Burûc Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

22 Kasım 2020

07 Rebiu’l-ahir 1442 Zaandam

Selâm-Dortmund

 

İman edenler, her şeye rağmen imanlarında sebat edenlere gelince; Onlar bunun karşılığını bir Cennet olarak, bir de kendilerine işkence edenlerin cezalandırılmasıyla alacaklar. Ki bu ilâhi adâletin gereğidir.

 

  • اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْكَب۪يرُۜ﴿١١﴾

 

11﴿ İman edip sâlih amel (dünya ve âhiret için yararlı işler) yapanlara gelince onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş/başarı/zafer budur.

Mesânîlik; “konuları zıddıyla anlatma” metodunun gereği olarak mü’minlere verilecek ödül söz konusu ediliyor. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 1/257-260)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şüphesiz iman edenler 

وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ve sâlih ameller işleyenler  

لَهُمْ جَنَّاتٌ onlara Cennet vardır 

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  o Cennetin altından nehirler akar 

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْكَب۪يرُۜ    işte bu büyük kurtuluştur

Kurtuluşu sağlayan imkanlar; iman etmek ve sâlih amel işlemek başlı başına bir kurtuluş sebebi.

İman-sâlih amel birlikteliğine burada da vurgu yapılıyor.

İman, inanılması gereken esaslara inanmak, onların mutlak doğru olduğundan emin olmak, böylece kendini güvende hissetmek, sonra da çevresine güven vermek anlamını hatırlayalım.

Sâlih amel, imanın gereği, Allahın kullarından istediği kulluk görevleridir.  Bunun ‘sâlihât’ olarak gelmesinin bir mesajı daha var: kötülüğün yerine iyiliğin gelmesine vesile olan ıslah edici ameller.  Sadece yapana değil, çevreye de faydası olan işler.

İman bu işin eksenidir. İman olmadan yapılan eylemlere sâlih amel denmez.

Çeşitli zorluklara, baskı ve eziyetlere, zulüm ve mahrumiyetlere maruz kaldıkları halde imanından taviz vermeyenler, müslümanca yaşamaya devam edenlerin âhiretteki ödülleri muhteşem Cennet olacaktır.

O Cennetin bazı özellikleri şöyle:

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ مِنْ مَٓاءٍ غَيْرِ اٰسِنٍۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ وَلَهُمْ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْۜ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يمًا فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ ﴿15﴾

“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır.

Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır.

Rablerinden de bağışlama vardır...” (Muhammed 47/15)

Şüphesiz bu büyük müjdedir. Bunu hak edenler için harika bir mutluluk sebebidir.

Allah’ın zalimleri yakalaması kolay ve şiddetlidir. Buna karşın iman edenlere vereceği karşılık ise hesapsızdır. O’nun keremine uygundur. 

Kur’ân’da isim, fiil ve masdar olmak üzere yirmidokuz defa tekrarlanan ‘fevz’ kavramı iki yerde fiil olarak (Âli İmran 3/185. Ahzâb 33/71),

ondokuz yerde ‘fevz’,

üç yerde aynı anlamdaki ‘mefâz, mefâze’ şeklinde geçmektedir  (Nebe’ 78/31. Âli İmran 3/188. Zümer 39/61).

İsim olarak geldiği yerlerin hemen hepsinde bir sıfatla birlikte kullanılıyor.

İki yerde “fevzu’l-mübîn-apaçık başarı” (En’am 6/16. Casiye 45/30),

bir yerde “fevzu’l-kebîr-büyük başarı” (Büruc 85/11),

diğerlerinde “fevzu’l-azîm büyük başarı/zafer” (Nisâ 4/13. Mâide 5/119. Tevbe 9/72, 89, 100, 111. Yûnus 10/64. Saffât 37/60. v.d.),

ya da “fevzen azimen-bir büyük başarı/zafer” (Nisâ 4/73. Ahzâb 33/71. Fetih 48/5) şeklinde yer alıyor.

Bunun fail (özne) ismi ‘fâiz’ (çoğulu fâizûn: muradlarına erenler) Kur’an’da sadece müminleri nitelemek amacıyla dört yerde kullanılmıştır. (Tevbe 9/20. Mü’minûn 23/111. Nûr 24/52. Haşr 59/20)

Kur’an’da fevz (kurtuluş, murada erme), genellikle Allah’a ve Rasûlü’ne itaat şartına bağlanmış, asıl kurtuluş ve başarının da cennete girmek ve Hak rızâsına ulaşmak olduğu belirtilmiştir.

Bunu başaranların özellikleri; samimi bir imanla birlikte din uğrunda hicrete katlanmak, malıyla ve canıyla cihad etmek (Allah yolunda çaba göstermek), bu uğurda sabır göstermek, ilâhî azamet karşısında ürperip saygılı olmak şeklinde açıklanıyor. (Bakınız: Tevbe 9/20. Mü’minûn 23/111. Nûr 24/52) (Bebek, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/506) 

O mü’minler neden işkenceye uğratıldılar? Aziz ve Hamîd olan Allah’a iman ettikleri için. Bu yüzden şehit edildiler.

Böylece onlar imanlarına ve hayatlarına şâhit tuttukları Allah’ı ölümlerine de şâhit tuttular.

Böyle büyük bir fedakârlığın ve ihlasın ödülü de büyük olur. Cennet ve büyük bir başarı (fevzu’l-kebir).

Demek ki bu dünyada bir şeyler ekenler, Âhirette bunun ürününü toplayacaklar, karşılığını alacaklar. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 1/261)

Âyette bir mesaj daha var: Ey mü’minler, iman yolunda sabredin, direnin. Ashâbu’l-uhdûd nasıl kahrolduysa, size eziyet ve zulmedenler de bugün değilse, yarın kahrolacaklar. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 10/400)

“Mü’min, imanından dolayı baskıya uğruyorsa, bu sızlanılacak değil hamdedilecek bir olaydır. Zira 1) İmanı Allah tarafından sınanmaya lâyık görülmüş ve ilâhî ilgiye mazhar olmuştur. 2) O mü’min bu sınav sayesinde ecir sahibi olmuştur.

Bu, tüm hamdlerin kendine mahsus olduğu Allah’a hamd etmeyi gerektirir.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, âyet açıklaması)

 

Bundan sonraki 5 âyet Allah’ın 5 sıfatını söz konusu ediyor.

 

  • اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ ﴿١٢﴾
  • اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ ﴿١٣﴾
  • وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ ﴿١٤﴾
  • ذُو الْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ ﴿١٥﴾
  • فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ ﴿١٦﴾

12﴿ Şüphesiz rabbinin yakalaması pek müthiştir.

13﴿ Kuşku yok ki başta yaratan da sonra tekrar yaratacak olan da O’dur.

14-16﴿ Çok bağışlayan, sevgisi geniş, arşın sahibi, şanı yüce ve dilediğini yapan yalnız O’dur.

 

a-Çok güçlü oluşu:

اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ şüphesiz Rabbinin yakalaması  Badş; güç, kuvvet, ceza, tutmak, yakalamak.

لَشَد۪يدٌۜ  elbette şidditlidir, kuvvetlidir, yamandır

Bazılarına göre bu âyet, en baştaki yeminin cevabıdır.

Suçlu inkârcıların, zalimlerin mutlaka karşılık alacaklarını, Allah’ın yakalamasından kimsenin kurtulamayacağını, ceza vermesini kimsenin engellemeyeceğini anlatıyor.

‘badş’ Kur’an’da bu şekilde ve fiil olarak geçiyor.

فَاَهْلَكْنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشًا وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿8﴾

“Biz bunlardan daha zorba (badş) olanları da helâk ettik. Nitekim öncekilerde örneği geçmiştir.” (Zuhruf 43/8)

وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِۜ هَلْ مِنْ مَح۪يصٍ ﴿36﴾

“Biz, onlardan önce kendilerinden daha güçlü (badş) olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri helâk etmişizdir. Kurtuluş var mı!” (Kâf 50/36) 

Burada muhtemelen o kavimlerin fiziksel ve maddî açıdan kuvvetli oldukları söyleniyor.

اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ

“Onların yürüyecek ayakları mı var? Yahut tutacak (yebdışûne) elleri mi var?..” (A’raf 7/195. Bir benzeri Kasas 28/19) Burada da yakalamak, tutmak anlamında fiil olarak kullanılıyor.

Hûd kavmine;

وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ ﴿130﴾

“Yakaladığınız zaman (bedaştüm), zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?” (Şuarâ 26/130) demişti. Burada da insanlara ait bir zorbalıktan, haksız eylemden  bahsediliyor.

Âyette üç tane te’kid var. ‘Badş’, kelimesi zaten yakalamanın kuvvetli olunuşu anlatıyor.

Şedîd kelimesi, bu yakalamanın güçlü ve engellenemez olduğunu ifade ediyor.

Bir de başına te’kid lâm’ı gelmiş. Böylece ilâhi cezadan kurtulmanın imkansızlığı vurgulanıyor.

Bu âyet, yapılan eylemin kötü, kaba, çirkin olduğunu anlattığı gibi, bunun cezasına direnmenin, savmanın imkansızlığını da anlatıyor.

İlâhi cezanın bu kadar şiddetli ve kaçınılmaz olduğunun söylenmesi, hatanın ne kadar zalimce işlendiğini, insanları ne denli mağdur ettiğini gösterir. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 1/263)

Allah’ın yakalamasının güçlü olduğu şu â-yette farklı anlatılıyor:

وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ ﴿102﴾

“Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.” (Hûd 11/102)

 

b-Yaratmayı başlatması ve yenilemesi:

يُبْدِئُ    (yaratmayı ilk defa) başlatan bede’e; bir şeye başlama, ebde’e, başlatma demektir.

يُع۪يدُۚ   (yaratmaya) dönen, tekrar yaratan. Yani Allah yaratmaya başlayandır ve tekrar tekrar yaratandır. Bu aynı zamanda ölümden sonraki dirilişi hatırlatıyor. Rûm 30/27. âyeti buna delildir.

وَهُوَ الَّذ۪ي يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِۜ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ ﴿27﴾

“O, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu, O’na göre (ilk yaratmadan) daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Böylece âyet, “Allah ilk hayatı yaratan, kıyâmette insanları tekrar yaratacak olandır” şeklinde anlaşılabilir. (Kurtûbî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3292)

Yoktan yaratma O’na aittir. O yarattığını ölü iken de diritmeye kadirdir.

Bu âyet şöyle de yorumlanmış: Yukarı ile bağlantılı olarak; Allah bu dünyada zalimlere azabı var ettiği gibi Âhirette de bu azabı onlar için tekrara yaratacaktır. (Taberî, Câmiu’l-Beyân,12/529)

Ya da;  Allah mahlukâta burada can veriyor, Âhirette insanlara yeniden can verecek.

Veya Allah’ın yaratmaya devam etmesi. Şu âyetlerde geçtiği gibi:

اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللّٰهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ ﴿19﴾

“Onlar, Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığını, sonra onu nasıl tekrarladığını görmüyorlar mı? Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Ankebût 29/19)

اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿11﴾

“Allah, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder. Sonra da yalnız O’na döndürüleceksiniz. (Rûm 30/11)

Bu, Allah’ın diriden ölü, ölüden çıkarması hakikatiyle uyumlu. (Bkz: Âli İmran 3/27)

 

c-Sevmesi ve bağışlayıcı olması:

الْغَفُور    çok bağışlayıcı. Aslı, ğafr; bir kimseyi kirlenmekten korumak için örtmek.

Allah’ın Güzel İsimlerinden (Esmâu’l-Hüsnâ’dan) biri.  Ğufran; bağışlama, Ğaffâr; çok, sürekli bağışlayan, istiğfar; bağışlanma talebi. Mğfiret; bağışlama, günahların üzerini örterek sahibini azaptan korumak.

El-Ğafur, bu koruma ve örtme işini yapan, her çeşit suçu günahı, her durumda bağışlayan.

Feul kalıbı hem fail hem mef’ul. Özelliği faili mef’ul bağımsız düşünmemek. Yani Allahın Ğafur olması için bağışlanmayı isteyen günah işleme kapasitesi olan biri olmalı. Ğafur aynı zamanda günah işleyenin istiğfar etmesini de talep eder. (İslâmoğlu, M. Esmâi Hüsnâ, 1/436-437) 

الْوَدُودُۙ   seven, sevginin kaynağı. Kardeşine müjde ve sevgi vermeyi istemesi gibi sevmek.

Bunun kökü vüdd, meveddeh; sevgi, isteme, ama karşılıklı.

el-Vedûd, Allah’ın güzel isimlerinden. Hem sevginin kaynağı, ölçüsü, hem çok seven, hem de çok sevilen demektir.

Kur’an’da fiil olarak bir kaç yerde, bu şekilde bir yerde daha geçiyor.

وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ ﴿90﴾

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir.” (Hûd 11/90)

Meveddeh; 8 yerde geçiyor. Bir örnek:

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿21﴾

“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rûm 30/21)

Eşler arasında olması gereken sevgi ‘meveddeh’ ile ifade ediliyor. Zira bu karşılıklı sevmeyi, yani sevmeyi ve sevilmeyi anlatır.

el-Ğafûr denilerek ümit kapısı açık bırakılıyor. Pişman olan, tevbe eden, af dileyen Allah’ın rahmetinden faydalanır.

el-Vedûd denilerek Allahın yarattıklarını sevdiği, onlara ceza vermekten hoşlanmadığı anlatılıyor. (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/86)

 

d-Yüce arşın sahibi olması  

ذُو الْعَرْشِ  arşın sahibi. Hükmü elinde bulunduran. Bu kelime, Allahın yarattığı şeyler üzerindeki hakimiyetini, sınırsız gücünü ve makamını ifade eder. Yedi ayette alemlerin yaratılmasının anlatıldığı pasajlarda geçiyor.

 اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿54﴾

“Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş’a kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah’tır…” (A’raf 7/54. Ayrıca bkz: Yûnus 10/3. Ra’d 13/2. Tâhâ 20/5. Furkan 25/59. Secde 32/4. Hadid 57/4)

‘Zü’l-arş-arşın-mutlak otoritenin sahibi’ olarak da İsrâ 17/42. Tekvîr 81/20de, 

‘Rabbul-arş-Arşın rabbi’ olarak da Tevbe 9/129. Enbiyâ 21/22, Mü’minûn 23/116 geçiyor.

الْمَج۪يدُۙ  yüce, değerli, şerefli demektir. Bu âyette neyi nitelendirdiği ile ilgili iki görüş var: Birincisi; Arşın sıfatı olabilir.

İkincisi; bu beş âyete birlikte bakıldığı zaman Yaratmayı başlatan, sürdüren seven ve bağışlayan, Arşın sahibi Allahın sıfatıdır.

Arşın sahibi; mutlak mülk ve saltanatın sahibi demektir. Nitekim “falan kişi mülkünün tahtı (arşı) üzerindedir”, “ya da arşı gitti-yani egemenliği gitti” denir. (Kurtûbî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3293)

  1. Ve 15. âyetlerde geçen hüve-O zamirinin haberidir. Bu mana bu pasajı anlama açısından daha isabetli. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 1/265-266)

Arşın sahibi, yani evrenin tek sahibi Allah’tır. O’na isyan edenler O’nun hakimiyetinden, yakalamasından kaçamazlar.

Allah el-Mecîd’tir, çok yücedir, güçlüdür. Buna karşın insan acizdir. Böyle iken insan kendini yaratana nasıl isyan edebiliyor? (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/87)

Bir âyette nekra olarak (belirlilik takısı olmaksızın) yer alıyor:

قَالُٓوا اَتَعْجَب۪ينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۜ اِنَّهُ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ ﴿73﴾

“Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır (Hamîd), şanı yücedir (Mecîd)” dediler.” (Hûd 11/73)

Kâf 50/1de ve Burûc 21de Kur’anın sıfatı olarak geçiyor.

Allahümme salli ve bârik’in sonunda Allah hakkında kullanılıyoruz.

 

e-Dilediğini yapabilecek olması  

 فَعَّالٌ çok fa’âl, işini çok iyi yapan, ya da bir işi çeşitli şekillerde yapan. Yapar da yapar. İradesi hiç şaşmaz. Va’dini ve tehdidini mutlaka yerine getirir. Yok etmek istedikelrini yok eder,. Kurtuluşa erdirmek istediklerini kesinlikle kurtuluşa erdirir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 9/101)

Bu kalıp mübalağa kalıbıdır. Tıpkı Hâlık-yaratan, bir çeşit yaratan, el-Hallâk, her çeşit yaratan, yaratmanın her türlüsünü yapan gibi,

fâil-bir işi yapan, fa’âl ise, bir işi çeşit çeşit yapan demektir.

Varlıklar bir şey yaparken çeşitli araçlara muhtaçtır. İradeleri ve güçleri de kendilerinden değildir. Bir şey yaparken de belki bir yerlerden izin alırlar. Allah’ın bunlara ihtiyacı yoktur.

يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ ﴿29﴾

“Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.” (Rahman 55/29)

لِمَا يُر۪يدُۜ    istediğini... Allah’ın irade sıfatı vardır. Allah dilediğini, dilediği şekilde yapar, yaratır.  

‘Mâ’ edatı mutlak belirsizliği ifade eder. İnsanın aklına gelen veya gelmeyen, onun hayal edemediği şeyleri dahi kapsar.  Allah’ın iradesine kimse sınır koyamaz. Ya da irade ettiğinden sorgulayamaz.

Allah’ın yaptığı şeylerin çok oluşundan dolayı bu ifade kullanılmış.

 

Bu âyetleri öncekilerle bağlantılı anlamak mümkün. İnsan ne kadar zalim, cani, günahkâr olsa da eğer yaptıklarından pişman olup, tevbe edip, istiğfar ederse; el-Ğafur olan Allah onu bağışlayabilir.

Zira O Arşın sahibi O’dur. Varlıkların kaderi ve yönetimi O’nun elindedir. Kullarının affetmek O’nun mülkünden bir şey eksiltmez. O dilediğini yapabilen Yüce Kuvvettir. Verdiği hükmü kimse bozamaz, engelleyemez. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 5/593)

Evrende hiç bir şey Allah gibi güçlü değildir. Kudret ve hakimiyette ortağı, benzeri yoktur. O’nun iradesine karşı çıkabilecek, engel olabilecek hiç kimse yoktur.  (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/87)

 

  • هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ ﴿١٧﴾
  • فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ ﴿١٨﴾
  • بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ ﴿١٩﴾
  • وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ ﴿٢٠﴾

﴾17-18﴿ Orduların, Firavun ve Semûd’un haberi sana ulaştı mı? Ya da Sana orduların haberi geldi ya.

﴾19﴿ Doğrusu inkârcılar bir yalanlama içindedirler.

﴾20﴿ Oysa Allah onları arkalarından kuşatmıştır.

 

هَلْ اَتٰيكَ  sana geldi mi?  

حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ  orduların haberi, cünûd aslında askerler demek. Askerlerden meydana gelen topluğa da ordu denir.

Hadis yeni olan şey, olay, haber, olgu, kıssa demektir. 

Hangi orduların haberi gizli sorusunun cevabı takip eden âyette: Firavûn ve Semûd ordularının.

Kur’an her iki kavmin ve diğerlerinin kıssaslarını hatırlatıyor.

Bunda hem Hak davete karşı çıkanlara, müslümanlara eziyet edenlere bir uyarı, hem de Hz. Peygamber’e ve mü’minlere destek söz konusu. Şüphesiz bu uyarı ve destek sözü devam etmektedir.

Sanki Peygamber’e şöyle deniyor: Şüphesiz sen, bunların elçilerini yalanlamaları sebebiyle Allah’ın onlara ne yaptığını öğrenmiş oluyorsun. (Kurtûbî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3293)

Burada kendilerini güçlü zanneden kişi, grup ve yapılara hitap ediliyor: “Sizden önce kendini güçlü zannedip isyan eden, azan kimselerin akıbetlerinin nasıl olduğu hakkında bilginiz yok mu?” denilerek onlar uyarılıyor. (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/87)

Elmalı’ya göre buradaki ‘cunûd’; Peygamberlere karşı toplanmış ordular, gruplardır. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 9/101)

بَلِ الَّذ۪ينَ     bilakis onlar  

كَفَرُوا     (kimler?), inkar (küfr) edenler.

ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ   yalanmada

Yani inkâr etmeye şartlananlar (Hakikati) yalanlamada ısrarcı olurlar.

Sanki, “ey Peygamber, şu sana iman etmeyen kafirler, tıpkı öncekilerin yaptığı gibi seni yalanlmakatırlar” deniyor. Şimdi de yalanlamaya devam ediyorlar.

Bu iki kavim Arabistan’da veya yakınlarında yaşamışlardı. Câhiliyye arapları onların hikâyesini biliyordu. Ehl-i kitap ise Firavûn olayını daha iyi biliyordu.  Müşrikler, kendileri de aynı hatayı yaparsa bu iki kavmin akibetine uğrayacakları ihtar ediliyor. (Kurtûbî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3283)  

وَرَٓائِهِمْ   arkalarından 

مُح۪يطٌۚ  kuşatıcıdır. Onlar istedikleri gibi inkâr etsinler, Hakikati yalanlasınlar; Allah onları arkalarından, çepeçevre kuşatır. 

Bazılarına göre bu 2 âyet kendilerine gelen elçileri dinlemeyip ısrarla inkar eden Firavûn ve Semûd’u Allahın nasıl kuşatıp cezalandırdığını anlatıyor. Zira onlar azgınlık ve bozgunculuk yapmışlardı. Allah her şeye kadirdir.

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍۙۖ ﴿6﴾ اِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِۙۖ ﴿7﴾ اَلَّت۪ي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِۙۖ ﴿8﴾ وَثَمُودَ الَّذ۪ينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِۙۖ ﴿9﴾ وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ ﴿10﴾ اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِۙۖ ﴿11﴾ فَاَكْثَرُوا ف۪يهَا الْفَسَادَۙۖ ﴿12﴾ فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍۙۖ ﴿13﴾ اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِۜ ﴿14﴾

“o vadide kayaları yontan Semûd kavmine, kazıklar (sütunlar) sahibi Firavûn'a! Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda kötülüğü çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.” (Fecr 89/11-14)

Bu iki kavmin ortak özelliği; zenginlikle şımarıp hakikati yalanlamak, azgınlık yapmak.

Semûd’u taşlara oydukları evler, firavûnları Piramitler, yani maddi dayanakları kurtaramadı.

Zira onlar Allah’ı hesaba katmıyorlardı. Azgınlıkta ileri gidince azap kamçısı onları yakalayıverdi.

فَعَصٰى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَاَخَذْنَاهُ اَخْذًا وَب۪يلًا ﴿16

Ama Firavûn o peygambere isyan etti, biz de onu ağır ve çetin bir şekilde yakalayıverdik.” (Müzemmil 73/16)

Demek ki bu iki kavim ordularıyla birlikte zulüm ve inkârları sebebiyle azabı hak ettiler. Tarihten silinip yok oldular. (Firavûn kavmi hakkında A’raf 103-136, Semûd kavmi hakkında A’raf 73-78, Hûd 11/61-68)

Bir görüşe göre son iki ayetin asıl muhatabı Mekkkeli İslâmî davete düşmanlık yapan, müslümanlara eziyet eden müşriklerdir. Buna göre Firavûn ve Semûd’un anılması bir uyarı ve hatırlatmadır. Benzer kötülükleri yapanlar Firavûn ve Semûd gibi cezayı hak ederler. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 5/594)

Kur’an kıssalarının gerekçesi öğüt verme, ibret alınması ve uyarıdır.

 

  • بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ ﴿٢١﴾
  • ف۪ي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ ﴿٢٢﴾

21﴿ Şüphesiz o (asılsız saydıkları kitap) şanı yüce bir Kur’an’dır;

22﴿ Levh-i mahfûzdadır.

مَج۪يدٌۙ (tekrar) yüce, değerli, şerefli demektir.

Görüldüğü gibi mecîd hem Allah’ı, hem Kur’an’ı, bir görüşe göre de Arş’ı nitelendiriyor.

Hani bazıları, davetin ilk yıllarında, sonradan, günümüzde Kur’an’ı inkâr ediyorlar ya; hayır hayır onlar bilmiyorlar, bilakis Kur’an, o yalanladıkları, küçümsedikleri Kur’an şereflidir, yücedir, değerlidir.

قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدِۚ ﴿1﴾

“Kâf. Şerefli Kur’ân’a andolsun ki.” (Kâf 50/1) 

Kur’an hem özünde şereflidir, hem de hayatını onunla inşa edene şeref ve değer kazandırır.

لَوْحٍ مَحْفُوظٍ  ف۪ي Levh-ı Mahfuz’dadır.

Birilerin câhilce “o sihirdir, öncekilerin efsânesidir, geri bir kitaptır” diyerek hasımlık, düşmanlık yaptıkları bu şerefli ve şereflendiren Kur’an Levh-ı Mahfuz’da-Muhafaza edilen bir levhadadır. Allah’ın katında koruma altındadır. Şeytanlardan, ekleme ve çıkarmalardan korunmuştur. (İbnu’l-Cevzî; Zâdu’l-Mesîr, s 1533)

Bunun Ümmü’l-Kitab olduğu da söylenmiştir.

يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ ﴿39﴾

“Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.” (Ra’d 13/39)

وَاِنَّهُ ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَك۪يمٌۜ ﴿4﴾

“Şüphesiz o (Kur’an), katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur.” (Zuhruf 43/4)

Genel kanaate göre Yâsîn 36/12deki ‘İmamün mübîn’ de Lavh-ı Mahfuz anlamındadır.

Levh-ı Mahfuz nedir? Bir kaç görüş var.

  1. a) Bütün nesnelere ve olaylara ait ilâhi ilim ve takdirirn kayıtlı olduğu, mahiyeti bilinmeyen kitap. (Kurtûbî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3293. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 9/102)
  2. b) Yedi kat göğün üzerinde olan ve şeytanlara yasaklanan levha (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/720. Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 5/594)
  3. c) Bu, Allah’ın ezelî sıfatlarından biri olan ‘ilim’ ve sıfatının farklı bir nitelemesidir. Kelâm sıfatının da kayıtlı olduğu ilâhi bilgi hazinesidir. Bu ifade müteşabihtir, mahiyeti kesinlikle bilinemez. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 1/265-271)
  4. d) Kur’an’ın Levh-ı Mahfuz’da olduğunun söylenmesi, onun asla tahrif edilemeyeceğini, her devirde keyfi ekleme ve çıkarmalardan korunacağını, hem ezbere, hem de yazıyla koruma altına alındığını anlatır. (Esed. M. Kur’an Mesajı,. Ayrıca bkz: Yavuz, Y. Ş. Levh-ı Mahfuz, TDV İslâm Ansiklopedisi,, 27/151)

Bu ifade Kur’an’ın maddi bir levhada yazılmış olduğunu değil, mecâzi olarak korunmuşluğunu, müdahalelerden ve bozulmadan kurtarılmışlığını ifade eder. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 1/265-270)

Bu gerçek başka bir yerde şöyle anlatılıyor:

اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَر۪يمٌۙ ﴿77﴾ ف۪ي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ ﴿78﴾ لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَۜ ﴿79﴾

“O, gerçekten değerli ve şerefli bir Kur'an'dır. O iyi korunmuş bir kitapta (Kitab-ı meknûn)'dadır. ki ona ancak temiz olanlar dokunabilir.” (Vakıa 56/77-79) 

Tabi 79. âyetin Kur’an’a abdestli dokunmakla alakası yok.

Bir yoruma göre önünden veya arkasından Kur’an’ı hiç bir şey iptal edemez. Bazı âyetlerin iptali anlamına gelebilecek nesh yoktur. Hükmü iptal edilmiş veya unutulmuş âyet olma ihtimali söz konusu değildir.

Şu âyet de bunu açıkça haber veriyor. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim’den Mesajlar, 1/265-271)

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿9﴾

“Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hıcr 15/9)

 

-Burûc Sûresini hayatımıza taşımak

*Rabbimizin sözü gerçektir. Bu gerçekliği bir de yeminlerle dile getiriyor.

*Üzerine yemin edilen burçlarla dolu gök harikadır, mucizedir, Allah’ın gücünün isbatıdır. Hayatın ve insanın faydasınadır.

*Ölümden sonra diriliş, kıyâmet mutlaka olacaktır.

*Yaratan her şeye şâhittir, hiç bir şey O’na gizli değildir. O’nun Rabliğine şahitlik eden her şey de değerlidir.

*Ne yazık ki bazı insanlar/toplumlar kendilerine gönderilen elçileri dinlemediler. Dinlemedikleri gibi mü’minlere farklı şekillerde eziyet ettiler. Ama Allah’ı hesaba katmadılar. Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah onları şiddetli bir şekilde yakaladı ve cezalandırdı.

Bu olay geçmişte olsa da, inançları sebebiyle insanlara haksızlık yapılmaması gerektiğini haber veriyor.

Günümüzde de farklı kesimler, farklı metodlarla, farklı dillerle insanları yanlışa, bâtıla sürüklüyorlar. Haklarına tecavüz ediyorlar. Adeta manevi açıdan ateşe atıyorlar.

*Bu dünyada İslâmî/Kur’anî daveti boğmak için uğraşanlar, mü’minlere farklı şekillerde eziyet edenler bu dünyada karşılık alacaklar. Âhirette ise gidecekleri yer Cehennem olacaktır.

*Allah (cc) Yaratan’dır, yücedir, hâkimiyet, mutlak otorite O’nundur. Yakalaması şiddetlidir, dilediğini yapar. Hak edene karşılığını verir. Ama O aynı zamanda merhametlidir. Kullarını sever. Sevdiği için onların ceza almasını, kötü olmalarını istemez. Günah işleyenler pişman olup af isterlerse onları affedebilir.

*İnsan Allah’ı hesaba katmadan yaşarsa hata eder. İnsan geçmişte yaşamış, güçlü ama azgın kavimlerin başına neler geldiğine bakmalı. Ders çıkarmalı. Bugün de aynı hataları yapanlar benzer karşılık alır. Âhirette yerleri kötü olur.

*Kim istenildiği gibi iman ederse, sâlih amel denilen güzel davranışları sergilerse hem kurtulur, hem muhteşem ödüllere kavuşur. Bir de dininde sebat ederse, Allah yolundaki zorluklara, eziyetlere sabrederse mükâfatı çok olur.

*Allah yolunda denenmek, belâya, eziyete uğramak; zor olsa da mü’min için imtihanı kazanma, hamd ve şükretme fırsatıdır.

*Kim Kur’an hakkında ne derse desin, ne uydurursa uydursun, nasıl hakaret ederse etsin; o şerefli, üstün ve korunmuş bir kitaptır. Zira Allah’ın sözüdür. Şereflidir, kendisine uyana şeref kazandırır. Kendisinden yüz çevirenin, hakaret edenin hüsranını artırır.

*Mü’minler ümitsiz olmamalı. Allah’ın kendi yolunda olanlara desteği, azgınlara, zalimlere cezası bir şekilde gelir.