Abese Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

11 Ekim 2020

23 Safer 1442 Zaandam

Selâm-Dortmund

 

  • ف۪ي صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍۙ ﴿١٣﴾
  • مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍۙ ﴿١٤﴾
  • بِاَيْد۪ي سَفَرَةٍۙ ﴿١٥﴾
  • كِرَامٍ بَرَرَةٍۜ ﴿١٦﴾

13﴿    O, keremli/kıymetli sayfalardadır;

14﴿ Yüce makamlara kaldırılmış, tertemiz sayfalarda.

15-16﴿ Seçkin ve erdemli elçilerin ellerinde.

-‘Suhuf’, sahifenin çoğulu. Yazılı veya yazılacak kağıt.

‘Merfu’ah’; yükseltilmiş, yüceltilmiş

‘Mükarramah’; değerli, keremli, kıymetli demek.

Burada ilk akla gelen Kur’an sahifeleridir.

  • نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ ﴿١﴾

“Nûn, Kaleme ve yazdıklarına andolsun” (Kalem 68/1) âyeti buna işaret ediyor.

-Yüceltilmiş, arındırılmış. O Levh-i Mahfuzdadır. Bunun için makamı yüksektir, her türlü şaibeden, müdâheleden uzaktır. Hâlis ve ak paktır. İçinde bâtıl bir şey yoktur. İnsanî ve şeytanî fikirlerden uzaktır.

Kıymetli ve güvenilir, ikram için seçilmiş, saygın, faziletli elçilerin ya da kâtiplerin elindedir. Allah’ın emriyle şerefli melekler eliyle yazıldı ve yine şerefli melek aracılığıyla Elçi’ye ulaştırıldı.

Zaten o vahye tertemiz (mutahhar) olan meleklerden başkası dokunamaz (yaklaşamaz). (Vâkı’a  56/79)

Bu sayılanlar vahyin ana özellikleridir.

‘Sefera’, ‘sâfir’in çoğulu. Kâtip, yazıcı, hattat demektir.

Nitekim bu kökten gelen ‘sifr’ kitap, yazılan şey, ‘sefr’ de yazı demektir.

Bir âyette şöyle geçiyor:

 

  • مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَاراًۜ بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥﴾

 

“el-hımaru yahmilu esfara-Kitaplar taşıyan merkep” (Cumua 62/5) gibi.

Bu mana yazmak, örtülü şeyi açmak, ortaya çıkarmak anlamından gelir.

Sefera’nın ‘sefer’den türediği ve elçi anlamına geldiği de söylenir.

Tefsirciler, ‘sefir’i, ‘sefera’yı Allah’tan Hz. Peygamber’e vahiy getiren melekler, kulların amellerini yazan melekler (kirâmen kâtibîn),

kitapları okuyanlar (kurrâ),

Kur’an’ı yazan sahâbîler” gibi farklı anlamlarda yorumlamışlardır (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/556)

Âyette maksat Kur’an’dır deniliyor. İlim ve hikmet ihtiva eden ilâhî bir kelâm olduğu için Allah katında şanı yüce ve değerlidir.

Mukaddes sayfalardan maksadın “levh-i mahfûz” veya “önceki peygamberlerin kitapları” olduğunu söyleyenler de vardır. (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1858)  

اِنَّ هٰذَا لَفِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰىۙ ﴿١٨﴾

  • صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى ﴿١٩﴾

“A’la 18-19﴿ Bunlar önceki kitaplarda, İbrâhim ve Mûsâ’nın kitaplarında da vardır.”

“Temiz (mutahhara) sayfalar” tabiri Beyyine Sûresinde de geçiyor:

  • رَسُولٌ مِنَ اللّٰهِ يَتْلُوا صُحُفاً مُطَهَّرَةًۙ ﴿٢﴾
  • ف۪يهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌۜ ﴿٣﴾

2﴿ tertemiz sayfaları okuyan bir elçi gelinceye kadar

3﴿ O sayfalarda dosdoğru hükümler yer almaktadır.

 

-Melekler için iki sıfat kullanılıyor: Kiram (değerli) ve berarah (çok iyi). 

‘Berara’; ‘berre’; doğru olmak, ihsan-iyilik etmek kökünden ‘el-bârr’ veya berr’in çoğuludur. Kur’an’da sadece burada geçiyor.

Berr’in çoğulu olarak çok hayır sahibi, bârr’ın çoğulu olmasına göre de söz ve fiillerinde sâdık demektir. Kelime, her ikisini kapsayacak şekilde takva sahibi kişi diye de anlaşılmış.

el-bârr; ayrıca ihsan ve iyilik eden, çok hayır sahibi, vazifesini hakkıyla yapan şeklinde de açıklanıyor. Bunun çoğulu ‘ebrâr veya berara’dır.

Bazıları demiş ki Kur’an’da ‘ebrâr’ insanlar, ‘berara’ da melekler hakkında kullanıldı. Zira ‘ebrâr’, azlık bildiren bir çoğuldur. İnsanlar arasında takva sahibi olanlar azdır. ‘Berara’ ise, çokluk bildiren çoğuldur. Melekler ise zaten günahsızdır. (Tahrim 66/6)

Bununun için âyetteki “kirâmin berarah’ melekler olarak anlaşılmış. Sefir ve rasûl-elçi anlamı melâike kelimesinde zaten var. Dolaysıyla ‘berara’ sıfatı melekleri doğrudan, insanlardan da bu özellikleri taşıyanları dolaylı olarak işaret eder. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/535)

Bir hadiste şöyle deniyor: “Kur’an’ı ezberleyerek okuyanın misâli sıfat ve şanı değerli ve takva sahibi elçiler (es-seferati’l-kirâmi’l-berarah) ile beraberdir. Kendisine zor geldiği halde azmedip çalışarak okuyanın misali ise, ona iki ecir vardır.” (Buhârî, Tefsir/80. Müslim, Müsafirîn/244. Ebû Dâvûd, Vitir/14.  Tirmizî, S. Kur’an/13. İbni Mâce, Edeb/52. Darimî, F. Kur’an/11. Ahmed b. Hanbel 6/48, 94, 98, 110, 170, 192, 239, 266)

كِرَامٍ  şerefli, değerli demektir.

Melekler şereflidir, değerlidir. Emânete hiyanet etmezler, güvenilirdirler. Onlar vahyi yazmak ve Elçilere ulaştırma noktasında görevlerini hakkıyla yaparlar. (Mevdudî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/41)

 

Özetle üzerinde durduğumuz âyetlerde üç önemli anlama işaret ediliyor:

1.Mutahhara, sahifeleri taşıyanların temiz kılınması, ki bunlar da meleklerdir.

2.Sefera; vahyi taşıyan veya Levhi mahfuza yazan melekler, elçiler diye de  anlaşılmış.

Ya da 3.Kitapları yazanlar manası.

Âyetlerden ve Kur’an’dan bahseden bu kısım Peygamber için bir teselli sayılabilir. Zira sûrenin başındaki azar onu üzmüş, bu âyetlerle gönlü genişliğe kavuşmuştur.

 

-Yukarıda geçen ‘tezekkür, tezkira’ az çok duyulmuş bir şeyi hatırlatma, böylece düşünmeyi harekete geçirme anlamı da taşır. Bu bilinenden bilinmeyene doğru hızlı bir geçişi ifade eder.

 

-Bu âyetler Kur’an’ın azametini anlatıyor. Ona inanmayanlara; “o öylesine değerlidir ki, sizin inanmanıza muhtaç değildir. Buna karşın siz hidâyete ermek, şeref bulmak istiyorsanız ona teslim olmalısınız” deniliyor.

İnsanların bu kitaba karşı büyüklük taslamaları veya kabalık yapmaları onu azametini azaltmaz. Bilakis inkârcıların hüsranını artırır. (İsrâ 17/82)

Âyetler vahye, değerli sayfalardaki kitaba işaret ettikten sonra, nimetleri, Allah’ın kudretini, âhiretin korku ve dehşetini, kıyâmetten önce ve sonra olacaklar hatırlatıyor. Böylece insanların İslamın öngördüğü iman ile tezkiyeyi sağlamak üzere yaratılışa, nimetlere vurgu yapıyor. Kısaca insanın kendi yaratılışı ve verilen nimetleri hatırlamasını istiyor.

Böylece muhataplar düşünme ve inanmaya teşvik edilmektedir. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/536)

Buraya kadar Rasûlüllah muhatap alınıyor ama aslında tehdit inkârcılara yöneliktir.

Arkasından şöyle buyuruluyor:

  • قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَٓا اَكْفَرَهُۜ ﴿١٧﴾
  • مِنْ اَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُۜ ﴿١٨﴾
  • مِنْ نُطْفَةٍۜ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُۙ ﴿١٩﴾
  • ثُمَّ السَّب۪يلَ يَسَّرَهُۙ ﴿٢٠﴾
  • ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُۙ ﴿٢١﴾
  • ثُمَّ اِذَا شَٓاءَ اَنْشَرَهُۜ ﴿٢٢﴾
  • كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَٓا اَمَرَهُۜ ﴿٢٣﴾

17﴿Kahrolası o insan! Ne kadar da inkârcı!

18﴿ (Bir düşünse) Allah onu neden yarattı?

19﴿ Bir nutfeden yarattı da ona şekil verdi.

20﴿ Sonra ona yolu kolaylaştırdı.

21﴿ Nihayet onun canını aldı ve kabre koydu.

22﴿ Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltecek.

23﴿ Hayır! İnsan, Allah’ın emrettiğini yapmadı.

Burada bütün insanlar kasedilmiyor. Kur’an, eğer toplumun çoğu bozulmuşsa ‘insan’ kelimesini daha çok kullanıyor.  Bu da hataya dikkat çekmek, öğüdün etkisini artırmak içindir.

قُتِلَ   gutile’ye; kahrolası diye anlam veriliyor. Öfke ve yermeyi ifade eden bir bedduadır. Kınama ve ayıplamadan kinâyedir.  “O, öyle fena bir durumda bulunuyor ki, hayata hakkı kalmayacak dercede” demektir. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/536)

Kur’an’da bir kaç yerde geçiyor:

  • قُتِلَ الْخَرَّاصُونَۙ ﴿١٠﴾

Zariyat 51/10 “Kahrolası yalancılar”

  • فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ ﴿١٩﴾
  • ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ ﴿٢٠﴾

 Müdessir 74/19﴿ Kahrolası, ne biçim ölçtü biçti!

20﴿ Sonra kahrolası ne biçim ölçtü biçti!

  • قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِۙ ﴿٤﴾

 Buruc 85/4﴿ “Uhdud ashabı kahrolsun” 

Her ne kadar bazılarına göre, burada kasdedilen yeniden dirilmeyi inkâr eden müşrik ileri gelenler olsa da, hitap âhiret hayatı hakkında tereddütü olan herkesedir.

مَٓا اَكْفَرَهُۜ  Bunun aslı kefera’ fiilidir. Bu da bir şeyi örtmek, bürümek, din açısından İslâmı  inkâr etmek, nankör olmak.

Ekfer; (ism-i tafdil); çok nankör, en nankör, aşırı derece inkârcı demektir. 

Bu kelime burada hayret (teaccüp) ifade ki bedduanın sebep ve kaynağını açıklıyor.

‘Kutile’ denmesinin sebebi, insanın hayret (teaccüp) edilecek denli nankörlükte ileri gitmesidir. Zira nankörlük, kötü bir ahlâktır. Kendisine ulaşan sayısız nimeti ve onları vereni unutma gafletidir.

Böyleleri vahiyle hatırlatıldığı halde nankörlüğe devam etmeleri, nankörlüğün en hayret verici biçimidir. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/536)

Bu âyet şu mesajı da veriyor: “Onlar hangi sebepten dolayı inkâr ediyorlar, yani neye güveniyorlar?” Küfr kelimesi hem inkâr, hem de nankörlük, bir de Yaratana ve rızık veren isyan etmek anlamında kullanılıyor. (Mevdudî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/41) 

  • مِنْ نُطْفَةٍۜ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُۙ ﴿١٩﴾

19﴿ Bir nutfeden yarattı da ona şekil verdi (biçime koydu).”

O nankör insan Allah’ın onu neden yarattığına baksın. O insanı bir nutfeden yarattı ve onu insan (beşer) olarak takdir etti.

Yani ey insanlar, ey inkârcılar; “iyice düşünün neden meydana geldiniz, nasıl bu hale geldiniz? Dünyaya geldiğiniz çaresizliğinizi, acizliğinizi düşünün.”

Ama ne yazık ki insan bunları unutur, muhtaç olduğu Yaratıcısına isyan eder. Zımnen soruluyor: Bu dik kafalılığın sebebi ne?

“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitar 82/6-8)

İnsanın bu nankörlüğüne, basiretsizliğine, körlüğüne bir de Yâsîn Sûresi’nde işaret ediliyor.

  • اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ ﴿٧٧﴾
  • وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ ﴿٧٨﴾

Yâsîn 36/77﴿ İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi? Oysa bak, şimdi o, açıktan açığa bize karşı duran biri olmuştur.

78﴿ Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve "Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?" diyor.

Burada insanın nutfe aşamasından doğumuna kadar geçirdiği yaratılış aşamalarına, adi bir suyun ahseni takvim (Tîn 95/4) üzere insan olarak dünyaya gönderilmesine işaret ediliyor.

Nutfe; aslında berrak su demektir ki, erkeklik tohumunun adı (meni) oldu.

خَلَقَهُ Haleka; yaratma,

فَقَدَّرَهُ Kaddera; takdir etmek, hükmetmek, miktarını tayin etmek, muktedir kılmak demektir.

Allah insanı yoktan yarattı ve arkasından onu takdir etti, ya da onu bir ölçüye bağladı. Yani insan olmasını istedi, insanî özellikleri verdi, hayatı için ölçüler (kader) koydu ve insanla ilgili her şeye O karar verdi, hükmetti.

Bu A’la Sûresinde geçen hidâyet vermeye benziyor.

  • سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ ﴿١﴾
  • اَلَّذ۪ي خَلَقَ فَسَوّٰىۙۖ ﴿٢﴾
  • وَالَّذ۪ي قَدَّرَ فَهَدٰىۙۖ ﴿٣﴾

 1﴿ Yüce rabbinin adını tenzih ederek an;

2﴿Ki O yarattı ve tesviye etti (biçime koydu)

3﴿ Ki O takdir etti ve yolu gösterdi (hidâyet verdi)

Allah (cc) varlıkların, türlerini, niteliklerini, ne yapacaklarını, ecellerini takdir etti. Her birini yapabileceği yapısına uygun işlere yöneltti, yaratılış amacını gerçekleştirme istikametinde hareketlerini kolaylaştırdı. (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1859)  

İnsan hakkındaki takdiri şöyle anlamak mümkün: Daha o anne karnında iken cinsiyeti, rengi, fiziği, boyu posu, gücü zayıflığı, organları, sesi, zekâsı karara bağlanır. Nerede doğacı, nerede yaşayacağı, nasıl bir eğitim alacağı, neler yapacağı, nerede ne zaman öleceği Allah katında malumdur.

- Kur’an bir kaç yerde muhataplara dönüp kendilerine bakmalarına, basit bir suyun nasıl insana dönüştüğünü düşünmelerini, buradan hareketle iman etmelerini, şükredici olmalarını istiyor.

Necm Sûresinde bir benzeri geçmişti:

  • وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ ﴿٤٥﴾
  • مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۖ ﴿٤٦﴾

Necm 53/45-46﴿ Rahime atıldığı zaman nutfeden (embriyo) erkeğiyle dişisiyle iki cinsi yaratan da O’dur.

İnsanın aslının ‘nutfe’ olduğu bir başka yerde şöyle anlatılıyor:

  • اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ ﴿٣٦﴾
  • اَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنٰىۙ ﴿٣٧﴾
  • ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوّٰىۙ ﴿٣٨﴾
  • فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۜ ﴿٣٩﴾

Kıyâmet 75/36﴿ İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır?

37﴿ O akıtılan meniden bir nutfe değil miydi?

38﴿  Sonra o, alaka (rahime tutunmuş embriyo) olmuş, derken Allah onu yaratıp şekillendirmiş;

39﴿  Ondan iki eşi, erkek ve dişiyi yaratmıştır.

 

  • ثُمَّ السَّب۪يلَ يَسَّرَهُۙ ﴿٢٠﴾

“Sonra ona yolu kolaylaştırdı”

Sebil, yol,

Yessera; kolaylaştırdı demektir.

âyeti iki şekilde yorunlandı: 1-Doğumun kolaylaştırılması. (Taberî bunu tercih ediyor) 

2-Hayır veya şer, iyilik ve kötülük, iman-inkâr, hidâyet-dalâlet yolunu seçme kabiliyeti ve gücünün verilmesi. Bazılarına göre bu, İslâm yoludur. Allah bunu insanlara vahiyle kolaylaştırdı ve öğretti. Kur’an’da geçen es-Sebil zaten İslâm yoludur. (Taberî, Tefsir, 12/447. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1859)  

Bir başka âyette buna işaret ediliyor:

  • اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِراً وَاِمَّا كَـفُوراً ﴿٣﴾

İnsan 76/3﴿ Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör.

Bu da insana hatırlatılmasına değer bir lütuftur. Zira bu özelliği sebebiyle insan diğer varlıklardan üstündür. Bu doğumundan aklının olgunlaşmasına kadar olan aşamaları da kapsar.

Ya da sonsuz kurtuluş yollarını akıl irade vererek, elçi ve vahiy göndererek kolaylaştırdı.

Veya dünyada hayat yolunu,

Ya da hak yolu, iman etmeyi ona kolaylaştırdı… 

Arkasından insan ömrünü de Allah’ın takdir ettiği hatırlatılıyor.

  • ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُۙ ﴿٢١﴾

 

21﴿  “Sonra onun vefat ettirdi ve kabre koydu.”

Burada defnedilme kabir kelimesinin fiili ile anlatılıyor.

Eceli tayin eden de O, insanın toprağa defnedilmesini takdir eden, ya da öğreten de O.

Âdemin oğulları kıssasında buna işaret ediliyor:

  • فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ ﴿٣١﴾

31﴿ Ardından Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim?" dedi, ettiğine de pişman oldu.” (Mâide 5/31)

İnsanın dirisini ve ölüsünü saygıdeğer yaptı ki bu da bir lütuftur. Bütün bunları yapan Allah insanı tekrar diriltecek.

  • ثُمَّ اِذَا شَٓاءَ اَنْشَرَهُۜ ﴿٢٢﴾

 

22-“Sonra dilediği zaman onu yeniden diriltecek.”

‘İnşar’, diriltmek demektir. Âyet yeniden dirilişi burada bu kelime ile anlatıyor.

İnsan kabire konulduğu gibi kalmayacak. Yeni bir hayata diriltilecek. Ancak bunun vaktini Peygamber de dahil, hiç bir insan bilmiyor, bilemez. Yeniden dirilmenin de sahibi Allah’tır. Dolaysıyla yeniden bedenlenme  Allah’ın dilediği bir zamanda olacak.

Bu âyet grubunda insan için hayat öncesi, hayatın kendisi, hayatın sonlandırılması, kabre konulması ve yeniden diriliş sıralanıyor. Bu,  

  • كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتاً فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٨﴾

“Bekara 2/28﴿ Cansız nesneler iken size O hayat verdiği halde Allah’ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, sonra diriltecek, sonra O’na götürüleceksiniz”

âyetiyle uyumlu, onun açılımı gibi. Burada Allah (cc) insanı yokken veya cansız maddelerdeyken onu hayat sahibi yaptığını, sonra vefat ettireceğini ve yeniden dirilteceğini, en sonunda da kendisine sunulacağını beyan ediyor.

Sûre her ne kadar öncelikle nankör tiplere hitap etse de, mesaj herkese yöneliktir. Vahyin öğütünü dinlemeyen, yaratılış sürecine dikkat etmeyip Yaratana nankörlük eden tiplere yaratılışı, öleceği ve kabre konulacağı, ama bunun anlamsız olmadığı hatırlatılıyor. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 4/128)

Arkasından şöyle deniliyor:

  • كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَٓا اَمَرَهُۜ ﴿٢٣﴾

23﴿ Hayır! İnsan, Allah’ın emrettiğini yapmadı.”

كَلَّا edatı ‘hayır’ demektir ama burada ‘gerçekten’ manasına geldiği söyleniyor.  Yani “gerçek şu ki (bu insan tipi Allah’ın) ona emrettiğini yerine getirmedi.

Kınamaya konu edilen nankör insan tipi Allah’ın hiç bir emrini yerine getirmez. Bu yüzden vahiy diliyle kınanmayı hak eder.

يَقْضِ yerine getirmeyi, işi bitirmeyi, yapmayı ifade eder. ‘Lemma’ ise henüz tam vuku bulmadığını.

Bu demektir ki insanların bir kısmı, ya da ileride bazıları emirleri yerine getirir. Ancak ta baştan beri hiç bir kimse Allah’ın emirlerini kemâliyle yerine getiremedi diye de anlaşılmış.

Böylece sûrenin başında uyarılan Rasûlüllah burada teselli ediliyor,  “kusursuz insan olmaz” denilmiş oluyor. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 4/129) Bu mesaj bizim için de geçerli.

Elbette ifadenin böyle gelmesi iman edenlerin Allah’ın emrettiklerini hakkıyla yerine getirmelerine engel değildir.

Bunlar Allah’ın bütün emrettikleridir. Yani insanın büluğ çağından kabre girmesine kadar sorumlu olduğu tekliflerdir. Ancak insanların çoğu bu yükümlülükleri (mükellefiyetleri) yerine getirmedi.  Zaten insanlardan şükredenler azdır. (Sebe’ 34/13)

Bu kınamayı haber veren âyetle şu sonuca ulaşılabilir: Allah insana iyilik ve kötülük yolları arasında seçim yapma kabiliyetini bahşetti, ona ihtiyacı olduğu kadar özgürlük alanı açtı. Bu da ona Allah’ın emrine uyma (O’na kulluk etme) sorumluluğu yüklemektedir.

Sonunda insan, bir gün bu hayatı terkedecek ve iradesini doğru kullanarak sorumluluklarını yerine getirip getirmediği konusunda hesap verecek, yani karşılık görecektir. (Komisyon, Kur'an Yolu (DİB), 5/557)