el-Mürselât Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

31 Ocak 2021

17 Cemaziyel’âhir 1442

Selâm-Dortmund

 

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اَلَمْ نُهْلِكِ الْاَوَّل۪ينَۜ ﴿16﴾ ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْاٰخِر۪ينَ ﴿17﴾ كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ ﴿18﴾ وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ ﴿19﴾

اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۙ ﴿20﴾ فَجَعَلْنَاهُ ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۙ ﴿21﴾ اِلٰى قَدَرٍ مَعْلُومٍۙ ﴿22﴾ فَقَدَرْنَاۗ فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ ﴿23﴾ وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ ﴿24﴾ اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ كِفَاتًاۙ ﴿25﴾ اَحْيَٓاءً وَاَمْوَاتًاۙ ﴿26﴾ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَاَسْقَيْنَاكُمْ مَٓاءً فُرَاتًاۜ ﴿27﴾ وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ ﴿28﴾ اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى مَا كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۚ ﴿29﴾ اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى ظِلٍّ ذ۪ي ثَلٰثِ شُعَبٍۙ ﴿30﴾ لَا ظَل۪يلٍ وَلَا يُغْن۪ي مِنَ اللَّهَبِۜ ﴿31﴾

16﴿ Öncekileri helâk etmedik mi?

17﴿ Arkadan gelenlere de onlara yaptığımızı yapacağız.

18﴿ İşte biz suçlulara böyle yaparız.

19﴿ Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

 

20﴿ Sizi önemsenmeyen bir sudan yaratmadık mı?

21-22﴿ Onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirdik.

23﴿ Ölçüleri biz koyduk; ne de güzel ölçmüşüzdür!

24﴿ Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

25-26﴿ Biz yeryüzünü dirilere ve ölülere mekân yapmadık mı?

27﴿ Ayrıca yeryüzünde sabit yüce dağlar yarattık. Sizlere tatlı sular içirdik.

28﴿ Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

29﴿ Haydi yalan saydığınız azaba doğru ilerleyin!

30-31﴿ Gölgelendirmeyen, ateşe karşı da bir faydası dokunmayan üç bölüklü bir gölgeye doğru yol alın.

 

  • اَلَمْ نُهْلِكِ الْاَوَّل۪ينَۜ ﴿١٦﴾
  • ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْاٰخِر۪ينَ ﴿١٧﴾

16﴿ Öncekileri helâk etmedik mi?

17﴿ Arkadan gelenlere de onlara yaptığımızı yapacağız.

اَلَمْ نُهْلِكِ  helâk etmedik mi, yok etmedik mi, cezalandırmadık mı?

الْاَوَّل۪ينَۜ  öncekiler, ya da öncüler. Yalanlayanların öncüleri

ثُمَّ   sonra

نُتْبِعُهُمُ   onlara tabi kıldık, peşine taktık

الْاٰخِر۪ينَ sonrakiler, yalanlayanları takip edenler

 

Burada Mekkeli müşriklere/inkârcı zorbalara bir va’id var. Allah öncekilere yaptığını sonrakilere de yapar. Eğer onların yolunu izlerlerse. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/666)

Allah (cc) yine soruyor: Biz önceki nesilleri, hak ettikleri için helâk etmedik mi, cezalandırmadık mı?

Ki onlar yeniden dirilişi inkâr etmişlerdi. Kimisini korkunç bir sesle, kimisini yere batırmakla, kimisini şekillerini değiştirmekle, kimisini düşmanlarıyla helâk ettik. Arkadan gelenleri de onlar gibi yaptık...

Muhammed’i tekzip eden Mekke müşriklerini de helâk ederiz... (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/436)

Öncekilerin ve sonrakilerin kim olduğu konusunda farklı yorumlar var:

Öncekiler, bu helâk edilenler, peygamberleri yalanlayan en eski kavimlerdir. Nûh, Hûd ve Semûd... Arkasından inkârcılıkta onları takip edenler... Onlar da helâk edildi. İbrahim, Lût kavimleri, Medyen halkı gibi. Ey Kureyş müşrikleri ve sonradan gelenler, aynı hayatı siz de yaparsanız Allah sizi de onlar gibi helâk eder. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/384. Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/666)

Sorudaki öncekiler, mümkün ki hz. Âdem’den Son Elçiye kadar azgınlıkları yüzünden helâk edilen kavimlerin hepsidir.

Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekkeli müşrikler bunlardan az çok haberdar olmalılar. Buna rağmen hz. Muhammed’i yalancılıkla suçlayıp düşmanlığa devam ederlerse aynı sonuçla karşılaşabilirler.

Nitekim bu va’din Bedir savaşıyla bir helâk sürecine girdiğini görüyoruz. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 5/453)

Âyet öncelikle Mekkeli müşriklere hitap ettiğine göre, helâk edilen önceki ve sonraki kavimlerin akibetini hatırlatıyor. Dolaysıyla ‘öncekiler’ ve ‘sonrakiler’ Mekkeli müşriklerden önce yaşayanlardır. (Allahu a’lem) 

الْاَوَّل۪ينَۜ e öncüler anlamı da verilebilir. O zaman mana; “yalanlayanların öncülerini helâk etmedik mi?” olur.

Mürselât Sûresi câhiliyye müşrikler özelinde peygamberliği, yeniden dirilişi ve Âhiret hayatını inkâr edenlere hakikatı anlatmaktır.

Önceki nesillerde küfrün öncüleri helâk edildiği gibi, sonradan gelen küfrün, azgınlığın, Tevhid diniyle savaşan önderleri de aynı sonuçla karşılaşabilirler. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/445)

Kur’an bir âyette bu küfrün öncülerine “eimmetü’l-küfr-küfrün imamları/önderleri” diyor. (Tevbe  9/12)

“Sonrakileri de, yani bunları izleyenleri de buna katarız.” Bunlar, kıyâmete kadar gelecek olan bütün azgın inkârcılardır denilebir.

Önceki kavimler arasında inkâra, azgınlığa, Hakikatle savaşa öncülük edenler, liderlik yapanlar nasıl helâk edildi ise, Kur’an vahyinden sonra Mekkeli müşrikler de, sonradan gelenler de helâkı hak edebilirler.

Nitekim Kureyş müşriklerinin hepsi değilse bile elebaşları cezalarını buldular.

Bu hem Mekkeli müşriklere, hem de sonraki devirlerde gelen diğer azgınlara bir uyarıdır. Allah (cc) onları helâk edebilir. O’nun buna gücü yeter.

Âyetin başındaki ثُمَّ   sonra edatı, bu azgınların helâk edilme yerinin sadece dünya olmadığını gösteriyor. Allah dilerse bunları dünyada, dilerse Âhirette cezalandırır.

Böyle azgınlar, küfrün ve haddi aşmanın önderleri, ellerindeki saltanat veya zenginlikle şımarırlar. Âhirete inanmazlar. Dünyada ebedi kalacaklarını sanırlar. Âyetler böylelerini bir daha uyarıyor. Bu dünya hayatının sonu, ölümden sonra diriliş, hesap ve sonsuz bir hayat var diye... (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/446)

 

  • كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ ﴿١٨﴾
  • وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ ﴿١٩﴾

18﴿ İşte biz suçlulara böyle yaparız.

19﴿ O gün yalanlayanların vay haline (yazıklar olsun)!

كَذٰلِكَ işte, işte böyle

نَفْعَلُ yaparız, eyleriz,

الْمُجْرِم۪ينَ   suçlular, günahkârlar

يَوْمَئِذٍ   o gün

لِلْمُكَذِّب۪ينَ   çok yalancılar (yukarıda geçeti)

 

Öncekilerin ve sonrakilerin tipik özelliği ‘mücrim’ olmaları...

Allah (cc) öncek kavimleri, inkâr etme, elçileri yalanlama gibi cürümleri sebebiyle helâk etti.

İnkârcı azgınlara bu şekilde karşılık vermek Allah’ın sünnetidir.

Eğer mücrimler eylemleriyle haddi aşar ve azgınlık yaparlarsa; onları da öncekiler gibi cezalandırır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/384)

‘Cürm’ kelimesinin özne ismi (ism-i faili) olan ‘mücrim’, Kur’an’da inkârcıların ve müşriklerin sıfatı olarak kullanılıyor. Burada da aynı anlamda.

‘Cürm’ sözlükte, ağaçtan meyvayı koparmak demektir. Bu da giderek; suç, yasaklanan yerlerde bulunma, kötü yollardan kazanma gibi anlamlar kazanmıştır.

Bu bir anlamda haddi aşmak, günah işlemek, günah işlemeyi hayat tarzı yapmak demektir. Bu şekilde suç işleyip haddi aşanlara da ‘mücrim’ denilir. Yaptıklarıyla günah kazanan, haramları işleyen; bunun sonucu cehennemi ve cezayı hak eden demektir.

Bütün müşrikler ve inkârcılar yaptıklarıyla, Allah'ın yasakladığı bölgelerde dolaşarak, inkâr ve isyanlarıyla devamlı ‘cürm’ işleyip ‘mücrim’ olurlar. Kendileri açısından bunu çok güzel zannedip yaparlar ama İslâma göre yanlış olan bu gibi amelleriyle azap kazanırlar. 

Bunlar kıyâmete kadar var olacak kimselerdir. Âyete göre, mücrim diye nitelenen azgın inkârcıların her devirde, uygun bir ceza ile cezalandırılması Allah’ın değişmez sünnetidir (kanunudur).

Burada kasdedilen zalim mücrimlerdir. Allah (cc) öncelikle Peygamber’i yalanlamamaları için Mekkeli müşrikleri korkutuyor. 

Yani “Ey müşrikler, sakının, sizi de önceki asırlarda yaşayan mücrimler gibi yaparız!” (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/436)

Burada şunu da hatırlamak gerekir. Mücrimlere ancak Allah ceza verebilir. (Müzemmil 73/11. Müdessir 74/11. Kalem 68/44)

Bunu âyetteki نَفْعَلُ yaparız fiilinden anlıyoruz. Zira inkâr, küfür, şirk, yalanlama, ibadet etmeme Allah’a karşı işlenen suçlardır. (Kullara karşı işlenen suçlara hukuk ceza verir.) Allah da onların asıl cezasını Âhirette verecek. Dünyada da cezalandırma olur. Geçmiş kavimlerde olduğu gibi. Ya toptan, ya da kişisel bazda.

Onlara dünyada ceza verme tehdidinin bir amacı da kişilerin tevbe etmelerini sağlamaktır. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/445)

Âyetler tekrar insanın yaratılış gerçeğine dönüyorlar.

 

  • اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۙ ﴿٢٠﴾
  • فَجَعَلْنَاهُ ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۙ ﴿٢١﴾
  • اِلٰى قَدَرٍ مَعْلُومٍۙ ﴿٢٢﴾

﴾20﴿ Sizi önemsenmeyen bir sudan yaratmadık mı?

﴾21-22﴿ Onu belli bir süreye kadar, sağlam bir yere yerleştirdik.

اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ   yaratmadık mı, aslı ‘haleka’ fiili

مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۙ basit, zayıf dayanıksız bir sudan.

 فَجَعَلْنَاهُ onu kıldık, yaptık, yerleştirdik koyduk

 قَرَارٍ durak, yerleşme yeri

مَك۪ينٍۙ güçlü, korunaklı

اِلٰى قَدَرٍ  miktar, ölçü

 مَعْلُومٍۙ bilinen, ma’lum, belirli

Allah (cc) insanı basit bir sudan yarattığını burada da hatırlatarak, yeniden dirilişi yalanlayanlara bunun mümkün olacağını bildiriyor. 

‘Basit su’ insanın yaratılışında ilk aşamadır.

Âyet soru ile bu gerçeği dile getiriyor. Bu da Kur’an’ın ilk muhatapları insanın yaratılışı ile ilgili bazı bilgilere sahiptiler. Âyet bunu bir daha hatırlatıyor.

Basit bir su mükemmel, harika bir insan dönüşebilir. Yaratıcı bunu yapabiliyor. Öyleyse O Yaratıcı insanı öldükten sonra tekrar diriltebilir.

“Bilinen bilinen bir konudan bilinmeyen bir konuya geçiş” var. Buna “müşahhastan mücerrede doğru anlatım metodu” denir.

İnsanın yaratılış aşamaları, biyolojik gelişimi ilgili pek çok âyet var.

‘haleka’ fiili bir şeyden başka bir şey yapmak”, bir anlamda dönüştürmektür. Buna göre bu fiil yoktan yaratmayı değil de, bir varlıktan başka bir varlığı yaratmayı anlatır. Bu âyette insanın yoktan değil, sudan yaratıldığı anlatılıyor.

Bu hakir/önemsiz sudan maksat nedir.

Bu basit su, hayat kaynağı bildiğimiz su olabilir.

وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ ﴿30﴾

“Biz her şeyi sudan yarattık” diyor. (Enbiyâ 21/30. Nûr 24/45)

Bu basit su, erlik suyu da olabilir.

وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ مِنَ الْمَٓاءِ بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًاۜ وَكَانَ رَبُّكَ قَد۪يرًا ﴿54﴾

O, sudan bir insan yaratıp ondan soy sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Furkan 25/54)

مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۙ  suyun başındaki ‘min’ edatı parçayı, bir kısmını anlatır. İnsan erlik suyunun bir parçasından yaratılıyor.

Buradaki ‘basit zayıf su’ tabiri, onun işe yaramaz anlamında değil, ilk bakışta değersiz, öylesine bir şey olarak anlaşılmasındandır. Ama Allah (st) bu hâkir/basit sudan insan yaratıyor.

مَٓاءٍ مَه۪ينٍ Bu basit su döllenmiş yumurta, (İnsan 76/2de buna ‘nutfe-i emşâc-karışık nutfe’ diyor), ya da bunun içinde bulunduğu rahimdeki sıvı anlamına da gelebilir. Zira döllenmiş yumurta ana rahmine bir sıvı ile taşınır. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/445)

مَٓاءٍ مَه۪ينٍ  Bu basit su çoklarına göre nutfedir. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/436. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/384. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/478)

İnsanın nutfeden yaratıldığı Kur’an’da 8 yerde (Nahl  16/4. Kehf  18/37. Hac  22/5. Mü’minûn  23/13, 14. Fâtır  35/11. Yâsîn  36/77. Mü’min  40/67),

onun basit, âdi, karışık bir su olduğu 5 âyette (Abese  80/19. Necm  53/46. Kıyâmet 75/37. İnsan  76/2 ve Mürselât 77/20)de geçiyor.

Abese’dekini hatırlayalım:

مِنْ نُطْفَةٍۜ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُۙ ﴿19﴾

“(İnsanı) bir nutfeden yarattı da ona şekil verdi (biçime koydu).”

ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۙ Sağlam/korunaklı yer’den maksat ana rahmidir. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/436. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/384)

فَجَعَلْنَاهُ buradaki fe, yaratılışın ana rahmiyle ilgili ikinci aşamasını işaret ediyor. Adi su nutfe (zigot) olduktan sonra mekin-korunaklı yer olan rahme yerleştiriliyor.

Cealnâ’nın sonundaki ‘he’ zamiri de nutfeye dönüktür. Rahme yerleştirilen sadece erkeklik suyu değil, kadının suyu ile döllenen ve zigot hâlini alan ilk insan hücresidir. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/445)

اِلٰى قَدَرٍ  miktar, ölçü; vakitten bir miktar olarak anlaşılabilir. Bu da hamilelik dönemidir.

مَعْلُومٍۙ  Allah’ın takdir ettiği bir kadere, vakte kadar. Bebeğin doğumuna kadar. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/436. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/384)

Allah’ın hükmünü bildiği bilinen vakte kadar. Bu da dokuz aydır veya daha azdır. Bu böyle takdir eden Allah ne güzel takdir edicidir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/666)

Ya da Allah’ın belirlediği takdir ettiği ölçüde, biçimde, kıvamda, fıtratta...

Ya da “ona sûret verinceye, şekillendirinceye kadar” (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/478-479)

Bunu takdir edenin Allah (st) oldğu bir sonraki âyette söyleniyor. 

 

  • فَقَدَرْنَاۗ فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ ﴿٢٣﴾
  • وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ ﴿٢٤﴾

﴾23﴿ Ölçüleri biz koyduk; ne de güzel ölçmüşüzdür! Ya da “Biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir edicileriz!”

﴾24﴿ O gün yalanlayanların vay haline!

فَقَدَرْنَاۗ   takdir ettik, belirledik, ölçüyü koyduk

فَنِعْمَ  ne güzel, ne mükemmel, muhteşem

الْقَادِرُونَ takdir edenler, kâdir olanlar

İnsanın yaratılışını veya yaratılış sürecini takdir eden, bir ölçüye koyan Allah’tır. Bu takdir çocuğun cinsiyetinden, soyuna, kabiliyetlerden vücut biçimine, ömründen rızkına kadar her şeyi kapsar.

İnsan düşen bu takdiri anlamak ve kabullenmektir.

Üstelik bu takdir ne güzeldir. Yanlış olmaktan ve eksiklikten uzaktır. Bu takdir En Güzel’in, güzel takdiridir.

‘Kadernâ, kaddernâ’ olarak da okundu. Ama her ikisi, takdir etmek, belirlemek, hesap etmek, gücü yetmek manasında. Araplar bu iki kalıbı yaklaşık aynı anlamda kullanırlar. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/384)

Kur’an’da her ikisi de kullanılıyor. Mesela

وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ ﴿16﴾

Ama onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman: “Rabbim beni alçalttı” der.” (Fecr 89/16)

Bir hadiste de aynı anlamda kullanılıyor. “Eğer hava bulutlu olursa onu (hilâli) takdir edin, yani hesap edin” deniyor.

‘kadderna’ şeklinde kulanışa örnek:

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ ﴿60﴾

“Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz.” (Vâkıa 56/60)

Bazılarına göre buradaki takdir, güç yetirme, kâdir olma manasındadır. Buna göre âyet; “Biz sahibiz/mâlikiz, Biz ne güzel mâlik olanız” olur.

-Bazılarına göre ise, ‘kadernâ’ burada güç yetirmek anlamında kullanıldı. Eğer ‘kaddernâ’ olsaydı, o zaman anlam “takdir etme” olurdu. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3231)   

  1. âyet Türkçe’ye farklı aktarılmış. Meallerden bir kaç örnek:

“Derken taktir ettik yaratılışını, ne güzel de takdir ederiz biz.”

“Buna gücümüz yeter. Güç yetiren ne güzeldir!”

“Sonra onu biçimlendirdik. Ne güzel biçim vereniz Biz!...”

“Buna gücümüz yeter; Biz ne güzel güç yetireniz!”

“Demekki ölçmüşüz, demekki biz ne güzel kâdiriz”

“İşte biz (bunu) kudretimizle yapdık. Demek (biz) ne güzel kaadirler (iz)!”

“Biz, [insanın yaratılışını] işte böyle gerçekleştirdik: ne mükemmeldir Bizim [bir şeyi] gerçekleştirme kudretimiz!”

“Bütün bunları Biz takdir ettik; ve ne muhteşemdir Bizim takdirimiz!”

“Biz böylece takdir ettik. Ne güzel takdir ediciyiz!”

“Buna gücümüz yettiğine göre, demek ki Biz, ne mükemmel bir güce sahibiz.”

Görüldüğü gibi âyet üç anlamda anlaşılmış: Takdir etme, güç yetirme ve şekil/biçim verme olarak. Her üçü de doğru olabilir (mi).

Allah (cc) burada neleri yaratmaya, yapmaya gücü yettiğini dikkate değer bir örnek daha veriyor:

İnsanın basit bir sudan mükemmel yaratılışı: Ki bu da akla durgun verecek denli ince, ustalıklı, uyumlu, ölçülü ve görevi açısından yeterli. İşte bunu yapan ilâhi ilim ve kudrettir.

Öyleyse yeniden dirilişi inkâr edenlerin iddiaları temelsizdir.

Burada insan iki yönden uyarılıyor:

Birincisi; Allah insanı âdi bir sudan yaratmaya başlıyor. Çeşitli aşamalardan geçirerek, çeşitli kabiliyetlerle donatarak mükemmel bir insan haline getiriyor. Ama bazıları bunu yapan ve çok nimetler veren Rabbini inkâr ediyor. Bunun için sûrede tam on defa; “O gün inkârcıların vay haline!” diyerek,

İkincisi; basit bir sudan harika yapılı insan yaratan Kudret onu öldükten sonra da diriltmeye kâdir olduğunu söyleyerek.

Bu diriltme de mutlaka olacaktır. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 5/453)

el-kadirûn çoğul gelmiş. Bunun iki hikmeti olabilir:

1.Allah bu konuda melekleri görevlendirmiş olabilir. Allah (cc) bazı fiileri için Ben derken, melekleri görevlendirdiği işler için de hem Ben hem Biz diyor.

2.Başka takdir iddiasında bulunanlar olabilir. Şüphesiz onların iddiası boştur, en güzel takdir edici Allah’tır.

-Bu, Allah’ın (cc) azametine, şanının yüceliğine ve kudretinin erişilmezliğine işaret olebilir.

“O gün yalanlayanların vay haline!”

İnsanı yaratan Allah, hem de basit bir sudan… Aşama aşama, ama mükemmel bir şekilde... Bu O Yüce Kudretin takdiridir...

İnsan bu dünyadan gidecek... Allah ona tekrar can verip yeni bir hayat bahşedecek... Tıpkı bir nutfeye can vermek gibi...

Bunu inkâr edenlere veyl olsun...

Sûre kıyâmetten bazı sahneler, hesap ve Âhirettedeki azap tehdidinden sonra sözü yeryüzünün bazı özelliklerine getiriyor. Bununla hem Allah’ın hâkimiyetini hatırlatıyor, hem de yeniden diriliş arasında bağ kuruyor.

  • اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ كِفَاتاًۙ ﴿٢٥﴾
  • اَحْيَٓاءً وَاَمْوَاتاًۙ ﴿٢٦﴾

25-26﴿ Biz yeri dirilere ve ölülere mekân yapmadık mı?

اَلَمْ نَجْعَلِ  kılmak, yapmak, proğralamak, biçimlemek, burada yapmadık mı?

الْاَرْضَ   yer, yeryüzü, 

كِفَاتاًۙ   içine alma, toplanma yeri, kap.

 اَحْيَٓاءً  diriler

 اَمْوَاتاًۙ   ölüler

Biz yeri dirileriniz ve ölüleriniz için toplanma yeri yapmadık mı?

Dirilerinizi evlerde ve meskenlerde biraraya topluyoruz.  Ölüleriniz de yerin karnında, kabirlerde topluyor. İnsan sonunda oraya defnediliyor. Yerin altı ölüleriniz için, üstü de hayatta olanlarınız için... (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/385)

eş-Şa’bi, bir cenaze ile gitmiş, mezarlığa bakmış, “bu ölülerin toplanma yeri”, sonra evlere bakmış, “bunlar da hayattakilerin toplanma yeridir (kifâten)” demiş. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3231)   

‘kefete fiili’; devşirip toplamak, üstüste yığmak demektir. Yani dirileri üzerinde, ölüleri altında toplayan... (İbnu’l-Cevzî, Zâdul-Mesîr, s: 1504)

Kifât; tutmak, kavramak veya kısmak. Âyette: insanların, hayvanların, bitkilerin oluşturduğu dirileri, toprak, su vs. Cansızların, cemâtâtın oluşturduğu ölüleri toplar... (İsfehânî, R. el-Müfredât, s:  652)

‘Kifât’, kale gibi, birbirine katılıp sıkışarak toplanılacak yer demektir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/480)

-Bir yoruma göre de ‘kifât’; kırba, kap gibi şeylerdir. Zira onlar suyu veya sütü biraraya toplarlar. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3231)

Bu kelime ile, yerin jeolojik yapısına ve bütün imkanları ile canlılar için uygun bir şekilde yaratıldığına, ölü beden kalıntılarının da yerin içinde tutulduğuna dikkat çekiliyor.

Dolaysıyla aklının kullanaların buradan hareketle ibret gözüyle bakarlarsa, bunun yeninden dirilme olayından büyük ve şaşırtıcı olduğunu anlarlar. (Şevkânî’den, Komisyon, Kur’an Yolu, 5/454)

-Bir yoruma göre, yer ölü canlı bütün insanları bir ana gibi üzerinde veya karnında taşır. Önceki ayette ana rahminin anılması ile bunun bir bağlantısı var.

-Başka bir yoruma göre belirtisiz geldiği için bütün canlıların ölü ve dirilerini barındırır.

-Başka bir yoruma göre yer canlı veya cansız bütün organizmaları, yani bütün yaratıkları barındırır.

-Başka bir yoruma göre, diri ve ölüler, mü’minler ve kâfirler olabilir. Buna göre yer her iki grubu da içine alır. Allah herkesi besler. Bu durumda âyetin manası sadece yaşayan insanları kapsar. 

Yaşayanların ibret alması için bu yorum dikkat çekici.

Burada hayat önce ölüm sonra zikrediliyor. Bir mesaj olabilir. Yani herkes öleceğini bilmeli ve ona göre hazırlık yapmalı. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/456)

 

  • وَجَعَلْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَاَسْقَيْنَاكُمْ مَٓاءً فُرَاتاًۜ ﴿٢٧﴾
  • وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ ﴿٢٨﴾

27﴿ Ayrıca yeryüzünde sabit yüce dağlar yarattık. Sizlere tatlı sular içirdik.

28﴿ Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

جَعَلْنَا  kılmak, yapmak, koymak, yerleştirmek, burada yaptık, koyduk..

ف۪يهَا  orada, oraya

رَوَاسِيَ   çakılı, sabit, kopmayan ağırlıklar, ağır basan oturaklı dağlar

شَامِخَاتٍ   koca koca,başını kaldırmış, yüksek, şişkince

اَسْقَيْنَاكُمْ  içirmek, sulamak. Burada, sizi suladık

فُرَاتاًۜ   tatlı

Tefsircilere göre burada kasdedilen dağlardır. Yani Allah (cc) yeryüzüne yüksek, koca ve sapasağlam dağlar yerleştirdiğini, insanların muhtaç olduğu tatlı suyu yarattığını haber veriyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/386)

رَوَاسِيَ  ravâsiye bir kaç âyette daha geçiyor.

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿3﴾

“Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar (ravâsiye) ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Ra’d 13/3)

وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَاَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ ﴿15﴾

“Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları(ravâsiye), yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.” (Nahl 16/15 Ayrıca bkz: Hıcr 15/19. Enbiyâ 21/31. Lukman 31/10. Fussilet 41/10. Kâf 50/7) 

Bunu farklı anlamk da mümkün. Şöyleki: ‘ravâsiyeh’; çakılı duran, hiç kopmayan ağırlıklar manasına da gelir.

Âyette yerin üstünden değil altından söz ediliyor. ‘fihâ’ zamiri konunun yerin içiyle ilgili olduğunu gösterir. Dolaysıyla vurgu yerin üstündeki dağlara değil, yerin içerisine yerleştirilen ağırlıklaradır dense yanlış olmaz. Yerin içine konulan bu ağırlıklar –her neyse- yeryüzünün savrulmasını, yalpalanmasını önlüyor, dengeyi sağlıyorlar diyebiliriz. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/456)

Yukarıda geçen ana rahmi, burada “toplanma yeri” olarak geçen kelimeler, insanların doğmadan önce ve doğduktan sonra bir vatan ihtiyaçların olduğunu gösterir.

Âyetler böylece insanların hayat ve ölümlerinde Allah’ın gücüyle kuşatılmış olduğunu hatırlatılıyor. Yine yere ağırlıkların konulması ve tatlı su akıtılması nimeti de dikkatlere sunuyor. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/478-479)

Allah (cc) yeri canlıların yaşayabileceği şekilde halketti. Suyu var etmesi de bunun bir parçası. Hayat için suyun gerekliliği tartışılmaz. Kur’an Allah (cc) pek çok âyette suya, yağmura vurgu yapıyor. Bu hem suyun önemine, hem Allah’ın kudretine, hem de buna karşı şükrün gerekliliğine bir vurgudur.

Su hem hayatın başlangıcı, hayatın vazgeçilmez maddesi. Ölü gibi olan yer su ile canlanıyor, bütüncanlılar sudan besleniyor, dağlardan kaynaklar fışkırıyor.

وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ يَخْلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿45﴾

“Allah, bütün canlıları sudan yarattı. İşte bunlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Allah, dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Nûr 24/45)

اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ ﴿30﴾

“İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” (Enbiyâ 21/30)

Allah yerden insan ve hayvanlar, bitkiler için su kaynaklarını ve otlakları yerden çıkarandır. (Naziât 79/27-33)

O Allah (st) yeryüzünü berekelendirir (Fussilet 41/10),

besin kaynaklarını, gıdaları şekillendirir, (Abese 80/24-32. Hıcr 15/19-20) bunun gökten su indirir (Kâf 50/7-11),

sonra bunları yerde olanların hizmetine sunar (Mürselât 77/27. Naziât 79/31).

İnsanlar ve hayvanlar için geçim kaynakları var edilmesi harika bir şey... Bunu yapan elbette Allah’tır. O Allah ölüleri kıyâmette diriltmeye de kâdirdir.

Yakından uzağa anlatım metodu: İnsanın yaratılış süreci, sonra insanın yakın çevresi yeryüzü, ardından da söz tatlı suya getiriliyor. 

Bundaki amaç, inkârcıları ikna edip inanmalarını sağlamaktır. İnsana; “aslına, yaratılışına, üzerinde yaşadığın yere, içtiğin suya bak” deniliyor...

Böylece insanı yakından tanığı şeylere ibret nazarıyla bakması isteniyor. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/459-461)

Bütün bu örnekler, aslında yeniden dirilişin olacağına işarettir.  Sûre bundan sonra Âhireti inkâr edenlerin karşılaşacakları durumu söz konusu ediyor.

  • اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى مَا كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۚ ﴿٢٩﴾
  • اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى ظِلٍّ ذ۪ي ثَلٰثِ شُعَبٍۙ ﴿٣٠﴾
  • لَا ظَل۪يلٍ وَلَا يُغْن۪ي مِنَ اللَّهَبِۜ ﴿٣١﴾

29﴿ Haydi yalan saydığınız azaba doğru ilerleyin!

30-31﴿ Gölgelendirmeyen, ateşe karşı da bir faydası dokunmayan üç bölüklü bir gölgeye doğru yol alın.

اِنْطَلِقُٓوا   yürümek, gitmek, ilerlemek, intikal etmek

اِلٰى مَا كُنْتُمْ بِه۪    

تُكَذِّبُونَۚ   yalanlamak, burada yalanlıyorsunuz

اِلٰى ظِلٍّ karanlık, gölge, burada gölgeye doğru

ذ۪ي ثَلٰثِ شُعَبٍۙ  üç şube, bölüm, kat, kol

 لَا ظَل۪يلٍ   gölge vermez

 لَا يُغْن۪ي   gidermek, fayda vermez

 مِنَ اللَّهَبِۜ   alev, ateş. Alevli ateşin üst tarafında görülen kırmızı, sarı ve yeşilimsi renkler.

 

Âyet özelde Âhireti ve orada olacak olayları yalanlayanlara, genelde bütün inkârcılara hitap ediyor. İşte yalan saydığınız cehennem. Şimdi hak ettiğiniz bu yere doğru defolun...diyor. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/478-479)

Allah (cc) bu sayılan nimetleri yalanlayanlara kıyâmet ile delil getiriyor. “Dünyada iken yalan saydığınız kâfirlerin halk ettiği Allah’ın azabına doğru yürüyün. Üç katlı duman gölgesine doğru… Bu da cehennemdir.

Kimilerine göre bu gölge cehenneme ait bir dumandır. Ki o duman ateşten yükselir, sonra üç kola ayrılır, ya da üç kat olur. (İbnu’l-Cevzî, Zâdul-Mesîr, s: 1504)

Bu اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَارًاۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ

“… Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır…” (Kehf 18/29) anlatılana benziyor. Buradaki bir bölüğü bu tarafa, bir bölüğü diğer tarafa yayılan ateş dumanıdır.

Âyette de öyle deniyor. “Ey yalancılar: Üç bölüğe, kısma ayrılmış olan bu dumanın gölgesine gidin. Ki bu duman ise gölgelik yapamaz, alevden de koruyamaz.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/386-387)

Burada inkârcıları bekleyen felaket, kötü bir akıbet söz konusu ediliyor.

Yani Âhirette görevliler kafirlere; “haydi yalan saydığınız, inkâr ettiğiniz azaba, yani cehenneme kalkıp gidin” diyecekler. Mahşer günü, hesaptan sonra inkârcılar bunu bizzat görecekler, yaşayacaklar. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3233)   

Bu adamlar dünyada iken yalanlamışlardı. “Küntüm bihi” bunu ifade eder. Bu sözü kim söyleyecek? İki şekilde açıklanabilir:

Birincisi; inkârcılara gerçekleşecek sesleniş: Bu durumda seslenenler zebâniler olabilir. Sorgudan sonra azabı hak edenlere Cehenneme yürüyün” denecek olabilir. Tefsirciler böyle anladılar.

İkincisi; bu hitap yalanlayanlara bu dünyada yapılmış olabilir. “Hadi yalanmakta olduğunuz kıyâmete, Âhirete, azaba doğru gidin bakalım”.  Böyle anlaşılırsa, burada onlara yönelik bir tehdid ve gözdağı var diyebiliriz.