Kıyâme Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

27 Aralık 2020

12 Cemâziye’l-evvel 1442 Zaandam

Selâm-Dortmund

 

﴿75﴾ سُورَةُ الْقِيٰمَةِ     

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ ﴿20﴾ وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ ﴿21﴾ وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ ﴿22﴾ اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ ﴿23﴾

  • كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ ﴿٢٠﴾
  • وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ ﴿٢١﴾

 

20﴿  Hayır! Doğrusu siz, (bütün bunlara rağmen) çabucak geçecek (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da,

21﴿ Âhireti ise bir yana bırakıyorsunuz (göz ardı ediyorsunuz).

كَلَّا hayır, asla, esasında, gerçekten,

بَلْ bilakis, aksine

تُحِبُّونَ seviyorsunuz, istiyorsunuz

الْعَاجِلَةَۙ  âcil olan, peşin, hemen, şimdiki, çabuk geçen, burada olan, gelip geçici

تَذَرُونَ terk ediyorsunuz, dikkate almiyorsunuz, bırakıyorsunuz,

الْاٰخِرَةَۜ   Âhiret.

Sûre Kur’an vahyini Rasâlüllah’a öğretme, onu koruma işi Allah’a ait olduğu bir ara ifade olarak söyledikten sonra, tekrar başa dönüyor ve özelde inkârcı insanlara hitap ediyor. Kıyâmetten bahsetmeye devam ediyor.

Âyetin başındaki kellâ böylelerine, “hayır, bilakis, aksine gerçek sizin sandığınız gibi değil” diyor. Bir sonraki âyetteki ‘bel’ edatı da bunu destekliyor.

Burada Kıyâmete, yeniden dirilişe, Âhiret hayatına dolaylı olarak tekrar vurgu var. Evet, insan ölecek, ölümden sonra da yaptıkları hakkında hüküm verilecek. Ama insanlardan bazıları peşin olanı tercih ediyorlar.

Allah (cc) burada dünya süslerine aldananlara hitap ediyor. Siz yeniden dirilmeyeceksiniz, yaptıklarınızın cezası olmayacak diyenlere; “iş sizin bildiğiniz gibi dedğil” diyor. Acil olan muhabbet duyuyor, şehvetinizi izliyor. Bunları sonradan gelecek olan Âhirete ve nimetlerine tercih ediyorsunuz. Acele olana iman ediyorsunuz, âcil (sonradan gelecek) olanı yalanlıyorsunuz. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/342)

Âhireti inkâr edenler, bu dünya hayatını, burada ulaşabildikleri şeyleri severler. Onlara değer verirler. Onları elde etmek için  ömür boyu çaba gösterirler. Ama ölümden sonrasını umursamazlar. Tercihleri peşin olana. Onlara göre peygamberlerin veya kutsal kitapların iddia ettiği ölümden sonrasına ait haberler hayâli şeylerdir.

وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ ﴿29﴾

Derler ki: “Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.” (En’âm  6/29)

اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ ﴿37﴾

“Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.” (Mü’minûn  23/37)

وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ ﴿24﴾

“Dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.” (Câsiye  45/24)

Kur’an inkârcıların peşin ama geçici dünya hayatını istediklerine başka âyetlerde de işaret ediyor:

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَٓاءَهُمْ يَوْمًا ثَق۪يلًا ﴿27﴾

“Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (Âhireti) ihmal ediyorlar.” (İnsan 76/27)

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۘ ﴿16﴾ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ ﴿17﴾

“Fakat siz (ey insanlar!) Âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (A’lâ 87/16-17)

Allah da kim neyi isterse, yani ne için çalışırsa karşılığını verir.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا ﴿18﴾ وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا ﴿19﴾

“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.

Kim de mü'min olarak Âhireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa, işte bunların çalışmalarının karşılığı verilir.” (İsra 17/18-19)

Allah (cc) bu ifadelerle böyle düşünenleri kınıyor. Bu kınamanın sebebi de dünya nimetlerini, ziynetini, geçimlikleri istemek, sevmek ve kullanmak değil, onlara takılıp Âhireti ve ona hazırlamayı unutmadır. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 5/434)

İnsanın içine dünyalıklara karşı meyli ve sahip olma arzusunu Allah koydu, koyuyor. (Âli İmran 3/14) Mü’minleri helâl yoldan bunların hakkını vererek sahip olması, kullanması caizdir. Kur’an bunu farklı şekillerde haber veriyor. Mesela;

قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿32﴾

“De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyâmet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.” (A’raf 7/32. Ayrıca bkz: Kasas 28/77. A’raf 7/31)

Ama bu asla sadece dünyalık amacına yönelik olmamalı. Dünyalıklar yani geçinme araçlarını sevme tutku halini almamalı veya kutsallaştırılmamalı. Onlar karşışısında adete kul-köle olmamalı.

Zira bütün bunlar kişiyi Âhiretteki hesaptan gaflete düşürür. Allah’a kulluk yapmakta engel olur.

Burada sebep sonuç ilişkisini görüyoruz. Dünyaya aşırı bağlanma sebep, Âhireti önemsememe sonuç.

Âyetlerde inkârcı insan tipine şı mesaj veriliyor: “Bunca tehdide ve yaşanacak gerçeklere rağmen, sziler hala bu dünya hayatını aşırı derecede seviyor, Âhireti ise umursamıyorsunuz. Bütün hassasiyetinizi dünya meşguliyetlerine harcıyorsunuz. Önceliği dünyaya vermekle kalmıyor, Âhireti reddedip, onun için hazırlanmayı hayatınızdan çıkarıyorsunuz.” (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/272)

 

  • وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ ﴿٢٢﴾
  • اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ ﴿٢٣﴾

 

22-23﴿ O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine nazar eder halde (olacaklar).

Âyetler Türkçe meallerde genelde “bazı yüzlerin Allah’a bakacağı” şeklinde aktarılmış. Ancak farklı çeviriler de var. Mesela;

“Rabbinden beklenti içindedir” 

“Ve Rablerinin kendilerine lütfedeceği nimetleri bekleyecekler.”

“Rabbinden gelecek nimetleri bekleyecek.”

“Rablerinin ikramını beklerler.”

“Ve Rablerinin kendilerine lütfedeceği nimetleri bekleyecekler.”

 وُجُوهٌ  yüzler, vech’in çoğulu. Vech bazen bir şeyin bizzat kendisi anlamında kullanılır. (Rahman 55/27. En’âm  6/79. Bakara  2/144)

يَوْمَئِذٍ   o gün, yani mahşer günü

نَاضِرَةٌۙ   ışıl ışıl, parlak, apaydınlık. Nadara; rahatlık, aydınlık, güzellik, parlaklık vermek, bu aydınlık da rahat yaşayış demektir. Bir hadiste deniliyor ki: “naddarallhu emren semia mekaleti feveâhâ...-Benim sözümü işitip, onu belleyen kimsenin... Allah yüzünü ak etsin” (Tirmizî, 5/34. Dârimî, 1/86. İbni Mâce, 1/86. Ahmed b. hanbel, 4/80, 82)  

اِلٰى رَبِّهَا   Rablerine

نَاظِرَةٌۚ   nazar etmek, bakmak, beklemekten (müennes kalıbında) bakan, nazar eden, bekleyen demektir.

Bu âyetlerde dünyada iken iman edip sâlih amel işleyen, yani Allah’ın razı olacağı şekilde yaşayan kimselerin Âhiretteki mutluluğunu anlatıyor. Dünyada müslümanca bir hayat (sebep), Âhirette aydınlık bir yüze sahip olmak (sonuç).

‘Nâdirah’ iki âyette daha geçiyor:

 فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًاۚ ﴿11﴾

 “Allah da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verir.” (İnsan 76/11)

تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ ﴿24﴾

“Onları, yüzlerindeki nimet pırıltısından tanırsın.” (Mutaffifin 843/24) Görüldüğü gibi bu kelime cennetliklerin seviçlerinden dolayı yüzlerindeki olacak aydınlığı, parlaklığı ifade ediyor.

Âhirette yüzlerin durumu ile başka ifadeler de var. Mesela o gün bazı yüzler ak, berrak (Âli İmran 3/106),

bazı yüzler güleç, müjdelere sevinen, şen şakrak (Abese 80/38-39),

bazı yüzler nimetlere kavuşmuş (Ğâşiye 88/8) olacaklar.

Evet, o gün bazı yüzler parıl parıl olacak. Lafzi anlam: “Zira onlar Rablerine bakıcıdır” şeklinde. Bu ifade “Rablerine bakacaklar” şeklinde aktarılıyor.

“Bu, mahşerde ödülü hak eden cennetliklerin Rablerine nazar edecekleri, başka bir şeyle ilgilenmeyecekleri anlamını veren vurgulu bir ifade biçimidir.” (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/272)

Bu âyetler “ru’yetullah-Allah’ın görülmesi” meselesi olarak karşımıza çıkıyor. Âyette ru’yet-görme yok. Ama âlimler âyetteki nazar’a-bakmaya, ru’yet-görme anlamı verirler. Bu da haliyle farklı görüşler oldu.  

Ru’yetullah meselesi 2. (8.) yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan itikadî konulardan biridir. Bundan önce gündemde yoktu. Zira konu Allah tasavvuru ve Allahın sıfatları ile irtibatlandırıldı. Mücessime ve müşebbihenin Allah hem dünyada, hem Âhirette görülebileceği görüşüne karşı Mutezile diye nitelenen âlimler Allahın görülemeyeceği, zira O’nun bir cisim ve cevher olmadığını, bir yaratığa benzemediğini söylediler.

Bunun yanında başını Ahmed b. Hanbel’in çektiği, kendilerine ehl-i hadis diyen, daha sonra ehl-i sünnet diye anılan üçüncü bir grup tartışmaya girdi. Onlar nisbeten orta bir yol izleyerek, sahih hadislere dayanarak Allah’ın Âhirette görülebileceğini isbat etmeye çalışmışlar. Onlar da bu görmenin kalp gözüyle mi, baş gözüyle mi olacağını tartışmışlar. Mesela, İmam Ca’fer-i Sâdık’a göre bu kalp gözüyle, Ebu Hanife’ye göre ise  keyfiyetsiz, cihet ve teşbih olmaksızın baş gözüyle olacaktır. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/257482

Evet konu asırlarca tartışılmış, farklı görüşler, farklı yorumlar olmuş. Ama Özellikle Sünnet ve sahabe yolunu izlediği düşünülen âlimler tarafından konu bir anlamda kapatılmış.

Onlar kapatmış olsalar da âyetler orada duruyor. Kur’an’ı okuyanlar da bu âyetleri anlamak istiyorlar. Nitekim öncekilerin farklı yorumları sonradan yazılan tefsirlerde ve meallerde de görüyoruz.

Burada bu tartışmaların detayına girmeden bir kaç örnek vermek istiyoruz.

Kur’an’da ‘ru’yetullah’ tabiri geçmez. İnkârcıların dünyada Allah’ı görme, peygamberlerden Allahı gösterme isteklerinden bahsedilir. Firavun veziri Haman’a Musa’nın ilâhını görmek için kendisine yüksek bir kule yapmasını istedi. (Mü’min 40/36-37)

İsrailoğulları, kendilerini ciddi çabalar sonu kurtaran Musa’dan putperest bir kavmin putları gibi görünen bir ilâh istediler. (A’raf 7/138) Hatta Musa’ya, Allahı göstermedikçe ona inanmayacakların ı söylediler. Tur’a gidince de arkadan Samirî’nin yaptığı altın buzağı heykeline tapmaya başladılar (Bekara 2/55. Nisâ 4/153. Tâhâ 20/86-91)

Mekke’de inen bazı sûrelerde, müşriklerin Allah’ı görmedikçe, ya da Allah ile melekler yanlarına gelmedikçe iman etmeyeceklerini söyledikleri açıklanıyor. (Furkan 25/21. En’am 6/158. İsrâ 17/92)

Bunun üzerine “Gözler O’nu göremez, O ise gözleri görür.” (En’am 6/103) âyetinin indiği söyleniyor. (Ahmed b. Hanbel’den. Ama o bunun dünya için olduğunu söylemiş.) 

Cenneti hak edenlerin yüzlerinin parıldayacağı ve Rablerine bakacakları, kafilerin ise bundan mahrum kalacakları haber veriliyor. (Kıyâme 75/22-23. Mutaffifîn 83/15)

Hadislerde ru’yetullah yerine “rü’yetü rab” tabiri geçer (Buhârî, Mevâit/16. Müslim, Zühd/16). (Yeşilyurt, T. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35/311)

-Ru’yetullah mümkün müdür?

Allah'u Teâlâ, zamandan, mekândan, cihetten, cisim olmaktan münezzehtir. O'nun zâtının hakikatini aklımızla ve hislerimizle idrâk edemeyiz. Bu idrâk insan takatinin dışındadır.

Çünkü Al­lah'ın hakikati, varlıkların hakikati­ne hiçbir yönüyle benzemez. Kendini bile hakkıyle anlamaktan âciz olan, maddiyât ve mahsûsât sahasında bile birçok hatalara düşen insan; elbette hakîkât-i ilahiyeyi de idrâkten âciz olur.

Allah’ın görülebilmesi meselesi İslâm alimlerini bir hayli meşgul etmiş, bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüş, bu konudaki nâsslar farklı şekilde yorumlanmış.

Aşağıda onlardan örnekler vereceğiz.

 

-İslâm âlimlerine göre ru’yetullah

İslam alimlerine göre Allah’ın insan tarafından görülmesi konusunda iki yön var:  1-Dünyada ru’yetullah. 2-Âhirette ru’yetullah.

 

1-Dünyada ru’yetullah konusunda da iki görüş var. Birincisi; Dünyada hiç bir beşer Allah’ı görmedi, göremez. Delil şudur:

Hz. Musa (as), Allah'a, zâtını görme isteğini dile getirmiştir. Bir peygam­berin böyle bir istekte bulunması is­teğinin mümkün olabileceğine delildir. Hz. Musa'nın (a.s.) bu görme isteği­ne karşı Allah'ın "Elbette Beni göre­mezsin... " buyurması, "görmeye tahammül edemezsin." mânâsındadır. Âyetin devamı bu manâyı kuvvetlen­dirmektedir.

وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقًاۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿143﴾

"Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmaya gelip de Rabb'ı (onunla)konuşunca: "Rabbiım bana (kendini) göster, sana bakayım " dedi. (Rabb'ı "buyurdu ki: Sen Beni göremezsin; fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de Beni göreceksin!" Rabb'ı dağa görününce -tecelli edince- onu darmadağın etti ve Musa da baygın düştü. Ayılınca: "Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben inanan­ların ilkiyim" dedi." (A'râf, 7/143)

 

-Hadislerde ru’yetullah

Miraç'da Hz. Muhammed'-in (sav) Allah'ı görüp görmediği hususunda Hz. Âişe’den gelen bir rivâyet şöyle:

Mesrûk anlatıyor: "Hz. Aişe (r.anhâ)'ya dedim ki: "Ey anneciğim! Muhammed Rabbini gördü mü?" Bu soru üzerine:

"Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana: "Muhammed Rabbini gördü" derse yalan söylemiş olur.

(Hz. Aişe bu noktada, sözüne delil olarak) şu âyeti okudu:

لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ ﴿103﴾

"Onu gözler idrak edemez, O ise gözleri idrak eder" (En'âm 6/103).

Devamla dedi ki: "Kim sana derse ki Muhammed yarın olacak şeyi bilir, yalan söylemiştir. Zira ayet-i kerimede (mealen):

وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿34﴾

"Hiçbir nefis yarın ne kesbedeceğini bilemez" (Lokman 31/34) buyrulmuştur.

Kim sana "Muhammed'in vahiyden birşey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Çünkü ayet-i kerimede:

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ ﴿67﴾

"Ey Peygamber! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah'ın risâletini tebliğ etmiş olmazsın" (Mâide 67) buyrulmuştur.

Rasûlullah (sav) Cibril'i (kendi yaratılışı ile) iki sefer görmüştür." (Buhârî, Tefsir/Mâide 7, Bed'ü'l-Halk/6, Tefsir/Necm 1, Tevhid/4. Müslim, İman/287 (177). Tirmizi, Tefsir/En'âm no: 3068)

Ebû Zer (ra) Rasûlullah'a "Rabbini hiç gördün mü?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.) efendimiz, "O bir nurdur, onu na­sıl göreyim" diye cevap verdi.   (Müslim, İman/291 (178). Tirmizî, Tefsir/Necm no: 3278)

Muhaddis, fukaha ve kelâm âlimlerinden büyük ru'yetullah'ın dünyada müm­kün olamayacağı görüşündeler. Zira açık âyet var.

İkincisi bazıları Allah’ı görebilir;Müşebbihe ve bazı Sûfiyye gruplarının benimsediği bu telakkinin delili Allah’ı zikretme, sevme ve O’na fazlaca ibadet etme sonucunda yaşandığı söylenen ruhî tecrübelerden ibarettir. Ancak kontrolü mümkün olmayan, daima yanıltma ihtimali taşıyan bu yöntem bağlayıcı bir delil olarak kabul edilmemiştir.” (Yeşilyurt, T. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35/311)

Nitekim “Allah’ı rüyamda gördüm”, ya da “bizimki Allah’ın rü’yasında gördü” diye iddialar olmuştur.

 

2-Âhirette ru’yetullah. Bu konuda da iki görüş var. Birincisi; Allah Ahirette de görülemez.

Özellikle Mutezile ve bazıları "Onu gözler idrak edemez, O ise gözleri idrak eder" (En'âm 6/103 ve A’raf 7/143) âyetlerine dayanarak dünyada da âhirette de görülemiyeceği fikrini savundular.

Onlara göre üzerinde durduğumuz âyetteki “nazar-bakış” Rabbin nimetini baklemeyi ifade eder. Bu tıpkı birinin, ‘falancanın bana ne yapacağına bakıyorum’ demesi gibidir. اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ Sadece Rablarine bakarlar, başkasına değil. ‘İlâ’ ile başlayan başka âyetler var. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/649)

اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ ﴿12﴾ Kıyâme 75/12.

اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمَسَاقُۜ۟ ﴿30﴾  Kıyâme 75/30.

اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ ﴿53﴾   Şûrâ 42/53.

وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ ﴿28﴾  Âli İmran 3/28,

وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ ﴿42﴾  Nûr 24/42.

وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ ﴿18﴾  Fâtır 35/18.

وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿245﴾   Bekara 2/245 gibi.

Bazı yorumlara göre buradaki ‘nazar’; bakmak (görmek) değil, beklemek, ummak manasındadır. Pek çok müfessir;

يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ ق۪يلَ ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُورًاۜ فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ ﴿13﴾

“Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine:..” (Hadid 57/13) âyetindeki ‘unzurû’ lafzını beklemek olarak açıkladılar. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/322. el-Hâzin, Tefsir 4/248. es-Sa’lebî, el-Keşfu ve’l-Beyân, 6/109. Tabresî, el-Cevâmi’l-Câmi’, 2/571)

Abdullah b. Ömer ve Mücahid’ten gelen bir görüşe göre ‘nazar’dan kasıt, Rablerinden gelecek ödülü beklemektir. İkrime’ye göre, Rabbinin emrini gözetlemektir. Onlar En’am 6/103. âyeti delili getirdiler. Ancak bu görüş zayıftır.

es-Sa’lebî demiş ki: Mücâhide ait bu görüş bâtıldır. Araplar ‘nazar’ ile baklemeyi kasdettikleri zaman herhengi bir edat kullanmazlar. Nazartuhu-onu bekledim” derler. Bu kullanım bir çok âyette var. (Bkz: Zuhruf 43/66. A’raf 7/53. Yâsîn 36/49)  Bununla görmeyi kasdederlerse ‘اِلٰى ilâ’ edatıyla kullanırlar. Âyette de ‘ilâ’ ile gelmiş. “Nazartü ilâ fülânen-falana baktım” denir. Ayrıca vech-yüz zikredildiğine göre buradaki ‘nazar’ın görmekten başka anlamı olmaz. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3208)

“Bu âyetler, Allah’ın âhirette görülmesi tartışmalarında delil olarak kullanılmıştır. Kanaatimizce bu âyetlerin bu konuyla bir alakası yoktur. Pasajın konusu ilâhî ödül ve cezanın insan üzerindeki yansımalarıdır. Kazandığını görenin, yüzü ak ve gözü aydın olur. Kaybettiğini görenin, yüzü kara ve gözü kaymıştır.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, âyet açıklaması)

“Rabb'lerinden ummaktalar, Rabb'lerinin lütfedeceği nimetleri beklemektedirler. “Rabb'e nazar etme”nin, Rabb'i görmekle, Rabb'e gözle bakmakla bir ilgisi yoktur. Nazar sözcüğünün; bakmanın yanı sıra, “bir kimsenin huzurunda beklemek, kapısının önünde beklemek” gibi anlamları da bulunmaktadır. Türkçedeki “eline bakmak” deyiminde olduğu gibi. Bu deyimde ele bakmaktan kast edilen şey, birilerinden beklenen katkıdır, yardımdır.” (Aktaş, E. Meali, âyet açıklaması)

Dünyada olduğu gibi Âhirette de Allah’ın görülemeyeceği görüşünü savunan M. Okuyan 8 tane gerekçe sıraladıktan sonra şunu ekliyor: “Bu ve sayamadığımız gerekçeler doğrultusunda âyette geçen “Sadece Rablerine nazar ederler” ifadesinin Allah’tan gelecek nimetleri beklenmesi anlamında olduğu kanaatindeyiz.

Rabbe nazar etmek, O’nu beklemek, O’nu gözlemek, O’nu özlemek, O’nun vereceklerini arzuyla istemek şeklinde anlaşılabilir. Nitekim ilk müfessirlerden Mücahid, buradaki maksadın Allah’tan gelecek sevabı, rızkı ve ihsanı beklemek olduğunu, çünkü hiç bir varlığın O’nu göremeyeceğini açıklamış. “O’nun görüleceği” şeklindeki görüşlere karşı da “O’na bakarlar, ancak hiç bir varlık O’nu göremez” cevabını vermiş. (Taberî’den Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/276)

İkincisi; Allah Âhirette görülür.

Bunun delili bu âyettir. “Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar. Rabbine bakar.” (Kıyâmet 75/22-23)

Ehl-i Sünnet alimleri bu âyetteki ‘bakış’ı-nazarı’ görme manasında anlayarak, Âhirette Allah’ın görüleceği fikrine sahip olmuşlardır.

“O gün bazı yüzler ak olacak, nûr kaplayacak. Zira onlar Rablerini gözleriyle görmeyi bekleyecekler.” (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/423)

İbni Abbas’a nisbet edilen görüş: “Yani gün bazı yüzler güzel, parlak olacak.  Ve Rablerinin arada bir perde olmaksızın bakacaklar. (Tenvîru’l- Mikbâs min Tefsiri İbni Abbas, s: 626)

Elmalılı’ya göre Sünnet ve sahabe yolunu izlediği düşünülen âlimler bu âyetteki nazarın görme anlamında kullanıldığını isbat etmişler. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/444)

Kur’an Yolu Tefsirine göre adı geçen âlimlere göre “mü’minler Âhirette Allah’a bakarlar. O’nun görürler”. Sahih hadisler de bunu destekler. Mutezilîler tenzih ilkesinden hareketle Allah’ın dünyada da, Âhirette de görülmesinin mümkün olmadığı görüşünü benimsediler. Âyetteki ‘nâzirah’ kelimesine, kök anlamlarından biri olna ‘bekleme’ manasını verip âyeti; “Rablerinin vereceği karşılığı beklerler” şeklinde tefsir ettiler.

Âyet Allah’ın görüleceğini açıkça söylüyor. Ama bu görmenin keyfiyetini biz bilemeyiz. Bunun mü’minlere büyük bir mutluluk vereceği açıktır. (Kur’an Yolu DİB, 5/435)

Kimilerine göre görülmenin şartı, var ol­maktır. Allah da var olduğuna göre, O da görülebilir. Ancak sahib ol­duğumuz gözümüzün yapısı, Allah'ı görebilecek ölçüde yaratılmamıştır. En’am 103te Allah’ın Lâtif ve Habîr olduğu, dolaysıyla dünya gözü ile görmenin mümkün olmadığı söyleniyor. Ama Âhirette ilâhî bir lütıf olarak perdeler kalkar, Lâtif olanı görebilecek latif gözler halk edilir.

Ordaki gözler dünyadaki gözler, oradaki görüş buradaki görüş gibi olmaz. Âhiretin her hali kendine mahsustur.

Hak ehline göre ru’yet, Allah’ın yarattığı bir güçtür. Ru’yetin olması için ışıkların gelmesi, görülenin, gören karşısında bulunması şart değildir. Biz dünyada böyle zannede

riz. Âhirette Allah’ın görülmesi için dünyadaki cihetler gibi cihetlere ihtiyaç yoktur. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 10/179-180)

İbnü’l-Cevzî’ye göre İbni Abbas ‘nâzıra’yı Allah bakmak olarak açıkladı. Hasen ve İkrime’ye göre de o Yaratıcı’ya bakmaktır. Allah’ın Âhirette görülmesi haktır. Bu konudaki hadisler sahihtir. (İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s: 1494)

eş-Şankıtî’ye göre, Mutezile’nin A’raf 7/143ü delil alarak Allah’ın Âhirette de görülemeyeceğini ileri sürmesi bâtıl bir görüştür. Doğru, O’nun görülmesini reddeden âyetler var. Ama bu, dünyada. Fakat Âhirette mü’minler Rablerini gözleriyle bizzat görecekler. Kıyâmeh 75/22de denildiği gibi. Allah’ın kâfirler hakkındaki sözü de şöyle;

كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَۜ ﴿15﴾

“Hayır, doğrusu onlar, o gün Rablerinden perdelenmişlerdir.” (Mutaffifîn 83/15)

Bunun mefhum-u muhalifinden hareketle anlaşılır ki mü’minler o gün Rablerinden perdelenmeyecekler.

Peygamber’den Allah’ın şunlar hakkında şöyle dediği sabittir:

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿26﴾

“Onlara güzelin en güzeli ve daha ziyâdesi vardır “ (Yûnus 10/26). Hüsnâ-En güzeli: Cennettir. Ziyâdesi ise; Allah’ın kerim vechine bakmaktır. Bu Allah’ın sözlerinden bir sözdür. Şunun gibi:

لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ ف۪يهَا وَلَدَيْنَا مَز۪يدٌ ﴿35﴾

“Orada dilediklerini bulurlar. Katımızda fazlası da vardır.” (Kâf 50/35)

Peygamberin mü’minlerin Allah’ı Kıyâmette gözleriyle görecekleri sözü tevâtür yoluyla geldi. Üstelik Allah’ın gözle görülmesi aklen de caizdir...” (eş-Şankıtî, M. el-Muhtar. Evdâu’l-Beyân, s: 300)

Kurtubî, çoğunluğun görüşünün Cennetliklerin Rablerine bakacakları şeklinde olduğunu söyledikten sonra konuyla ilgili hadisleri değerlendirerek, farklı görüşleri sıralıyor. Kendisi de cumhurun görüşünü tercih ediyor. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3209)

Şevkânî, Kıyâmette mü’minlerin Allah’ın vechine keyfiyetsız, yönsüz, teşbihsiz bakacaklar dedikten sonra ilgili hadisleri sıralıyor. (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1827)

Taberi,î, Bu konudaki farklı yorumları isim isim sıraladıktan sonra sözü şöyle bağlıyor. Bana göre bu iki görüş arasındaki en isabetlisi; Hasen ve İkrime’den gelen görüştür. O da o gün yüzlerin Yaratıya bakacakları görüşüdür. Bu konuda hadisler de vardır.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/343-344)

 

Hadislerde belirtildiğine göre müminler, bulutsuz bir günün öğle vaktinde güneşi ve bulutsuz bir gecede dolunayı gördükleri gibi Allah’ı âhirette görecektir.

Cerîr b. Abdillah (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) bir dolunay gecesi, aya baktı ve: "Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin)."

Cerir der ki: "Resûlullah, sonra şu âyeti okudu:

فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى ﴿130﴾,

"... Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et..." (Tâhâ 20/13). (Buhârî, Mevâkitu's-Salât/6, 26, Tefsir/Kâf 1, Tevhid/24. Müslim, Mesâcid 211 (633). Ebû Dâvûd, Sünnet/20 no: 4729). Tirmizi, Cennet/16 no: 2554)

Süheyb (ra) anlatıyor: "Rasûlullah (as) buyurdu ki: "Cennetlikler cennete girince Allah (st):

"Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da ilâveten vereyim!" buyurur. Cennetlikler:

"Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı (daha ne isteyeceğiz?)" derler. Derken perde açılır. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir."

Süheyb der ki: "Resûlullah bu sözlerinden sonra şu âyeti okudu.

"İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzel iyilik bir de ziyade vardır" (Yûnus 10/26). (Müslim, İmam/297 (181). Tirmizî, Cennet/16 no: 2555)

Ebu Hureyra kaynaklı bir başka uzun hadiste, Rasûlüllah’a, ‘Kıyâmet günü Rabbimizi görecek miyiz?’ diye sorulduğu zaman, bulutsuz bir günde, öğle vaktinde Güneşi görme noktasında tereddüt olamayacak kadar, kıyâmet günü Allah’ın görüleceği söylenmektedir. (Buharî, Rikâk/52, Ezan/129, Tevhid/24. Müslim İman 299 (182), Cennet/30 (2560), Zühd/16 (2968). Ahmed b. Hanbel, 3/16, 4/13-14)

Ebu Bekr b. Abdullah b. Kays babasından, babasının da Peygamber’den rivâyetine göre o şöyle dedi: “Cennetlerin ikisi, kapları da, içindekiler de gümüştendir. İkisi de, kapları ve içindekiler de altındandır. Oradakiler ile Rablerine bakmaları arasındaki tek bir engel ise, Adn Cennetinde O’nun yüzü üzerindeki kibriya ridâsıdır.” (Müslim, 1/163. Buhârî, 6/2710)

 

Sonuç; “Allah’ın görülmesi konusunda ortaya çıkna farklı görüşlerden, ilgili ayet ve hadislerin ilmi te’vil ölçülerine göre anlaşılmasına göre “Allahın ahirette görülmesi mümkündür” diyen görüş daha isabetli görünüyor.

Bu görüşte olanlar Kıyâme ve Mutaffifîndeki âyetleri ve sahih hadisleri delil olarak alırken, karşı olanlar aklî gerekçelerle yola çıkarak bunu müteşâbih âyetlerle delillendirmek istemişler. Hem bu âyeti, hem de Musa’nın Allah’ı görme talebini anlatan âyeti dil kurallara uymayan aykırı olarak isabetsiz yorumlara ulaşmışlar. Ayrıca sahih hadisleri reddedip zayıf rivâyetleri delil diye aldılar. Ayrıca Âhireti de ontolojik olarak aynı durumda kabul ettiler. Halbuki Âhiretin hiç hali dünyaya benzemez. Allah’ın zatını mümkün kılacak ve perdeyi kaldıaracak bir yaratılışa gücü yeter. (Kaf 50/22) Bu da kafirlere nisbeten mü’minler O’nun bir lütfudur.” (Yeşilyurt, T. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35/311)

 

Kıyameh 75/23. âyet işte böylece uzun uzun tartışmalara, yorumlara konu olmuş. Yorumlara saygı duyulur. Aralarında tercih yapılabilir. Ama hiç birisi itikadi konu değildir.

En iyisi bu farklı görüşlere dalıp gitmeden ayeti olduğunu almak, inanamak ve Ahirete hazırlanmaktır.

Bizim görevimiz bu dünyada kulluk, Allah’ın ölçülerini koyduğu, iman ve salih amel üzere bir hayat yaşamaktır. Bunun karşılığını Allah’ın nasıl vereceğini biz bilemeyiz. O ödülü hak edene dilediği ödülü verebilir.

Bu ödüller arasında Cemali gösterme de olabilir mi, olabilir. Ama biz onu bilemeyiz.

Âyetin zahiri manası bunu ümit etmeye izin veriyor.  

 

-Lütfun zirvesi;

Cenneti hak eden mü’minlere namütenâhi, gözlerin görmediği, akılların almadığı nimetler verildiği gibi, Rabbe bakma, nazar etme, Yüce Cemâli seyretme en büyük lütuf olarak verilebilir.

Bu lütuf onlar için bir şeref ve en nihâi gayedir. Cennetlikler böyle bir nimetle taltif edildekten sonra ötesini önemsemezler.

Bir hadiste belirtildiği üzere, Cennete giren hiç bir kimse oradan çıkmaz istemez. Şehidler hariç deniliyor.

Şüphesiz ki Cennet nimetlerini, güzellikleri ebedî saadeti gören bir daha ordan çıkmaz ister mi? Dünya gözüyle, insan eliyle, sun’î olarak yapılan bir bahçeye girdimiz zaman bile hoşnut, mutmain, mesrur ve mutlu oluruz. Adeta bahçeden çıkmaz istemeyiz. Cennet ise dünydadki bahçelerin çok çok fevkıbnde güzel, nimeti çeşitli ve bol, ebedi be bitimsiz.

Bu kadar nimete bir de Cemalullah’a bakmayı eklerseniz, ruhunuz bayılmaz mı? Gönlünüz böyle bir vuslatı istemez mi? Böyle bir hedefe yürümek arzusu olmaz mı?

Âyetteki ve hadislerdeki müjde insan için son hedefi göstermektedir. Geri dönüşü olmayan bir yola gireceğiz. Orada bu müjdeye kavuşmak burada mümkün. Kur’an bizi kulluğa, yani hayatın her alanında sâlih amele, bu lütfu hak etmeye davet ediyor.

Şöyle dua ediyoruz: Yarabbi yüreklerimizi muhabbetinle doyur. Ya Rabbi, bize cennet ve cemâlinin nasip eyle”

 

Bu konuyla daha fazla bilgi için:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/257482

Yeşilyurt, T. TDV İslam Ansiklopedisi Rü’yetullah maddesi

Yeşilyurt, T. Tanrı’nın Aşkınlığı Bağlamında Rü’yetullah Sorunu (Malatya 2001).