el-Mürselât Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

24 Ocak 2021

10 Cemaziyel’âhir 1442

Selâm-Dortmund

 

سُورَةُ الْمُرْسَلَاتِ      ﷌

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

فَاِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْۙ ﴿8﴾ وَاِذَا السَّمَٓاءُ فُرِجَتْۙ ﴿9﴾ وَاِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْۙ ﴿10﴾ وَاِذَا الرُّسُلُ اُقِّتَتْۜ ﴿11﴾ لِاَيِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْۜ ﴿12﴾ لِيَوْمِ الْفَصْلِۚ ﴿13﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِۜ ﴿14﴾ وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ ﴿15﴾

8﴿ Yıldızların ışığı söndürüldüğünde;

9﴿ Gök yarıldığında;

10﴿ Dağlar sökülüp savrulduğunda;

11﴿ Peygamberlere toplantı vakti bildirildiğinde;

12﴿ Bütün bunlar hangi güne ertelenmiştir?

13﴿ Karar gününe.

14﴿ Karar gününün ne olduğunu bilir misin?

15﴿ Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

 

  • فَاِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْۙ ﴿٨﴾

8﴿ Yıldızların ışığı söndürüldüğünde;

فَاِذَا   ... zaman, vakta ki...

النُّجُومُ  yıldızlar (necm)

طُمِسَتْۙ  söndürülmek, batırmak, silmek. Bir şeyin izi silinip gittiğini veya yok olduğunu anlatır.

Yani yıldızların ışığı giderildiği, karardıkları zaman...

Tumisa/tams; Kur’an’da malı yok etmek (Yûnus 10/88),

gözlerin silinmesi, yani kör edilmesi (Yâsîn 36/66. Kamer 54/37),

yüzlerin silinmesi (Nisâ 4/47) anlamlarında kullanılıyor.

Buna göre 8. âyetin manası: “Yıldızlar yok edildiği, aydınlıkları giderildiği  zaman” olur. Bu da; 

وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْۙ ﴿2﴾ “Yıldızlar dağıldığı zaman” (İnfitâr 82/2),

وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْۙ ﴿2﴾  “Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman” (Tekvîr 81/2) âyetlerine benzer.

Bu âyete “yıldızların ışığı söndürüldüğü, ışığı gittiği zaman” manası da verilebilir. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/435. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/382. Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/665)

Yıldızları söndürülmesi, dökülmesi, silinmesi veya karartılması kıyâmette olacak olayların bir parçasıdır. Demek ki kıyâmette bütün yıldızların  bugünkü işlevleri bitecektir.

Bunu “kevn ve fesat ilkesi” ile birlikte düşünebiliriz.

 

  • وَاِذَا السَّمَٓاءُ فُرِجَتْۙ ﴿٩﴾

9﴿ Gök yarıldığında;

السَّمَٓاءُ  gök, sema,

فُرِجَتْۙ  yarılma, birbirinden ayrılmak, parçalanmak.

Yani gök parçalara ayrıldığı, yarıldığı, kapı kapı olduğu zaman...

‘Semâ’ elbette sedece Türkçedeki gök değil. Yükseklik anlamından alındığına göre dünyaya göre yüksekte olan her şey, uzayın hepsi, belki de uzaydaki cisimlerdir. 

Kıyâmette gök yarılacak, adeta parçalara ayrılacak. Nasıl mı? Bilmiyoruz. وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلًا ﴿25﴾

O gün, gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.” (Furkan 25/25)

وَفُتِحَتِ السَّمَٓاءُ فَكَانَتْ اَبْوَابًاۙ ﴿19﴾

“Gök yarılacak ve kapı kapı olacak.” (Nebe’ 78/19)

İbni Abbas’tan gelen bir görüşe göre “gök katlanıp dürülmek üzere parçalara ayrıldığı zaman” demektir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, s: 2/3230)

Şu âyette buna işaret ediliyor:

يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ ﴿104﴾

“(Düşün o) günü ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hâle getiririz. (Bu,) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vâdettiğimizi) yaparız.” (Enbiyâ 21/104)

Buradan şunu anlıyoruz. Bugünkü gök sistemi kıyâmette değişecek, belki de Âhirete mahsus şekilde yeniden inşa edilecek.

Bu da ‘yarılma’ Tekvîr 81/11deki açılma, İnfitâr 82/1 ve İnşikâk 84/1deki yarılmadan farklıdır. Zira bunlarda gök sisteminin kıyâmette yeniden inşa edilme sürecinden bahsediliyor.

Göğün yarılması bir yok oluşu değil, yeni bir başlangıcı, ya da bir dönüşümü anlatır. Bazı âyetler bunu destekliyor. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/437)

اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْۙ ﴿1﴾ وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْۙ ﴿2﴾ وَاِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْۙ ﴿3﴾ وَاِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْۙ ﴿4﴾

“Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman…” (İnfitâr 82/1-4)

Buna göre kıyâmette yıldızların düzeni bozulacak, dağılacak, göğün yapısı çatlayacak...

Dağlar yürütülecek, pamuk gibi atılacak, toz toprak haline gelecek ama temamen yok olmayacak. Şekli değişecek.

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَدًاۚ ﴿47﴾  

“O gün dağlar yürütülür, yeri dümdüz görürsün.” (Kehf 18/47)

Belki de mahşer bu dümdüz yerde gerçekleşecek.

 

  • وَاِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْۙ ﴿١٠﴾

10﴿ Dağlar ufalanıp savrulduğunda;

الْجِبَالُ dağlar (cebel)

نُسِفَتْۙ  ufalanıp savrulmak, hepsini hızlıca alıp götürmek, yerinden sökülmek. “neseftü’ş-şey’ ve ensefehu-hepsini hızlıca alıp götürdüm” denilir.

Âyette yeryüzünün kıyâmette dümdüz edileceğini anlatır. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/435. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3230)  

Kıyâmetten bir sahne daha. Dağlar un ufak edilip savrulduğu, etrafa saçıldığı zaman… (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/382)

Kıyâmette dağlar bile büyük değişim geçirecek. Hâlden hâle dönecekler. Kur’an dağların değişimini, kıyâmette onlarla ilgili neler olacağını bazı âyetlerde söylüyor.

وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْۙۖ ﴿3﴾  “Dağlar, yürütüldüğü zaman” (Tekvîr 81/3)

وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًاۜ ﴿20﴾  “Dağlar yürütülür, serap hâline gelir.” (Nebe’ 78/20)

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِۜ ﴿5﴾  “Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.” (Kâria 101/5. Meâric 70/9)

اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجًّاۙ ﴿4﴾ وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّاۙ ﴿5﴾  

“Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu (zaman)” (Vâkıa 56/4-5)

فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ ﴿13﴾ وَحُمِلَتِ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً ﴿14﴾ فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ ﴿15﴾ 

“Sûr’a bir defa üfürülünce, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine bir çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş (kıyâmet kopmuş)tur.” (Hâkka 69/13-15)

يَوْمَ تَرْجُفُ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَث۪يبًا مَه۪يلًا ﴿14﴾

“Yerin ve dağların sarsılacağı ve dağların akıp giden kum yığını olacağı günü (kıyâmeti hatırla).” (Müzemmil 73/14)

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفًاۙ ﴿105﴾ فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًاۙ ﴿106﴾

“(Ey Muhammed!) Sana dağların (kıyâmet günündeki) hâlini soruyorlar. De ki: “Rabbim onları toz edip savuracak. Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.” (Tâhâ 20/105)

Demek ki dağlar kum gibi dağıtılacak, yerleri dümdüz olacak.

Yeryünü ayakta tutan sağlam kazık (Nebe’ 78/7) olan dağlar, dünyanın her tarafında sabit, çok cüsseli, son derece kuvvetli, hesap edilemeyecek denli ağır, azamet ve ihtişam sahibi sarsılmaz dağlar kıyâmette böyle olacak.

Bu koca kütleler Allah’ın ‘kün-ol’ emriyle yün gibi savrulacak, un ufak olup  toz gibi olup etrafa savrulacak... Yerleri dümdüz olacak...

İnsanların tanıdığı en güçlü nesne olan dağları bu duruma getirecek büyük olay var. Bu dehşet olay karşısında insan ne hâlde olacağını, nasıl bir sonun kendisini beklediğini düşünmeli... Düşünmekle kalmamalı, o güne hazırlıklı olmalıdır...

Bütün bunlar kıyâmetin dehşetini anlattığı gibi, ölümden sonra farklı bir hayatın olacağını ve Allah’ın sonsuz kudretini gösterir. 

Bu üç âyette anlatılan ve dünya hayatın sonunda, kıyâmette olacak olaylara 'kozmik-bozulma’ diyebiliriz.

Pek çok âyette buna işaret ediliyor.

Kıyâmette varlık âleminde olacak bu üç önemli fiziksel değişik söylendikten sonra Sûre yeniden diriliş-mahşer süreciyle ilgili bir başka sahneyi söz konusu ediyor.

 

  • وَاِذَا الرُّسُلُ اُقِّتَتْۜ ﴿١١﴾

 

11﴿ Peygamberlere toplantı vakti bildirildiğinde; ya da peygamberlerin kıyamette toplanacakları zaman…

الرُّسُلُ  rasûller, elçiler (rasûl)

اُقِّتَتْۜ toplandı, hazırlandı, tehir edildi, toplantı yerini ve zamanını, vkati/süresi  belirlendi, va’d olundu.

Yani peygamberler için Kıyâmette toplanma vakti tayin edildiği zaman...

Bazılarına göre âyetteki ukkıdet; peygamberlerin toplanması, bazılarına göre bunun ertelenmesi, ya da kıyâmette onların bir araya geleceğinin va’d edilmesi demektir. Bir âyette şöyle deniyor:

... يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ 

“Allah’ın peygamberleri toplayacağı gün...” (Mâide 5/109)

 (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/382)

Vakit, kendisine ertelenen bir şeyin gerçekleşeceği vade demektir. Buna göre mana şöyle olur: “Kendileri ile ümmetleri arasında ayıredici, hükmün verilmesi için, belirli bir vakit tayin edildi.” Bu vakit tayin edilmesi Âhirette olacak bir şeydir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3230)

Buradaki rusûl’un, peygamberler olduğu açıktır.

Ukkıdet fiilinin aslı vakittir. Burada tevkıt (tef’ıl) kalıbından, yani peygamberlerin bekleye durdukları ve ümmetlerine karşı şâhitlik edecekleri vakit, o va’d edilen güne  erdirildikleri zaman, işte o kıyâmet günüdür. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/479)

Ukkıdet; mutlaka gerçekleşecek mikat (buluşma) zamanını belirtir. 

Bu vakit Âhiretle alakalı ve peygamberlerin ümmetleri için şâhitlik yapacakları zaman olabilir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/665)

Mahşerde peygamberler bir araya toplanacak (Mâide 5/109), ümmetlerin hataları onların önünde ortaya dökülecek (Ahzab 33/7-8. Zuhruf 43/44. Mâide 5/116-118),

peygamberler onlarla ilgili şâhitlik yapacaklar. (Bekara 2/143. Nisâ 4/41. Nahl 16/84, 89)

Mahşerde peygamberler de sorguya çekilecek.

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿6﴾

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!” (A’raf 7/6)

Ebû Said el-Hudrî’nin anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle dedi: “Kıyâmet günü Nûh getirilecek ve ona “Tebliğ görevini yerine getirdin mi? denilecek. Evet, ya Rabbi” cevabını verince bu defa ümmetine “size tebliğ etti mi?” diye sorulacak. Onlar da “Bize herhangi bir uyarıcı gelmedi” cevabını verecekler. Buna karşılık Allah (cc), Nûh’a “senin şâhitlerin kimler?” diye sorunca, o da “Muhammed ve onun ümmeti” diyecek. İşte bundan sonra hz. Peygamber ümmetine yönelerek, “Sizler getirileceksiniz ve şâhitlik edeceksiniz”. Arkasından “İşte sizi böyle vasat ümmet yaptık…” (Bekara 2/143) âyetini okudu.” (Buhârî, İ’tisam/19no: 7349. Enbiyâ/3 no: 3339, Tefsir/2-13 no: 4487)

Bu rivâyette söz konusu edilen şâhitliğin, fiilen ve aynı zamanda yaşayanların şâhitliği şeklinde değil de, bilgi sahibi olmak anlamında gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.”

Konu kıyâmetle irtibatlandırılırsa şöyle anlaşılabilir: “Onların, inkarcıları tehdit ettiği kıyâmet zamanı gerçekleştiği zaman”.

Böylece hem inkârcıların tehdit edildiği bir vaktin olduğu hatırlatılmış, hem de peygamberlerin sözlerinin gerçek olduğu isbatlanmış olur. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/439-440)

Bütün bu anlatılanlar olduğu zaman kıyâmet gerçekleşmiş olacaktır.

 

  • لِاَيِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْۜ ﴿١٢﴾

 

12﴿ Bütün bunlar hangi güne ertelenmiştir?

لِاَيِّ hangi     

يَوْمٍ gün

اُجِّلَتْۜ sonraya bırakılır, ertelenir,

Burada kıyâmet gününe ta’zim, dehşetini anlatmak maksadıyla sorulan bir sorudur. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/383. Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/665. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3230)

Zira o günde insanlar hesaba çekilecek, amellere göre sonucu ortaya koyan hüküm verilecek, ya Cennet’e ya Cehennem’e gönderilecek.

Demek ki mahşer günü ‘fasıl-ayırdetme, hüküm’ günüdür.

Sorunun bir öncesiyle bağlantısı var.

Peygamberlerin ümmetleri hakkında şâhitlik yapmaları için belirlenen o vakit hangi güne ertelendiği? şeklinde sorulmuş kabul edilebilir.

O gün hangi gündür? Elbette fasıl/hüküm günüdür. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/383)

“O ertelenen gün hangisi?” Yani Son saat, kıyâmet ki o gün melekler toplanacaklar. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/435)

 

  • لِيَوْمِ الْفَصْلِۚ ﴿١٣﴾
  • وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِۜ ﴿١٤﴾
  • وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ ﴿١٥﴾

 

13﴿ Ayırım/hüküm (fasıl) gününe.

14﴿ Ayırım gününün ne olduğunu bilir misin?

15﴿ O gün yalanlayanların vay haline!

يَوْمِ الْفَصْلِۚ   fasıl, hüküm günü. Ya da her şeyin ayırdedilip açıklanacağı gün, 

وَمَٓا اَدْرٰيكَ ne bilirsin, bunun kökü: ‘dera-edra’, anlamak, bilmek demektir. Ey muhatap, bu nedir? O günün büyüklüğünü, dehşetinin şiddetini nereden bileceksin ki? (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/436)

مُكَذِّب  yalancı, yalan sayan, birini yalancı çıkaran.

Yani te’cil edilen gün... İnsanların ona kavuşup bizzat görecekleri gün.. Ona ulaşılacak. Ki o da kıyâmet günüdür. O gün mahlukâtın arası fasledilir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/665)

O gün Allah (cc) yaratıkları arasında hüküm verir. Mazlumun hakkını zalimden alır. Muhsinleri ihsanları açısından mükâfatlandırır. Kötülük  edenleri de kötülükleriyle cezalandırır. Kim Cennete gidecek, Cehenneme gidecek belirlenir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/383)

Yevmu’l-fasl; bir önceki âyetteki sorunun cevabı. Allah (cc) soruyu soruyor ve cevabını veriyor. Kur’an’da bunun örnekleri var. (Bkz: En’am 6/12. Mü’min 40/16. Sebe’ 35/24)

Yine ‘ma edrâke’ ile sorulan konular da örnektir.

Mahşerde hüküm verme işlemi hakkında kullanılan fiillerden biri de ‘fesale’ fiilidir. İki şeyi birbirinden ayırt etmek, hakkı bâtıldan ayırmak, hüküm vermek.

Yevmu’l-fasl; bu işin yapıldığı günün adı. Kur’an’da 6 defa geçiyor.

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ ﴿21﴾

“Onlara, “İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür” denilir.” (Sâffât  37/21)

اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ م۪يقَاتُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ ﴿40﴾

“Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır.” (Duhân  44/40)

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِۚ جَمَعْنَاكُمْ وَالْاَوَّل۪ينَ ﴿38﴾

“(O zaman şöyle denir:) Bu, hüküm (ayırım) günüdür. Sizi ve sizden öncekileri bir araya getirdik.” (Mürselât  77/38)

اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ م۪يقَاتًاۙ ﴿17﴾

“Doğrusu, hüküm gününün vakti elbette tesbit edilmiştir.” (Nebe’  78/17)

Mahşerde insanlar hakkında hüküm verilir, Bu değerlendirmeden sonra insanlar birbirinden ayrılır, verilen hüküm ayrıntılı bir şekilde ortaya konur. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/441)

Bu durumu anlatan bir kaç âyet:

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـ۪ٔينَ وَالنَّصَارٰى وَالْمَجُوسَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۗ اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿17﴾

“Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Allah’a ortak koşanlar var ya; Allah, kıyâmet günü onların aralarında mutlaka hüküm verecektir. Çünkü Allah, her şeye şâhittir.” (Hacc 22/17)

  اِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿25﴾

“Şüphesiz Rabbin kıyamet günü, üzerinde ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda onlar arasında hüküm verecektir.” (Secde 32/25)

لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚۛ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿3﴾

“Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir. Kıyâmet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Mümtahine 60/3)

...وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿21﴾

“Eğer Allah’ın erteleme söz olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi” (Şûrâ 42/21) ifadesi hüküm gününü Âhiret olduğunu gösterir.

O gün cennetlikler ve cehennemlikler ayrılır.

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ ﴿14﴾

“Kıyâmet gerçekleşeceği gün işte o gün birbirlerinden ayrılacaklar” (Rûm 30/14)

Allah (cc) o gün mücrimlere:

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ ﴿59﴾

“Bu gün bu tarafa ayrılın” (Yâsîn 36/39) diyecek.

Buna göre ‘yevmu’l-fasl’ mahşer günüdür. O gün hem yargılama olacak, hem hüküm verilecek, hem de mücrimler, mü’minlerden ayrılacak.

Peygamberlerin şâhitliği de bu güne ertelendi. (Allahu a’lem)

Ancak bu gün insan idrakiyle anlaşılabilecek bir şey, gün, hâl değildir. Bundan dolayı

14.âyette; “Ayırım gününün ne olduğunu bilir misin?” diye soruluyor. Bu hitap hz. Peygamber’e, dolaysıyla Kur’an’ın muhataplarına yönelik bir soru cümlesidir. Allah bildirmedikçe hiç kimse bu anlatılanları mahiyetini bilemeyeceğini ima ediyor.

Evet, o gün insanların tasavvur edemeyeceği bazı olağanüstü olaylar olacak. Bunları Allah (cc) bildirmezse kimse bilemez. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 5/453)

‘ve mâ edrâke’; Kur’an bazen konuyu soru sorarak ortaya koyar. Muhataplarının dikkatini daha çok çekmek için olabilir. Ya da durumunu ve  önemini anlatmak içindir.

Başka âyetlerde bu sorunun cevabı verirlirken burada verilmedi. Bunun cevabı sûrenin sonraki âyetlerinde veya Kur’an’ın bütünündedir.

Buna göre kıyâmet ve sonrasındaki olaylar ancak vahyin bildirdiği kadar bilinir, anlaşılır. Vahiyden destek almayan Âhiret haberlerine itibar etmemek gerekir. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/443)

‘ve mâ edrâke’; bu ifade, “Sen nereden bilebilirsin ki, sana hangi şey bildirdi, bilebilir misin (bundan) maksat nedir, bildin mi?” şeklinde de tercüme edilebilir.

Kur’an dünya hayatının sona ermesi, kıyâmetin gerçekleşmesi anında gerçekleşecek kozmik bozulmaya bir kaç âyette temas ettikten sonra, peygamberlerle kavimleri arasında olumlu ve olumsuz ilişkilerle ilgili verilecek olan son kararı ve bunun vaktini açıklıyor.

Bu da kıyâmette sonra başlayacak mahşer, hesap günüdür.

Fasıl-ayrım günü’nden maksat, hesap günü peygamberlerle onları yalanlayanların arasında hüküm verilmesidir. Hak ile bâtılın belli olmasıdır. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 5/453)

15. âyette;O gün yalanlayanların vay haline, ya da yazıklar olsun!”

Yani ‘ba’s’i-yeniden dirilişi yalan sayanlara... (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/436)

Âyet böylece kıyâmet ve Âhireti yalan sayanların başlarına gelecek olan felâketin büyüklüğüne bir daha dikkat çekiyor.

Bu ifade kalıbı sûrede on defa geçmekte olup her defasında bir önceki bölümle ilgili özel bir anlamı ifade eder.

Mutaffifîn 83/10da ve Tûr  52/11de aynen geçmektedir.

“İnkârcılar, yalan saydıkları her ilâhî bildirim sebebiyle ayrı ayrı cezalandırılacakları için bunlar hakkında aynı ifade kalıbı tekrar edilmiştir.” (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 5/453)

Bu âyet için girişte, sûreyi tanıtırken şöyle demiştik:

“Allah’tan gelen hakikati, vahyi, hakkı inkâr edenlerin vay haline şeklinde anlaşılabilir.

Her ne kadar tekrar gibi olsa da bunlar te’kidtir. Mesajın iyice anlaşılması ve öneminin kavranması hedefleniyor.

Bunlar bir öncesiyle bağlantılı düşünülmeli. O zaman anlam bir önceki âyetlerde açıklanan “gerçekleri yalan sayanların vay hâline” diye anlaşılabilir.”

Burada ilk defa gelen bu ifade 8. âyetten itibaren yıldızların sönmesi, göğün yarılması, dağların un ufak edilmesi, peygamberlerin şâhitliği için vakit belirlenmesi ve hüküm/ayrım gününü yalanlara yazıklar olsun diyor.

مُكَذِّب  Bunun aslı, ‘kezebe-yalan söyledi’ fiilidir. Bunun tef’ıl-ettirgen kalıbı olan ‘kezzebe’ ise yalanladı, birini yalancı çıkardı, çok yalan söyledi, inanmayıp inkâr etti demektir.

Bunun özne ismi (ism-i fail’i) de mükezzib, yani yalanlayan, hakka inanmayıp onu inkar eden anlamında...

Bu kelime Kur’an’da 21 defa gelmekte ve vahyi, Kur’an’ı, Allah’tan gelen hakikatleri, Peygambeleri yalanlayanları, bunları yalan sayıp inkâr edenleri nitelemektedir.

Hatırlayalım ‘veyl’in aslı kötülüğün inmesi demektir. Bir belânın ortaya çıkmasıyla dehşete düşmeyi veya o şeyin kötü oluşunu anlatır.

Dolaysıyla "vay haline!", "yazık, yazık", ”helâk olsun”, “yazıklar olsun” şeklinde anlaşılabilir.

Veyl bu anlamda kötü bir durumu, zarar etmeyi, helâk olmayı ifade eder. Beddua olarak da kullanılır.

Buradaki maksat kıyâmeti, Âhiret hayatını yalan sayanları durumunun feci ve çok kötü olacağını anlatmaktır.

“Mükezzibîn-yalancılar" kelimesinin her âyette tekrarlanmadan önce geçen konunun anlamına göre düşünülmesi gerekir.

Mesela, ilk geçtiği yerde fasıl (hüküm) gününü, ikinci yerde mücrimlerin (günahkârların) hak ettikleri azabı, üçüncü yerde Allah'ın ilmini ve gücünü, dördüncü yerde de insanın muhtaç ve sınırlı bir güce sahip olduğunu, ilâhî kudretin her şeyi kapladığını ve Allah'ın nimetini inkâr mânâları ile ilgilidir.” (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/480)