İslâmı hayata hakim kılmanın önündeki engeller ve imanı hayat haline getirme hakkında dersler.

Hüseyin K. Ece

Aile Dersleri Şubat-Nisan 2011

Zaandam Ayasofya Camisi

27 Şubat 2011 Pazar

Birinci Ders

 

-İslâmı hayata hâkim kılmanın önündeki belli başlı engeller

İnsan fıtrat üzere doğar. Onun fıtratı müslüman olmaya, yalnızca bir Allah’a inanmaya, yalnızca O’na kulluk etmeye uygun yaratılmıştır. Yine onun yapısı güzel davranışlar sergilemeye, güzel ahâk sahibi olmaya, bu güzel ahlâkla ve ibadetlerle kemâl sahibi olmaya da müsaittir.

Hele bu insan “ben müslümanım” diyorsa, Kelime-i Tevhid/Şehâdet getirip müslüman olmuşa onun inandığı dinin ölçü ve hükümlerini hayatına hâkim kılması, emredildiği gibi ibadet etmesi, güzel insan olması daha kolaydır.

Ama ne var ki bazı sebepler/engeller yüzünden bu hedef her zaman gerçekleşmiyor. Müslümanın İslâmî hayatında eksiklikler oluyor.

Bu dersimizde onlardan bir kaç tanesini hatırlamaya çalışacağız.

 

  • Allah’ın indirdikleri ile hükmetmemek

İslâmı hayat hâkim kılmanın önündeki en önemli engellerden biri Allah’ın

indiridiği hükümlerle hükmetmemektir. Allah’ın vahiy yolyla gönderdiği ölçülerin (hükümlerin), ya da emir ve yasakların bizim için bir yük değil, bizi iki dünyada da mutlu edecek ve kurtaracak ilkeler olduğunu unutmaktır.

كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلاَّ الَّذِينَ أُوتُوهُ مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ لِمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ وَاللّهُ يَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ {213}

“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Bekara 2/213)

وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الإِنجِيلِ بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فِيهِ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ {47}

“İncil ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fâsıkların ta kendileridir.” (Mâide 5/47)

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجاً مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيماً {65}

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65)

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ {51} وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ {52}

Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.” (Nûr 24/52)

Rabbimiz bu veya benzeri âyetlerle indirdiği dini hayatımıza hâkim kılmamızı istiyor. Allah’a ve Peygamber’e itaatın emredildiği âyetler de aynı şeyi işaret ediyorlar.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً {59}

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisâ 4/59)

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ {32}

“De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âli İmran 3/32)

"Allah'a ve rasûlü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da devletiniz (gücünüz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfâl 8/46)

Bu demektir ki Allah’a ve Rasûlüne itaat, yani islâmî hükümlere, ölçülere, sınırlara uymak kişiye fayda verir, kurtarır, mutlu eder

Oruç’tan, geceleri yeme içmeden, imsaktan, itikâftan bahseden âyetin sonunda şöyle deniyor:

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿187﴾ ...

“... Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.” (Bekara 2/187)

Boşanmadan bahseden iki âyetin sonunda;

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿229﴾  ...

“...Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir” (Bekara 2/229 deniyor.

Bir diğeri;

وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ لَا تَدْر۪ي لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْرًا ﴿1﴾ ...

“... Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.” (Talak 65/1. Ayrıca bkz:  Bekara 2/230. Mücâdile 58/4)

Miras taksiminin yapıldığı âyetten sonra şöyle deniyor:

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿13﴾

“İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır.” (Nisâ 4/13)

Burada Allah’ın koyduğu sınırlar ile Allah’a ve Peygamberine itaat ve buna verilecek ödül birlikte zikrediliyor. Bu demektir ki, Allah’a ve Rasulüne itaat Allah’ın koyduğu hudutlara (sınırlara), hükümlere ve ölçülere uymaktır. Kim Allah’ın hükümlerine uyarsa muttakilerden (O’ndan korkup-sakınanlardan) olur.

Allah’ın koyduğu hükümlere uymayanların da zalim olacakları haber veriliyor. Bu da kişinin kendi kazancıdır. Bir âyette şöyle deniliyor:

وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ ﴿30﴾

“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir...” (Şûrâ 42/30)

İslâmdaki haramlar insanlara zararlıdır, hayırsızdır ve günah sebebidir. Haramları severek, pişman olmaksızın, sürekli işleyen, bunu da yapmakta bir beis görmeyen müslüman demek ki hayatıan İslâmı tam hakim kılamamıştır. Üstelik bu durum başka bir tehlikeyi beraberinde getirir.

Ebu Hureyre’nin anlattığna göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

”Kul bir günah işlese kalbine siyah bir nokta konur. Eğer sahibi pişman olur, tevbe ve istiğfar ederse kalp yine parlar. Etmez de günaha devam ederse o leke de artar, nihayet arta arta öyle bir raddeye gelir ki leke bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar. İşte bu da Allah’ın;Hayır (öyle değil); doğrusu onların kazandıkları şeyler kalblerinin üzerinde pas tutmuştur” (Mutaffifîn 83/14) âyetinde söz konusu ettiği “râne-paslanma” budur. (Tirmizî, Tefsir/83, no: 3334. İbn-i Mace, Zühd/29. Ahmed b. Hanbel, 2/97. Müslim, İman/231)

İslâmın emirleri, farz/vacip ve sünnetleri güç yettiği kadar yerine getirmek faydalıdır, huzur vericidir, mutluluktur, kurtuluştur.

Bunu yapabilenler demek ki İslâmı hayatlarına hakim kılmışlardır.

 

2-Allah’ın taksimine/hükmüne razı olmamak

İslâmı hayat hâkim kılmanın önündeki en önemli engellerden biri Allah’ın indiridiği hükümlerle hükmetmemek ise bir diğeri O’nun taksimine razı olmamaktır.

Bu taksim dünyalıklar, şekil ve biçim, soy sop, kabiliyet ve kapasite ile ilgili olabilir. Ya da bizim için uygun gördüğü veya uygun görmediği emir ve nehiylerle ilgili olabilir. Gönderdiği vahiy veya kitapla ilgili olabilir. İnsanı tabi tuttuğu imtihan, belâlar ve ecel ile alakalı olabilir.

Allah’ın bu gübü konulardaki hükmüne razı olmamak, şikayetlenmek, isyan etmek, itiraz etmek, ya da –hâşâ- Allah’ı yargılamaya, suçlamaya kalkmak hem haddini aşmaktır, hem de hakkıyla kulluk yapmanın, kükretmenin önünde engeldir.

Allah’ın Ebu Hureyra anlatıyor: Rasûlullah (sav) şöyle dedi: “Kendileriyle amel etmek üzere su beş kelimeyi kim benden alacak? Ebu Hureyra Ben alacağım dedim. Elimi tuttu ve su beş şeyi saydı:

Haramlardan sakın insanların en âbidi olursun.

Allah’ın taksimine razı ol insanların en zengini olursun.

Komşuna iyi davran olgun müslüman olursun.

Nefsi için sevdiğini insanlar icin de sev olgun müslüman olursun.

Cok aşırı gülme, aşırı gülmek insanın kalbini öldürür. ”  (Tirmizî, Zühd/2 no: 2395. İbni Mace, Zühd/24)

Allah (cc) dilediğini dilediği gibi yaratır, halkeder, şekil ve biçim verir, görev ve ecel verir. Yaratılmışlardan hiç biri buna müdahele edemez. Müdahele etmeye kalksa gücü yetmez.

هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿6﴾

“O, sizi rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Âli İmran 3/6)

قَالَتْ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌۜ قَالَ كَذٰلِكِ اللّٰهُ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ﴿47﴾

“Meryem), “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi.” (Âli İmran 3/47)

لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿17﴾

“Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular. De ki: “Şâyet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Mâide 5/17)

Mülk O’nundur. O mülkünde dilediği gibi tsarruf eder. Dilediğine verir, dilediğine vermez. Bu konuda hiç kimse O’na müdahil olamaz.

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿26﴾

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âli İmran 3/26)

Allah (cc) rızasına uygun amel işleyen kullarından dilediğine dilediği karşılığı, dereceleri,, makamları verir.

“İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.” (En’am 6/83)

نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ ﴿76﴾

 ...  “... Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yûsuf 12/76)

Allah (cc) kullarından dilediğine vahyeder. Hem de dilediğini vahyeder. Herhengi bir beşerin “falancaya neden peygamberlik verildi”, ya da “neden Allah kitap indirdi” diye soramaz. Buna gücü ve yetkisi yoktur. İnsanın görevi bunu sorgulamak değil, vahye tabi olmak, peygamberini örnek almaktır.

بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ﴿90﴾

“Karşılığında nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.” (Bekara 2/90)

Allah (cc) istediğine dilediğini gibi rızık verir. O “er-Rezzâk’tır. O, Rezzâku’l-âlemîn”dir. Âlemdekki herkesin, her şeyin rızkını, rızık kaynaklarını O yaratır. Bu konuda da O’na hesap sorucu yoktur. Ya da rızık dağırtımındaki hikmetini kimse bilemez. 

Şüphesiz O ne yaparsa hikmetli yapar. Çünkü O el-Hakim’dir, her işini hikmetle yapandır.

زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿212﴾

“İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bekara 2/212)

مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿261﴾

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bekara 2/261)

يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ ﴿74﴾

“(O, rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (Âli İmran 3/74)

قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ ﴿36﴾

Ey Muhammed, de ki: “Şüphesiz, Rabbim rızkı dilediğine bol verir ve (dilediğine) kısar. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe 34/36. Ra’d 13/26. vd)

Allah (cc) dilediğine işlediklerini suçlara karşı cezalandırı, isterse affeder. Hiç kimse buna karışamaz.

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿129﴾

“Göklerdeki her şey ve yerdeki her şey Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âli İmran 3/129)

O kullar üzerinde kahhârdır:

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ ﴿18﴾

“O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (En’am 6/18, 61)

İman edene düşen bütün bunlara, kendisi için uygun görünene razı olmaktır. Allah’ın takdirine rıza kişiyi hem itminana götürür, hem de şükretmesine sebep olur. Hayatını müslümanca yaşamasının önünü açar.

Bütün bu âyetlerden ve hükümlerden kullara şöyle hitap edildiğini düşünebiliriz:

“Ey insan, Ben âlemlerin Rabbiyim. Dilediğimi mutlak irademle, mutlak gücümle dilediğim gibi yaparım. Kim benim hükmüme teslimiyet gösterir, başına gelebilecek belâlara sabrederse, bir de az veya çok, nimetlere şükrederse o kimse siddîklerden olur.

Kim de benim hükmüme rıza göstermez, belâlara sabretmez ve nimetlere/rızıklara şükretmezse demek ki Bana karşı saygısı ve sevgisi yoktur.”

Şüphesiz Allah’ın takdirine razı olan, başına gelebilecek hayra da şerre de şükredebilen kimse, imanı güçlü kimsedir.

Allah’ın yakını, sevdiği (velisi) olmanın imkanlarından biri de budur. Yani hakkıyla teslimiyet ve razı olmaktır. Allah’ın yaptıkları hakkında sorgular gibi “niçin” demek, bu teslimiyete uymaz. Üstelik bu teslimiyet ve rıza kişiye sevap kazandırmanın yanında huzur ve rahatlık, yürek doygunluğu ve mutluluk verir.

Bilinen bir şeydir ki; gönül rahatlığı dünya cenneti, sıkıntı, stres, bunalım ve huzursuzluk da dünya azabıdır.

Allah’ın güzel isimlerinden biri de el-Hakîm’dir. Bu da; “bütün sözleri ve fiilleri adalete, ilme ve teenniye (hilm) uygun olan”, ya da “bütün nesneleri ve olayları en üstün ilimle bilen”, veya “bütün tabiat nesnelerini âhenkli, sağlam ve sanatkârane yaratıp sürdüren” demektir. (Topaloğlu, B. TDV İslâm Ansiklopedisi, 15/181)

el-Hakîm’i şöyle anlamak mümkün: Hikmet sahibi, hikmetin en üstününe, en mükemmeline sahip. Yaptığı her işi, yarattığı her şeyi boş, abes, rastgele, öylesine yapmayan, buna karşın bir hikmetle, bir ölçüyle, adaletle ve özellikle hikmetle yapan, yaratan, takdir eden.

O madem ki –biz bilmesek de- her şeyi bir maksada mebni, hikmetle yaratandır, öyleyse O’nun takdirine, taksimine, hükmüne, yapıp etmelerine rıza göstermek, teslim olmak samimi imanın gereğidir.

Bu iman; kişiyi İslâma uygun yaşama bilinci kazandırır. Vahiy, onunla kitap, onunla din gönderen, o dinle bir takım hükümler teklif eden, varlıkta her şeyi el-Hakîm ismiyle hikmetle yaratan, takdir eden Allah’a hakkıyla kulluk yapmaya sevkeder.

Şakik b. İbrahim şöyle anlatır: Pek çok âlime beş şeyi sordum; hepsi de aynı cevabı verdiler. Dedim ki:

-Akıllı kimdir? Dediler ki:

-Dünyayı sevmeyendir. Dedim ki:

-Zekî kimdir? Dediler ki:

-Dünyaya aldanmayandır. Dedim ki:

-Zengin kimdir? Dediler ki:

-Allah’ın taksimine razı olandır. Dedim ki:

-Fakih kimdir? Dediler ki:

-Fazlasını istemeyip durandır. Dedim ki:

-Cimri kimdir? Dediler ki:

-Malından Allah’ın hakkını vermeyip yanında tutandır.

Şöyle anlatılır: Allah’ın kula dargınlığı üç şeyle gelir:

1-Allah’ın emrettiği şeyde kusurlu olması

2-Allah’ın kendisi için yaptığı taksime razı olmaması

3-Birşeyi isteyip elde edemeyince Rabbine kızması. (Semerkandi, Tenbîhü’l Gâfilîn (çev), s: 722)

Allah’tan razı olmak” fiili, bir kulluk, Allah’a karşı bir edep ölçüsüdür. Bakalım kişinin kendini Allah’ın kulu olarak hissetmesinin derecesi nedir?

Eğer başına hoşlanmadığı şeyler geldiği halde, istikametini şaşırmıyor, Allah’a teslimiyetini bozmuyor, O’ndan ümidini kesmiyor, O’ndan yine de hayır umuyor, sabrı ve şükrü unutmuyorsa, isyan etmiyorsa; böylesi Allah’tan razı demektir.

Nitekim Kur’an; “Umulur ki hoşlanmadığınız bir şeyde sizin için hayır vardır” (Bekara 2/216) diyor.

Allah’tan razı olmak günahların bağışlanmasına da vesile olabilir.

Peygamberin (sav) şöyle dediği rivâyet edildi: “Her kim müezzinin ezan okurken ‘Eşhedü en lâ ilâhe illallah’ dediğini işitince ‘Ve ene eşhedu en lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerîkeleh ve enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu raziytü billahi Rabben ve bi Muhammedin rasûlen ve bi’l-İslâmı dinen-

Ben Allah’tan başka tanrı olmadığına, O’nun ortağı olmadığına şehâdet ederim. Yine şehâdet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Rab olarak Allah’tan, peygamber olarak Hz Muhammed’den, din olarak İslâm’dan razıyım” derse günahları bağışlanır.” (Müslim, Salat/7, 13. İbn Mâce, Ezan/4. Ebû Dâvud, Salât/36 no: 525. Tirmizî, Salât/156 no: 210. Nesâî, Ezân/38)

“Kim sabaha ve akşam vaktine eriştiği zaman: Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve peygamber olarak da Hz. Muhammed’den razıyım derse onu razı etmek Allah üzerine bir hak olur.” (Tirmizî, Daavât/13)