Tezkiye kavramı hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

20 Şubat 2021 - 08 Receb 1442

4.Ders

Zaandam-Hollanda

 

KUR’AN’DA TEZKİYE KAVRAMI 1

İslâm’ın yanlış anlaşılan kavramlarından biri de ‘tezkiye’dir.

Ne yazık ki, Kur’anî bir kavram, imanî bir eylem, şahsî bir çaba ve Allah’ın emri olduğu halde, tasavvufî bir kavram ve eylem haline getirildi. Tezkiye denilince akla tarikatlardaki yolculuk, onlardaki eğitim süreci, ya da çok marifetli şeyhlerin rolü gelir.

Kur’an’da nefsin bir kaç manasından biri ‘insanın bizzat kendisi’dir. (Nefisle ilgili bir kitap: Ahmed Ögke, Kur’an’da Nefis Kavramı. Makale: Hamza Aktaş, Kur’an’a Göre Nefis Eğitimi. Fatih İbiş, Kur’an Bağlamında Nefs Olgusu)

Onlar;

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿53﴾

"Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder...” (Yûsuf 12/53)’den hareketle nefsin insandan ayrı ve onun insanın içindeki düşman olduğunu iddia ederler. Onlara göre kişiye sürekli kötülüğü emreden bu nefisle de devamlı savaşmak gerekir.

Nefisle mücadele etmeye ‘büyük cihad’ veya ‘nefis tezkiyesi’ derler. Ancak kişi tek başına asla yapamaz. Bunun kâmil bir mürşidin, yani adına şeyh denilenlerin gözetiminde, onun takibi ile yapılabileceğine inanırlar.

Nefsinin içindeki düşman olduğu düşüncesi kişinin kendi kendisiyle kavgalı olması demektir. Bir insanın ömür boyu kendisiyle kavgalı olması sağlıklı bir şey değildir.

Nefis, yani bütün yetenekleriyle insan takvaya da fücûra da meyilli yaratıldı. (Şems 90/8) Yûsuf 12/53 de bunu hatırlatıyor. Nefis insandan ayrı değildir, kalbiyle, ruhuyla, istek ve meyilleriyle kişinin bizzat kendisidir.

Kur’an, Tevhide aykırı inanç ve eylemlerle kişinin iç dünyasının kirleneceğini ve tezkiye edilmesi gerektiğini söylüyor. Bunun nasıl olacağını öğretiyor.

Öyleyse tezkiye bir ibadettir ve Rabbimizin emridir. Bunu yanlış anlayanlar, yanlış kullananlar var diye, terketmek, ilgilenmemek, ihmal etmek doğru değildir.    

Şu alıntıya bakalım:

Tasavvuftaki seyr ü sülûk (tarikata bağlanma) bir arınma (nefis tezkiyesi) yolculuğudur. Bu yolculuk samimi bir tevbe ile emin ve ehil bir kılavuza, bir mürşid-i kâmile (yani bir şeyhe) teslimiyetle başlar.

Tasfiye ile kalbi sadece manevî hastalıklarından değil, bütünüyle masivadan (Allahın dışında her şeyden) arındırmak da nefs tezkiyesinin ya sebebi ya sonucudur.

Ama her halükârda kâmil ve mükemmil bir şeyhin rehberlik ve murakabesini gerektirir. Hastalıkların teşhis ve tedavisi için nasıl ehil bir hekime müracaat zaruri ise, bencillik, kibir, ucb, haset, riya, riyaset ve dünyalık düşkünlüğü gibi insanı kirleten kalp hastalıklarının teşhis ve tedavisi için de kâmil mürşidlere müracaat öylece zaruridir.” 

“Tasavvuf terbiyesi böyle bir tehlikeye karşı riyazet ve mücahede ile nefsi olabildiğince terbiye etmeyi, onu sürekli kontrol altında tutmayı da esas alır. Nefsin hangi isteklerine ne kadar muhalefet edileceği dahi halden anlayan terbiye edicilerin (şeyhlerin) harcıdır.” (Yurtgezen, A. http://semerkanddergisi.com/nefs-tezkiyesi)

Demek ki şeyhlerin bir görevi de kendisine bağlananların nefislerini tezkiye etmekmiş.

Ancak Kur’an tezkiye ibadetini böyle anlatmıyor.  

 

-Arınmayı anlatan kavramlar

Arınmayı anlatan beş kavram var: Tasfiye, tathîr, mücâhede, selîm  ve tezkiye.

a-Tasfiye;

Sözlükte “duru ve temiz olmak” anlamındaki ‘safv’ kökünden türeyen tasfiye “süzmek, arıtmak, saf ve temiz hâle getirmek” demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l Arab 8/257)

Kur’an’da Allah’ın bazı kullarını yüce görevler için seçtiği belirtilirken aynı kökten gelen ıstıfâ (seçmek, tercih etmek) kelimesi kullanılmıştır. (Neml 27/59. Fâtır 35/32. Sâd 38/47. Hacc 22/75. Âl-i İmrân 3/33, 42)

Hadislerde de aynı anlamda kullanılıyor. Peygamber (sav) “... Allah beni Hâşimoğulları’ndan seçti” buyurdu. (Müslim, “Fezâil/1 no: 5938. Tirmizî, Menâkıb/1 no: 3605. Ayrıca bkz: Buhârî, Enbiyâ/31 no: 3408. Husûmât/1 no: 2411)

Terim olarak nefsi kötülük (münker) ve günah, bâtıl şeylerin kirlerinden temizlemek demektir.

Kur’an’da tasfiye; tathîr (temizlemek) ve tezkiye (arındırmak) kelimeleriyle ifade ediliyor.

 

 b-Tathîr;

‘Tahâret’ kökünden gelen ‘tathîr’; temizlemek, paklamak demektir.

Kur’an’da  bir âyette ‘tathîr’ olarak, bunun fiil hali ‘tahhara’ ise yedi âyette geçmektedir.

Bunlar hem maddî temizlik (tahâret) , hem de manevî temizlik (arınma) anlamında kullanılıyor. Mesela;

وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ ﴿42﴾

“Hani melekler, “Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı (tahhara) ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı.” (Âli İmran 3/42)

Bir âyette Peygamber’e “... onları temizlemek amacıyla (tütahhira) mallarından zekât al...” deniliyor. (Tevbe 9/103)

Allah (cc) hak etmedikleri için bazılarının kalbini tathîr etmek (arındırmak) istemez. (Mâide 5/41)

Buradaki temizliğin manevî temizlik olduğu açıktır.

Namaz kılmak isteyen için abdesti ve cünüp olanın gusül yapmasını emreden, su bulamayanlara teyemmüm kolaylığı sağlayan âyetin sonunda şöyle deniyor.

... مَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُر۪يدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿6﴾

“...Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak (li-yutahhira) ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.” (Mâide 5/6)

Âyetin sonundaki tahâretin maddî ve manevî temizliği kasdettiği söylenebilir. Zira abdestin, gusülün ve teyemmümün hikmeti maddî paklık ve manevî temizliktir.  

Allah (cc) Bedir Savaşına katılan mü’minleri temizlemek (tathîr) etmek, şeytanın vesvesesinden korumak istemişti. Hem de yağmur yağdırmıştı. (Enfal 8/11)

Burada tahâretin (tathîr’in) her iki anlamda da kullanıldığını görüyoruz. Allah’ın sahabelerin kalbine indirdiği sekine (huzur, itminan) yeryüzünü temizleyen yağmura banzetiliyor. 

Allah (cc) Peygamber’in ev halkını (Ehl-i Beyt’i) tathîr etmek (arındırmak) istiyor:

... اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يرًاۚ ﴿33﴾

“... Ey Peygamberin ev halkı (Ehl-i Beyt)! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz (tathîr) yapmak istiyor.” (Ahzâb 33/33)

Buradaki tathîrin (temizlemenin) de maddî temizlik olmadığı; Peygamberin ev halkının yüreği kirleten, gaflete düşüren her şeyden arındırmanın kasdedildiği açıktır.

Âyet –bazılarının iddia ettiği gibi- Peygamberin ev halkının (Ehl-i Beyt’in) hatadan ve günahtan uzak olduğunu değil, Allah’ın onları temizlemek istediğini söylüyor. Yani onlar İslâmı hakkıyla yaşarlarsa tathîr olurlar (tertemiz olurlar) anlamında.  

Kur’an’ın takva mescidi dediği Kuba mescidinde;

ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ ﴿108﴾  “temizlenmeyi sevenler vardı. Allah da tertemiz olanları sever.” (Tevbe 9/108)

Elbette buradaki tathîrin de suyla temizlenmek değil, manevî temizlik, arınma (tezkiye) olduğu açıktır.

Tathîr, Kur’an’da maddî temizlik manasında da kullanılıyor. Mesela; وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ ﴿4﴾

“ve elbiseni tertemiz tut. (Müdessir 74/4-5. Ayrıca bakınız: Bekara 2/222. Mâide 5/6)

Allah (cc) hz. İbrahim’e, hem de oğlu İsmail ile kendisine Kâbe’yi onu ziyarete gelenler için temizlemelerini (tathîr etmelerini) emretti. (Hac 22/26. Ayrıca bkz: Bekara 2/125)

 

c-Mücâhede

Aslı ‘cihad’ kelimesi. Bu da çok çalışmayı, yoğun çabayı, bir şeyle mücadele etmeyi anlatır.

Kişinin nefsin aşırı isteklerine, kendi iç dünyasında gösterdiği direniş, çaba ve dikkate ‘mücâhede’ denir.

Nefsin hevâsından, şehvet veya şeytandan gelebilecek dürtülere, kandırmalara, ya da kötü alışkanlıklara karşı; nefse zor ve ağır gelen sâlih amellerle mücadele etmek...

Ya da nefsi ve isteklerini ibadetlerle, bu mücadele ile ıslah ve terbiye etmektir.

Mücâhede eden anlamındaki ‘mücâhid’ Kur’an’da bir âyette geçmektedir. (Nisâ 4/95)

 

d-Selîm

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ ﴿88﴾ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ ﴿89﴾

O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur)” (Şuarâ 26/88-89)

Burada selîm kalbin sıfatı olarak gelmiş. Teslim olmuş, teslim olmakla selâmete ermiş, sağlam kalb.

Selîm kelimesinin bir de aklı nitelediğini hatırlayalım (akl-ı selîm). Bu aklın sağlam, doğru, sağduyu sahibi olmasını, kusursuz işlemesini, maksada uygun çalışmasını, bunların tersi olan şeylerden uzak (sâlim olmasını) ve arınmış olmasını anlatır. 

Selîm kelimesi neden kalbi niteliyor?

Çünkü selîm sıfatı;  şirk, küfür, nifak, ilhad, fesat ve hiyanet,

rics yani kir, kin, kötü niyet, riya, gaflet ve nisyan, hainlik, olumsuz şehvet,

evham, şüphe, şekk, vesvese, dünyalık korkular, kaygılar, maraz gibi manevi kalb hastalıklarından uzak, onlardan yana selâmette olmayı, bunlardan arınmayı, temizlenmeyi ifade eder.

Tıpkı tezkiye kavramı gibi... Tezkiye de nefsi/kalbi bu sayılanlardan arındırmadır.

Selîm kalb bir de Saffat 37/84de geçiyor. Her ikisi de İbrahim’den (as) bahseden bir pasajda.

İbrahim (as) kalbini, kavminin şirk inancından, onun tortularından  arındırarak tam bir teslimiyetle Allah’a  yönelmişti.

Mü’minler kalbi iman, tevbe ile ve sâlih amelle arındırırlar (tezkiye ederler). Allah’ı zikirle doyururlar, takva ile her daim diri tutarlar.

 

e-Tezkiye

1-Sözlükte tezkiye

Tezkiye’nin aslı ‘ze-ke-ye/zekâ’ (keskin ze ile) fiilidir. Bu da sözlükte artmak, fazlalaşmak, çoğalmak,  bereketlenmek demektir. Ürün bereketlenip çoğaldığında “zekâ ez-zer’u” ifadesi kullanılır. (el-İsfahânî, R. el-Müfredat, s: 313),

‘Tezkiye’ aynı fiilin tef’ıl kalıbından ‘zekkâ’nın masdarıdır. Bu da artırmak, fazlalaştırmak, temizlemek (tezkiye etmek), arındırmak (pak etmek), malının zekâtını vermek demektir.  (el-İsfahânî, R. el-Müfredât, s: 313. İbni Manzur, Lisânu’l Arab 7/46)

‘Zekkâ/tezkiye, hem ‘arıtma, temizleme’, hem de ‘bereketlendirme’ manasına gelir. Ancak bu manalar birbirinden kopuk değildir.

‘Zekkâ/tezkiye’ kişi hakkında kullanıldığı zaman kendini ıslah etmek (düzeltmek), arındırmak manasındadır. (el-Fîrâzâbâdî, M. Ya’kub. el-Kâmusu’l-Muhît, s: 1292),

Yine aynı kökten gelen ‘tezekkâ’; mal çoğalmak, artmak, pak etmek, te­mizlemek, demektir. Bu tefâul (yüklenme) kalıbından olduğuna göre kişisel çabayı gösterir. (A’la 87/14)

Bu kökten gelen ‘zekât’; sözlükte; bereket, fazlalık, temizlik, ıslah olma hâli... Bir şeyin hâlis ve pak olması, bir şeyin özü demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l Arab 7/46)

Kişinin şer’an kendi malından onu temizlemek ve bereketlendirmek üzere verdiği belli bir kısım, pay, yani bilinen zekât ibadeti. (el-Fîrâzâbâdî, M. Ya’kub. el-Kâmusu’l-Muhît, s: 1292)

 

2-Kavram olarak tezkiye

Tezkiye kavramı Kur’an’da saflaştırma, temizleme, arındırma anlamında kullanılıyor. Bu maddi tahâretten çok manevî temizliktir.

Tezkiye; iç dünyamızı, benliğimizi; şirk, küfür, ilhad, batıl inanç, günaha meyil, hatalardan, çirkin ve aşağılık heveslerden, hırs ve tamahtan, bizi  Allah’tan uzaklaştıracak zevklerden, istek ve tutkulardan arındırmaktır.

Buna Kur’an’da hareketle ve yaygın deyişle ‘nefis tezkiyesi’ denir. Bu arındırılacak unsurları kalb belirlediği için nefis tezkiyesi aslında kalbin tezkiyesidir dense yanlış olmaz.

İnsan tertemiz bir fıtratla (yaratılışla) doğar. İnsanın fıtratı İslâmı anlamaya, inanmaya, gereğini yapmaya, iyi insan olmaya, Allah’a kulluk yapmaya uygundur. Kişi âkil-bâliğ olduktan sonra kendi yaptıklarına ve tercihlerine bağlı olarak bu temiz fıtratı ya korur, ya da onu kirletir.

Çeşitli sebeplerle kirlenen nefsi veya kalbi bazı imkanlarla  temizlemek, arındırmak niyeti ve çabası tezkiyedir. 

 

        3-İbadet olarak tezkiye

Fıkıhta maddî ve manevî temizlikten (tahâretten) bahsedilir. Maddî tahâretin nasıl yapılacağı anlatılır.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah temizdir, temizliği (nezâfet’i) sever.” (Tirmizî, Edeb/41 no: 2799)

Allah’ın sevdiği temizlik hem maddî, hem de manevîdir diyebiliriz.

İslâm maddi temizliği (dış tahâreti) emrettiği gibi, kalp ve nefis temizliğini (iç tahâreti) de emretmiştir.

Dinin daha çok önem verdiği temizlik bu iç tahârettir. Kur’an’ın ‘tezkiye’ dediği temizlik de budur.  (Heyet, İlmihal-İman ve İbadetler, 1/184)

Kur’an nefislerin/kalplerin tezkiye edilmesinden (arındırılmasından) bahsettiğine göre onların kirlenmesi de söz konusudur.

Manevî kir, manevi pislenme ne demektir? Kur’ân mânevî pisliği ve kire ‘rics’ (Tevbe 9/95. Ahzâb 33/33),

‘neces’ (Tevbe 9/28),

sûî (Yûsuf 12/53),

kasvet (Bekara 2/74)

ve ‘dess’ (Şems 91/10) diyor.

Nefisler kirlenir mi? Evet, bunu Kur’an söylüyor. (Şems 91/10)

Nasıl kirlenir?

Nefisler/yürekler ya Tevhide uymayan inanç, kanaat, tasavvur ve fikirlerle, kötü niyetlerle; ya da günahlarla, haramlarla kirlenir.

Nefisler/yürekler kirlenince ne olur?

Böyle bir kalbe sahip olan kişi doğruları göremez, hakikatleri kavrayamaz.

لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ

“...Onların kalpleri var, ama bununla bir şey anlamazlar, onların gözleri vardır, bununla görmezler, onların kulakları vardır bununla duymazlar...” (A‘râf 7/179),

فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ ﴿46﴾

“Onları kalpleri vardır, onunla akletmezler. Yahut kulakları vardır onunla işitmezler. Ama ne yazık ki (kafadaki) gözler değil, lakin göğüslerdeki kalpler kör olur.” (Hac 22/46)

Kontrol altına alınmayan nefse Kur’an ‘hevâ’ diyor. Kendisine hep itaat edilen, her isteği yerine getirilen nefis kire bulaşır, hata/günaha sebep olur, hatta tanrılaştırılır. (Câsiye 45/23. Furkan 25/43)

Tezkiye ibadeti, diğer ibadetler gibi kişiseldir. Diğer ibadetleri öğreten Vahiy ve Son Elçi tezkiyenin de nasıl yapılacağını öğrettiler.

Bize düşen dinimizi bu iki kaynaktan öğrenmektir.

Tezkiyenin de sevap, tevbe, istiğfar, af ve mağfiret, Allah rızası, ibadetlerin kabulü, hangi ibadete ne kadar sevap verileceği gibi görünür, ya da rakamsal sonuçları olmaz.

“Tezkiye ibadetini yerine getiren şu makama yükselir, şu sıfatı elde eder, nefsin şu derecelerini geçer” gibi iddialar hayâlidir.

Kimsenin eline tezkiyenin veya tevbenin sonucuna dair bir belge verilmez. Bu temamen kul ile Allah arasındadır.

Belki hayatta güzel ahlâk (hüsn-i muâmele), iyi insan olmak, İslâmı iyi yaşamak, ma’ruf için çalışmak gibi görünür sonuçları olabilir.

Bunlar da zaten İslâmın insan hayatında gerçekleşitirmek istediği hedeftir.

Tezkiye bunun için emredilen ibadetlerden biridir.

Bununla beraber muhteşem bir müjde var:  

 

4-Nefsini tezkiye eden kurtulur (felâha erer)

Kur’an en ideal kurtuluşa ‘felah’ diyor. Bu arzu edilen kurtuluş da Hesap günü gerçekleşir.

Bu kurtuluşun imkanların biri de ‘nefis tezkiyesi’ ibadetidir. İlgili âyeti hatırlayalım:

وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ ﴿7﴾ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ﴿8﴾ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ ﴿9﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿10﴾

Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki,

nefsini arındıran (zekkâhâ) kurtuluşa (felah’a) ermiştir. 

Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems 90/7-10)

Kim nefisini ıslah ederse. Ya da kim Allah’a itaat ile nefsini temizlerse (tezkiye ederse)... Kesinlikle felah bulur.  

Nefsi tezkiye gerçeği A’la Sûresinde ‘tezekkâ’ kalıbıyla geliyor: 

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ ﴿14﴾ وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ ﴿15﴾

“Arınan  (tezakkâ) ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa (felah’a) erer.”  (A’la 87/14-15)

İman etmek suretiyle şirkten arınıp temizlenen,

amellerini sâlih (sağlam ve tertemiz) yapan

ve nefsini kötülüklerden ve günahlardan uzak tutan... kurtulur.

Tezkiyeden maksat amellerin zekâtıdır, yani onları riyadan ve kusurlardan temizlemedir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3302)

 

5-Tezkiye olanların Âhirette yeri Adn cennetleridir 

Mânen temizlenenlere ebediyen cennette kalacakları müjdelenmiştir. Mekke döneminin ortalarında nazil olan Tâhâ Sûresinde şöyle deniliyor:

وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ ﴿75﴾ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟ ﴿76﴾

“Her kim de O'na sâlih ameller işlemiş bir mü'min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır.

İşte bu günahlardan temizlenenlerin (tezekkâ) mükâfatıdır.” (Tâhâ 20/75-76)

Böyleleri dünyada iken Allah’a itaat etmiş, en temiz işleri tercih etmiş, böylece nefislerrini tezkiye etmişlerdir. Âhiretteki ilâhi tezkiye’den  yararlanmak da bunların hakkıdır.