Kıyâme Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

20 Aralık 2020

5 Cemâziye’l-evvel 1442 Zaandam

Selâm-Dortmund

 

﴿75﴾ سُورَةُ الْقِيٰمَةِ     

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
  • بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ ﴿5﴾ يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ ﴿6﴾ فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ ﴿7﴾ وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ ﴿8﴾ وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ ﴿9﴾ يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ ﴿10﴾ كَلَّا لَا وَزَرَۚ ﴿11﴾ اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ ﴿12﴾ يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ ﴿13﴾ بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ ﴿14﴾ وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ ﴿15﴾ لَا تُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ ﴿16﴾ اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْاٰنَهُۚ ﴿17﴾ فَاِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ ﴿18﴾ ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۜ ﴿19﴾

 

  • بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ ﴿٥﴾
  • يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ ﴿٦﴾

5﴿ Fakat insanoğlu önündeki zaman içinde de günah işlemeye (bugünden) istekli durur.

6﴿ "Kıyâmet günü ne zamanmış?" diye soruyor.

 

بَلْ evet, fakat, ne var ki, bilakis,

يُر۪يدُ  istiyor, murad ediyor

لِيَفْجُرَ  yalanlamak için, günah işlemek için,

اَمَامَهُۚ  ön, önü 

Fücûr haktan sapma, masiyet olan işleri çekinmeden işlemektir. Bu sapma sözle veya amelle olur.

Âhireti inkâr eden insan tipi ona hazırlanmayı, aklına başına almayı bırakın, bilakis günah işlemeyi ister. Böylesi şehvetinden, günahlarından, oyalayıcı lezzetlerinden ayrılmak istemez, bunları sürdürmeyi diler de alay yollu “Kıyâmet günü ne zamanmış” der.

Lâkin kıyâmet kopmaya başladı mı gözü açılır, dünyanın her taraftan başına yıkıldığını görür, korku içinde kalır, yaptıklarına pişman olur. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/439)

Selefin görüşü şöyle: Böylesi günah işlemeye devam eder, tevbeyi de erteler. İbni Abbas demiş ki: Bu kâfir kimsedir. Hesap gününü yalanlar. Bu, âyetin en açıklayıcı yorumudur.

Bundan dolayı da kâfir; “Kıyamet ne zamanmış” diye sorar. Sorudaki maksat Kıyâmetin vuku bulacağını inkârdır. Tıpkı Allah’ın dediği gibi: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek” diyorlar. De ki: “Sizin için belirlenen bir gün vardır ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.” (Sebe’  34/29-30) (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/575)

Fücûr fiili, yalanlamak anlamına alınırsa âyeti şöyle de anlamak mümkün. “Fakat (inkârcı) insan önündeki (Kıyâmeti) yalanlamak ister.” Bunun delili de arkadan gelen âyet: “Kıyâmet de ne zamanmış diye sorar” Bu soru elbette Kıyâmeti inkâr anlamındadır.

Şu haber Fucûrun yalanlamak anlamına gelebileceğini gösteriyor: Bedevinin biri hz. Ömer’e gelerek develerinin böğürlerinin yaralandığından, bunların uyuz olduğundan şikayet etti ve yükünü taşımak için kendisine başka develer vermesini istedi. Hz. Ömer ona istediği develeri vermedi. Bunun üzerine bedevi; “Hafsanın Babası Ömer Allah adına yemin etti.

Bunların böğürlerinde ve başka yarlerinde yara olmadığına,

Allah’ım eğer o fücûr işlemişse onu affet” dedi. Yani ona anlattığım şeyi yalanlamışsa...

Fucûru günah işlemek manasında alanlar âyeti şöyle anladılar:

İnsan hoşuna gittiği için masiyeti hemen işler ama tevbeyi erteler. Yine tevbe edeceğim der, yine erteler. Böylece sözünde durmaz, yalan söylemiş olur.

İnkârcı insan tipi yaşadığı müddetçe fücûr işlemeye devam eder, bunda kararlıdır. Günahları (ya da inkârı) terketmeyi düşünmez. Tevbe etmeye fırsat bulmadan ölüm onu yakalar. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3202)

Bu aynı zamanda emeldir. Emellerin sonu mu var? İnsan der ki şunu elde edeyim, bunu elde edeyim, derken ölümü hatırlamaz.

Ya da burada kasdedilen kişi kıyâmeti, ondan sonra gelecek olan hesabı inkâr eden kâfirdir. (Taberî, Câmiu’l-Beyân, 12/329-330) 

Bu âyet beş âyette geçen “eğer doğru söylüyorsanız o vaad ettiğiniz şey ne zamanmış” (Yûnus 10/48. Enbiyâ 21/38. Neml 27/68. Yâsîn 36/48. Mülk 67/25) ifadeleri ile de uyumlu.

Bir âyette de inkârcı insan “Hesap günü ne zamanmış” (Zâriyât 51/12) diye sorduğu anlatılıyor.

Bu alaylı soruların Kıyâmetle/Âhiretle ilgili olduğu açıktır. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/246)

Hz. Ömer demiş ki: “Kime kıyâmet ne zaman olacak diye sorulursa, bu Sûreyi okusun.”  (Taberî, Câmiu’l-Beyân, 12/330) 

 

  • فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ ﴿٧﴾
  • وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ ﴿٨﴾
  • وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ ﴿٩﴾

7-9﴿ Göz dehşetle açıldığı, ay tutulduğu, güneşle ay birleştirildiği zaman;

 

فَاِذَا  vakta ki, ... olduğu zaman, ne zaman ki

بَرِقَ   şimşek çakmak, kamaşmak

الْبَصَرُۙ göz, gözler

وَخَسَفَ  sönmek, kararmak, tutulmak,

الْقَمَرُ  Ay

وَجُمِعَ   biraraya getirilmek, toplanmak, birleştirilme

الشَّمْسُ وَالْقَمَر   Güneş ve Ay

İzâ edatı, Son Saat olayının aniden olacağını haber veriyor.

Burada “Kıyâmet ne zamanmış” diye sonra inkârcı insana cevap veriliyor. Ancak bu cevap uzun açıklama yerine kısa ama son derece edebi ve etkileyici ifadelerdir. Zaten önemli olan kıyâmetin ne zaman geleğini bilmek değil, kıyâmetin mutlaka olacağına inanmak ve o zamana hazırlanmaktır.

Bu özlü âyetler muhatabı bu açıdan uyarıyorlar. (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/430)

فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ   “Derken, ne zaman ki göz şimşek çakar”.

Gözün şimşek çakması, ansızın karşılaşılan dehşet bir durumu anlatan mecâzi bir ifadedir. Korkunç bir olayın verdiği şaşkınlığı, insanın içindeki korkuyu ifade eder. Şanki şimşeğin parlaması gibi, ansızın parlar sonra göz görmez, gözden her şey silinir gibi olur. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/440)

Bazılarına göre gözün kamaşması/çakması “sekarâtu’l-mevt”tir.

Âyette “Göz kamaştığı, Ay karardığı zaman, işte o vakit kıyâmet günüdür” denilmiş gibidir. İnsanın içine düşeceği hâli de anlatıyor. Araplar dehşete düşüp hayret eden kişi için ‘kad berika’ derler. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3202) 

“Göz/gözler dehşetle açıldığı...” Ansızın gelecek Son Saatin şiddetinden dolayı insanın yaşacağı dehşet, korku ve paniği anlatıyor. Gözlerin sanki şimşek çakıyor gibi kararması, olayın dehşetini ve insandaki etkisini gösterir.

Son Saat denilen bu ilk dönüşümün durumu, bırakacağı korkunç etkiler başka âyetlerde farklı şekillerde anlatılıyor. Şüphesiz bu, öncelikle Âhireti yalanlayanlara ve sonra herkese uyarıdır, gözdağıdır.

Ayın  kararmasını ay tutulması veya Ay’ın ışığını kaybetmesi veya temamen yok olması olarak anlayanlar olmuş. (Râzî ve Zemahşerî’den Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/432)

Ayın tutulması manası, olayın dehşetini anlatmada hafif kalır. Bu, ayın nûrunun yok olmasını, şimşek çakan göze görünmez olmasını, puslu olmasını, ışığının cılızlaşmasını anlatır. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/440)

 خَسَفَ hasefe fiili başka âyetlerde bir azap ifadesi olarak “yerin dibine geçirmek” anlamında kullanılıyor. (Bkz. Nahl 16/45. İsra 17/68. Kasas 28/81-82. Ankebût 29/40. V.d.)

Burada da aynı anlamda kullanılmış olabilir. Ay’daki değişim dünya hayatının ve sisteminin bittiğini, yeni bir hayata geçişin başladığını gösterir. Tabii bu, buna şâhit olanları dehşete düşürecektir.

Kıyâmet yaklaşınca Ay yarılacak veya parçalanacak (şakku’l-veya inşikâku’l-kamer). Bu da Ayın ışığını kaybetmesi, sönmesi demektir. Parçayı gösterip bütünü kasdetme kuralından hareket ederek bütün yıldız ve gezegenlerin aynı sonu yaşayacaklarını söylemek mümkün. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/251)

Âhiretteki ay tutulması dünyadakine benzemez. Dünyada Ay tutulur, yine geri gelir. Orada Ay kararacaktır, ışığı bir daha geri gelmeyecektir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3203)   

9. âyette kıyâmetle ilgili üçüncü bir sahne anlatılıyor. Güneş ve Ay biraraya getirilecek. Belki de ışıklarının dürülmesi açısından ikisi de aynı olacak.

Bu olay her ikisinin bildiğimiz tutulmasından öte bir şey olmalı… Kıyâmet esnasında bütün gezegenlerin şimdiki düzenlerini kaybetmesi, kozmik sistemin bozulması olabilir… Şimdi her varlık Allah’ın koyduğu düzende görevini icra ediyor.

Kıyâmette düzen değişecek, buna bağlı olarak görevler de değişecek. Âyetlerden öyle anlaşılıyor. İbrahin 14/48de yerin (ard) başka yer, göklerin başka gök olacağı söyleniyor.

Kıyâme 7, 8 ve 9. âyetler, insanların tanıdığı canlılar ve cansızlar alışılan şekillerini, düzenlerini kaydeceklerini, yeni bir âleme geçiş olacağını haber veriyorlar. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/252)

“güneşle ay birleştirildiği zaman”; Güneşle Ayın biraraya getirilmesi ya her ikisinin de ışığının giderilmesi ya da ikisinin birleştirip tek kütle hâline getirilmesi şeklinde anlaşılmış. “Güneş dürüldiği zaman” âyeti buna delil getirilmiş. (Tekvîr 81/1) (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/432)

Bu iki olaya şâhit olanlar dünya hayatının sona ermekte olduğunu anlayacaklar. İnkârcıların içi hüzün, sıkıntı ve dehşet dolacaktır. (Allahu a’lem)

 

  • يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ ﴿١٠﴾
  • 10﴿İşte o gün insan "Kaçacak yer var mı?" diyecektir.

يَقُولُ    (nankör insan) diyor, diyecek

يَوْمَئِذٍ   o gün

اَيْنَ الْمَفَرُّۚ  kaçacak yer neresi, sığınılacak yer nerede,

Bu ifadeler Âhireti inkâr edenleri o gün nasıl bir durumda olacaklarını haber veriyor.

‘Meferr’ kaçmak anlamında mimli masdardır. “Nereye kaçmalı?”, Kaçış nerede?” manasını verir.

Günahkâr insan o gün dehşete düşecek, bunun üzerine kaçacak, saklanacak yer arayacak. Şaşkınlığından ve ümitsizliğinden “Nereye kaçmalı?” diyecek. (Bu, ümitsizlik ifade eden istifhâm-i inkâri’dir) Arkadan gelen âyet bu ümitsizliği te’kid ediyor.

“Bu dehşet verici manzaralar karşısında insanın kaçacak yer aramasının sebebi, onun yaşadığı korku ve dehşet hâli olabileceği gibi, Allah’ın huzurunda mahcubiyet duyması veya cehennemde yanmaktan korkması da olabilir.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/203. Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/433)

Gözlerin kamaşıp adete şimşek gibi çakması ‘ölüm anı’ olarak alınırsa bu sorunun ölümden kurtulmak için sorulduğu söylenebilir.

Kıyâmet ile ilgili de düşünülebilir. O zaman kıyâmetin dehşeti nedeniyle sızlanma ve feryat söz konusu.

Konu mahşerle bağlantılı alınırsa o zaman bu soru cehenneme atılmanın dehşetiyle söylenecek bir söz olabilir.

Son Saatte veya mahşerde sorgu esnasında inkârcı kişinin kaçmak isteyeceği, kaçacak yer arayacağı, bu yüzden sızlanıp duracağı anlaşılıyor. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/254)

 

  • كَلَّا لَا وَزَرَۚ ﴿١١﴾
  • اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ ﴿١٢﴾

11﴿ Hayır, hayır kaçacak (başka) bir yer yoktur!

12﴿ O gün varıp durulacak yer sadece rabbinin huzurudur.

كَلَّا   hayır, vurgu için iki defa

لَا وَزَرَ    sığınak, kaçacak yer,

 يَوْمَئِذٍۨ     o gün

الْمُسْتَقَرُّۜ    istikrar, istikrar yeri, son durak, karar kılınan yer

كَلَّاya tekrar bakalım. Hayır demektir. Bu edata; “dikkat edin, gerçek şu ki, gerçekten, işin farkına varın, iyice düşünün” gibi manalar da verilebilir. Böylece arkadan gelen cümlenin anlamına daha açık vurgu yapılmış olur. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/181)

Vezer; aslında sarp ve sağlam dağ, kendisine sığınılan kale, sığınılacak yer veya siper demektir. Kaçaklar oraya sığınırlar,

“Hayır hayır, o gün kaçacak, sığınılacak yer nerde?” sözü, bunu söyleyecek olan nankör insanın feryadı olabileceği gibi, bir önceki âyetteki soruya cevap vermek veya muhataplara hatırlatma olmak üzere Allah’ın sözü de olabilir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3203)

Bu da bir önceki âyette geçen “kaçacak yer neresi” sorusuyla ilgilidir.

Âyet hz. Muhammed’in şahsında bütün insanlara hitap ediyor: Ey insanlar! Son Saat geldiği, Kıyâmet gerçekleştiği zaman artık gidecek, sığınılacak, saklanılacak bir yer olmayacak.   

Allah (cc) ister çaresizlikten, ister başka şey yüzünden söylensin, ölüm anında, Kıyâmette veya mahşerde kaçmak için yer arayanlar için bunun mümkün olmadığını söylüyor.

Şüphesiz bu dünyada inkârcılara yönelik bir uyarıdır. Belki de Hesap zamanında da aynısı söylenecek. Yani ölümden kurtulmanın, Kıyâmet esnasında ondan etkilenmemenin, mahşerde Hesaptan kaçmanın çaresi yoktur.  (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/254-255)

“O gün sadece Rabbinin huzurunda durulacaktır.” Yani hesap vermek üzere herkes Allah’ın huzurunda haşr olacaktır. Başka bir ihtimal olmayacaktır.

Müstekarr, bir yerde durma manasında mimli masdardır. Yer bildiren bir isim de olabilir.  Yani o gün insan için varılacak yer, sığınılacak son durak Allah’ın huzurudur.  (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/441)

Cümlenin İla Rabbike ile başlaması vurgu ve aidiyet anlamı verir. Yani varılacak yer Allah’ın makamıdır. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/255)

 

  • يُنَبَّـؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ ﴿١٣﴾

13﴿ O gün insana yaptığı ve yapmadığı her şey hakkında bilgi verilecektir.

يُنَبَّـؤُا   bildirme, haber vermek, haberdar edilmek

بِمَا قَدَّمَ   yapmak, ileri sürmek, yerine getirmek

وَاَخَّرَ  geride bırakmak, yapmamak, tehir etmek

Burada mutlak bir gerçeğe daha vurgu yapılıyor. Mahşerde, Hesapta insanlara dünyada yaptıkları ameller, iyi kötü ne varsa, yapmaları gerekirken yapmadıkları haber verilecek. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/335)

Bir benzeri:

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَاَخَّرَتْۜ ﴿5﴾

“Her nefis (herkes) yaptığı ve yapmadığı şeyleri bilecek.” (İnfitâr 82/5)

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًا فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اَحْصٰيهُ اللّٰهُ وَنَسُوهُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ۟ ﴿6﴾

“Allah’ın onları hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü hatırla. Allah onları sayıp zaptetmiş, onlarsa bunları unutmuşlardır. Allah, her şeye şâhittir.” (Mücâdile 58/6)

Allah (cc) iman edenleri de ölmeden önce hazırlıklı olma konusunda uyarıyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿18﴾

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr 59/18)

اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَر۪يبًاۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَابًا ﴿40﴾

“Sizi, yakın gelecekteki bir azabla uyardık; o gün kişi elleriyle sunduğuna bakar ve inkarcı da: "Keşke toprak olaydım" der.” (Nebe’ 78/40)

Bu âyetlerde de aynı ‘kaddeme’ fiili kullanılıyor.

Buradaki ‘insan’ kelimesi, bütün insanlar olabilir. Böylece âyet bütün insanların yaptıklarının kendilerine haber verileceği gerçeğini haber veriyor.

Demek ki yargılama olmadan Allah (cc) kimseyi Cennete veya Cehenneme atmayacak. Herkes yaptığının karşılığını alacak.

Buradaki insan, inkârcı insan tipi de olabilir. Ki böyleleri yaptıklarının yanlarına kâr kaldığını, ölümden sonra bir hayatın olduğunu, yaptıklarından hesaba çekileceklerini inkâr ederler. Âyet onları uyarıyor.

İnsan orada dünyada yaptığı hayrı da şerri de görecek. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacak. En ufak bir hasene bile ödüllendirilecek. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/258)

Bu gerçek Zilzâl Sûresinde de haber veriliyor.

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ ﴿7﴾ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ ﴿8﴾

“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl 99/7-8)

Kur’an farklı ifadelerle insanların yaptığı her amelin kayıt altına alındığını hatırlatıyor:

وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ ﴿52﴾ وَكُلُّ صَغ۪يرٍ وَكَب۪يرٍ مُسْتَطَرٌ ﴿53﴾

“Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur. Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.” (Kamer 54/52-53)

Mahşerde kişinin kitabı ortaya konacak. Kitabın verdiği bilgileri gören suçlular; 

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِ‌هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًاۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا۟ ﴿49﴾

“... Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez” (Kehf 18/49) diyecekler.

Herkes kendi kitabını (sicilini) kendisi okuyacak.

وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا ﴿13﴾ اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ ﴿14﴾

“Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir.” (İsrâ 17/13-14)

O hesapta hiç bir haksızlık olmayacak:

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـًٔا وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿54﴾

“O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.” (Yâsîn 36/54)

İnsanın takdim ettiği, te’hir ettiği şey ne olabilir?

“Her insane öncelediği ve ertelediği her şey tek tek haber verilecektir.”

Bu insanın fazla önem verdikleriyle değersiz gördüklerini kapsar.

“Her insana, yaptıkları ve yapması gerektiği hâlde yapmadıkları haber verilecek.” “Her insana takdimi ve tehiri bildirilecektir”. Her insana yaptığı ve hazırladığı her şey haber verilecektir.” 

-Dünyadaki görevini yapması takdim, yapmaması tehirdir.

-Allah yolunda harcadıkları takdim, mirascılara bıraktıkları da tehir” olabilir.

-Kişinin hayır ve şer olarak Hesapta göreceği sonuç takdim, sebep olduğu ve kendisinden sonra sürdürülen iyi ve kötü işler de tehir olabilir.

-Takdim, masiyet olarak öne çıkardığı, tehir taat olarak arkada bıraktığıdır. -Bunlar işlenilen amelin önü ve sonu da olabilir.

-Takdim itaat olarak hazırladığı şey, tehir de Allah’ın hakkından zayi ettiği şeydir.

-Tehir, terkettiği ameller, yapmadığı itaatler, takdim de hayır ve şer olarak işleyip beraberinde götürdükleri

Bunların en doğrusu; Allah (cc) Hesap günü insana hayatında ilediği ve yanında götürdüğü amellerin hepsini haber verecek olmasıdır. Tehir ise, hayatında başlattığı ve kendisinden sonra yürütülen iyi veya kötü âdetlerdir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/335)

İyi işe öncülük edenlerin de kötülük edenlerinden de ondan pay alması söz konusu. (Nisâ 4/85) Bir hadiste de buna işaret ediliyor. (Müslim Zekât/69, İlim/15. Nesâî, Zekât/64. İbni Mâce, Mukaddime/14) (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/259)

 

  • بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ ﴿١٤﴾
  • وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ ﴿١٥﴾

 

14-15﴿ Artık insan, mazeretlerini sayıp dökse de kendine kendisi tanıktır.

بَلِ   bilakis, aslında, esasında, aksine, gerçekten,

 عَلٰى نَفْسِه۪ kendi aleyhine, kendisi hakkında

بَص۪يرَةٌۙ şâhit, gözlemci, gözetleyici

 وَلَوْ اَلْقٰى atmak, bırakmak, ileri sürmek

مَعَاذ۪يرَهُۜ  mazeretler, özürler, bahâneler

Bazı tefsircilere göre basiret şâhitliktir. İnsanın kendi aleyhine şâhitlik etmesini, organların onun aleyhine şâhitlik yapması olarak açıkladılar. Bütünü anarak parçayı kasdetme kuralı gereğince insan denilip, şâhitlik edecek organlar kasdedilmiş olabilir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/336)

Evet, esasen mahşer günü insan kendisine, kendi yaptıklarına şâhit olacaktır. Çeşitli mazeretler ileri sürse de, gerçeği gizlemeye gücü yetmeyecektir. 

Bu bir kimseye “Sen kendine karşı bir delil gibisin” demek gibidir. Allah insanı, kendine karşı şâhit kılacaktır. İbni Abbas’a göre ‘basireh’, şâhit demektir. Bu şâhitlik de onun organlarının, yani ellerinin, ayaklarının yaptıklarına tanıklık etmeleridir. Bu delili şu âyetlerdir.

يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿24﴾

“İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şâhitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.” (Nûr 24/24)

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿65﴾

“O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yâsîn 36/65)

Basireh kelimesinin müennes gelmesinin sebebi, burada ‘insan’ kelimesiyle onun organlarının kasdedilmesi sebebiyledir. Sanki “Gerçek şu ki azalar insanın kendisine karşı bir şâhittir” deniliyor.

“Mazeretler ileri sürse bile.” Bunda da farklı görüşler var.

Bazıları demiş ki: İnsan kendi aleyhine birden fazla şâhit gibidir. Günah olarak getirdikleri hakkında dili ile özür beyan etse bile...

-Ya da Hesap anında boş yere mücadele etmeye yeltense bile, kendi aleyhine şâhittir.

-Sanki: “Ey insan, amelinin şahitliği senin için yeterlidir” denir. Yaptıklarını örtmeye, kapıları kapamaya çalışsa bile... Ondan bir mazeret kabul edilmeyecek. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/33-337)

 

-Bazılarına göre meâzirah mi’zarın çoğuludur ve perdeler demektir. Buna göre mana: Perdelerini amelini gizlemek için örtse bile, kendisi kendisine karşı bir tanıktır.

-Ya da “ben bir şey yapmadım” deyip özür dilese de, kendisi veya organları yaptıklarına tanıklık edecek. Mazeretinin yalan olduğunu ortaya koyacaklar. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3204. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1825) Zira; 

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ ﴿52﴾

“O günde zalimlerin özür dilemeleri fayda vermez...” (Mü’min 40/52)

وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ ﴿36﴾

“Onlara izin de verilmeyecek ki özür dilesinler” (Mürselât 77/36) deniyor.

Âyet insan hakikatını anlatıyor. O kendini bilen, kendini vicdanında duyan, diğer canlılar arasında yerini belli eden bir cevhere sahiptir. İnsanın yapısı kendi yaptıklarına şahit olmasını sağlar. Türlü mazeretler ileri sürse de, ne yaptığını, mazeretlerinin işe yarayıp yaramadığını bilir.

İnsanın gerçeği başkasına karşı görünen, iddia edilen değil, kendi vicdanında duyduğudur. Hesap günü göreceği de odur. Orada ileri sürebileceği şeyler yalan olduğunu kendisi de bilir. Çevre onu doğru olduğunu bilse bile o Hak Katında yalancıdır. Orada ne söyleyse söylesin Allahın huzuruna asıl kimliği ile çıkacak. Kendi aleyhine tanıklık edecek.

Kişi bu dünyada iyi olmalı, vicdanının sesini dinlemeli. Yaptıklarının iyi olduğuna burada tanık olmalı. Ki orada kendi aleyhine şâhitlik yapmasın. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/441-442)

Âyetteki ‘insan’ kelimesini bütün insanlar olarak anlamak mümkün. Böylece ayetin mesajı dünya ve Âhiretle alakalı. İnsan dünyada kendi yaptıklarına şâhit olduğu gibi bu şâhitliği orada da devam eder.

İsrâ 17/14 söylendiği gibi, اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ ﴿14﴾

 “Oku kitabını, hesap görücü olarak sana kendi nefsin yeter”. (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/433)

Âyetteki ‘insan’

Âhireti yalanlayan inkârcı kimse olabilir. Alâ nefsihi’deki alâ, bu şâhitliğin onun aleyhine olduğunu gösterir. Yani kişi kendi aleyhine tanıklık edecek. Bu tanıklığın da bazı organlar tarafından yapılacağı söyleniyor. (İsrâ 17/36. Nûr 24/24. Yâsîn 36/65. Fussilet 41/20)

İnsan kelimesiyle mazeret ileri sürecek olanlar kasdedilmiş olabilir. Ya da bazıları mazeret ileri sürse de kendisi kendi aleyhine şâhitlik edecektir. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/261)

Hesap gününde mazeretler, insanın ileri sürebileceği bahâneler işe yaramayacaktır. Zaten kişi kendi yaptıklarının şâhididir ki , mazeretlerin gerçek olmadığını kendisi de bilir.

 

  • لَا تُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ ﴿١٦﴾
  • اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْاٰنَهُۚ ﴿١٧﴾
  • فَاِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ ﴿١٨﴾
  • ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۜ ﴿١٩﴾

16﴿ Artık onu tam alma telâşı (acele) yüzünden dilini kımıldatma .

17﴿ Şüphesiz onun toplanması ve okunması sadece Bize aittir.

18﴿ O halde onu okuduğumuz zaman sen okunuşunu takip et.

19﴿ Sonra onu beyan etmek elbette Bize aittir.

لَا تُحَرِّكْ    kıpırdatmak, hareket ettirmek

لِتَعْجَلَ  acele etmek

 اِنَّ عَلَيْنَا bize, bize aittir

جَمْعَهُ   onu toplamak

وَقُرْاٰنَهُۚ    onu okumak, onu okutmak

فَاِذَا   ... zaman,

قَرَأْنَاهُ   onu okuduğumuz da

فَاتَّبِعْ    tabi ol, takip et, gereğini yerine getir

قُرْاٰنَهُۚ    onun okunuşu

بَيَانَهُۜ     onun açıklaması

Anlatıldığına göre, Peygamber (sav) gelen vahiyleri muhtemel ki ezberlemek, hafızasına yerleştirmek için, tamam olmasını beklemeden lisanıyla tekrar ediyordu. Bu âyetle sanki şöyle deniyor: “Vahiy tamamlanıncaya kadar konuşma, zira onu senin hafızana yerleştireceğiz. Onu senin hafızana toplayıp yerleştirmek bize ait. Onu sana okuyacağız ve sen onu unutmayacaksın. Sana öğrettikten sonra da onu artık okuyabilirsin.”

Veya onun okunuşunu takip et. Yani onu dinle.

Ya da onun içindekilere (ahkâmına) tabi ol.

Helâlına uy, haramından kaçın.

Sana açıklananlarla amel et.

Elbette onun içindeki hükümleri, helâl ve haram ölçülerini, isyanın ve itaatin ne olduğunu beyan etmek Bize aittir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/339-341. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1826)

 

Said b. Cübeyr Abdullah b. Abbas ‘tan rivûyet etmiş: “Kur’an inerken Rasûlüllah  onu iyi bellemek için dilini, dudaklarını depretirdi. Bunun üzerine Allah (cc) Artık onu tam alma telâşı (acele) yüzünden dilini kımıldatma” âyetini indirdi.”  (Buhârî, Tefsir/75-1,2 no: 4927-4929. B. Vahy/4, F. Kur’an/28 no: 5044,Tevhid/43 no: 7524. Müslim, Salat/32(148) no: 1004-1005. Nesâî, İftitah/37 no: 936. Ahmed b. Hanbel 1/343. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/338)

Anlaşılıyor ki Peygamber bu sûre inerken dilini depretmiş, acele okumak (ya da ezberlemek) istemişti. Bu âyetler ona vahyi sakince dinlemesini söyleyerek vahiy esansında nasıl davranması gerektiğini öğretti.

Vahyi alma konusunda Peygamberin acele etmemesi hakkında bir âyet daha var:

فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْمًا ﴿114﴾

“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.” (Tâhâ 20/114)

Bu âyetlerde Allah üç şeyi kendi üzerine aldığını bildiriyor: 1.Vahyi hafızasında toplayıp Rasûlullah’ın unutmamasını sağlamak,
سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ ﴿6﴾
“Sana Kur’an’ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın.” (A‘lâ 87/6)
2.Vahyi Hz. Peygamber’in okumasını sağlamak,
3.Vahyi açıklamak. Ayrıca 19. âyette vahiy kendisine okunduğunda Hz. Peygamber’in susarak onu dinlemesi emredilmiş, o da böyle yapmıştır. (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/434)

Allah (cc) “biz onu okuduğumuz zaman” buyurarak okuma fiilini kendisine nisbet ediyor. Başka âyetlerde ise onu vahiy meleğinin (Cebrâil) Hz. Peygamber’in kalbine indirdiği bildirilmektedir. (Bakara 2/97. Nahl 16/102. Şuarâ 26/193) Bu âyetler arasında çelişki yoktur. İlâhî vahyin Cebrâil aracılığı ile Hz. Peygamber’in zihnine yerleştirilmesi de bir okumadır. Kur’an O’nun sözüdür; okutan O’dur; buna göre gerçekte okuyan da O’dur.  (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 5/434)

Genel kanaate göre bu âyetler hz. Peygamber’e hitap ediyor ve vahyin inzâli sırasında onun inişi tamamlanmadan tekrar etmemesi söyleniyor. Elimizdeki eski yeni, Arapça Türkçe tefsirlerin hemen hepsi aynı kanaatte. Yalnız iki farklı görüş var. Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmed Okuyan’a ait. Özetle:

Bu âyetteki zamirlerin hangi ismin yerini tuttuğu açık değildir. Hitap, yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi insana yönelik olsaydı, bu zamir o zaman mazeret ileri süren insanın yerini tutabilirdi. “Ey insan, Hesap günü Hakkın huzurunda vicdanındakini acele söyleyip de işin içinden çıkacağım diye telaş etme. Sakın dilini oynatma. Zira yaptıklarını bilen o değil Biziz. Onu derler, toplar sana okuruz. Sen sana okuduğumuz takip et. O zaman yanlışlağa düşmemiş olursun”.

Ancak bu zamirin Kur’anın yerini tutması daha layıktır. Zira Kur’an’da Kur’an pek çok yerde adı zikredilmesizin hu zamiriyle anılır. Mesela Kadir Sûresindeki gibi. “Biz onu Kadir Gecesinde indirdik” (Kadr 97/1). Müfessirlere göre de buradaki zamir Kur’an’a, onun vahyine yöneliktir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/442)

  1. Okuyan; Ona göre âyetlerin göre vahyin inişi esnasında Peygamberin durumu ile ilişkişlendirilmesi zorlama bir yorumdur.

-Bu kabul edilirse, âyetler arasında anlam kopukluğu olur. Bu da yanlış yorumlara yol açar.

-Bu âyetlerde ve hatta Kıyâmet Sûresindeki asıl konu Kıyâmet ve sonrasıyla ilgilidir. Âyetleri bu bağlamdan koparıp vahyin gelişi ile bağ kurmak isabetli değil. Zira sûrede vahyin gelişi ile ilgili bir konu yok. Âyetlerdeki ‘hu’ zamirini Kur’an’a göndermek, muhatabın Peygamber olduğunu söylemek zorlamadır.

-Rivâyetler sorgulanamaz gerçekler değil. Rivâyetleri esas alıp âyetleri yorumlama isabetli değil. Kabul ve red noktasında toptancı değil seçici olmak gerekir. Yukarıdaki hadis rivâyeti Peygambere ait olamaz, zira o Kur’an’a aykırı konuşmaz.

-Bizden önce bu sözlerin inkârcı insana yönelik olduğu görüşünü ileri sürenlerin görüşünü tercih ediyoruz.

-Kıyâmet Sûresinde konu bütünlüğü vardır. 13. âyetten ititbaren insana ahirette karşılacağı durumlar hakkında bilgi veriliyor. Nankör insan tipine önce dünyada yaptıkları haber verilecek. Buna kendisinin de şahit olacağı, insanın mazeret ileri süreceği, ya da gerçeğin üzerini örtme girişiminde bulunacağından söz edilerek, bir uyarı daha yapılıyor: Şimdi bahâne zamanı değil, sana düşen yaptıklarının okunmasını takip etmektir.

Amel defterindeki bilgileri biraraya getirip insana okunma işlemi Allahın veya görevli meleklerin işidir. (Nahl 16/84. Rûm 30/57. Mürselât 77/35-36) (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/264-265)

Mevdûdî’ye göre burada bir konu kopukluğu yoktur. Zira bu tıpkı ders esnasında dikkati kayan öğrencilere “söylediklerime dikkat edin” demesi ve sonra aynı konuya dönmesi gibidir. Olayı bilmeyene aradaki cümle garip gelebilir. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 6/537)

www.kuranmeali.com sitesinde olan 35 mealin tamamına yakını da 16. âyeti yukarıdaki gibi, vahiy esanasında Peygamberin durumuyla ilgili mana vermişler. Üç tanesi hariç:

Cemal Külünkoğlu:  “(Yaşadıklarını görünce, heyecandan ne yapacağını şaşıracak ve ona denilecek ki:) Amel defterini okurken (yaşadıklarını seyrederken) telaşla dilini dolaştırıp durma (ne diyeceğini şaşırma)!”

Mustafa Çavdar: “Defterini okurken telaşla dilini dolaştırıp durma!” 

Süleymaniye Vakfı: “(Ona şöyle denir:) “Temize çıkmak için boşuna ağzını yorma.”

Sitede olmayan ama elimizde mevcut 16 Türkçe meallerden ikisi hariç hepsi âyeti vahiyle ilgili meallendirmişler.

O ikisi: Mustafa Öztürk “Mazeret bildireyim derken, korku ve dehşetten dili dolaşacak. (İşte o zaman ona şöyle denecek): Telaşla dilini dolaştırıp durma. Bütün yaptıklarını (amel defterinde) toplamak ve onu sana okumak bizim işimizdir. Amel defterini sana okuduğumuzda, ondan ne okunduysa kabul et. Şayet (bir itirazın olursa) bil ki onları açıklamak da Bizim işimizdir.” (Ka’bi ve Keffâl’dan. s: 803)

ve R. İhsan Eliaçık. “Öyleyse aceleye getirip yaptıklarına mazeret arayıp durma. Çünkü yaptıklarını bir bir anlatılması bize aittir. Yaptıklarını anlattığımızda sen sadece dinle. Yapıp ettiğin her şeyi açıklamak Bize aittir.” (s: 600)