Akleden bir kalb (ulu'l-elbab) hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

6 Şubat 2021-24 Cemâziye'l-âhir 1442

2. Ders

Zaandam/Hollanda

 

AKLEDEN BİR KALBE SAHİP OLMAK: Kalb, ulu’l-elbâb 1

 

Kur’an’da iki âyette iki kalb’ten ediliyor. Birisi akleden kalb’, diğeri ‘fıkheden kalb’.

Her iki âyette de kalbin akletme, derinlemesine düşünme, anlama, idrak etme, işin künhüne varma, bir sonuca ulaşma gibi işlevine dikkat çekiliyor.

Kalbin akletme ile yanyana yer alması şüphesiz ki akıl ile yürek arasındaki sıkı ilişkiyi gösterir.

İlginçtir, bazılarına göre akıl ve kalb ile eş anlamlıdır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 411. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/169)

Akleden bir kalb ile ilgili bir kaç kavram karşımıza çıkıyor; tabi en başta kalb, lübb, fuâd, nühâ, sadr,

kalıp olarak; kalb-i selim, ulu’l-elbâb, ulu’n-nühâ, ulu’l-ebsâr,

Ayrıca akıl, akl-ı selim, hıcr kelimeleri; akletmek, fıkhetmek, fehmetmek gibi fiiller...

Akleden bir kalbi iyice anlayabilmek için bunlara kısaca değinmek gerekir.

Önce kalbi açıklayalım:

 

-Sözlükte kalb

Kalb’in türediği ‘ka-le-be’ fiili sözlükte “bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek, değiştirmek” demektir. (Cevherî, 1/204. İbni Manzur, Lisânü’l-ʿArab, 12/169)

Masdar olarak ‘kalb’ sözlükte; bir hâlden bir hâle, bir durumdan diğerine geçişi, bir şeyin içini dışına çevirmeyi anlatır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 620. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/169)

Bundan dolayı insan yüreğine de bir kararda durmadığı, şekilden şekile geçtiği, hızlı bir şekilde değiştiği için bu ad verilmiştir.

Kalb; ayrıca akıl, bir şeyin özü, mecâzi anlamda ilim, anlayış (fehmetme) anlamlarında da gelir. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 324)

 

-Kavram olarak kalb

Kalb kelimesi ile iki şeyi anlatıyoruz:

Biri sol göğüs altındaki kozalağa benzeyen organ, yani ‘yürek’.

Diğeri de, bütün sezgi ve duygularımızın, düşünme gücümüzün kaynağı, manevi hayatımızın merkezi, ama yeri belli olmayan, içimizdeki kalb’tir.

Kalb veya yürek denildiğinde akla hemen bir et parçası gelse de üzerinde duracağımız kalb bundan öte bir şeydir.

İnsanın asıl gerçeği de bu kalb’tir. Bir çok hayvanın yüreği vardır. Bu yüreğin görevi de kanı toplayıp vücuda pompalamaktır. Ama buna asla kasdettiğimiz kalb denmez.

Kalb, aynı zamanda Türkçe’de günlük dilde gönül dediğimiz lâtif varlıktır. Gönüllü insan deriz ama gönüllü hayvan demeyiz.

İnsanın birçok özelliğini ifade eden, sorumlu tutulan özü, onun asıl gerçeği bu kalbidir. İnsanın içindeki ‘ben’dir.

Ruha, akla iradeye, bedene buradan geçilebilir.

Dini açıdan kalb; bilgi ve düşüncenin kaynağı veya aracıdır. Buna bazıları   “rabbânî latife” veya “ilâhî cevher” derler.

Kur’an’ın indiği dönemde kalb, “insanın kavrama, bilme ve algılama, sağlıklı hüküm verme yeteneği”, kısaca “akıl” anlamına geliyordu.

Bazı âyetlerde buna işaret ediliyor. (Meselâ; Âl-i İmrân 3/151. Enfâl 8/12. Hac 22/46. Zümer 39/45. Nâziât 79/8)

Bu âyetlerdeki kalb, göz ve kulak kelimeleri; duyma (his), algılama, düşünme, kavrama, bilme gibi kişiyi bilgiye, tefekküre ve inanca götüren temel insanî yetenekleri ifade etmektedir. (Komisyon, Kur’an Yolu, 2/493)

‘Gönlümden geçti’ ile ‘aklımdan geçti’ aynı anlamda. Burada gönül akıl yerine kullanılır.  

Bir arabın; “Senin kalbin yok, kalbin yanında değil”, yani “aklın başında değil”, ya da “kalbin nereye gitti, yani aklın nereye kayboldu?” demesi doğrudur. 

“Bir kimsenin kalbi var” demekle, onun anlayış sahibi, arkasını düşünecek kadar tedbirli, duyarlı davrandığı anlatılmış olur. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/169. el-Ferrâ, Y. b. Z. Meâni’l-Kur’an, 3/80)

 

-Kur’an’da kalb

Kalb’, Kur’an’da fiil olarak 34, tekil ve çoğul (kulûb) olarak da 132 defa geçiyor. Bu da onun ne kadar önemli bir Kur’an kavramı olduğunu gösterir. Üzerinde çok durulmaya değer.

Kalbin mahiyeti, işlevi ve nitelikleri farklı âyetlerde açıklanıyor.

O, anlama, kavrama, düşünme, niyet etme ve karar verme yeridir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biridir. İradenin yeri olduğu için insan sorumludur.

Kur’an Peygamberin aklına değil, kalbine inzâl edildi. (Bekara 2/97. Şuarâ 26/193-194) Buradaki kalbin de göğüs kafesindeki yürek olmadığı açıktır.

Kur’an, akletmeyi, düşünmeyi, fıkhetmeyi (iyice anlamayı) kalbe nisbet ediyor. (Hacc 22/46. A’raf 7/179)

Kur’an’dan ancak ‘kalbi olanlar’ öğüt alırlar. (Kâf 50/37) Bu da onun işlevini, insan bünyesindeki yerini, idrak etme, marifet, kabul etme (iman), reddetme (inkâr) aracı olduğunu gösterir.

İmanın mahalli de kalbdir. İmanın esaslarını tasdîk etmek kalb ile olur. (Hucurât 49/7, 14. Mücâdile 58/22)  

Kalblerin temizi olur, kirlisi olur. (Mâide 5/41. Ahzâb 33/53)

Allah’a karşı sorumluluk ve O’nun hesaba katarak hareket etme (takva) bilincinin yeri de kalb’tir. (Hac 22/32. Ayrıca bkz: Ahmed b. Hanbel, 5/71, 379)

Müslümanın yanılarak yaptığı hata affedilir. Fakat kalbinin bile bile meylettiği, işleri hatalar Allah katında günahtır. (Ahzâb 33/5)

Allah (cc) kalbin bazı hallerini kendisine nisbet ediyor:

Kalblere huzur, güven tatmin, rahatlık anlamında ‘sekînet’i Allah nasip eder. (Âli İmran 2/126. Feth 48/4, 18. Enfâl 8/10)

İslâm öncesinde birbirlerine düşman olan sahabelerin kalplerini ülfet ettiren (kaynaştıran), böylelikle onların kardeş olmasını sağlayan Allah’tır. (Âli İmran 3/103)

Hidâyeti kendi tercihi ile bulan kalblere merhamet ve şefkat duygularını da yerleştiren de O’dur. (Hadid 57/27)

Kim Allah’a hakkıyla iman etmişse Allah ona hidâyet verir, onun doğru yolda yürürmesini sağlar. (Tegâbün 64/11)

Kim de hidâyetten kendisi saparsa, bâtıl inancı, şer işleri tercih ederse; Allah da onun kalbini saptırır. (Saf 61/5) Yani sapmasına izin verir.

Allah (cc) Kur’an’ı duyduğu hâlde onu anlamamakta, kabul etmemekte direnenenlerin kalblerinin üzerine perde, kulaklarına da ağırlık koyar. (En’am 6/25. İsrâ 17/46)

Kur’an’da kalb körlüğünden (Hac 22/46),

kalblerin katılaşmasından (kasvetinden), taş gibi olmasından (Bakara 2/74. Mâide 5/13. En‘âm 6/43) bahsediliyor.

Kur’an, Allah’ı anma (zikir) konusunda “katılaşan kalblere yazıklar olsun” diyor. (Zümer 39/22)

Kur’an ayrıca kalblerin paslanmasından söz ediyor. (Mutaffifîn 83/14)

İşte böyle Kur’an kalbin çeşitli hâllerini, niteliklerini, Allah’ın kalblere müdahelesi farklı şekillerde anlatıyor.

Kalblerin bazı özelliklerini aşağıda “Kalplerin çeşitleri” başlığında anlatacağız.

 

-Hadislerde kalb

Kalb ile ilgili bir çok hadis var. Bir kaç örnek:

Kalb kelimesinin sözlük anlamından anlaşılacağı gibi, o değişkendir. Duygu, düşünce, kanaat, karar, inanç, değerlendirme açısından değişmeye elverişlidir. (Ahmed b. Hanbel, 4/408, 6/302)

Ebu Musa el-Eş’arî (ra) Peygamberin şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Kalbin durumu bomboş arazide rüzgârların döndürdüğü kuşun tüyü hâline benzer.”  (İbni Mâce, Mukaddime/10 no: 88. Ahmed b. Hanbel, 4/409)

Bu yüzden Rasûlüllah şöyle dua ederdi: “Ey kalbleri değiştiren, evirip çeviren Allah, kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (Tirmizî, Daʿavât/89 no: 3522, 124 no: 3587. İbni Mâce’nin rivâyetinde “kalbimizi dinin üzere sâbit tut” şeklinde. Mukaddime/13 no: 199. Ayrıca bkz: Ahmed b. Hanbel, 2/168, 173)

Kalbleri hidâyet üzere sabit kılacak olan da Allah’tır. (İbn Mâce, Muḳaddime/13)

Allah (cc) kalblere istediği yön verir. Enes anlatıyor: Rasûlüllah şu duayı çok yapardı: ““Ey kalbleri değiştiren, evirip çeviren Allah, kalbimi dinin üzere sabit kıl. ” Ey Allah’ın elçisi; bizim hakkımızda korkuyor musun? diye sordum. “Evet, kalbler Allah’ın iki parmağı, yani kudreti arasındadır” dedi. (Müslim, Kader/3(17) no: 6750. İbn Mâce, Mukaddime/13 no: 199. Tirmizî, Kader/7 no: 2140)

Kalbleri nûrlandıran Allah’tır. (Buhârî, Daʿavât/9 no: 6315. Müslim, Müsâfirîn/26(181) no: 1788)

Kalb hem rahmânî hem de şeytânî dürtülerin mücadele alanıdır. Bir hadiste buna işaret ediliyor: “Kalbde iki dürtü vardır, biri melekten, diğeri şeytandandır...” (Tirmizî, Tefsîr/2/36 no:2988)  

 

-Kalbe benzeyenler

-Fuâd;

Fuâd; kalbin eş anlamlısıdır.

Kalbte gayret duygusu, şevk ve arzuyla heyecandan yanıp tutuşma söz konusu olursa bu  durum ‘fuâd’ ile anlatılır. (İbni Fâris. Mekâyis, s: 726)

Kalbe fuâd denilmesinin sebebi onun aşırı derecede etkiye açık olmasındandır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 585)

Bunda yalpalamak, bir şeyden sakınıp meyletmek anlamı da var. (Kalb kelimesinde de benze anlamlar olduğunu hatırlayalım)

Bazılarına göre kalb fuâd’tan daha özeldir.

Âsım Efendi’ye göre kalbin Türkçe karşılığı gönül, fuâdınki yürektir. (Kāmus Tercümesi, 1/445)

Fuâd Kur’an’da beş defa tekil, onbir defa da çoğul olarak (ef’ide şeklinde)  geçiyor.

Peygamber (sav) ilk vahiy aldığı zaman Cebrail’i asli şekliyle görmüştü. O an gözüyle gördüğünü kalbi (fuâd’ı) tasdik etti. (Necm 53/11)

İbrahim (as) duasında insanların gönüllerini, Mekke’ye bıraktığı ailesine meylettirmesini istedi. (İbrahim 14/37) Bu gibi pozisyonlarda Türkçe’de gönlün meylinden söz ederiz.

İnsanlara işitme duyusu, gözler ve kalbler (fuâd) veren (Mülk 58/23. Mü’minûn 23/78. Secde32/9) Allah’tır.

Kur’an burada muhatabın sağduyusuna, yani gönlüne hitap ediyor.

Hz. Muhammed’in gönlüne (fuâd’ına) destek vermek ve sâbit tutmak için peygamberlerin haberlerini de anlatan (Furkan 25/32. Hûd 11/120) Allah’tır.

Bir âyette şöyle deniyor:

“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp (fuâd), bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ 17/36)

Demek ki kalbin de (fuâd’ın da) tıpkı kulak ve göz gibi eylemi var ve kalp bundan sorumludur.

Âyette geçen peşine düşme’ eylemi bir sonuçtur. Bunun öznesi ise gözlem, tecrübe, bilgi gibi şeyleri ölçüp değerlendiren, burada ‘akleden kalbe’ karşılık gelen ve gönül olarak anladığımız ‘fuâd’’tır.

Bu organların sorguya çekilmesi, Hesap Gününde sahibi hakkında şâhitlik yapacak olmasıdır. (bkz: Fussilet 41/22. Nûr 24/24. Yâsîn 36/65)

“Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler (ef’ide) verdi.” (Nahl 16/78)

Buradaki ‘ef’ide’ ‘ukûl-akıllar’ olarak açıklanıyor. Bu açıklamada fuâd, kalp ve akıl terimleri ‘bilgi yeteneği’ ile eş anlamlı kullanılmış. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 3/374)

Bu âyette geçen ‘fuâd’ın, kalb ile arasındaki farkı vurgulamak için ‘gönül’ olarak çevrilmesi daha isabetli olur.

Zira fuâd beş duyu ile gelen bilgilerin iç dünyada yaptığı ilk etkiyi ifade eder. Fuâdın kök anlamının yanma olduğunu hatırlayalım.

Fuâd’ kalbin özel bir durumu diyebiliriz. Belki Türkçe’deki ‘yüreği yanmak’, ‘kalbi tutuşmak’, ‘içine ateş düşmek’ deyimleri fuâd ile anlatılabilir.

Nitekim Hümeze 104/7de cehennem ateşinin yüreklere tırmandığı söyleniyor.

 

-Sadr;

‘Sadr (çoğulu: sudûr); sözlükte göğüs, sine, bağır demektir. Herhangi bir nesnenin ön kısmı hakkında kullanılır.

Sadru’l-kelâm-sözü başı gibi. Hacc 22/46. âyette bu anlamda geçiyor.

Bunun fiili olan ‘sa-de-ra’; vuku bulmak, meydana gelmek, sâdır olmak, geri dönmek demektir. (Zilzâl 99/6)

Bazılarına göre Allah (cc) Kur’an’da nerede kalb kelimesini zikretmişse orada akla ve ilme bir işaret vardır. (Kâf 50/37)

Nerede sadr kelimesini zikretmişse hem bunlara, hem iştah, hevâ, öfke ve benzeri manevi kuvvetlere işaret vardır.  (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 407)

Kalb insanın göğüs kısmında olduğı için ona da sadr denmiş, bazı âyetlerde geçen ‘sadr’ kalb olarak kullanılmış. (Tevbe 9/14 Âdiyât 100/10. Âl-i İmrân 3/119, 154)

Dıyk-ı sadr, kalb sıkıntısı, elem ve ızdırap duyma. Türkçede “göğsüm daraldı” deriz.

vüs’at-ı sadr göğüs genişliği;

inşirâh-ı sadr ise göğsün açılması, ferahlık, 

şerh-i sadr; kalbe ferahlık vermek, huzur ve rahatlık bulmak demektir. Bu bedendeki göğsün yarılması değil, kinâye olarak kalbin seviç ve huzur bulması demektir. (Elmalılı, H. Y. Elmalılı Tefsirinde Kur’anî Terimler, s: 276)

Peygamber’e hitaben; “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirâh 94/1)

Hz. Musa şöyle dua etmişti: “(Ya Rabbi), göğsüme genişlik ver.” (Tâhâ 20/25)

 “Allah bir kimsenin hidâyetini dilerse göğsünü İslâm’a açar” (En‘âm 6/125. Zümer 39/22) Bu âyetlerdeki sadr mecâzen kalb manasındadır.

Göğsün genişletilmesi, açılması bedendeki göğsün ameliyatla kesilmesi değil; kalbin huzura kavuşturulması, rahatlatılması, sükûna erdirilmesi, kasvetin giderilmesi ya da hidâyetle buluşturulmasıdır.

-Lübb, ulu’l-elbâb; aşağıda gelecek.

 

-Kalbin önemi ve gücü

Sezgi kalbin bakışı,

akıl onun ruhu,

irade de onun kuvvetidir.

İnsan için kalbin yeri bellidir. İnsanlar, gözleriyle veya duyularıyla şeklini gördükleri, duydukları şeyleri tanırlar.

Ama kalb, geomatrik ve fiziki şekillerin ötesindeki  duyguları, oluşları anlayan bir yeteneğin merkezidir.

a-Kalb; imanın ve küfrün, kabul etmenin ve reddetmenin, itaat ve isyan duygularının, sevginin, merhamet ve zalimliğin, cesaretin ve korkaklığın, iyiliğin ve kötülüğün, idrak etmenin ve anlamanın, düşünmenin,   kısaca; bütün bu gibi sezgi ve duyguların ve şuurun merkezidir.

Yani insanın iç dünyasıdır.  

Haset, kin, gazap ve nefret gibi kötü duygular kalpte bulunduğu gibi hilm ve takva bilinci ve benzeri güzel duygular da kalpte bulunur.

Bütün bunlar kalbin eylemidir.

Mü’min, inanç esaslarını ve ilâhi hükümleri diliyle sayar, aklıyla anlar ama kalbiyle doğru olduğuna karar verir (tasdîk eder).

Hadise göre kim Kelime-i Tevhid’i ve kapsamını samimi bir şekilde tasdîk ederse mü’min olur. (Bkz: Buhârî, İlim/33 no: 99)

Kalb; kişinin hidâyete erdiği, müslüman olduğu yerdir.

b-İslâma göre göre insanın dış görünüşü, ünvanı, soyu, makamı, rengi, serveti, elbisesinin, eşyalarının lüks oluşu vs. değil; kalbinin selîm, yaptığı işlerini hayırlı olması değerlidir.

Peygamber (sav) buyurdu: «Allah (cc) sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza değil, kalb ve amellerinize bakar (değer verir).” (Müslim, Birr/10(32-34) no: 6543. Ahmed b. Hanbel 2/285. İbn Mâce, Zühd/9 no: 4143)

c-İnsan bedenini bir ülke kabul edersek, bu ülkenin başkenti, manevi merkezi  kalb’tir. Her ülke gibi beden ülkesi de başşehirden yönetilir.

Kalbte iman iktidar olursa, bedenin diğer organları iyi yönetilir ve imanın gereğini yaparlar.

Kalb’te şeytan ve onu sevindiren şeyler, dalâlet (sapıklık) iktidar olursa, beden fesada gider.

Peygamber (sav) kalbin bu durumunu şöyle açıklıyor:

 “… Şunu da bilin ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzelir; o bozuk olursa bütün beden bozulur. Organlar ona tabidir. Dikkat edin o et parçası kalptir.” (Buhârî, İman/39 no: 52. Müslim, Müsakât 20/107 no: 4094. İbn Mace, Fiten/14 no: 3984. Dârimî, Buyû’/1 no: 2534)

Kalp iman ile dolu olunca sahibi istikamet üzere olur. Bunun için de insanın sıratı müstakimde hidâyet bulması lazımdır.

Kalbin bir fonksiyonu da vicdan olmaktır. Vicdan kalbin derinliklerinde olan âdil bir hakemdir.

Vâbisa İbni Ma’bed anlattı: Rasûlüllah bana “Sen iyilik ve kötülük hakkında soru sormak için mi geldin” buyurdu. “Evet” dedim.

Bunun üzerine üç parmağını göğsüme dokundurarak “Ey Vâbisa! Kalbine danış” buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. Sonra da şöyle devam etti:

“İyilik nefsin yatıştığı şeydir. Kötülük ise -insanlar sana fetva verseler bile- nefsi tırmalayan, sinede gel-gitler (tereddütler) meydana getiren şeydir.” (Dârimî, Büyû’/2 no: 2535. Ayrıca bkz: Ahmed b. Hanbel, 4/227-228. Mecmâu'z-Zevâid, 1/175, 10/297)

d-Allah sevgisi kalbe hâkim olursa, diğer sevgiler bunun izinde gelişir.

e-Allah’a karşı derin kavrayış ve saygı olan huşû’un yeri de kalbtir. Tevazu kalpte başlar.  

f-Kalb aynı zamanda şeytanın vesvese ve şüphe vermek için fırsat kolladığı yerdir. Sudûra vesevese vermek de bu olsa gerektir. (Nâs 114/4)

g-Kur’an bazı kalpler için selîm nitelemesi yapıyor. Buna göre –Kur’an’da hangi bağlamda gelirse gelsin- bir kalbin selîm olması hem onun kimliğidir, hem de sahibinin kurtulma sebebidir.

Kur’an bir kaç çeşit kalbden söz ediyor:

 

-Kur’an’da kalbin çeşitleri

a-Hastalıklı kalb (kalb-i marîz/sakîm)

-İçinde şüphe, tereddüt, cehâlet, kararsızlık, fitne, fesat, şeytani dürtüler, ihtiras gibi kötü duygular olan kalb.

Bunun sahibi ne tarafa ait olduğunu bilmez. Bir o yana bir bu yana, çıkarı neyi gerektiriyorsa o yöne meyleder.

Kalbin marazlı olduğunun en önemli belirtisi, dil ile kalbin farklı oluşudur. Bu da münafıklıktır. Kur’an bunlara hastalıklı/marazalı kalp diyor. 

فَي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿10﴾

“Onların kaplerinde hastalık vardır. Allah da onların (bu) hastalığını artırmıştır.” (Bekara 2/10 Ayrıca bkz: Mâide 5/52. Enfal 6/49.Tevbe 9/125. Nûr 24/50. Ahzâb 33/12. Müdessir 74/31)

Bu marazın en önemli sebebi samimiyetsiz, çıkarcı ve din konusunda iki yüzlü olmaktır. 

Böyleleri müslüman olduklarını iddia ederler, ancak onlar şeytanları ile başbaşa kalınca Allah’a ve müslümanlara gizli düşmanlık yaparlar. (Bekara 2/14, 76)

Bunların kalbi hastadır ve baştan ayağa fesatla doludur. (Bekara 2/205)

Bu kalp sahipleri Allah’a (cc) karşı kulluk  görevlerini yapamazlar, yapmazlar.  

 

b-Mühürlü kalb (kalb-i mahtûm)

İmandan nasibi olmayan, hidâyete karşı kapalı (mühürlü gibi) olan kalb. Bunların sahipleri bilerek küfrü seçerler ve küfürlerinde inatla  kararlıdırlar.

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿7﴾

“(Allah onların kaplerini mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır.” (Bekara 2/7)

-Allah (cc) inkâra ve inada devam eden kalpleri kendilerinde bir ümit kalmadığı için mühürler. (Bekara 2/7. Nisâ 4/155. Nahl 16/108. Casiye 45/23 v.d.)

Bu kalbler, imandan mahrum kaldığı gibi güzel duygulardan ve amellerden de uzaklaşırlar. 

Bunlar küfürde inat ettikleri için hidâyeti kabul etme yeteneklerini kaybederler.

-Sahibinin yanlış inanç, düşünce ve tavırları yüzünden bazı kalpler perdelenir (Bekara 2/88),

bazıları da kilitlenir. (Muhammed 47/24)

 

c-Münîb kalb

Münîb ‘inâbe’ eden demektir. Bu da sözlükte bir hususta birini diğerinin yerine geçirmek, yerini tutmak, sık sık gidip gelmek, Allah’a rücu’ etmek demektir.

Kavram olarak; samimi bir şekilde Allah’a yönelmek, günahlardan sonra tövbe etmek, kalbi şüphelerin karanlıklarından nûra çıkarmaktır.

Gafletten zikre, isyandan itaate, hatadan sâlih amele, nankörlükten şükre, yalandan hakikate, Allah’ın razı olmadıklarından razı olduklarına... dönmek.

Kur’an, Allah sevgisinde ve korkusunda samimi, Tevhide aykırı inançlardan uzak, kötü duygulardan, niyetlerden arınmış, Allah’a yönelen kalbe ‘münîb kalp’ diyor.

Onun tercihi Haktır, Haktan yana olan şeylerdir, hakkaniyettir.

Münîb kalbe “Allah’a adanmış” kalb diye anlayabiliriz.

Hayatı anlamlı kılan kalbin yönelişleridir. Kalbin meyli neye ise insanın hayatı oraya akmaktadır. Kalbin sürekli bir şeylere meylettiğini hatırlayalım... Çoklarının kalbi dünyalık şeylere meylederken, münîb kalb sahipleri Allah’a, O’na ait şeylere yönelirler.

Bu yöneliş de tıpkı pusulanın ibresine benzer. Siz pusulayı hangi tarafa çevirirseniz çevirin, onun ibresi her zaman aynı yönü, güney kutbunu gösterir.

Kalb-i münîb sahibi mü’min de her zaman ve her pozisyonda, iyi veya kötü hâlde, nimette ve musibette Allah’a yönelir. Hatta işkence altında kalsa bile.

Cennet onlar içindir.

هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ ﴿32﴾ مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ ﴿33﴾

“O (cennet), her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş (adanmış) bir kalp (kalb-i münîb) ile gelen kimseler içindir.” (Kaf 50/31-33)

 

d-Mutmaîn (doymuş) kalb

Mutmaîn; emin ve selâmette olan, sâkin, rahat kişi.  Kalbin huzurunu, rahatlığını, memnun, razı oluşunu ifade eder.

Mutmaîn kalb, Hakka iman edip ondan razı olan; hırs, tamah, dünyaya tutkunluk, mâsivâ’yı sevmekten temizlenen kalbtir.

O imana ve sâlih amele karşılık verilenlerle mutmaîn olmuş/doygunluğa ermiş kalbtir.

Bunun fiili hâli bir kaç âyette geçiyor. (Bkz: Nisâ 4/103. Hacc 22/11. Bekara 2/260. Nahl 16/112. İsrâ 17/95)

Bazıları hesaba çekileceğine inanmaz, dünyalık şeylerle tatmin olur. (Yûnus 10/7)

Allah (cc) mü’minlere kableri yatışsın, mutmaîn olsun diye yardım etti. (Enfâl 8/10)

Ölüleri nasıl dirilttiğini merak eden hz. İbrahim’e (as) “inanmadın mı” sorusuna, “inandım, lâkin kalbimin mutmaîn olmasını istedim” dedi. (Bekara 2/260)

İsa’dan (as) Alllah’ın kendilerine sofra indirmesini istediler. Gerekçesini de şöyle açıkladılar: “Ondan yiyelim ve kalplerimiz mutmaîn olsun”. (Mâide 5/113)

 Kalbi imanla dolu olduğu, imanla tatmin olduğu hâlde inkâra zorlanan dışında, imandan sonra kim inkârcı olursa hüsrana uğrar. (Nahl 16/106)

Mutmaîn kalb tanımını şu âyet yapıyor:

“Onlar (mü’minler) inanmışlar, kalbleri Allah'ı anmakla (zikretmekle) huzura kavuşmuştur, mutmaîn olmuştur. Dikkat edin, kalbler ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşur.” (Ra’d 13/28)

Kalb öyle bir yapıya sahiptir ki, onu Allah’ı anmaktan (zikirden başka)  hiç bir şey onu tatmin etmez, gerçek manada doyurmaz, en nihâi huzura kavuşturamaz.

Kur’an kalbin bu huzurunu bir de nefis kelimesiyle anlatıyor. “Ey huzura kavuşmuş nefis!” (Fecr 89/27) 

 

e-Kalb-i selîm (selîm kalb)

Selim nitelemesiyle gelen üç önemli kavram var. Kalb-i selim, zevk-i selim ve akl-ı selim

Bu üç önemli dinamik hem şahsiyetin oluşmasına katkı sağlar, hem de kişiliği korumada birer imkandırlar.

Buna göre müslümanın akl-i selîme, sonra kalb-i selîme, bunların şekillendirdiği zevk-i selîme sahip olması gerekir.

Selîm kalbe geçişin bir basamağı ‘münîb kalp’tir. Allah’a yönelen samimi mü’minler bu tercihleriyle yüreklerini ‘selîm’ yaparlar.

Kur’an’ın (vahyin) amacı da insanlara selîm kalp kazandırmaktır. Herkesin kalbi vardır ama İslâmın insanlardan istediği kalb-i selîmdir.

Şair Ruhî Bağdadî şöyle demiş:

“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler

Yevme lâ yenfau da kalb-i selîm isterler .”

Yani “Ey efendi sanma ki senden altın ve gümüş isterler. Hayır ‘yevme lâ yenfau’da (hesap gününde) ancak kalb i selîm isterler.”

Âhirette ‘hesap yerine’ arınmış bir kalp ile (selîm bir kalp ile) gidebilenlere ne mutlu.

Kalb-i selim teslim olmuş, bu teslimimiyetle sahibini selâmete götürebilece bir yürektir. Evham, şüphe, vesvese, dünyalık korkular, kaygılar, manevi marazlardan azâde...

şirk, küfür, nifak, ilhad, fesat ve hiyanetten uzak...

Rics yani kir, kin, şekk, riya, gaflet ve nisyan, hainlik, olumsuz şehvet, ürpermemekten, kasvetten uzak bir kalb.

“Kalbini yalnızca imana tahsis eden, kalbini selîm, dilini sâdık, nefsini doymuş, ahlâkını düzgün kılan… kişi kurtuluşa erer” (Ahmed bin Hanbel, 5/147) dedi.

Yaratılış gayesini anlamış, selîm/sağlam, tertemiz, arınmış (tezkiye olmuş), teslim olmuş, sağduyulu bir kalb.

Kur’an’da iki âyette “kalb-i selîm-selîm bir kalb” ifadesi geçiyor. (Şuarâ 26/89. Saffat 37/84) Her ikisi de hz. İbrahim’den (a.s.) bahseden bir pasaj içinde yer alıyor.

Hangi bağlamda gelirse gelsin, selîm kalb müslümanın hem kimliğidir, hem de kurtulma sebebidir.

“Şüphesiz İbrahim de onun (Nûh'un) milletinden (onun tarafını tutanlardan) idi. Hani o Rabbine kalb-i selîm (arı-duru bir yürek) ile yönelmişti.” (Saffât 37/83-84)

Hz. İbrahim aldığı peygamberlik görevi gereği atalardan gelen şirk dininden ve onun tortularından kalbini temizleyerek, ihlasla, tam bir teslimiyetle Rabbine yönelmişti.

Selîm kalb sıfatı öncelikle hz. İbrahim’in bir sıfatı idi. Kur’an onu bize ‘güzel bir örnek’ olarak sunuyor. (Mümtahıne 60/4)  

“Selîm kalp’ ifadesi ikinci olarak hz. İbrahim (as) duasının arasında arınmış yüreğin ne işe yaracağını hem kendine, hem de Kur’an’ın muhataplarına haber vermek üzere geliyor.

O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur)” (Şuarâ 26/83-89)

Bu selim kalb yukarıda sayılan kalb hastalıklarından uzaktır. Rabbine tam bir teslimiyetle kavuşur.

Mü’minin kalbi, münafıkların kalbi gibi bir o yana bir bu yana yalpa yapmaz. İman o kalbde kökleşmiş, teslimiyet gerçekleşmiştir.

Mü’minler bu kalbi Allah’ı zikirle doyururlar, takva ile diri tutarlar ve sâlih amelle arındırırlar (tezkiye ederler).

Hadiste geçen bir kalb çeşidi daha var:

 

Kalb-i mahmûm;

Abdullah b. Amr anlattı: Rasûlüllah’a şöyle soruldu: “İnsanların hangisi daha faziletlidir?” Peygamber (sav); “Kalbi mahmum olan, dili doğruyu konuşandır” dedi. “Dilin doğru konuşanı biliyoruz, ancak kalbi mahmûm olan kimdir” dediler. O da “o Allah’tan korkan, tertemiz kalbtir. Bu kalpte günah arzusuna, azgınlığa, kine, hasede yer yoktur” (İbn Mâce, Zühd/24 no: 4216) dedi.

 

 

2-Zevk-i selîm:

Herkesin zevki vardır ama İslâmın insanlardan istediği zevk-i selîmdir.

Yani, ister eşyada, ister davranışlarda güzeli çirkinden temyiz edebilme kabiliyeti.

İncelik, nezâket, nezahet, zerâfet, letâfet, güzellik, iyilik etme, edebî, estetik ve sanat görüşü olan, ruhu okşayan bir zevk.

Zevk-i selîm; naif, nazik, nezih, sıcak, fazilete düşkün, edebe uygun duyguların toplamı. İnce, duyarlı ve hassas bir zevk.

Zevk-i selîm sahipleri, çirkinlikten, kabalıktan, barbarlıktan, bedevilikten, zulümden, edepsizlikten, zevksizlikten,  uzaktır.

İslâm aynı zamanda her şeyde güzelliği tavsiye eden bir dindir.

Güzel olan yapmaya ihsan, güzelliği yapanlara da muhsin diyor. Muhsinler, yaptıkları her şeyi güzel, en iyi, en estetik yapmaya çalışırlar.

Onlar ö 2xzellikle davranışlarını ve ibadetlerini, sonra da günlük işlerini güzel yaparlar.

Onlar zevk-i selîm sahibidirler. Yani onlar meşru olan şeylerden, sâlih amellerden, ölümden sonra fayda sağlayacak işlerden tad alırlar. Ebedi sürecek zevkleri isterler.

İnsan bir şeyi üç amaç için yapar: Ya zevk aldığı için,

ya çıkarı olduğu için,

ya da o şey hayr olduğu için.

Müslüman hayr olan amacı tercih eder. Böylece her üç amacı da gerçekleştirir.

 

3-Akl-ı selîm:

Herkesin aklı var ama İslâmın insnlardan istediği akl-i selîmdir.

Bu da sâlim, sağlam, doğru, sağduyu, kusursuz işleyen, maksada uygun çalışan bir akıl demektir.

Bu akıl anlayan, idrak eden, muhasebe yapan ve sonunda teslim olan akıldır.

‘Ma’rifet’ ehli kimseler doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, faydalı ile zararlının farkını anlarlar. Çünkü onlar ‘selîm akıl’ sahibidirler. 

Dinin korunmasını istediği beş ana emânetten biri işte bu akıldır.

Bu akıl vahya dayanarak hakikati anlar, Kur’an’a ve Sünnete muhalefet etmez, iyi muhakeme yapar ve en isabetli kararları verir, rehberdir, kılavuzdur,

ışığını vahiyden alan nûrdur, gözdür, gücünü vahiyden alan bir iradedir.

Vahiyle barışık, ya da vahya dayalı düşünen akıl özgündür ve özgürdür.

Selim akıl Hakikate, hikmete, insana ve onun maslahatına hizmet eder.

Tersi insan ve toplum için felakettir.

Selîm akıl; kalbin, özellikle selîm kalbin ruhudur, işlevidir.

Bu akıl aynı zamanda tefekkür, tezekkür, tedebbür, tefekkuh ve teakkul merkezidir.

Burada aklı, Kur’an’da akla verilen önemi, aklın işlevini de söz konusu etmek gerekir. (Bir sonraki derste)