1]

Bu da derin saygı duymak, içi titreyerek korkmak, kaygı duymak demektir.

Haşyet, marifetle (tanıma-idrak) ile birlikte ortaya çıkan bir korku türüdür.

Havf da korkudur. Ancak havf daha genel, haşyet daha özeldir. Allah’tan hem havf edilir, hem haşyet duyulur. Ama azabından yalnızca havf edilir (korkulur).[2]        

Haşyet; sürekli Allah’ın  (cc) huzurunda olmanın bilincidir.  Kur’an bu korku sıfatını daha çok âlimler hakkında kullanmaktadır.

“...Kulları içinde ise, Allah’tan ancak âlim olanlar (bilenler-anlayanlar) içleri titreyerek-korkar.” (Fâtır 34/28)

تَلَهّٰىۚ    lehv; ‘Lehv’ kelimesinin kökü olan ‘lehâ’; sözlükte, bir şeyle oynamak, bir şeyden pek hoşlanarak onunla avunup durmak anlamına gelir.

‘An’ ile kullanılırsa, bir şeyden gafil olmak, bir şeyden yüz çevirmek demektir.

Bu da Peygamberin samiyetle arınmak isteyenle  ilgilenmeyip, kendini yeterli gören kibirli kişilerle olmasını anlatıyor. Tabi bu tavrın doğru olmadığını anlatmak üzere. 

  • كَلَّٓا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌۚ ﴿١١﴾
  • فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۢ ﴿١٢﴾

11﴿ Hayır! (Yani bu tavır doğru değil) Şüphesiz bu âyetler birer öğüttür.

12﴿ Artık dileyen ondan öğüt alır.”

Ya da “Hayır; O (Kur’an) bir tezkirâ’dır (bir hatırlatma, bir öğüttür). Artık dileyen onu (öğüt almak üzere) hatırlar.” (Abese 80/1-12) 

Tezkira; hatırlatma, öğüt, hatırlatan şey ama maksadı ifade eden hatırlatıcı şey demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 6/36)

Bir şeyin tezekkür edilmesini, hatırlanmasını, hatıra getirilmesini sağlayan, buna vesile olan şey. Delâlet, emâre kelimelerinden daha genel anlamlıdır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: )

“Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten (tezkira’dan) yüz çeviriyorlar?” (Müdessir 74/49)

“Şüphesiz bunlar bir öğüttür/hatırlatmadır (tezkira’dır). Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.” (Müzemmil 73/19)

“İşte bu bir hatırlatmadır/öğüttür (tezkira’dır, ibrettir). Dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.” (İnsan 76/29. Ayrıca bkz: Vâkı’a  56/73. Hâkka  69/12) Buradaki tezkira İnsan Sûresi (el-Hâzin, 4/381. Sağ’lebî, 6/352. Tabressî, 2/693) olarak da anlaşılmış.

Kur’an bir ‘tezkira’dır.

“(Ey Muhammed!) Biz, Kur’an’ı sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah’ın azabından) korkacaklara bir öğüt (bir uyarı-tezkira) olsun diye indirdik.” (Tâhâ 20/2-3)

“Teşkâ, “saadetin zıddı” anlamındadır (Râğıb). Yalınkat bir “meşakkat” değil, “mutluluğu azaltan” ya da “yok eden” vurgusu taşır. Zımnen: Ey İnsan, Biz Kur’an’ı senin mutluluğun için indirdik!” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an âyet açıklaması 2/1222)

İnsan yapısı gereği unutkandır. Niçin yaratıldığını, dünyadaki görevlerini, kulluk yaptığı zaman neler kazanacağını, isyan ederse neler kaybedeceğini, Allah’ın rızasının nerede olduğunu, iyiyi ve kötüğü unutur.

Dünya hayatına dalar öleceğini unutur.

Dünya zevkini tadar, sonsuz mutluluk aklına gelmez.

Günahları sevimli ve zevkli bulur âhiret cezasını unutur.

Gençliğine ve kuvvetine aldanır, ihtiyarlığı ve zayıf düşmeyi unutur.

Nereden gelip nereye gideceğini unutur.

Hayata öylesine dalar ki insanlık görevlerini unutur.

Maddiyata aldanır, ğayb olan şeyleri unutur.

Ömrüne aldanıp imtihan için yaratıldığını unutur.

Yeryünün her şeyini kullanır ama yerin ve göklerin sahibini ve O’na teşekkür etmeyi unutur.

Yakınlarını kendi eliyle defneder, ölümü unutur.

Hayatının çeşitli safhalarında birilerine hesap verir, ancak en son Hesabı unutur.

Dünyalık lezzetler, peşin kârlar onu öylesine sarhoş eder, öylesine şaşırtır ki ebedî lezzetleri, kazançları unutur.

Kur’an ise sürekli bunları hatırlatır. İnsanı uyarır, nasihat eder, aklını başına almasını ister.

Kısacık hayatı iyi değerlendirmesini önerir. Şeytana ve nefsine aldanıp imtihanı kaybetmemesini söyler.

İnsanın yaratılışını, niçin yaratıldığını, sorumluluğunu, gücünü ve sınırını, hayatı ve ölümü, insanın geldiği yeri ve gideceği yeri,

geçmiş kavimleri, onları hidâyete davet eden elçileri,

şeytanı ve faaliyetlerini,

insanın zaaflarını ve açmazlarını,

iyilikleri ve kötülükleri, iyilik yapanların elde edecekleri kârları, kötülük yapanların düşecekleri zararları,

hayatın faniliğini, kıyâmeti, hesabı ve ondan ötesini...

Daha pek çok şeyi hatırlatır, uyarır, öğüt verir. Uygun bir dille, anlaşılır bir üslûpla ve etkileyici bir tarzda... 

“Asla (düşündükleri gibi değil)! Bilsinler ki bu (Kur’an), gerçekten bir ikazdır (tezkirâ’dır)! Dileyen ondan (düşünüp) öğüt alır.”

 فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۢ  (Müdessir 74/54-55) Bu ifade Abese 12 ile aynı.

“Şüphesiz Kur’an, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür (tezkira’dır). (Hakka 69/48)

Dileyen öğüt-ibret alır, uyarılarına ve hatırlatmalarına kulak verir. Dileyen de dilediği yola gider.

كَلَّٓا ٓ yı şöyle açıklamak mümkün: “Ey Elçi, artık bundan sonra böyle hatalar yapma; zengine dönüp onunla ilgilenirken zengin olmayana ilgisiz kalma.” (Şevkânî, Fethu’l-Kadir, s:)

اِنَّهَا  şüphesiz o. He zamiri... Hem bu ilk âyetler, hem de Abese Sûresinin tamamı tezkiradır, hatırlatmadır, Allah’tan gelen öğütlerdir.

Bu ifadenin Kur’an’ı kasdettiği görüşü de var. (el-Hâzin, 4/395. Mukâtil b. Süleyman, 3/452) Ancak ha zamiri müennes (düşül) Kur’an kelimesi ise müzekker (eril). Dolaysıyla bu zamirin Abese’nin veya Kur’an âyetlerini işaret ettiğini söylemek daha isabetli. ‘Zekerahu’daki zamirin (eril) olduğu için Kur’an’ı işaret ettiğini de söyleyebiliriz. Nitekim İsrâ Sûresinde böyle bir kullanım var. “Biz Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık (feraknâ-hu) ve onu peyderpey indirdik.” (İsrâ 17/106)

 

“Dileyen ondan öğüt alır” 12. âyette iki noktaya dikkat çekiliyor: a-Bu uyarı, yalnız Resûlüllah’a değil, onun şahsında bütün ümmetine ve insanlığa yöneliktir.

b-Uyarıyı dikkate alıp yanlışını düzeltmek de hiçe sayıp hatalarında ısrar etmek de insanın kendi iradesine bağlıdır, sonucunu da buna göre alacaktır.” (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/555-556)

Allah insanları bu âyetlerle ve Kur’an’la hidâyete, ‘dâru’s-selâm’a davet ediyor. (Yûnus 10/25) Bu Allah’ın herkese açık mesajıdır, son uyarıdır, öğüttür. Dileyen bu davete icabet eder, Rabbine doğru bir yol tutar, dileyen kulaklarını ve yüreğini ona kapatır.

Demek ki Peygamberin görevi insanları mutlaka yola getirmek değil, tebliğ etmek, Kur’anla öğüt vermek ve uyarmaktır. Kur’anın ve Peygamberin daveti karşısında herkes hürdür. Öğüt verilenlerin Allah’a karşı bir bahanesi kalmaz. Peygamberlerin gönderiliş sebebi zaten budur.

Bugün biz de aynı konumdayız. Gücümüz yettiği kadar muhataplarımıza hakkı ulaştırırız, hakkı ve sabrı tavsiye ederiz. Kur’anla hatırlatmada bulunuruz, öğüt veririz, davet-tebliğ, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker görevimizi yaparız.

Ömer Muhtar’ın dediği gibi, “Biz düşmanla savaşmakla emrolunduk, zafer elde etmekle değil. O Allah’ın bileceği bir şeydir.”

 

[1] Isfehâní, R. el-Müfredât, s: 213 

[2] Askerí’den, Cebeci, L. Takva, Ank. 1985, s: 20