Aile Dersleri

Zaandam Ayasofya Camii

Mayıs-Aralık 2012

BİRİNCİ DERS

20.05.2012

-      Niçin Esmau’l-Hüsna

İnsan yeryüzünün halifesidir. Omuzlarında ‘Emanet’i taşıma görevi vardr. İnsan bu görevi yerine getirebilmesi için  en güzel bir biçimde yaratılmıştır.

İnsanın yeryüzünde imar görevini (mimarlığını) yapabilmesi için ona külli iradeden bir pay verilmiştir. Zira mimarlık tasarım gerektirir, tasarım akıl gerektirir, akıl irade gerektirir.

İnsanın görevi yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa etmektir. Bu sorumluluğu da ancak kendisini bu amaçla yaratanı hakkıyla taıyarak, anlayarak yerine getirir.

Bu görevi hakkıyla yerine getirebilmesi için insanın iki şeyi unutmaması lazımdır.

1-Yaratılıştan ilahi emeğe mazhar olduğunu, özel yeteneklerle takviye edildiğini, en güzel kıvamda yaratıldığını, akıl ve vicdanla donatıldığını,

2-Sınırsız değil sınırlı bir varlık olduğunu, zaaflara sahip olduğunu, acziyetini, faniliğini ve üst bir güce muhtaç olduğunu.

Bu gerçekleri unutan kendini kaybeder. Kendini kaybeden sorumluluğu yerine getiremez. İnsanın sınırlı, yetersiz, aciz, ölümlü bir varlık olduğunu hatırlatmanın yolu da sınırsız, sonsuz, Kadir-i Mutlak, kendine yeten, benzersiz bir varlık olan Allah olduğunu hatırlatmaktır.

Bu bağlamda Esma-i Hüsna’nın iki işlevi vardır.

1-İnsana Allah’ı tanıtmak, O’nun sonsuz, mutlak, eşşsiz ve benzersiz bir Yaratıcı olduğunu hatırlamak.

2-İnsana kendini tanıtmak, insanın sonlu, sınırlı, eşi ve benzeri olan bir mahluk olduğunu hatırlatmak.

Esmau’l-Hüsna Allah’ın kullarına arştan inzal ettiği  bir vesiledir. Bu meşru vesileye tutunarak, akıl burakına binip, bedenin arzından ruhun arşına miraç edebilenlere ne mutlu. (M. İslamoğlu, Esma 1/22-26)

Esmau’l-Hüsna en güzel isimler demektir. Hamd yalnız Allah’a, en yüce sıfatlar O’na ait olduğu gibi, O’nun adı, şanı ve makamı en yüce olduğu gibi, kendisi ali, azam, ekber olduğu gibi isimleri de en güzeldir.

İsimler, müsemmayı gösterirler. Güzel isimler de en güzeli, en mükemmeli, en hoş olanı işaret ederler.

Esma-i Hüsna insana ‘sen tanrı değilsin’ uyarısıdır. Tanrı rolüne soyunan insan tanrı olmamakla kalmamakta, insanlıktan da çıkmaktadır. İnsanlıktan çıkmış bir sahte tanrı azgınlığın her çeşidine düşebilir. Böyle biri de en çok kendi türü için tehlike oluşturur. Esma insanı kendi türü için tehlike olmaktan koruyan bir işleve sahiptir.

İnsan kendisi için biçilmiş görevi ancak insan kalarak oynayabilir. Bu da Esma-i Hüsna ile inşa edilmiş bir akıl ister. Ancak böyle bir vahyi anlar, böyle bir akıl insanı ‘ortak kötü’ yü ifade eden münkere karşı, Kur’an’ın ma’ruf dediği ‘insanlığın ortak değerleri’ etrafında birleşecektir.  (M. İslamoğlu, Esma-i Hüsna 1/24)

 

-Esmau’l-Hüsna anlamadaki metod

Genelde ehl-i sünnetin esmau’l-Hüsna’yı anlaamdaki metodunu şöyle özetleyebiliriz.

1-Zatında, fiilerinde ve sıfatlarında hiç bir varlık Allah’a benzemediğini kabul etmek. O kendisini şöyle tanıtır:

فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجاً يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ {11}

“... Onun benzeri gibi olan hiç bir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura, 42/11)

Onlar, Allah’ın kendisini esmau’l-Hüsna ile tanıttığına inanırlar. Onun için onlar Allah’ın sıfatları nefyetmezler, teşbih etmezler, tevil etmezler. Zira Allah’ın isim ve sıfatları müteşabih ayetler değildir. “İstiva ma’lum, keyfiyet meçhuldür” prensibine sahiptirler.

2-Allah’ın zatını araştırmayı bir tarafa bırakıp esma ile Allah’a nasıl ibadet edileceğini araştırmak.

“Allah’ın nimetleri konusunda düşününüz, Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz” sözü meşhurdur. Bazı kaynaklarda bu söz hadis diye geçmektedir. (İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim; en-Necm, 53/42, et-Talak 65/12 tefsirinde. Süyûtî, el-Câmi`u's-sag¢r, I, 132; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, I, 311) Zira insan O’nu nasıl düşünürse, O onun düşündüğünden başkadır.

Müslümanlar, en mükemmel ve Kur’an’da geçen sıfatların Allah’a ait olduğuna inanırlar. Allah kendisini nasıl nitelemişse öyle nitelendirir, sıfatları ve isimleri aynen kabul ederler.

3-Esma’nın mutlak olduğuna inanmak.

Allah’a ait sıfatlardan bir kısmının kısmen insanlarda da olması, ikisinin aynen olması anlamına gelmez. Allah (cc) merhametlidir. İnsanlar da merhametli olabilir. Ama bu ikisi kıyas edilemez. Bu, hızlı adam, hızlı hayvan, hızlı tren, hızlı uçak örneğine benzer. Her hız nitelenen varlığa göre değişir.

Allah’a ait olanlar sınırsız ve mutlaktır.

4-Onlara göre Allah’ın Esmaul-Hüsna’sı olduğu Kur’an’la ve hadisle sabittir. Ancak bunların kesin sayıları konusunda sahih haber yoktur. Eldeki listeler bazı hadislerde geçmektedir. Ancak aşağıda geleceği gibi bu hadisler güvenilir değildir.

Dolaysıyla müslümanlar Esmanın var olduğuna inanırlar ama, sayıları ve hangileri olduğu konusunda polemiğe girmekten kaçınırlar.

5-Onlara göre Allah’ın isimleri tevkifidir, akılla bilinemez. Kur’an’da geçen isimlere, anlamlarını bilmesek bile inanmak vaciptir. Esmadan olup olmadığı tartışmalı isimler konusunda ise mükaşa etmezler.

İman konularında ictihat olmaz, olan ictihatlar da inanç konusu yapılmaz.

6-Hadislerde geçen isim ve sıfatların hepsi Esma’dan değildir. Mesela Allah’ın hile yapması, tuzak kurması, aldatması gibi ifadeler O’nun ismi değil, inkarcıların yaptıklarına bir karşılıktır.

7-Allah’ın ism-i a’zam’ı olduğunu kabul ederler.

 Hz. Peygamber'in bazı hadislerinde ism-i a`zamdan bahsedilmekte, bu isimle dua edildiği zaman, duanın mutlaka kabul edileceği bildirilmektedir (Ebû Dâvûd, "Vitr", 23; Tirmizî, "Da`avât", 64, 65, 100; Nesâî, "Sehv", 58; İbn Mâce, "Duâ", 9, 10).

Fakat Allah'ın en büyük isminin hangisi olduğunu kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Çünkü bu hadislerin bir kısmında Allah ismi,

bir kısmında ise rahmân,

rahîm (esirgeyen, bağışlayan),

el-hayyü'l-kayyûm (diri ve her şeyi ayakta tutan),

zü'l-celâli ve'l-ikrâm (ululuk ve ikram sahibi) isimleri Allah'ın en büyük ismi olarak belirtilmektedir.

 Kimilerine göre Fatiha,

Ayetü’l Kürsi,

Yunus’un (as) duası,

„Allahım Senden başka ilah yoktur, şefkat ve merhamet sahibisin, cömertsin. Gökleri ve yeri yaratansın. Yücesin ve ikram sahibisin. Dirisin ve her şeyi ayakta tutansın“ duası ism-i a‘zamdır. (Esmau’l-Hüsna, Polen yay. 14-18 özetle)

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

İKİNCİ DERS

03.06.2012

 

-Hüsna nitelemesi

Allah’ın en güzel isimleri; ‘Esma-i hüsna, el-Esmau’l-Hüsna, Esmau’llahi’l-Hüsna’ şeklinde teleffuz ediliyor.

Burada geçen ‘hüsna’ ne demektir.

Hüsna Arapçada ism-i tafdil’dir. İsm-i tafdil kalıbı kelimenin taşıdığı anlamların zirvesini, bir başka ifadeyle ‘en’lerini ifade eder.

Hüsna ‘hasen’ kökünden gelir ve en güzel demektir.

لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً {95} Nisa

„Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.“ (Nisa 5/95)

لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {26} Yunus

„Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır.“ 

وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُ جَزَاء الْحُسْنَى وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْراً {88} Kehf

"İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz."

وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاؤُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى {31} Necm

„Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandırması içindir.“

فَأَمَّا مَن أَعْطَى وَاتَّقَى {5} وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى {6} فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى {7} وَأَمَّا مَن بَخِلَ وَاسْتَغْنَى {8} وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى {9} فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرَى {10} Leyl

Artık kim verir ve sakınırsa, Ve en güzeli de tasdik ederse, Biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız). Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, Ve en güzeli de yalanlarsa, Biz de onu en zora hazırlarız.” Ya da “ve nihaî güzelliği/iyiliği yalanlayana gelince,”

M. Esed, Yani, zamandan ve sosyal şartlardan bağımsız ahlakî değerlere ve dolayısıyla, “ahlakî vecîbe” olarak tanımlanabilecek olanın mutlak geçerliliğine, seklinde açıklıyor.

Elmalıl Hamdi Yazır şöyle tefsir ediyor:

“Ve en güzeli tasdik etmiş ise. Hakikatte bir güzellik ve güzellerin en güzeli bulunduğuna inanmış, iyiyi kötüyü, fazileti rezilliği fark etmiş, iyilik güzellik yaptıkça güzelliklerin en güzele doğru gittikçe artacağına, iyilik yapanlara ilerisinin daha iyi olacağına inanmış, inanarak ihsanda bulunanlar hakkında iyimser olarak çalışmış.

 

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْناً إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ {23} Şura

"… Kim çalışır bir güzellik kazanırsa ona daha fazla bir güzellik veririz…" (Şura, 42/23),

مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُم مِّنَ الأَعْرَابِ أَن يَتَخَلَّفُواْ عَن رَّسُولِ اللّهِ وَلاَ يَرْغَبُواْ بِأَنفُسِهِمْ عَن نَّفْسِهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ لاَ يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلاَ نَصَبٌ وَلاَ مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَطَؤُونَ مَوْطِئاً يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلاَ يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَّيْلاً إِلاَّ كُتِبَ لَهُم بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ إِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ {120} Tevbe

"…. Allah güzel amel işleyenlerin ecrini zayi etmez." (Tevbe, 9/120),

وَإِذْ قُلْنَا ادْخُلُواْ هَـذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُواْ مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَداً وَادْخُلُواْ الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُواْ حِطَّةٌ نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ وَسَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ {58} Bekara

"… İyilik edenlerin ecrini daha da artıracağız." (Bakara, 2/58)

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ {7} Ankebut

"… elbette kendilerine yaptıklarının daha güzelini veririz." (Ankebut, 29/7)

gibi âyetlerle vaad ve beyan olunduğu üzere ihsan eden, Allah'ı görüyor gibi sadakat ve samimiyetle güzellik yapanlara yaptıkları iyi işlerin ilerde artırılarak daha güzeliyle karşılığı, daha fazlasıyla ecir ve mükafatı verileceğini, sonunda en güzel akıbete, güzel bir son ile sonraki hayatta cennet ve cemale erdirileceğini, kısaca ihsan ve takva sahipleri hakkında dünyanın sonu ahiretin daha güzel olacağını tasdik etmiş, bu vaadin, bu en güzel hasletin, bu en güzel kelimenin, bu daha güzel mükâfatın bu en güzel sonun doğruluğuna inanmış, bunu kendisine inanç ve huy edinmiş ise..

Hüsna, "ahsen" üstünlük sıfatının müennesi, "daha güzel" veya "en güzel" mânâsına sıfat olduğu halde, niteliği isim zikredilmemiş ve böylece isim olarak kullanılmıştır.

Burada "haslet-i hüsna" en güzel haslet; iman ve ihsan hasleti, veya

"Kelime-i hüsna", en güzel kelime: Kelime-i tevhid, yahut bir hakkı gösteren kelime,

ahsen-i kavil yani en güzel söz olan tevhid kelimesi,

Kur'ân; hüsnâ (en güzel) âyetleri öncelikle dahil olur.

Veya -Millet-i hüsna: en güzel din ve millet, islam milleti,

veya Mesube-i hüsna: daha güzel karşılık, yahut en güzel sevap ve mükafat, cennet diye bir kaç şekilde tefsir edilmiştir.

Hepsinin mânâsı bir demek ise de âyetlerin akışına göre en açık ve en faydalı olan mânâ, ihsan eden, Allah için güzellik yapan ihsan sahiplerine ilerde daha güzeliyle karşılık, sonunda en güzel sevap ve mükafat kavramıyla mesube-i hüsna (cennet)

veya akıbet-i hüsna (en güzel son) mânâsı veya bunu vaad eden hüsna âyetleridir.

En güzeli tasdik etmek, hüsna âyetlerinin mânâsı üzere ihsana daha güzeli ve fazlasıyla veya en güzel sevap ve akıbet ile mükafat olunacağına iman ve imanını fiilen sadakat ile isbat mânâsına düşünmek amelî bakımdan daha faydalıdır.”

 

-Kur’an’da el-Esmau’l-Hüsna terkibi

Bu terkip Kur’an’da dört yerde geliyor. Bunlar nüzul sırasına göre şöyle:

Birincisi:

وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى {7} اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى {8} Tâhâ

„Düşünceni ister yüksek sesle dile getir (ister getirme) unutma ki O, gizli (düşünceleri) bildiği gibi, ondan daha gizli (duyguları) da  bilir. Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur.“

Bu ayetin bağlamı tevhid akidesidir. Vahyin ilk muhatabı Hz. Peygamber’e doğrudan hitap eden ve konusu vahyin inişi olan bir pasaj içinde geçiyor.  

Vahyi gönderen Allah hakkında birisi şöyle dese: Nasıl bir Allah?

O sorunun cevabı bu iki ayet olurdu. Kendisinden başka kulluk edilmeye layık hiç bir ilah olmayandır ve en güzel isimler, en güzel nitelikler en mükemmel haliylle kendisine ait olandır.

Ayetin böyle gelişi Tevhid’e vurgu yapıyor ve muhatabın zihninde Allah tasavurrunu inşa ediyor. İnsanın en gizli sırlarını bile bilen, insanın içine ve dışına hükmeden, kalpleri çekip çeviren, her şeyi bilen Allah tasavvuru.

 

İkincisi;

 قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ أَيّاً مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً {110} وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيراً {111}‏ İsra

„De ki: "İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır." Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut. Ve deki: Hamdlerin tamamı kendisi için çocuk edinmeyen, mutlak otoritesine ortak olacak hiç bir varlık bulunmayan, güçsüzlük ve düşkünlükten dolayı bir yar ve yardımcıya ihtiyaç duymayan Allah’a aittir.“ Nihayet, sınırsız büyüklüğünü anarak O’nu (hep) yücelt.“ İsra

Mekkeli müşrikler Allah’ın Rahman oluşunu bilmiyorlardı. Vahyin Rahman olan Allah’tan bahsedince ona itiraz ettiler. Ayet onların bu itirazını reddediyor ve isimlerin birden fazla oluşunun isim sahibinin de birden fazla oluşu anlamına gelmediğini vurguluyor. O’nun esması çoksa da, bütün isimlerin müsemması tektir.

Çünkü esma-i hüsna taşıdığı anlam mutlak, aşkın ve müekemmel olanını temsil eder.

İnsan ister Allah’ın ismine yönelsin, ister Rahman gibi sıfatına yönelsin farketmez. Allah O’nun has ismi, Rahman ise sıfatıdır. Rahman sıfatı zorunlu olarak Allah’ı niteler.

 

Üçüncüsü:

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

{180} A’raf

„En güzel isimler (el-esmaü'l-hüsna) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.“ A’raf

Allah’tan başkasına asla mükemmellik izafe edilemez. Ayet öncelikle buna vurgu yapıyor. Sonra da O’nun esmasının hem hakiki, hem zihni, hem de lafzi anlamda sadece O’na layık olduğuna vurgu yapıyor.

 

Dördüncü

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ

 الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {24}‏ Haşr:

“O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir“

Haşr Suresinin son üç ayetinde Allah’ın bazı isimleri sayılıyor ve sonunda en güzel isimler  O’nundur deniliyor.

Burada Esmau’l-Hüsna’dan 15 tanesi sayılıyor. Bunlar Vahiyle ilgili bir bağlamda geliyorlar. Vahiy Allah’ın rahmetinin ifadesi olduğuna göre kendini kullara vahiyle tanıtması da O’nun rahmetidir. Kur’an’da esmanın yer alması da lütüf içinde lütuf, ikram içinde ikram. Alklah önce yeryüzüne insanı inzal etti, sonra insana akleden kalbi,  akleden kalbe vahyi inzal etti, vahiy içerisinde de zatı hakkında bilgi inzal etmiştir.

Zatı hakkında inzal ettiği bilgiyi taşıyan isimlere esmau’l hüsna vermiştir. (M. İslamoğlu, Esma-i Hüsna 1, s: 36)

 

-Hadislerde Esmau’l-Hüsna

Esma-i Hüsna’yı Kütüb-ü Sitte’den Tirmizi ve İbni Mace rivayet ediyorlar.

Tirmizi’de 100, İbni Mace’de 101 isim sayılıyor.

Tirmizi de hadis için dört ayrı senet veriryor ama sadece birinde listeyi ekliyor. İbni Mace iki senetten birinde liste veriyor. (Duâ 10, 11, h. no: 1269, 1270)

Ebû Hüreyre(r.a.) rivayet etmiştir:

“Allah’ın 99 ismi vardır. Yüzden bir eksik. Bu isimleri bir kimse sayarsa cennete girer. O tektir, teki sever.” (Buhârî, De’avât, 68, no: 2585, 6410)

   “Allah’ın 99 ismi vardır, yüzden bir eksik. Kim bunları sayarsa (ihsâ) cennete girer.” (Buhârî, Tevhîd, 12; Şurût, 18, ; Müslim, Zikir, 5, no: 2677; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrê, Nu’ût, 1, )اِ

“Allah’ın 99 ismi vardır. Kim bunları sayarsa (ihsâ) cennete girer.” (Tirmizî, De’avât, 83 no: 3507 )

Burada Esma’dan bahsediliyor ama ne olduğu hakkında bilgi verilmiyor.

Esma’yı bütünüyle ortaya koyan, ne olduğunu açıkça anlatan sahih hadis bulunmamaktadır.

           

-      99 rakamı hakikat mı mecaz mı?

Azınlıkta olsalar da bazı alimlere göre bu sayısal bir tahdittir.  Onlara göre 99 rakamı sayısal bir sınırlamayı ifade eder. Bunların başında İbn Hazm gelir. Kendisi Kur’an’a aldığını iddia ettiği bir liste verir. Ancak bu listedeki esma sayısı 84 tanedir. Bu sayı aslında Ebu Hureyra’nın Abdurrahman b. Avf’dan gelen rivaytine dayanır. (el-Muhalla 8/30-319

Alimlerin çoğunluğunun görüşüne göre 99 rakamı kesretten kinayedir. Onlara göre bu rakam hakikat olsaydı Rasulüllah (sav), söz konusu ettiği listeyi sayardı. Ve bunun da bize sahih yolla ulaşması gerekirdi. Bu listeyi farklı kanallarla ve farklı liste ile veren Tirmizi ve İbni Mace’nin rivayetleri ise hadis otoriteleri tarafından eleştirilmiştir. 

İbni Kesir Allah’ın isimlerinin 99la sınırlandırılamayacağını, İbni Hanbel’in ibni Mes’ud’tan rivayet ettiği bir hadise dayandırır. (İbni Kesir, Tefsir 2/270) Ona göre hadiste 99 rakamı mecaz olarak kullanılır.

Hadislerde bunun gibi rakamlar geçer. Mesela 99 kisiyi oldürdüğü söylenen ve tevbe yolu arayan adamın hikayesi gibi. La havle vela kuvvete illa billah’ın 99 derde deva olduğunu söyleyen hadisler böyledir. (Müstedrek 1/727, no. 1990)

Tirmizi’deki rivayeti sahih kabul edenler bile hadisteki 99 rakamının sayısal bir sınırlama ifaede edemeyeceğini söylerler. (Müslim Şerhi, 17/5. Beyhaki, Esma s:6. İbni Kesir Tefsir 3/517)

Hadislerde geçen 99 rakamı, Allah’ın isimlerinin sayısını değil çokluğunu ifade eder. Allah’ın güzel isimleri bir sayı ile sınırlı değildir. (Abdullah bin Salih, s.132)

İmam Nevevî; “İslâm bilginleri bu hadislerdeki sayının Allah’ın isimleri için hasr (sayısal sınırlama) ifade etmediği, hadisin bu isimlerin dışında Allah’ın isimlerinin olmadığı anlamına gelmediği konusunda ittifak ettiklerini, hadisin maksadının bu isimleri sayanların cennete gireceklerini bildirmek olduğunu” söylemiştir. (Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, XVII, 5)

Hadisteki 99 rakamının sayısal sınırlama kabul edenler, esma listesi tanzim ederken bu rakama dikkat etmişler, ama bunda başarılı olamamışlardır.

Esma rivayetinin en az problemlisi olan Tirmizi rivayetinde rakam 100dür.

Esmayı Kur’an’a göre listeme iddiası taşıyan ilk liste Zeccaci’nin naklettiği Sufyan b. Uyeyne listesinde 94 isim vardır.

İbni Kayyıma nisbet edile Esma şerhinde sayı 43tür. Tirmizi ve İbni Macenin rivayetlerindeki toplam sayı 127dir.

            Bir dua mecmuası olan Çevşen’de her bölümde 10 isim 100 bölümde 1000 isim yer alır.

Razi’ye göre esma 1000 Kur’an’da, geri kalan diğer semabvi kitaplarda toplam 5000dir.

Sonuç olarak hadisteki 99 rakamı namaz tasbihatındaki gibi hakiki bir sayı olarak da okunabilir. Bunu da henüz eremediğimiz  bir hikmete mebni olarak okumak ve tevkifi saymak daha uygun olabilir.

            Yukarıdaki hadiste 99 rakamı verildiği halde liste verilmesinin hikmeti ne olabilir?

            Bu da Kadir Gecesinin hangi gece olduğunun bilinmemesi hikmetiyle aynı: Kulun dinin taklit değil, tahkik üzere bina etmesi. Rakama değil ecre dayalı bir dindarlığı öncelemesii Kur’an’daki esmayı araştırmaya, yani Kur’an’ı okuyup anlamaya bir teşviktir. Mü’min bu isimleri Kur’an’da ararken Kur’an’ın manasıyla daha çok haşır neşir olacaktır.

Peygamber bu yolla mü’minleri Kur’an’ı anlamaya özendirmiş, Allah’ı bilme, tanıma ve anlamanın önemine vurgu yapmıştır. İnsanı cennete götürecek ameller de böylesine çaplı bir çabayı gerektirir.

            Hadisteki 99 rakamını eğer sayısal sınırlama olarak almaycaksak, “Allah’ın sayısız ismi vardır” şeklinde anlamamız mümkün. Bunu da aşağıdaki hadis teyid eder.

“Ya Rabb’i sana, senin isimlerinin hepsiyle niyaz ederim. O isimler ki, sen Zat’ı Bari’ni onların hepsiyle anmışsındır.Kitaplarında inzal buyurmuş,yahut bir peygamberine öğretmiş,veya ezeli gayb ilminde kendin için seçmişsindir.”  (Müsned, 1/391, 452. Hakim, Müstedrek, 1/509)

            Allah’ın sayısız ismi ve bu isimlerin sayısız tecellileri vardır.

Allah (cc) bunların bir kısmını insan idrakine ayat-ı kitabın içinde inzal etti.

Bir kısmı ayat-ı kainat içinde tecelli etmektedir.

Bir kısmı da ayat-ı mesdur (sadırlaradaki ayet) olarak insan yüreğine fıtrat kalemiyle yazılmıştır.

Esma’nın manaları tıpkı vahyin anlamları gibi çok katmanlıdır.

            Esma’yı anlamak isteyen marifet yolcusu bu anlam katmanlarının her birini bir durak olarak bilmlidir. Yolcu yol aldıkça bu anlam katmanlarına uğrayacak bilgisi tecrübesi gayreti ve cehdi oranında merifet devişerecektir.

Ve bu yolun nihayeti yoktur. Tıpkı vahyi anlamanın nihayeti olmadığı gibi.

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                              

ÜÇÜNCÜ DERS

10.06.2012

 

-Hadislerdeki Esma listesi ve değerlendirme

Tirmizî, bu rivayetinde 99 ismi zikretmiştir. Bu isimler şunlardır:

“Allah, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, esSelâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bâri’, el-Musavvir, el-Gaffâr, elKahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Hâfıd, er-Râfi, el-Muiz, el-Müzill, el-Basîr, es-Semi’, el-Hakem, el-Adl, el-Lâtîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mukît, el-Hasîb, el-Celîl, el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mücîb, el-Vâsi’, el-Hakîm, el-Vedûd, el-Mecîd, el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mübdî, el-Muîd, el-Muhyî, el-Mümît, elHayy, el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâli, el-Müteâlî, el-Berr, etTevvâb, el-Müntakim, el-Afüvv, er-Raûf, Mâlikü’l-Mülk, Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi’, el-Ganiyy, el-Muğni, el-Mâni’, ed-Dârr, en-Nâfi’, en-Nûr, el-Hâdi, elBedî’, el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşîd, es-Sabûr.” (Tirmizi, no: 3507)

-İbni Mace’nin rivayeti

“Allah, e-Vahid, es-Samed, el-Evvel, el-Ahir, ez-Zahir, el-Batın, el-Halık, el-Musavvir, el-Melik, el-Hak, es-Selam, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Aziz, el-el-Cebbar, el-Mütekebbir, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Latif, el-Habir, es-Semi’, el-Besir, el-Alim, el-Azim, el-Bar, el-el-Müteali, el-Celil, el-Cemil, el-Hayy, el-Kayyum, e-Kadir, el-Kahır, el-Ali, el-Hakim, el-Karib, el-Mucib, el-Ğani, el-Vehhab, el-Vedud, eş-Şekur, el-Macid, el-Vacid, el-Vali, er-Raşid, el-Afüv, el-Ğafur, el-Halim, el-Kerim, er-Rab, el-Mecid, el-Veli, eş-Şehid, el-Münib, eş-Şedid, ed-Dar, en-Nafi, el-Baki, el-Vaki, el-Hafid, er-Rafii, el-Kabıd, el-Basıdt, el-Muiz, el-Muzil, el-Mksıt, er-Rezzak, zu’l-Kuvveti’l-Metin, el-Kaim, ed-Daim, el-Hafız, el-Vekil, el-Fatır, es-Sami, el-Mu’ti, el-Muhyi, el-Mumit, el-Mani, el-Cami, el-Hadi, el-Kafi, el-Ebed, el-Alim, es-Sadık, en-Nur, el-Munir, et-Tam, el-Kadim, el-Vitr, el-Ehad, es-Samed.” (İbni Mace, hadis: 3861)

Allah’ın isimlerinin sayıldığı Tirmizi’nin rivayeti,  senedinde Velid ibni Müslim bulunması sebebiyle hadis otoriteleri tarafından zayıf sayılmaktadır. Her ne kadarTirmizi bu hadisi başka yollardan rivayet etse de, onlar da zayıf kabul edilmektedir. Hatta bazılarına göre bu hadisteki zayıflık şiddet derecesindedir. Mesela İbni Kesir bunu müdrec olarak niteliyor.

 

-Esma’yı ihsa ne demektir?

“Allah’ın 99 ismi vardır, yüzden bir eksik. Kim bunları sayarsa (ihsâ) cennete girer.” (Buhârî, Tevhîd/12; Şurût/18. Müslim, Zikir/5, no: 2677. Nesâî, es-Sünenü’l-Kübra, Nu’ût/1)

Hadislerde geçen “saymak (ihsâ)” ve “ezberlemek (hıfz)” kelimeleri ile maksat; Allah’ı güzel isimleriyle tanımak, O’na O’nun istediği şekilde iman, ibadet ve itaat etmektir. (Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, I, 30) Yoksa bu isimleri anlamadan ezberlemek ve tekrarlamak değildir.

Meselâ bir insan yaptığı bir işte Allah’ın kendisini gördüğünü, yaptıklarını bildiğini,  ameline göre ödül veya ceza vereceğini, Allah’ın her şeye hükmettiğini, her şeye hakim olduğunu vs. düşünmesi ve ona göre davranması Esma’yı ihsa etmektir.

 

-Esmau’l-Hüsna’nın değeri

Esma-i hüsna, tevhid ve akaidle ilgili şu beş temel esası ortaya koymaktadır:

1. Bu güzel isimlerin bir kısmı, Cenab-ı Hakk'ın varlığını is­pat eder. Allah'ın Hay, Baki, Kayyûm gibi sıfatları, O'nun var­lığının inkar edenleri reddeder.

2. Bu güzel isimlerin bir kısmı, Cenab-ı Hakk'ın birliğini is­pat eder; O'na hiçbir varlığın eş ve ortak olmadığını ortaya koyar. Vahid, Ehad, Samed, Ğani gibi sıfatlar bazı varlıkları Allah'a ortak koşan müşrikleri reddeder.

3. Bu güzel isimlerin bir kısmı; Cenab-ı Hakk'ın bütün nok­san sıfatlardan uzak olduğunu, hiç bir varlığa benzemediğini ve kimseye muhtaç olmadığını ispat eder. Kuddüs, Muhit, Mec'id gibi sıfatlar Allah Teala'yı varlıklara benzeten Müşeb­bihe taifesini reddeder.

4. Bu güzel isimlerin bir kısmı, bütün varlıkların vücut bulmasında tek sebebin Cenab-ı Hak olduğunu ispat eder. Ha­lik, Bari, Musavvir, Kavi gibi isimler, varlıkların ortaya çıkma­sını birtakım sebep sonuç ilişkisi ile anlatmaya çalışan ve yü­ce Yaratıcı'yı unutan maddecileri reddeder.

5. Bu güzel isimlerin bir kısmı, bütün alemi tedbir ve idare edenin Cenab-ı Hak olduğunu ispat eder.

Allah Teala mülkünde dilediği gibi tasarruf eder; öldürür, diriltir, aziz eder, zelil eder, zenginlik verir, fakir eder. Kimse O'na hesap soramaz. O'nun her işi ya bir hikmet ya bir rah­met ya da adalet üzere olur.

 

-Kur’an Allah’ı tanıtan en iyi kılavuzdur

Allah (cc) kendini bize gönderdiği kitabı ile tanıtıyor.

Tanrının varlığına inanan milyarlarca insan var. Pek çogu kainattaki hadiselere bakarak bir Yaratıcının olduğunu kabul ederler.

Soru şu: Nasıl bir yaratıcı. Özelliklerini ve yetkilerini insanın belirlediği bir tanrı mı, yoksa kendini kitaplarıyla ve elçileriyle tanıtan bir Allah mı?

Kur’an bu soruya en güzel cevap veren kaynaktır.

 

-Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak,

İ. Gazalî, el-Makasıdü’l-Esma adlı eserinde: “Allah’ın şu şu evsafta bir takım ahlâkı vardır; her kim onlardan birisiyle ahlâklanırsa cennete girer” sözünü hadis olarak naklediyor. Tefsirci Râzi de bunu hadis saymaktadır. (İslâmoğlu, M. Allah (cc), s: 72)

Bazılarına göre her ne kadar hadis olduğu sabit değilse de vahyin ruhunu yansıtıyor. Bu anlamda Esmau’l-Hüsna, insana yol gösteren bir ahlâk rehberi niteliği kazanır. Bu rehber, güzel ahlâkın muhteşem bileşkesinin tükenmez kaynağını gösterir. O da Allah’tır.

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma, Esma’yı kulun kendisine nisbet etmesi veya Allah’a benzemeye kalkışmak demek değildir. İnsanın El-Vedûd, el-Alîm vb. olması mümkün değildir.  Bunu iddia etmek haddini aşmaktır, Allah’tan rol çalmaya yeltenmektir. İnsan insandır Allah da Allah’dır.

  • فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجاً يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ {11}

“[O'dur] gökleri ve yeri yoktan var eden. O, nasıl ki hayvanlar arasında eşler [bulunmasını] irade etmişse size de kendi cinsinizden eşler vermiştir ve sizi böylece çoğaltıp durmaktadır: [ama] hiçbir şey O'na benzemez ve yalnız O'dur, her şeyi işiten, her şeyi gören.” (Şura, 42/11)

رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِهِ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيّاً {65}

 “Göklerin ve yerin Rabbi(dir O), ve bunların arasında var olan her şeyin! Öyleyse, yalnızca O'na kulluk et ve O'na kullukta devamlı ve sebatlı ol! Hiç, ismi O'nunla birlikte anılmaya değer bir başkasını tanıyor musun?” (Meryem, 19/65)

أَفَمَن يَخْلُقُ كَمَن لاَّ يَخْلُقُ أَفَلا تَذَكَّرُونَ {17}

„O HALDE, (düşünün, bütün bunları) yaratan (Allah), hiçbir şey yaratamayan herhangi bir [varlıkla] kıyaslanabilir mi? Hâlâ aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?“ (Nahl, 16/17)

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak, insanın Rabbini bilmesi, tanıması, anlaması demektir. İnsan Allah’ı bilirse, kendini bilir. Kendi küçüklüğünü bilirse, ancak o zaman Allah’ın büyüklüğünü bilir. 

Kur’an’ın verdiği ‘el-Esmâul-Hüsnâ’ isimlendirmesinin karşılığı ‘mükemmel ahlâk’ olmaktadır. Meselâ, Rahman ve Rahim ile ahlâklanmak demek, insanın tüm tavır ve davranışlarında merhamet ve şefkati esas almasıdır. Esmaullahi’l-Hüsnâ’yı ‘ihsa’ etmenin en üst derecesi, ‘Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak’ hikmetli sözünde ifadesini bulur. (İslamoğlu, M. Allah (cc), s: 96)

Kimilerine göre ise, bu söz felsefecilerin bir uydurmasıdır. Ki onlar, gücü sınırlı bir ilâhtan bahsediyorlar. O’nun ahlâkıyla ahlâklanmaktan bahsetmek, O’nu varlıklara benzetme tehlikesine götürür. Bunun yerine kulluk ifadesi, yani kulluğu ve istemeyi de kapsayan dua denilmesi daha uygundur. (Allah’ın Güzel İsimleri, İbni Kayyım, s: 446)

Allah (cc) Muhsin’dir, ihsan edenleri sever.

Allah (cc) Şekûr’dur, şükredenleri sever.

Allah (cc) Tayyib’tir, tüm temizleri sever.

Allah (cc) Alîmdir, ilimle meşgul olanları sever.

Allah (cc) Kerîm’dir, kerem sahibi cömertleri sever.

Allah /cc) Berr’dir, birr sahiplerini sever.

Allah (cc) Settâr’dır, kulların ayıplarını örtenleri sever. vs.

 

-Esmâu’l-Hüsnâ ile ilişkilerimiz;

a-     İnsanın görevi açısından; Ma’rifet-İman-ibadet bağlamında.

Kişiyi ma’rifete ulaştıran imkanlardan biri de Esmau’-Hüsna’dır. Zira Allah (cc) kendini bize Esmaullahi’l-Hüsna ile tanıtıyor. Esma’yı hakkıyla tanıyan imanını güçlendirir; iman ettiği Rabbine şükür konusunda şuuru artarır.

İmanın kemali için basamaklar:

-Tevhid (İlâhları red, Rabbi tanıma)

-Tesbih (Noksanlıklardan tenzih)

-Ta’zim/takdis (Esma ve fiil ile yapılır)

-Teslimiyet (İnanma ve bağlanma)

 

b-Esma’yı bilmenin önemi açısından:          

- Allah tasavurrunu düzeltir/Allah’ın hakkıyla idrak etmeyi öğretir,

- Allah’ın fiillerini, neler yapabileceğini öğreniriz,

- Acziyetimizi idrak ederiz,

(Mevlana’ya niçin nafile oruç tuttuğunu soranlara; acziyetimi daha iyi idrak etmek için diye cevap vermiş.)

- Mükemmelliği öğrenme ve örnek alma imkanı buluruz. Kâmil insan ancak Esmau’l-Hüsna ile eğitimle yetişir.

- Esma’l-Hüsna Allah’a yaklaşma vesilesidir,

 

c- Esmau’l-Hüsna’nın tecellileri açısından,

Esmanın varlık üzerinde tecellisi, bizzat fiili varlığa dünüşü söz konusudur. Aslında fail Allah’tır. Biz yaratma, şekil verme, yönetme, değiştirme veya eşya için kanun koyma söz konusu olunca, onu Allah’ın bir ismiyle, ya da bir sıfatıyla açıklamaya çalışıyoruz.

Araştırıldığı zaman görülecektir ki Allah’ın her bir isminin veya bir kaç isminin uzantıları varlık –özellike insan- üzerinde görülmektedir. Yani Allah Teâla kendine ait özelliklerden küçük bir cüz’ünü yarattıklarına vermiştir. Ancak yaratıklara verilen bu ilâhî özellikler mukayyedtir ve gücünü ve faaliyet iznini O’ndan almaktadır.

Allah (cc) El-esmâ-ül-hüsnâ’sıyla varlığa, Güneşin aynada göründüğü gibi tecelli etmiştir.

Hz. Ali (r.a.) “nereye baksam Allah’ın san’atını, kudretini, ilmini görürüm” demesi bu manaya gelse gerek.

Mesela, er-Rahim sıfatının tecellisini insanda ve hayvanda merhamet, ilgi, bağış ve fedakârlık olarak,

el-Veli isminin tecellisini, ebeveynin çocuğa velâyeti olarak,

el-Kadir isminin tecellisini, sınırlı güç ve kuvvet olarak,

el-Basîr isminin tecellisini görme olarak,

el-Cemil isminin tecellisini insanda sanat ve estetik duygusu olarak,

el-Alîm isminin tecellisini ilim-bilgi ve marifet olarak,

el-Hakîm isminin tecellisini, insandaki hükmetme yeteneği ve duygusu olarak,

el-Kerim isminin tecellisini kerem, cömertlik ve şeref duygusu olarak tecelli ettiğini görüyoruz.

Mesela; Kelam sıfatının “Kün” = “ol” emriyle kainat yaratılmıştır.

Biz ifadesi, Esmau’llahil-hüsnanın hepsinin ifadesidir,

Cazibe, el-Vedûd İsminin kozmik tecellisidir. Cazibe olmasa, yer yağmuru ve tohumu, dağ bulutu, anne yavruyu kucağına çekmezdi.

Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir.

Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.

Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardaki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir.

Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.

Bir haftalık çocuğunuzu nasıl dikkat ederek, hiçbir tarafını incitmeden severseniz, çiçekli bir bahçede dolaşırken çiçekleri ezmeden gezerseniz, yeryüzünü dolaşırken de “bu dağlar, bu taşlar, bu kuşlar, bu denizler, bu yıldızlar, bu çiçekler, bu böcekler Allah’ındır” diyerek dikkat edeceksiniz.

Sevdiklerinizin çocuklarını, çiçeklerini korursunuz. Rabbiniz ise size bütün sevdiklerinizi yaratandır. Kainat dediğimiz “evren” Rabbimizin mülküdür.

Allah’a iman eden onun mülkünü korur. Şirkle, isyanla, inkarla, israfla o mülkü kirletmez.

Yunus’un “sordum sarı çiçeğe” ilahisinde söylediği çiçeklerin “Allah” diyerek açtığını, derelerin “Allah” diyerek aktığını, rüzgârların “Allah” diyerek estiğini düşünen insan, havayı kokuşturamaz, dereyi kirletemez.

İşte Rabbimizin Kur’an‘ında birinci derecede iman üzerinde durması bundandır.

Allah’a iman eden herkes Allah’ın mülkünü korumakla görevlidir. Allah’ımız yalnız Müslümanların Allah’ı değildir. Bütün alemlerin Rabbidir.

(Her gün namazımızda kırk defa bunu tekrarlıyoruz. Evrensel dinin mü’minleriyiz. Âlemlere rahmet olan peygamberin rahmet ümmetiyiz.)

Efendimiz: “Allah yeryüzünü bana dürdü/topladı, doğusunu da, batısını da gördüm. Bana dürülen o yerlere, yeryüzünün doğusuna da, batısına da ümmetim sahip olacaktır” buyurmuş. (Müslim, Fiten/5, nr.2889, Ebu Davud, Fiten/1 nr. 4252, Tirmizi, Fiten nr. 2203. İbni Mace Fiten nr. 3952)

er-Rahim:“Doğrusu rahmetim gazabımı geçmiştir.“ (Buharî, Tevhid,. İbni Mace, Mukaddime 13, Zühd 35. Müsned 1/381)

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                              

DÖRDÜNCÜ DERS

01.07.2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

 

1- İman olarak:

a- Esma’ya iman, imanın esaslarındandır.

Allah’ın sıfatlarına ve isimlerine, Kur’an’da ve Sünnet’te anlatıldığı gibi iman etmek, araştırmak ve öğrenmek imanın gereklerindendir. Allah’ın sıfatlarını ve Esma’sını inkâr, insanı iman dairesinden uzaklaştırır.

Zira, Allah’ın (cc) kendi bildirdiği isim ve sıfatları kabul etmemek, inkâr etmek, onlar hakkında kötü zan sahibi olmak ancak inkâr ve şirk ehlinin yapacağı şeydir.

وَمَا كُنتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلَكِن ظَنَنتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيراً مِّمَّا تَعْمَلُونَ {22} وَذَلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنتُم بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ فَأَصْبَحْتُم مِّنْ الْخَاسِرِينَ {23}

“Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. .

Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz! (Fussilet, 41/22-23)

Alllah’ın (cc) sıfatlarıyle ve isimleriyle övülmesi O’nun razı olacağı bir ameldir.

 

b-Selbin nefyedilmesi,

Allah’ın (cc) zâtına ve varlığına yakışmayan, O’nun hakkında mümteni (imkansız) olan sıfatlara selbî sıfatlar denir. Zaten selb, kaldırmak, uzaklaştırmak ve tenzih etmek anlamındadır. Allah’ın zâtî ve subutî sıfatlarının zıddına sıfat-ı selbiyye veya tenzihat denmiştir.

Allah’a kemal sıfatlar ve Esmau’l-Hüsna uygundur. Bunların zıddı noksan sıfatlardır ve müslümanlar O’nun hakkında bunları düşünmezler.

Mesela; لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ

“Onu ne bir uyuklama, ne de bir uyku tutar...” (Bakara, 2/255),

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ {1} اللَّهُ الصَّمَدُ {2} لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ {3} وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُواً أَحَدٌ {4}‏“Doğurmadı ve doğurulmadı. O’nun hiç bir dengi yoktur.” (İhlas, 112/3-4)

وَمَا يَعْزُبُ عَن رَّبِّكَ مِن مِّثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء وَلاَ أَصْغَرَ مِن ذَلِكَ وَلا أَكْبَرَ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ {61}

“...Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbin’den uzak (gizli) kalmaz...” (Yunus, 10/61)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِن لُّغُوبٍ {38}

“Bize bir yorgunluk çökmedi.” (Kâf, 50/38)

 

c- Esma’yı tenzih,

Allah’ın Esması mutlak anlamda O’na aittir. Her bir Esma’nın kapsadığı mana, ifade ettiği şey, gösterdiği hedef; en yüce, en nihâi, en mükemmel anlamda O’nda vardır, O’na aittir.

Allah Teâla, bu sıfatlarından bir kısmını, sıfatlarının/isimlerinin kapsadığı mananın da bir kısmını varlıklara vermiştir.

Ki bunlara Esmau’l-Hüsnâ’nın tecellileri diyoruz.

Ancak varlıklara verilen kısım mutlak olmadığı gibi, mükemmel veya sonsuz değildir.

Müslüman Esma’yı varlıklara ait bu eksik, sonlu ve sınırlı sıfatlardan, manalardan tenzih eder.

Ancak, Allah’ı mahlûkata benzetirim korkusuyla bütün isim ve sıfatlardan, mutlak anlamda tenzih etmeye kalkarsa, o zaman da  varlıkla/oluşla ilgisi kalmayan bir tanrı tasavvur etmiş olur.

 

d-Teşbihten sakınma,

Burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da Allah’a ait isim ve sıfatları, varlıklara ait isim ve sıfatlara, ya da varlıkların sahip olduğu sıfatları Allah’ın sıfatlarına benzetmemek.

Şüphesiz ki Rabbimiz kendini insana, insanın bildiği kelimeler, nüanslar ve mefhumlarla tanıtıyor. Bir anlamda kendi Zâtına ait şeyleri, bizim algı seviyemize indiriyor. Biz O’nu kapasitemiz ölçüsünde algılayabiliriz.

Esma, muhtevası yönüyle sıfat özelliği taşırlar. Adeta, hakikatın bir ucu aşkın ve mutlak olanı, dolaysıyla kavranılamayanı temsil eden isme, bir ucu da tecellileriyle her an hayatın içinde aktif olan varlığını temsil eden sıfat ve fiillere bağlanmıştır.

İsimlerle mahlukat dışında mutlak varlığı resmederken, bir yandan da semi basar gibi ilk duyuşta varlıklardan yola çıkarak kavranılabilen sıfatlarla anar.

Allah’ın zâtı münezzehtir. O’nun hakikatini beşer aklı kavrayamaz. Fakat O zâtına ait bir bilgiyi Esmasıyla beşer aklına inzal etmiştir. (Allah, M. İslamoğlu, s:79)

O’nun fiil ve Esma’sının varlıklara teşbih edilmesi, şirke kapı açar.

Nitekim insanlar Allah’ı önce bir şeylere benzettiler, sonra cisimleştirdiler. Cisimleştirdikleri şeylere de tanrı diye inanmaya ve tapınmaya başladılar.

 فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجاً يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ {11}

“O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. (Şura/11)

 

2-Amel (eylem) olarak:

a- Esma’yı öğrenmek,

“Doğrusu Allah’ın doksandokuz ismi vardır. Kim bu isimleri sayarsa cennete girer.” (Buharî, Tevhid 12, Daavât 69, Şurut 18. Müslim, Zikr 6. Tirmizî, Dua 82, Müsned, 2/258, 267,314, 427, 499, 503, 516)

Buradaki saymadan/ezberlemeden maksat nedir. Hadiste geçen ’ahsâ’ kelimesini nasıl anlamak gerekiyor?

‚İhsâ’, bir şeyin miktarını bilmek, saymak, anlamak demektir.

‚İhsâ, istatistik, ‚ihsâu’n-nüfus’ nüfus sayımı demektir.

Bizim yörede ‚saymak’ kelimesi aynı zamanda değer vermek, saygı göstermek, adam yerine koymak manalarında kullanılır.

Türkçe sözlükte saymak; önemsemek, benimsemek, göz önüne almak gibi manalara da gelir.

Allah’ın isimlerini saymak, parmak sayısından öte, her birinin ne ifade ettiği, Allah’ı (cc) bize nasıl tanıttığını anlamaya çalışmak olsa gerektir.

Nitekim, İbni Hacer’in naklettiğine göre; İbni Battal ‚ihsa’yı, Esma’yı hayata uygulama, onlarla amel etme şeklinde anlamıştır. Onun verdiği örneğe göre kul, er-Rahîm, el-Kerîm gibi isimlerin gereklerine uymalı.

Allah kulundan bu esmanın yansımasını ister. İnsanın şefkat ve merhametle donanmasını, bu isimlerin insandaki tecellisi olarak görür.

İbni Hacer, Esmayı ezberleyenleyip onları gereği gibi hayata koymayanları, Kur’an’ı ezberleyip de hayatına uygulamayanlarla bir tutar.

İbni Atiyye, ‚ihsa’yı, saymak, hıfzetmek, bunlara ve muhtevalarına iman etmek, Esmayı yüceltmek, onların sırrına ulaşmaya rağbet etmek, ilâhî Esma ile hayat ve insan arasındaki irtibatı keşfetmek olarak açıklamış.

Ebu Nuaym İsfehânî, Hadiste geçen ‚ihsâ’ etmek, Esmayı sayıp sıralamak değildir. Asıl ihsa, Esmayı hayata geçirmek, anlamları üzerinde düşünmek, onları kavramak ve onlara gereği gibi iman etmektir demiş. (Allah, M. İslamoğlu, s: 96-97)

Kimilerine göre Allah’ın isimleri saymanın üç mertebesi vardır:

Birincisi: Onların lafızlarını ve adetlerini saymaktır.

İkincisi: manalarını ve medlüllerini anlamaktır,

Üçüncüsü: A’raf 180de geçtiği gibi Esma ile dua etmektir. (Şerh-i Esmaillahi’l-Hüsnâ, s: 43)

 

b-     Edeple hitap,

Sevdiklerimize, ya da büyük bildiklerimize bilgimizin, kültürümüzün, geleneğimizin, dilimizin geliştirdiği en güzel kelimelerle hitap ederiz. Bu hitaplarda kullandığımız kelimeler aynı zamanda kimliğimizin de bir parçasıdır.

Allah Teâla, ta’zim edilmeye ve sevilmeye en layık olandır. Onun isimlerini anarken saygılı olmak, övgü ifadeleri kullanmak mü’minin edebindendir.

Allah lafzı, yüce Yaratıcımız'ın özel adıdır. Sahih olan gö­rüşe göre hiçbir kelimeden türememiştir. Başka hiçbir varlığa isim olarak verilmemiştir, verilemez de.

"Allah" ism-i şerifi, diğer bütün isimleri içinde toplar; hep­sinin manasını ihtiva eder. "Allah" ism-i şerifini zikreden bir kimse, bütün esma-i hüsnayı zikretmiş gibi olur.

"Allah" ism-i şerifinin dışındaki isimler, kullar için de kulla­nılabilir. Ancak ismin önüne (kulu) manasına gelen "abdü" ke­mesini eklemek lazımdır. Mesela Kadlr yerine Abdülkadir is­i verilmelidir. Mana: Kadir olan Allah'ın kulu olur. Aynı şekil­e Kerım yerine Abdülkerim, Samed yerine Abdüsssamed, affar yerine Abdülgaffar isimleri verilirse, hem mana vakıaya uyar, hem de kullanımda sıkıntı ortadan kalkar. Esma-i hüsnadan bazı isimler kullar için doğrudan kullanıldığında Manasını kula göre düşünürüz.

Mesela Allah Teala Kur'an-ı akim'de kendisini "el-Mümin" olarak vasıflandırmış, Peygamber'ine tabi olanlara da "Mümin" ismini vermiştir. Lafızlar aynıdır, fakat manalar farklıdır,

Esma-i hüsnadan bir isim zikredilince, peşinden "celle celalühü ve çelle şanuhü" ya “sübhanehu teala”, yani "azameti ve şanı yüce olsun" manasındaki hürmet ve saygı ifadesi eklenmelidir. Allah ism-i şerifinden sonra "Teala" veya “Celle celalühü” ifa­esi de söylenebilir.

Esma-i hüsnayı çerçeve yaptırıp duvara asmakla yetinme­meliyiz. Bizden istenen, onu ezberleyerek veya yazılı metin­den okuyarak yüce Rabbimiz'i zikretmektir. Esma-i hüsna zikredilerek maddi manevi birçok hastalık tedavi edilebilir. Bunun için ihlas, edep ve helal lokma şarttır.

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَاناً وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ {2}

Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.“ Enfal

 

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنسَكاً لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَى مَا رَزَقَهُم مِّن بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ أَسْلِمُوا وَبَشِّرِ الْمُخْبِتِينَ {34} الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَى مَا أَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِي الصَّلَاةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ {35}

Biz, her ümmete -(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah'ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlahınız, bir tek İlah'tır. Öyle ise, O'na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlaslı ve mütevazi insanları müjdele!

Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcarlar.“ Hac

 

c- İsimleri zikretmek,

Yukarıda geçen hadisi hatırlayalım, Esma’yı öğrenen, kavrayan, hayatına ahlâk, edep ve takva olarak yansıtan onları zikrediyor demektir.

Allah’ı tesbih Kur’an’ın emridir. Tesbih ‚sebh’ kökünden gelir. Sebh, uzaklaşmayı, hızla gitmeyi, hareket halinde olmayı ifade eder. Kur’an, varlığın sürekli tesbih halinde olduğunu söylüyor. Sübhanellah, varlığın hareket, değişim-gelişim yasasını koyanın Allah (cc) olduğunu beşer diline konulmuş ifadesidir. (İslamoğlu, M. Allah (cc), s: 111)

Tesbih aynı zamanda Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etmektir. Esma’yı  her söyleyiş subnanellah demektir.

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيراً {58}

Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.“ Furkan

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً {41} وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {42} هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيماً {43}‏

“Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.” Ahzab

 

d-Allah’ın isminin anıldığı mescidlere hürmet,

Sadece Allah’ın isimlerine değil, hatta o isimlerin anıldığı mescitlere bile hürmet gerekir.

O isimlerin yazıldığı kitaplara, levhalara da saygı duymalı. 

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُوْلَـئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ لهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ {114}

„Allah'ın adının O'nun mescidlerinde anılmasına mani olan ve onları tahrip etmek için çalışan kimseden daha zalim kim olabilir? İşte böylelerinin bu yerlere [Allah] korkusu dışında bir sâikle girmeye hakları yoktur? Onlar için bu dünyada zillet, ahirette ise korkunç bir azap vardır.“ (Bakara, 2/114)

 

 فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَن تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ {36}‏

“İÇLERİNDE [yalnız] kendi ismi anılsın diye Allah'ın yükseltilmelerine izin verdiği evlerde O'nun kudret ve yüceliğini sabah akşam dile getiren [öyle].” (Nur, 24/36)

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

BEŞİNCİ DERS

08.07 2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

 

e-İsmiyle başlamak: Besmele

Besmele Kur’an’da 3 yerde geçiyor:  Fâtiha, 1/1. Hûd, 11/41. Neml, 27/30.

 

وَقَالَ ارْكَبُواْ فِيهَا بِسْمِ اللّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ {41}

“Böylece [kendisini izleyenlere Nûh]: “Haydi, binin artık,” dedi, “yürümesi de, demir atması da Allah adıyla olan bu gemiye! Doğrusu, benim Rabbim gerçekten bağışlayıcıdır, esirgeyicidir!” (Hûd, 11/41)

 

قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ {29} إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ {30} (Neml, 27/29-30)

Tevbe suresi hariç bütün surelerin başında yer alır.

Helâl ve hayırlı bir işe başlarken Allah’ın adını anmak, her müslümanın üze­rinde

titizlikle durması gereken görevlerindendir. Kur’ân’da buna işaret ediliyor.

فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْراً فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ {200}

Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.(Bakara, 2/200)

 

فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلاَةَ فَاذْكُرُواْ اللّهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلَى جُنُوبِكُمْ فَإِذَا اطْمَأْنَنتُمْ فَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ إِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَاباً مَّوْقُوتاً {103}

„Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.“ (Nisâ, 4/103)

 

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلاً {8}

„Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O'na yönel.“ (Müzzemmil, 73/8 )

 

Besmele alemlerin Rabbi Allah’ı işine karıştırma şuurudur. Ya da Allah’tan bağıösız hiç bir şeu yapamayacağının dikkatine olmaktır.

İşine basmele ile başlayan şunları yapmış olur:

1-Niyeti ortaya koymaktır.

Müslüman besmeleyle bir işi Allah adına yapması gerektiği ve sadece O’nun

rızasını istediğini ortaya koyar. O’nun rızâsı için

O’nun Rahmân ve Rahîm isimlerinin tecellî etmesini beklediğini ifade etmiş olur.

2-Besmele İslamın işarıdır:

Başkaları ya putlarının adıyla , ya da keyiflerine göre bir işe başlarlar.

Müslümanlar ise Allah adına başlarlar.

3-Besmele, Allah’la yapılmış bir sözleşmeye (ahd ve misak) sadakattir:

Onun için besmele sadce Allah adıyla yapmak değil, bir ameli aynı zamanda Allah adına da yapmaktır.

Allah, Rahmân ve Rahîm sıfatlarıyla bize merhametle muâmele edeceğini vaadediyor. Biz de, im­tihan için bize verilen irâdeyi istismar etmeyeceğimizi ve O’nun ilkelerine bağlı kalacağımızı besmeleyle kabullenmiş oluyoruz.

4-Besmele, Allah’ın tesbit ettiği kulluk programını kabul etmektir.

Besmele çeken kul, şöyle demiş olur: “Yâ Rab­bi, şu an, kulluk maddelerinden birini işleyeceğim. Senin ismini anıyor ve iznini istiyorum.”

Besmele çekmek, bir ameli niçin yaptığının farkında olmaktır. O bir nevi şuurdur, halis niyettir ve dikkatliliktir.

O yüzden haramlara besmele çekilmez.

Besmeleden maksat, yapılan işte bereketin artmasını taleptir. Haram veya

mekruh bir fiilin çoğalması ve bereketi istenemez.

Kâmil bir müslüman da, besmele çekemeyeceği bir işi yapmamaya özen gösterir.

5-Besmele müslümanı eğitir, terbiye eder, kötülüklerden uzak tutar.

Bir amelin salih olup olmaması, müslümanın ona besmele ile başlayıp başlamadığından belli olur.

Çünkü besmele çeken bir kimse, ağzından çıkan ifade ile yaptığı eylem arasında bir paralellik kurmak zorunda olduğunu, eliyle dilinin birbirini yalanlamaması ge­rektiğini düşünür.

Besmele, kötülük ve haramları işlemeye hakkımız olmadığını bize hatırlatır.

6-Hamd ve şükür.

Müslüman işine besmele başladığı zaman o işi Allah sayesinde yapabildiğini

hatırlar. O’nu hatırlayarak hem hamdeder, hem de nimet verdiği için şükretmiş olur. Böylece yaptığı işi bereketlendirmiş olur.

 وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ {7} 

"Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti." (İbrahim, 14/7)

 Peygamber (sav) şöyle buyurur:

“Besmele ile başlanmayan her iş bereketsiz ve güdüktür.” ( İbn Mâce, no: 1894)

7-Bağlanma (ilsak).

Besmele Allah ile kul arasındaki samimi ilişkidir.

Mü’min besmele ile Allah’a karşı saygısını ve sevgisini dile getirir,  bağlılığını göstermiş olur.

Her işe besmele çekmek kulun Allah’la olan bağını sembolize eder.

8-Dua.

Besmele ile mü’min Allah’a dua etmiş olur. Besmeledeki Rahman ve Rahim isimlerinin tecellilerini bekler.

O’ndan yardım diler.

Zira O’nun verdiği güç ve rade olmasa kul hiç bir şey yapamaz.

Mü’min bir işe başlarken besmele söyler, böylece “bu hayırlı işi tamamlama gücünü ver ve bunu hayırla tamamlamayı nasip eyle” der.

9-İzin.

Mü’min besmele ile zımnen Allah’tan o iş için izin istemiş olur.

Bir müslüman besmele çekmekle, “nefsim veya başka bir tanrı  adına değil; Allah adıyla ve O’nun izniyle başlıyorum.” demek ister.

Allah da helal olan işlere izin verir. Onun için harama besmele ile başlanmaz.

Bunun tipik örneği eti yenilen hayvanların besmele ile kesilmesidir. Allah (cc) o gibi hayvanların etlerini, kendinden izin alınarak kesilmesi durumuda helal sayıyor.

10-Zikir.

Besmele aynı zamanda bir zikirdir.

İnasan unutur. Besmele ona unuttuklarını hatırlatır. Müslüman besmele ile unuttuğu değerlerin kaynağını, yaptığı işin sonucunu hatırlatır. 

Zikrin amacı müslümanda Allah ve takva bilincini güçlendirmek olduğuna gore, besmele bunun için müthiş bir imkandır.

11-Yardım talebi.

Müslüman besmele ile Allah’tan yardım ister. Zira bilir ki Allah insana irade ve güç vermese, gücüne engel olacak bir özür verse o işi yapamaz. „La havele vela kuvvete“ veya „Hasbunallahü ve ni’nmel vekil“ diyen mü’min nihai kararın ve yardımın  sadece Allah’tan geldiğini şuurundadır.

Giriştiği işe güç ye­tirebilmesi için gerekli olan kudretin yüce Allah tarafından ihsan edilmesini te­menni ettiğini belirtmiş olur. Kendisinin devamlı olarak O’nun yardımına muh­taç olduğunu bildirmiş, böylece ezelî kudretin yardımını celbetmiş olur.

Besmele çeken mü’min, “O’nun müsaadesiyle bu işi yapıyorum. Çünkü, bu

başladığım işin tamamlanmasında gerekli olan kuvvet O’nun tarafından bana verilmiştir. O bana bu kuvveti vermezse, ben bu işi tamamlayamam” demek ister. (ŞİA, 1/226, 227)

Besmele, müslümanın elini attığı her işte, adımını attığı her yolda Allah ile beraber olduğunun, O’nun yardımıyla iş yaptığının şuurunda olmasını sağlar/sağlamalıdır.

12-İman ilanı.

Zira Besmele, müslümanın alâmet-i fârikalarından (ayırıcı özelliklerinden) birisi­dir.  Müslümanın her işi Allah’ın adıyla ve O’nun emir ve müsaadeleri doğrultu­sunda olmalı.

13-Sekülerizme reddiye.

İşlerine besmele başlayan müslüman seküler dünya görüşünü, materyalizmi, ateizmi, laisizmi reddediyor demektir.

Yani o Allah’tan bağımsız bir hayat, oluş düşünemez. Allah’ı her işine dahil etmiş olur. Ya da Allah’ın her şeye müdahil olduğunu itirat etmiş olur.

Besmelesiz bir dünyada besmele, müslümanın iki dünyalı yaşaması gerektiğini hatırlatır.

İslâmî dünya görüşünün anahtarı mesabesindedir. Laik dünya görüşü “besmelesiz” olmaktır. Laik olmakla olmamak arasındaki fark, besme­leli olmakla olmamak arasındaki fark kadardır.

Besmeleli yapılan iş, meşrûiyetini Allah’tan alır ve meşrû işlere besmele çekilir. Besmelesiz işlerse şeytana lâyıktır.

Müslümanın her işinde ‘evvel Allah’ olmalı. Yani mü’min, başlayacağı işi ya­pıp yapmama konusunda önce Allah’a danışmalı.

Müslüman şeytanın iğvâsına karşı direnme bilinci yeniler, hayatını besmeleyle

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

ALTINCI DERS

30.09 2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

-      Derslerin amacı

Mü’min, duyduğu veya zannettiği ilaha/ilahlara değil; Kur’an’ın ve Hz.

Muhammed’in anlattığı Allah’a inanandır. Esma, Kur’an’da Allah’ın kendisini tanıtması, kendisine ait özellşikleri insan idrakine, insanın anlayacağı şekilde indirmesidir. Yoksa içkin olna insanın aşkın olan Allah’ı kavraması, bilmesi, idrak etmesi mümtenidir.

-      Allah’ın hakkıyla idrak etmenin anlamı. O’nu esma sıfat ve fiilleriyle,

Kur’an’ın anlattığı gibi anlamaya çalışmaktır. Allah’ı hakkıyla takdir etmek, O‘na şirk koşmamak, O’nu tevhid etmektir. Yalnızca O’na ibadet etmek, O’nun makamına yakışan saygıyı göstermek, O’na şükretmesi gerektiği artık anlamaktır.

-      Her mü’min, ma’rifetiyle ârif olmaya adaydır. Ma’rifet Allah’ı ayetleriyle,

esma, sıfat ve fiileriyle hakkıyla tanıyabilmek, anlayabilmektir. Bu konuda şuurlu, ihlaslı ve tayakkuz halinde olmaktır. Yeryüzünde halife olması için yaratılan her insan bunu bilmesi gerekir.  Bu, her insan arif olmaya adaydır. Yani arif olmak, marifet sahibi olmak görevindedir.

-      Marifet iman dengesi. İman marifeti, marifet imanı destekler. İmaı güçlü

olanın marifeti, marifeti güçlü olanaın imanı kuvvetlenir.

-      Allah (cc) hakkıyla esma, sıfat ve fiilleriyle tanınır. Öyleyse O’nun isimlerini

tanımak, anlamaya çalışmak, onlarla dua etmek, onlarla tevessül etmek, onların tecellilerini beklemek mü’minin iman borcudur.

 

f- Allah’ın ismiyle okumak;

1-‘Allah’ın adı’ bir anahtardır:

‘Allah’ın adı’ hayatın her alanında insanın önüne çıkan duvarlarda açılan kapıdır. Dahası kapalı kapıları ardına kadar açan en muhteşem anahtardır.

İlk ayetler aynı zamanda bir emirdir: “Yaratan Rabbinin adıyla/adına OKU” (Alak, 96/1)

Oku emri insanın bilme ve bildirme, öğrenme ve öğretme, anlama ve anlamlardırma, kavrama ve dile dökme, tanıma ve tanımlama yeteneklerinin tümünü kapsar.

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ {1} خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ {2} اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ {3} الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ {4} عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ {5}

 

2-Vahiy Allah adıyla okumayı emreder:

Esmau’l Hüsna Allah adıyla okumanın anahtarıdır. Kur’an, muhataptan okumasını değil Allah adıyla okumasını ister.  

Emrin vurgusu da okumaya değil, Allah adıyla okumayadır. Çünkü bütün akletme faaliyeti zaten bir okumadır.

Gören, işiten, dokunan, tadan, düşünen, öğrenen insan, ister-istemez okuma işini zaten yapmaktadır. Fakat yanlış okumaktadır. Yani yanlış anlamakta, yanlış anlamlandırmakta, yanlış bilmekte, yanlış bildirmektedir.

Doğru okumanın garantili anahtarı Allah adına okumadır.

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

YEDİNCİ DERS

21.10 2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

 

f- Allah’ın ismiyle okumak;

 

3-Allah’ın ismi okumada refensa işaret eder:

Bu emir zımnen şöyle bir uyarıdır: İnsan hakikati referansız kavrayamaz. 

Bir şeyi kim adına okuyorsanız, ona referansla anlıyorsunuz, ya da anlam veriyorsunuz demektir.

Allah adına okuma, varlık kitabını Allah’a referansla anlama ve anlamlandırmaya çalışmaktır.

Varlığı Allah adına okumamak, varlığı sahte ve ait olmadığı referasla okumaya çalışmaktır.

Referansı yanlış olan okumanın ve anlamın kendisi de yanlıştır.

Ayet “OKU yaratan Rabbin adına”  şeklinde de anlaşılabilir.

Ayette yaratma olayına vurgu yapılarak hem insanın, hem başka varlıkların yaratılışına dikkat çekiliyor.

İnsandaki okumayı da, varlıklar üzerinde araştırma yapma yeteneğini de, okuyup anlayabileceği nesneleri de yaratan Allah’tır.  Bu noktada insanın şükretmemesi nankörlüktür.

Rabbinin adıyla okumak öyleyse “şükretmek üzere oku” anlamına da gelir.  

 

4-Allah adına okuma insanın görevine işarettir:

Okuma emri insana veriliyor. İnsan da Allah’ın emrine amade olmalıdır. Bu ayette, Allah’ın emrine amade olması için yaratılan insan, Allah tarafından emrine musahhar kılınan varlıkları (tabiatı) okuması emrediliyor.

Bu emir insanın yeryüzündeki halifelik görevine bir göndermedir. Öyle ya insan halife olarak yaratıldı (Bekara 22/30), halifelik görevini yapabilecek imkanlarla donatıldı, yeryüzü onun emrine verildi.

Allah adına okuyan kimse okuduğu Zat adına anlar, manalandırır, başkasına O’nun adına aktarır.

Kainat bir kitap olduğu gib üzerindeki hayat da bir kitaptır. Bu ayet zımnen, hayatı da O’nun adına anlama ve kendi hayatını da O’nun adıyla inşa etme görevini kapsar.

 

5-Allah adına okumak aşkın olanla irtibatı keşfettirir:

Allah adına okumak, okumaya konu olan her şeyin kutsal ve aşkın olan ile olan irtibatını keşfetmektir. Çünkü Allah’ın adı kutsal ve yücedir.

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ {78}‏

„Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.“ (Rahman, 55/78)

Yüce olan bir isim adına okumak, okuyan herkesi ve okunan her şeyi O Yüceden yola çıkarak anlamaya çalışmak demektir.

 

6-Allah adına okumak hayata kimin müdahele ettiğini anlamaktır:

“Yaratan Rabbinin adıyla OKU” emri, Allah’ın hayata her an müdahele ettiği görebilmektir. Çünkü Allah (cc) hayatın ve varlığın kaynağıdır. O her yerde vardır. Onun her yerde var olduğunu O’nun adı ile bakan göz, O’nun adıyla işiten kulak duyar, O’nun adıyla işleyen akıl anlar, O’nun adıyla bilen bilinç kavrar, O’nun adıyla hisseden yürek fark eder.

“Hayata kim müdahele ediyor?” sorusunun anahtarı Allah’ın adıdır.

Bundan dolayı hayatı O’nun adı kuşatmalı. Hareketlerimiz O’nun adıyla olursa bir değer kazanır, salih amel olur ve Allah’a yükselirler.

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعاً إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ {10} Fatır

 “Kudret ve ihtişam arayan kimse [bilsin ki] gerçek kudret ve ihtişam [yalnız] Allah'a aittir. Bütün güzel sözler O'na yükselir; bütün doğru ve yararlı işleri O yüceltir. Sinsi şekilde kötü fiiller tasarlayanlara gelince, onları şiddetli bir azap beklemektedir; ve onların bütün tertipleri de yok olup gitmeye mahkumdur.“  (Fatır 35/10)

 

7-Allah adıyla okumak O’nun isimlerini yüceltmedir:

Kur’an’da bir kaç yerde Allah adının yüceltilmesi emrediliyor:

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ {74} Vakıa

„Öyleyse kudret sahibi Rabbinin ismini yücelt!“ (Vakıa 56/74, 94, Hakka 69/52)

Bu ayetler  ‘Onu yüceltme’ye değil, O’nun ismini yüceltmeye vurgu yapıyor. Çünkü O zaten yücedir. Ancak insan O’nun yüceliğini anlasın diye O isimleriyle insanın idrakine, anlayışına tenezzül ediyor (iniyor).

Allah (cc) zatı ile ilgili bilgileri Esmau’l-Hüsna ile bildiriyor, insana inzal ediyor. İnsan bu inzale akleden kalbin miracı ile cevap vermelidir. Kalp aklederse, anlarsa, teslim olursa, O’nun adıyla hareket ederse mirac eder, yücelir.

Kişi bu ilahi ihsana, lütfa ve ikrama ancak böyle şükredebilir.

 O’nun adını yüceltme/yüce tutma emri şöyle anlaşılmalı:

“O madem ki size kendini tanıtmak için esma ve sıfatlarıyla sizin anlayışınıza, bilincinize tenezzül etti buna karşılık siz de O’nun adını yüceltin.”

Aşkın ve yüce olan Varlık, sizin bilincinize kendisiyle ilgili bilgileri indirmiştir. O zaman O’nun adını O’na yakışır tarzda zikredin.

İnsan O’nun adını yüce tutmakla O’nun adını yüceltmiş olmazsınız. O zaten yücedir. Ancak kendinizi yüceltmiş olursunuz. Böyle O’nun isimlerinin tecellilerini aklınıza ve ruhunuza iki kanat yapıp bu aşağı olan dünyadan yüceliklere doğru uçurursunuz, onları bu dünya zindanından biraz olsun uzaklaştırırsınız.

 

8-Allah adıyla okumak tefekkürdür:

“Yaratan Rabbinin adıyla OKU”

Allah’ın kelamını teleffuz et, dile getir ve anlayarak, üzerinde dura dura oku.

Her şeye besmele ile başla, okumaya da. Her konuda olduğu gibi okuma konusunda da Rabbinden yardım iste.

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ {98}a

“Şimdi, Kur’an okuyacağın zaman, hemen o kovulmuş şeytana karşı Allah'a sığın.“ (Nahl 16/98)tta kur’an okumaya bile O’nun adıyla başla.

Peygambere hitaben, Kalbine yazılan vahyin ışığında hakikatin parçaları arasında bağ kur.

Alemdeki her bir parçanın aslında bir bütüne ait aldığı olduğunu ve hikmetini düşün.

Varlığı Allah merkezli oku.

Allah’tan bağımsız bir bilgi ve bilim anlayışını reddet.

Kur’an’ı besmele ile okuduğun gibi, kainattaki ayetleri de Allah’ın adıyla oku. Böyle yaparsan, kainattaki şeylere Allah’ın ayetleri diye bakarsan, Kur’an okumak ile kainatı okumak arasında fark olmadığını göreceksin.

Allah Hakikat ilmini öğrenmek üzere insanın önüne üç kitap koydu: Kur’an, Kainat ve insan.

Her üçünü de Allah adıyla okuyanlar hem zikretmiş (ibadet etmiş) olurlar, hem de Hakikatin ilmini öğrenirler.

İnsanı ve kainatı besmelesiz okuyanlar, yani Allah adına okumayanlar, onun emanet olduğunu bilmedikleri gibi değerini de takdir edemezler.

Onun için hem arzı tahrip ederler, hem insanı. Böyleleri insanı sömürmekten, kullanmaktan, meta haline getirmekten çekinmezler.

İnsan ayetini (kitabını) Allah adıyla okuyanlar ona asla zulmetmezler.

 

9-Allah’ın adıyla okumak keleme ve yazıya işarettir:

İlk inen bu ayetlerde okumanın iki defa tekrar edilmesi, kaleme ve yazıya dikkat çekilmesi, İslama göre okumanın ve bilginin önemli olduğuna bir işarettir.

Bilindiği gibi Allah (cc) Hz. Adem’e isimleri öğretti. (2 Bekara 31) Böylece Adem yani insan kavrama, anlama, isimlendirme ve bunlar arasında irtibat kurabilme yeteneği kazandı.

Buna Rahman suresinde farklı bir şekilde işaret ediliyor.

الرَّحْمَنُ {1} عَلَّمَ الْقُرْآنَ {2} خَلَقَ الْإِنسَانَ {3} عَلَّمَهُ الْبَيَانَ {4} Rahman

“Rahman. Kur'an'ı öğretti. O, insanı yarattı: Ona beyanı (konuşup, düşüncelerini açıklamayı) öğretti.“

Mademki insanı yaratan, biçim veren, rızıklandıran ve bu kabiliyetleri veren Allah’tır, öyleyse insana düşen Allah adıyla okumaktır. Kalemi, yazıyı, ilmi Allah adına kullanmaktır.

 

10-Allah adına okuma emri Besmeleye işarettir.

Allah adıyla okumak, Allah’ın adını hayatın her alanında hatırlamak, hayatın her alanına Allah’ın adını yazmaktır.

Kur’an, O’nun adının her akşam ve sabah anılmasını istiyor:

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {25}

„Sabah akşam Rabbinin adını zikret.“ (İnsan 76/25)

Mabedlerde sadece O’nun adı anılmalı:

فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَن تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ {36}‏

„(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;“ (Nur 24/36)

İnsan sadece O’nun rızk olarak yarattığı, O’nun adıyla boğazlanan, yalnızca O’ndan izin alınarak kesilen hayvanları yemeli.

 وَلاَ تَأْكُلُواْ مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ {121} En’am

„Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.“ (En’am 6/121)

Zira her canı veren el-Hayy olan Allah’tır.  Varlığı Allah adıyla okuyup anlamaya çalışan canlara, canları veren yüzünden saygı duyar.

Allah’ın adıyla okumak bir diğer mana ile her bilinçli ve meşru eyleme/işe Allah adıyla başlamaya işarettir. Besmele ile kişi Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerine sığınır, O’ndan yardım ister, işinin hayırla ve yardım istediği Zat’ın rızasına uygun bitmesini ister. 

Besmele aynı zamanda Allah’ı zikirdir. Ezelde yapılan ahde ve misaka sadakattir.

Besmele sadece Allah adıyla yapmak değil, Allah adıyla yapmaktır. Besmele çeken, “Allah’ım bu işi senin verdiğin imkanlarla yapabiliriyıorum. Sana şükürler olsun” demiş olur. (M. İslamoğlu, Esma-i Hüsna s: 41-44 faydalanarak)

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

SEKİZİNCİ DERS

28.10 2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

 

g-Esma-i Hüsna ile Dua ve ibadet

Allah Teala, bizlere güzel isimleri ile kendisine dua etme­mizi emretmiştir.  

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {180} A’raf

"En güzel isimler Allah'ındır. O'na bu güzel isimlerle dua edin. Allah'ın isimlerinde yanlış yola sapanları terkedin. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir" (A'raf, 7/180).

Şu şekilde de mana verilebilir: „Yetkinlik ve kusursuzluğa dair nitelikler (Esmau’l-Hüsna) (yalnızca) Allahâ aittir. Öyleyse, bu niteliklerle artık yalnız Allah’ı çağırın...“

 

- Dua Nedir?

‘Dua’ sözlükte, çağırmak, seslenmek, yakarmak, yardım isteğinde bulunmak, isimlendirmek, sığınmak ve ilgi kurmak gibi anlamlara gelir.

Kavram olarak ‘dua’, kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisine lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder.

‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arzetmesi (sunması) olduğuna göre, bu, kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir. Bu ilişkide kul, kendini yaratan ve rızık veren Rabbine halini arzeder, acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir, hatalarını ve eksikliklerini iletir; bunun karşısında o Yüce Makam’dan yardım, bağış, af ve merhamet, güç ve destek ister.

Bu durum, kulun Allah’a bir bağlılığı, bir teslimiyetidir.

وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَكُمْ وَلا أَنفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ {197}

“O’ndan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.” (7/A’raf, 197)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَن يَخْلُقُوا ذُبَاباً وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَإِن يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئاً لَّا يَسْتَنقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ {73}

„Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!“ (22/Hacc, 73)

Bir kulun Allah’tan bir şey istemesi de elbette diğer insanlardan istemesi gibi olamaz. Onun, Allah’tan bir şey istemesi aşağıdan yukarıya doğru, aciz olandan güçlü olana doğru bir yakarıştır.

 

-      Dua O’nun emridir,

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ {60}

“Rabbiniz dedi ki : ‘ Bana dua edin, size icabet edeyim (karşılılığını vereyim). Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenenler (müstekbirler) boyun bükmüş olarak Cehenneme gireceklerdir.” (40 Ğafir/60)

         ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ {55} وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاً إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ {56}

“Rabbinize yalvara yalvara ve içten dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulmasında sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (7 A’raf/55-56)

Mü’minler bu ayetleri işitirler, kabul ederler ve dua ile de ibadet etmek üzere harekete geçerler.

Müstekbirler kendilerini Allah’tan müstağni gördükleri için duadan kaçınırlar, yani kendilerini üstün makamda görürler, Allah’tan bir şey istemeye tenezzül etmezler.

Dua etmeyen kullarına karşı Allah’ın sitemi şöyledir:

قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً {77}

“De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık  (bunun azabı) kaçınılmaz olacaktır.” (25 Furkan/77) 

 

-      Allah duaları işitir

Rabbimiz (cc) kullarına yakın olduğunu, dua edenlerin dualarına karşılık vereceğini, insanların O’nun çağrısına uymaları gerektiğini haber veriyor.

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ {186}‏

„Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.“ (2/Bakara, 186)

Kur’an’ın bir çok âyetinde Peygamberimize sorulan sorulara ‘söyle ki, de ki’ sözüyle başlayan cevaplar verilmektedir. Ancak bu âyette, ‘kullarım sana benden sorarlarsa ben onlara yakınım’ buyurmaktadır. Diğer âyetlerde olduğu gibi ‘de ki’ sözü kullanılmamıştır. Buradaki yakınlık ‘dua’ ile açıklanmıştır ki, bu dua’nın arada bir aracı olmaksızın Allah’a yapılması gerektiğine bir işarettir.

Allah (cc), dua edeni, acizliğini idrak edeni, bağışlanma dileyeni sever. Çünkü dua etmek, bir anlamda Rabbe itaat ve boyun eğmektir,  

Kulun bu şekilde davranması iman ve teslimiyettir.

Dua’nın ihlas, samimiyet, alçak gönüllü bir halde olması gerekir. A’raf 55. Ve 56. Ayetleri tekrar hatırlayalım.

Bu şekilde yapılan bir dua Allah’a yakınlık aracıdır ve ibadetlerin en üstünüdür.

 

-      Duanın Mahiyeti

Ğafir/60da dua ile ibadet kavramları beraber anılıyor. Buna göre ‘dua’ mü’minler için ibadettir. Allah’ı Rabb bilip O’nun önünde secdeye kapananlar, ihtiyaçlarını Allah’a bildirirler ve O’ndan yardım dilerler. Fatiha Sûresi’nde sürekli ‘Yalnız sana sığınırız ve yalnızca senden yardım dileriz’ ifadesini tekrar ederler.

Dua etmeyi önemsemeyenler, ibadeti önemsemeyenlerdir.

Esasen insan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Hatta müşrikler bile sıkışınca Allah’tan yardım isterler:

وَإِذَا مَسَّ الإِنسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنبِهِ أَوْ قَاعِداً أَوْ قَآئِماً فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَن لَّمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَّسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {12}

“İnsana bir zarar dokundumu, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder: zararı üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarar için Bize dua etmemiş gibi döner-gider.” (Yunus 10/12)

فَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِّنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ {49}

„İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, «Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir» der. Hayır o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.“ (Zümer 39/49.

İslâma göre ise duanın ibadet olarak apayrı bir yeri vardır.

Peygamberimiz (sav); ‘Dua ibadetin iliğidir (özüdür)’ buyurmuştur. (Tirmizî, Daavât/1, Hadis no: 3371, 5/456.)

Yine Peygamberimiz (sav) ‘Dua ibadetin kendisidir’ diyerek Mü’min Sûresi 60. âyeti okudu. (Ebu Davud, Salat/Hadis no: 1479, 2/76. İbni Mace, Dua/1, Hadis no: 3828, 2/1258. A. B. Hanbel, 4/267, 271, 276. Tirmizî, Tefsir/42, Hadis no: 3247, 5/374.)

İslâma göre dua, bir psikolojik rahatlama aracı değildir. Hele hele bazılarının zannettiği gibi, işleri görünmeyen bir ilâh’a havale etmek hiç değildir. Dua, bir korkunun, bir endişenin, bir ürpertinin sonucunda bir sığınma, o ürpertiden kurtuluş arzusu da sayılamaz. Kimi dinlerde olduğu gibi kızgınlığından ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilâhlara el açmak da değildir.

Dua bir iman, bir aksiyon, bir çaba ve uyanıştır. Allah’ı ve O’na ait hakimiyeti, ilâhlığı tanıma, itiraf etmedir. Hayatın amacını idrak etme, yaşayışı proğrama koyma, ilerisi için hazırlık yapma, Din için çalışmaya (cihada) azmetme, toparlanma ve eksikliklerini gidermedir.

Dua, Allah’ın makamından sürekli bir istemedir. Bu isteme mü’min için itikat, bir şiar (müslüman olmanın işareti), bir hayat hedefidir. O, Allah’ın bitmez- tükenmez hazinelerini, iyi bir mü’min olma uğruna ister, onların yeryüzüne inmesini niyaz eder.

Dua mü’min için, yüce idealleri, dünya ve içindekilerden daha değerli şeyleri bulabilmenin, onlara ulaşmak için çaba göstermenin aracıdır.   

Dua, mü’mini ayrılığın yalnızlığından kurtarır. Dua, mü’minin, aşkının, muhabbetinin ve saygısının eyleme dönüşmüş şeklidir.

Mü’min, dua etmeden önce duaya hazırlanır. Yani o önce fiilî duada bulunur. İbadetini noksansız yapmaya çalışır. Varacağı hedef için gerekli çalışmaları yapar. Tehlikelere karşı yeteri kadar tedbir alır. Emredileni yapar, yasaklanandan kaçar. Bundan sonra da amelin kabulü için dua eder, gücünü aşan konularda Allah’tan yardım diler, eksikliğinin tamamlanması, hatasının affı için Allah’a sığınır, tevbe eder. Allah’a bağlılığını ve sevgisini dua ile ortaya koyar.

Duaya hazır olma noktasında Peygamberimizin tavrı örnektir. O, her konuda yılmadan, usanmadan çalıştı, Rabbinin rızası dışında hiç bir iş yapmamaya özen gösterdi ve sonra da ellerini açıp dua etti.

Mü’min, her konuda üzerine düşen görevi yaptıktan sonra duaya da başvuracaktır. Kısaca ‘dua etmeye yüzü olacaktır’.

 

- Duanın özelliği:

- Dua, kimden ne istediğini bilmektir,

- Dua, Alemlerin Rabbi olduğunu itiraftır,

- Dua, kulun Allah karşısındaki esas duruşudur,

- Dua fakrdır,

- Dua, acziyetini ve haddini bilmektir,

- Dua, kalbin Allah’la konuşmasıdır,

- Dua, aklın bitip, aşkın başladığı haldir,

- Dua yoksulluk ve aşktır,

Alexis Carrel: ‘Dua yoksulluk ve aşktır’ demiş.  Buna bilgi, hikmet, teslimiyet ve cehd’i de biz ilâve edebiliriz. 

 

-      Duanın Amacı

Müslümanın duasında kısaca üç önemli amaç olabilir:

1- Günahlarının affını isteme. Mü’min, elinden geldiği kadar günahlardan kaçınır. Ancak yine de hatalı olduğunu düşünerek sürekli affını ister, çaresizliğinden dolayı Allah’tan merhamet talebinde bulunur.

2- Ümit ve arzu. Mü’min, hakkıyla ibadet edebilme, hidâyette olabilme ve Allah’ın yardımına ulaşabilme arzusunda olur.

3- Allah’tan yardım, izzet, lütuf, rahmet, başarı isteklerinde bulunma. Bütün bu istekleri de gerekli çabayı gösterdikten sonra ortaya koyar. Mü’min, emirleri yerine getirir, yasaklardan kaçar, kulluğunu en samimi bir şekilde yapmaya çalışır. Sonra da yukarıda sayılan şeyleri Rabbinden ister. Mağfirete ulaşmayı, cezadan ve gazaptan kurtulmayı, Allah’ın rızasını hak etmeyi arzu eder.

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

DOKUZUNCU DERS

04.11 2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

 

h-Allah’tan isteme (duâ) adabı

 

-      Sadece O’ndan istenir;

مَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَآؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ {40}

„Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.“ (Yusuf 12/40)

(Fatiha, 4)

وَإِذَا مَسَّكُمُ الْضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَن تَدْعُونَ إِلاَّ إِيَّاهُ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الإِنْسَانُ كَفُوراً {67}

„Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.“ (İsra 17/67)

 

-      O’ndan O’nun isimleriyle istemek;

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {180}

"En güzel isimler Allah'a aittir. O isimlerle Allah'a dua ediniz" buyurur. (A'raf 180)

قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ أَيّاً مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً {110}

"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır...“ (İsrâ 17/110)

Allah’a duada iki önemli unsur vardır:

Birincisi: Senâ (övgü) duası ve ibadet,

İkincisi: Talep duası. O’na ancak Esması ve yüce sıfatlarıyla senâ edilir ve onlarla bir şey istenir.

Müslüman, Ya Mevcud!, Ya Şey! Ya Zât! Beni bağışla, bana merhamet et demez. Buna karşın hangi istekte bulunuyorsa, o isteğin gereği olan isim ile ister.

Böylece dua eden kimse hangi ismi söylüyorsa o isim ile Allah’a tevessül eder.

Peygamberimizin dualarına bakacak olursak, bazıların başının veya sonunun bu şekle uygun olduğunu görürüz.

Bizim içimizi dışımızı bilen Allah'ımız: "Ey iman edenler, Allah'ı çokca zikredin" buyurur. (Ahzab, 33/41)

Peki ama nasıl zikredeceğiz?

Şair:

"Kaddi yâra kimi ar-ar dedi, kimisi elif

Cümlenin maksudu bir amma rivâyet muhtelif" diyor.

Yani sevgilinin boyunu kimileri serviye benzetti, kimileri elife benzetti.

Hepsinin sevdiği ve anlattığı aynı ama kelimeleri ayrı.

Onun için Rabbimiz; "Size öğrettiği gibi Allah'ı zikredin" buyurmuş. (Bakara, 2/239)

Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'inde güzel isimlerini bize bildirmiş. , Peygamber Efendimiz de dualarında Rabbinin isimleri ile dua etmiş.

Kur'an ve sünnetin öğrettiklerinin dışına çıkarsak çok iyi niyetlerle biz de yanılabiliriz. "Allah'ın isimlerinde sapanları/sapıtanları bırakınız" buyurur. (A'raf 180)

Yukarıdaki hadisi tekrar hatırlayalım:

"Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68).

 

-      Allah’ın isimleriyle istemede adab

Allah’ın güzel isimleriyle (esmau’l hüsna) ile dua etmek Kur’an’ın emridir. (A'raf, 7/180).

Allah Teala'ya, güzel isimleri ile dua iki şekilde olur.

Birin­cisi; bu isimlerden biri, birkaçı veya hepsi ile O'nu yüceltmek, övmek ve zikretmek şeklindedir.

İkincisi de, bu güzel isimler­le Allah Teala'dan bir şey istemek, ilahı huzura ihtiyaç ve dertlerimizi açmak, onlarla yalvarmak şeklinde olur.

Kul, yü­ce Rabb'ine hangi derdini açacak ise, ona uygun bir ismi zik­rederek dua eder.

Mesela günahlara bulanmış fakat içi yanıp pişman olmuş bir kul elini açıp,

"ya Gaffar = Ey günahları affeden,

ya Rahim = Ey kullarına çok acıyan,

ya Settar = Ey günahları örten,

ya Tevvab = Ey tövbeleri kabul eden Allahım, beni affet" diyerek affını ister.

Başı darda kalıp bunalan bir kul, "Ya Rahman=Ey kulları­na rahmet eden,

ya Alim=Ey kullarının halini en iyi bilen,

Ya Hakim=Ey her işi hikmet üzere olan,

ya Aziz=Ey her şeye ve herkese hükmü geçen,

ya Kadir=Ey her şeye gücü yeten Allahım, benim şu sıkıntımı gider" diye dua eder.

Diğer isimler­le yapılan dualar da böyledir.

Allah'ın es-Selam, ismini çokça zikreden, fikreden ve bu şerefli ismin tecellilerinden bolca nasiplenen bir kul, önce bozuk düşüncelerden fikrini, şek ve şüpheden kalbini, yalan ve iftiradan dilini, haram ve zulümden fiilini te­mizler; kendisine ve başkalarına selamet olur.

Kimse ondan incinmez. Herkese selam verir, herkes ondan bir fayda görür. işte o zaman gerçek bir müslüman olur. Müslüman, "es-Se­lam" ismine mazhar olmuş kimsedir.

el-Hakim, her işini sağlam ve hikmet üzere yapan" ism-i şerifini çokça zikreden, fikreden ve onun tecellilerinden na­siplenen bir kul, bütün işlerini sağlam yapar, yerince davranır; sakat, bozuk, yersiz, sebepsiz iş yapmaz.

er-Rezzak, yarattıklarına gereken rızkı veren" ism-i şerifinin tecellisine mazhar olan kulun, kalbinde rızık en­dişesi, geçim kaygısı kalmaz, Allah'a tevekkül ve teslimiyeti tam olur. Rızık ararken gafleti değil, zikir ve sevgisi artar.

es-Settar, kusurları çok örten, ayıpları saklayan ism-i şeri­finin tecellisine mazhar olan kul, insanlardan gördüğü her ku­suru örter, onları yaymaz, kusur sahibini halk içinde rezil et­mez; özellikle kendisine karşı yapılan kusurları görmezlikten gelir, affeder. Kendisinden meydana gelen kusurları yüce Rabb'inin nasıl örtüp sakladığını, bunun ne kadar güzel bir şeyolduğunu gören kul, bu ahlaka ulaşmak için can atar. Böylece Allah Teala'nın sevdiği güzel ahlak sahibi bir kul olur.

er-Rahman ve er-Rahim Allah’ın hem özünde hem de işlerinde merhametli olmasını anlatırlar. Bu isimleri Besmele ve Fatiha ile, veya başka şekilde sık sık tekrar eden bir müslümanın merhametli olması gerekir. Bu ismin tecellilileri onun üzerinde rahmet olarak görülür. Ya da o bu isimlerle birlikte Allah’tan merhamet ister.

er-Rauf, acıması ve şefkati çok olan demektir. Bu ismi tekrar eden, okuyan, üzerinde tefekkür eden, bununla dua eden Allah’tan re’fet, acıma duygusu, yürek umuşaklığı, tatlı muamele ister.Zira bu ismin mahlukat üzerindeki tecellisi Allah’ın re’fetidir.

el-Vedud seven ve sevilendir. O yarattığı mahlukatı sever, sevdiği için rızık verir, sevdiği için affeder. O da O’na inananlar tarafından çok sevilir. Bu ism-i şerifi çok söyleyen, üzerinde tefekkür eden mü’min hem yüreğinde sevgiyi çoğaltır, hem de başkalrı tarafından sevilmeye layık işler yapar.

Diğer ism-i şerifleri zikretmek, fikretmek ve onların tecellile­rinden nasiplenmek de bu manada gerçekleşir.

Allame Alusı (rah), Allah Teala'nın isimleriyle yapılacak en güzel duanın, dil ile değil fiil ile olduğunu söylemektedir.

İmam Gazali (rah), fiille duanın nasıl yapıldığını şöyle anlatıyor:

"Bil ki, kulun kemale ermesi ve saadeti ele geçirmesi an­cak Allah Teala'nın ahlakı ile ahlaklanmakla yani O'nun isim ve sıfatlarının edebiyle süslenmekle mümkün olur. Bundan, kul ile Allah arasında bir benzerlik olur ve ikisi aynı konuma gelir zannedilmesin. Kulda ilahı ahlak ve sıfatlardan bir dere­ce bulunması mümkündür.

 

-      Esma‘yı zikretmenin faydaları

Bir şeyi anlamanın yollarından biri de onu sıkça tekrar et­mektir. Tekrar edilen şeyler, hafızada yer eder. Bu şey ilahı isim ve sıfatlardan biri olunca o bir çeşit zikir olur.

Zikir, zik­reden kimseyi zikrettiği zat ile beraber eder. Allah Teala'nın,

-      فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ {152}

"Siz beni zikredin, ben de sizi zikredeyim" (Bekara 2/152) müjdesi zikir ehli için ne büyük bir saadettir.

Eğer, "Bu isimleri nerede, ne zaman, nasıl okuyalım?" de­nirse, deriz ki: işte o güzel isimlerin tecellisi olan hayat ve kai­nat önümüzde duruyor. Biz her gün onlarla iç içe hayat sürü­yoruz.

Daha doğrusu biz o güzel isimlerin tecelli ve bereke­tiyle hayatta ve ayaktayız.

Bizler ruhumuzla mana aleminde yüzerken, anne rahminde şekil alırken, doğarken, büyürken, bir ömür bu alemde yaşarken, ölürken ve öldükten sonra ye­ni hayatla tanışırken hep ilahı isimlerin tecellilerine mahal ve mazhar oluyoruz.

Bize düşen, üzerimizde ve gözümüzün önünde cereyan eden şeyleri bir nebze düşünmek ve bir ger­çeği farketmektir.

O gerçek şudur: Alemde yüce Allah'tan başka kendisine ibadet edilecek, boyun eğilecek, el açılıp bir şey istenecek başka bir ilah yoktur.

Her gün görüp durduğumuz şu canlılar ve canlılık, yüce Yaratıcımız'ın "Hay" sıfatının tecellisidir.

Bunu gören ve far­keden uyanık kalpli bir mümin, "Ya Hay" der, yüce Allah'ı zik­reder. Aslında nefes alan her canlı, ta ciğerinden gelen bir sesle ister istemez "hu hu" der, O'nu zikreder.

Yeryüzündeki ince düzeni, gök yüzündeki büyük intizamı ve kainatın ayakta duruşunu gören uyanık kalpli bir mümin, "Ya Kayyum" der, yeri ve gökleri kudretiyle ayakta tutan yü­ce Allah'ı zikreder.

Varlıklardaki değişik suret, şekil, çeşit ve renkleri gören uyanık kalpli bir mümin, "Ya Musavvir" der, her bir canlıya ayrı bir renk, şekil ve suret veren yüce Allah'ı zikreder.

Dört mevsim, her gün dağıtılan sayısız rızıkları, yaratılan yiyecek, içecek, giyecek ve hayat sebeplerini seyreden uyanık kalpli bir mümin, "Ya Rahman", "Ya Rezzak" der, bütün canlılara rızıklarını gönderen yüce Allah'ı zikreder.

Kalbinde azıcık iman, vicdanında birazcık insaf bulunan her insan bun­ca nimetlerin başında, içinde veya sonunda muhakkak bir çeşit fikir ve zikirle nimeti yaratanı hatırlamalı; O'nun adını zikretmeli, O'na bir derece hamd ve şükür yapmalıdır.

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

ONUNCU DERS

11.11 2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

 

i-Allah’ın İsimleriyle Tevessül,

 

-      Vesile ve tevessül nedir?          

‘Vesile’ sözlükte, bir şeye arzu ile ulaşmak demektir.

         Bir başka deyişle ‘vesile’, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan þey demektir.

         Kavram olarak ‘vesile’, Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şeydir.

         ‘Tevessül’ ise, vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir.

         ‘Vesile’ Kur’an’da iki âyette geçmektedir.

         يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {35} “Ey iman edenler! Allah’tan korkup-sakının ve O’na (yaklaşmaya) vesile arayın  ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (5 Maide/35)

         Tefsirciler buradaki ‘vesile’yi, emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şey diye açıklamışlardır. (Muh. İbni Kesir, 1/511)  

أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً {57} “Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesile arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlar  ve azabından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin  azabı korkunçtur.” (17 İsra/57)

Vesile, maksadın meydana gelmesine sebep olan şey olduğuna göre kişiyi Allah rızasına götürecek bütün salih ameller, bütün hayırlı işler bir ‘vesile’dir.  

Bu yola baş vurmak ta ‘tevessül’dür.

Mü’min, ‘Allah bizi imanımız ile sever’ deyip, bir köşeye çekilmez. O, farzlar vacipler dışında, nafile ibadetlerle bu vesile yollarını arar.   

Peygamberimiz, mü’minin nafile ibadetlerle Allah’a yaklaşmaya devam edeceğini haber vermektedir. (Buharí, Rikak/38, 8/131) 

Mü’mini vesileye ulastıracak yol iman ve takvadır.

Asıl vesile de, Allah’a  yaklaşma niyeti ve O’nu sevme arzusudur.  

Âyetin devamında Allah yolunda  cihad etmek emredilmektedir. Allah’a yakınlık kazandıracak ‘vesile’nin cihad ibadetiyle yakından ilgisi bulunmaktadır.   

Kur’an şöyle buyuruyor:

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}‏ “Artık her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine olan ibadetinde hiç bir şeyi ortak koşmasın.” (18 Kehf /110)

Tevessül, ibadette bir aracı, bir torpilci bulmak değil, ibadet cinsinden  bir salih ameli ihlasla yaparak, takvaya sarılarak ve Allah yolunda cehd ederek (çalışarak) O’nun rızasını kazanmaya çaba harcamaktır.

 

-      Peygamberin Makamı Olarak ‘Vesile’

‘Vesile’ aynı zamanda Cennet’te bir makamın adıdır. Ebu Hureyre (ra) diyor ki, Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“Bana salavat getirdiğiniz zaman, Vesile’yi de isteyiniz.” Denildi ki, ‘Vesile nedir ya Rasûlellah?’ Buyurdu ki; “O  Cennette yüce bir makamdır ki o yalnızca bir kula verilecektir. O kulun ben olmasını umit ederim.” (Ah. b. Hanbel, Tirmizî, nak. İbni Kesir, 1 /514. Bir benzeri: Müslim, Salat/7 no 384. Ebu Davud, Salat/no: 523. Buharî, Tirmizî, Nesâî, Muvatta, A. b. Hanbel, nak. Muh. İbni Kesir, 1/514)

Ezan’dan sonra okunulan salavat, Peygamberimize ‘vesile’ isteme duasıdır

Bir hadiste þöyle buyuruluyor:

“Kim müezzini isittiği zaman; ‘Allahümme hazihi’d  da’veti’t tâmmeti ve’s salâti’l kâimeti, âti muhammeden el-vesilete ve’l fazílete ve’d deracati’r  râfiatehu ve’b as’hum mekâmen mahmûden ellezi ve’addeh.’  (Ey Allahım, ey bu tam davetin sahibi, ikame edilen namazın sahibi, Muhammed’e -vesile- ve fazilet ver; onu, kendisine söz verdiğin yüce makama ulaştır’ derse, Kıyamet gününde ona şefaat edilir.” (İbni Mace, Ez’an/4, Hadis no: 722, 1/239. Buharí, Tirmizí, Nesâí, nak. Muh. İbni Kesir, 1 /513)

 

-      Tevessülün çeşitleri

1-     Bid’at olan tevessül,

Peygamberimizin kendi zatıyla, Kâbenin veya bir makamın, kişilerin adıyla, ‘yüzlerinin suyu hürmetine’, ya da Peygamberimizin zatına yemin ederek tevessül yapmak bir çok alime göre caiz değildir. Sahabeler ne yağmur duasında, ne sağlığında veya vefatından sonra başka işlerinde, ne mezarı başında bu şekilde tevessül yapmadılar. Bununla ilgili gelen rivâyetler ise zayıftır.

Ancak bu şekilde tevessül yapılabileceğini söyleyen alimler de vardır.  

 

2-     Şirk olan tevessül

Allah’ın dışında  başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve somut veya soyut putlardan, Allah’tan istenebilecek şeyleri onlardan istemek Tevhid inancına aykırıdır. Allah’tan istenebilecek bir şey kesinlikle ne sağ ne de ölmüş kullardan istenir.  

İbadette ve duada zaten aracı olmaz.

 قُلِ ادْعُواْ الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِهِ فَلاَ يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنكُمْ وَلاَ تَحْوِيلاً {56} (17 İsra/56)

„(Resulüm!) De ki: "Allah'ı bırakıp da (ilah olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler."

 

3-     Meşru Olan Tevessül:

Birincisi: Dua ile tevessül

Dua edenin islediği salih bir amelle tevessülde bulunması.

Âli İmran Sûresi 16. ve 53. âyetlerinde buna işaret vardır.

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ {16} الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ {17}

„(Bu nimetler) "Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" diyen;

Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir).“

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ {53}

„(Havariler:) Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.“

Bir hadiste geçtiği gibi, bir mağarada, mağaranın ağzını kapatan bir kaya sebebiyle  mahsur kalan üç kişi işledikleri salih amelleri anlatarak Allah’tan yardım istediler ve mağaradan kurtuldular. (Müslim, Zikir ve Dua/27, 2743. Buharí, Nesâí, nak. N. El-Bâni, Tevessül-Çeşitleri Hükümleri, s 53. Ş. İsl. Ans. 6/346)

Peygamberimiz kör bir adama dua öğreterek bu dua ile tevessül yapmasını söylemiştir. (Ş. İsl. Ans. 6/346)

 

İkincisi: Salih insanların duasıyla tevessül,

Resûlüllah’ın duası ve şefaatıyla ‘tevessül’de bulunmak ta caizdir.

Müslümanlar O’nun sağlığında duasıyla, Kıyamet gününde de O’nun şefaatıyla tevessül ederler. Bazı kimseler Peygamberimize gelerek kendileri için yağmur duası yapmasını iştemişlerdi. O da onlar için dua etmişti. (Buharí, nak. El-Bâni, Tevessül, s: 58, Ş. İsl. Ans. 6/346)

Peygamberimizin vefatından sonra başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahabeler Hz. Abbas’a giderek onun kendileri icin dua etmesini istemişlerdir. Burada kasdedilen Peygamberimizin duası ve şefaatıdır. (nak. İbni Teymiyye, Tevessül, s: 252)

        

Üçüncüsü: Allah’ın isimleriyle tevessül

Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla vesile aramak.

Rabbimiz kendi isimleriyle dua etmemizi söylüyor. Öyleyse, ‘Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, v.b. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum’ gibi dualar meşrudur.

Peygamberimizin bazı dualarında bunu görüyoruz.

Mü’min hangi hacetini Rabbine arzediyorsa, o hacetle alakalı Esma’yı anarak, onunla dua eder, onunla vesile yapar.

Mesela bağışlanma dileyen birinin şöyle demesi gibi:

„Allahım beni affet, bana merhamet et! Muhakkak ki Sen Ğafûr ve Rahimsin“

Peygamber şöyle buyurdu:

„(Elezzû bi-yâ zel’l-celâli ve’l-ikram)

Ya Ze’l-Celâli ve’l-İkram’a sarılıp ayrılmayın.“ (Müsned, 4/177. Tirmizî, Deavât 92, 3525)

„(Allahümme innî es’elüke bi-enne leke’l-Hamdü Lâ ilâhe illa ente’l-Mennânü bedi’u’s-Semâvâti ve’l-ardi Yâ ze’l-Celâli ve’l-İkram.)

Ey Allahım! Muhakkak ki ben hamdi Sana has kılarak Senden istiyorum. Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Sen Mennânsın. Gökleri ve yeri yaratansın. Yâ Ze’l-Celâli ve’l-İkram.“ (Ebu Davud, Salat 1495. Tirmizî, Deavât 100, 3544. İbni Mace, Dua 3858. Müsned, 3/120, 157, 245, 265)

„Muhakkak ki ben Senden başka Tek, Samed, doğurmamış ve doğurulmamış, eşi ve dengi olmayan Allah olduğuna şehâdet ederek istiyorum.“ (Ebu Davud, Salat 1493. Tirmizî, Deavât 63, 3473. İbni Mace, Dua, 3857. Müsned, 5/349-360)

Esmâu’l Hüsna, müslümanın Allah karşısındaki esas duruşlarından biri olan duanın anahtarıdır.

Kul, Allah’a nasıl hitap edeceğini, O’ndan nasıl isteyeceğini, nasıl yalvarıp yakaracağını bilemez. İnsanın ortasına atıldığı hayat okyanusu her zaman uslu olmayabilir. İnsan bu okyanusun ortasında sığınılacak liman arar, imdat dilemek zorunda kalır. Derdini anlatacak kelime bulamayabilir.

Esma bu gibi anlarda imdada yetişir. Yeryüzü başına dar geldiği, her çaldığı kapının yüzüne kapandığı, içi içine sığmadığı zamanlarda ‘Yâ Fettâh’ der,

Ağır bir hastalığın pençesinde bitap düşer, tükenir, takati kesilir. Kendini sınayan Rabbiyle başbaşa kalır ve ‘Yâ Şâfi’ diye inler,

Kederden iki büklüm olur, dertler kapısını çalmak için sıraya girer, elemleri taşıyamaz olur, tıpkı Taif dönüşü Rasûlellah gibi ‘Ya Rab, Ya Rahman’ diye inler.

Günah işler, pişman olur, bu pişmanlık bütün hücrelerine siner, pişmanlığını Allah’a açacak kelime arara ve işat o an imdadına ‘Yâ Ğaffâr, Ya Tevvâb, Ya Settar’ yetişir.

Aç açık kalır. Bir lokma ekmeğe muhtaç olur. Borçtan kurtulamaz. Halini kimseye açamaz. Kimse hacetini gideremez. O zaman ellerini açar ve ‘Yâ Rezzâk’ diye inler.

Çok sevinir, sevincini belli etmek ister. Fakat bu sevincinin Allah’tan bağımsız olmadığını bilir. Şımarmaz ve sevindireni unutmadığını ifade etmek ister ve ‘Yâ Şekûr’ diye nida eder. (Allah, M. İslamoğlu, s:78)

Baskı altında kalır, zule uğrar, zalimin kahrını ensesinde hisseder. Zalime gücü yetmez. O zaman da ‘Ya Kahhâr, Ya Cebbâr’ diye dua eder.

Bir kimse strese, bunalıma, manevi marazlara uğradığı zaman, kendisi veya başkası üçer defa Ayete’l –Kürsi’yi ve Haşr son üç ayeti, Felak ve Nas Süreleri okur ve şöyle dua ederse, inşaallah şifa bulur.

“Allahümme Rabbü’n-nâs, izheb’l-be’se, veşfihi ve ente’şŞâfi’. Lâ şifâun illa şifâeke. Lâ yüğadiru sekamâ- Ey Allahım, İnsanların Rabbi, Elemi gider, ve ona şifa ver. Sen şifa verensin, senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalıktan eser kalmasın.” (Buhari, Fethu’l-Bari, 10/206, 10/210. Müslim, 4/1721. Ebu davud, 4/11)

Enes’ten gelen bir rivâyete göre ise Peygamber (sav) şu dua ile rukye yapardı: “Allahümme Rabbü’n-nâs Müzhibü’l-be’si, eşfi Ente’ş-Şâfi’, lâ Şâfi’ illa ente şifâeke lâyüğâdiru sekamâ- Ey Allahım, İnsanların Rabbi, elemleri gideren şifa ver. Şen Şâfi’sin, senin şifandan başka şifa verici yoktur. Hastalıktan eser kalmasın.” (Buhari, Fethu’l-Bâri, 10/206)

Bir kimse ‘Allahümme innî es’elüke’ dediği zaman, sanki Esmau’l-Hüsnâ, yüce sıfatlar ile dua etmiş, sanki Allah’a bütün isimleriyle yalvarmış gibi olur.

Bir hadiste şöyle buyuruluyor:

“Bir kula bir elem veya bir sıkıntı isabet ettiği zaman şu duayı okuduğu zaman Allah onun gamını ve kederini mutlaka giderir. Kederin yerini ferahla değiştirir:

“Allahümme, innî abduke ibni abdike ibni ümmetike nasiyeti bi yedike, madı feyye hukmike adl feyye kazâuke, es’elüke bi-külli ismin hüve leke semmeyte bihi nefseke, ev enzeltehu fî kitabike ev allemtehu ehaden min hâlkıke, ev iste’sirte bihi fî ılmi’l-ğaybi ındeke: Enne tec’al el-Kur’ane azîme rebîa kalbi, ve nure sadrî, ve cilâe hüznî, ve zihabe hemmî ve ğammî illa zhebellahü mehhemehu ve ğammehu ve ebdelehu mekânehu feraha.” Dediler ki YâRasûlallah! Bunu insanlara öğretelim mi? Buyurdu ki: ‘Evet, işiten herkesin bunu başkasına öğretmesi üzerine görevdir.”

“Ey Allahım!’ Ben kulunun oğlu, kulunun oğlu, bir kadının oğluyum, benim başım senin elindedir. Geçmişim de geleceğim de senin hükmündedir. Ben, kendi nefsini adlandırdığın, Kitabında indirdiğin, kullarından birine öğrettiğin veya ğayp ilminde sakladığın bütün isimlerle birlikte Senden istiyorum. Kur’an-ı Azîmi kalbime bahar, göğsüme nur et, hüznümün cilası, üzüntüm ve kederimin gidericisi yap.” (Müsned, 1/391)

Bir müslüman Kur’an okur veya dua eder, sonra da İsm-i A’zam hürmetine, Esmâu’l-Hüsnâ hürmetine diyebilir. Bunlarla ibadetinin ve duasının kabul edileceği umulur. 

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

ONBİRİNCİ DERS

18.11 2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

 

j-Esmau’l-Hüsna ile huzur makamı

 

-      Huzura edeple durmak

Ra’d:

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ {28}‏ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ طُوبَى لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ {29}

„Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.

İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir“ (Ra’d 13/28-29)

Bu Allah’ın ve O’na ait her şeyin önünde saygıyla huşu’ ile, edeple durmaktır.

Ki Kur’an buna ‘kunut’ diyor.

Kunut yapmak, Âlemlerin Rabbi karşısında esas duruşa geçmek, saygı ile boyun eğmek, gönülden teslim olmaktır. O’nun huzurunda kulluğun şanına yakışan klas duruş sergilemektir.

Kunut, huşu içinde Allah’a itaat etmektir. ( Isfehânî, Müfredat, s: 623)

Türkçede bunu en güzel ‘divan durmak’ deyimi karşılayabilir. Allah’ın huzurunda el pençe divan durmak, emrine teslim olmak, hükmüne razı olmak. İbadetin, itaatın ve mutlak teslimiyetin yalnızca O’na yapılacağı şuuru ile O’na yönelmek. O’na ibadet için ayağa kalkmak, ayakta huşu’ ile dua etmek.

Kunut, kimin karşısında olduğunu farketmek, O Yüce Huzur’da edepli olmak, saygı ile boyun bükmektir.

Kunut, Allah’a karşı saygıdan dolayı alçak gönüllü olarak uzun süre ayakta durmak ve O’na dua etmektir. Bu anlamıyla ‘kunut’, kıyam (ayakta durmak) demektir. Burada kul son derece mütevazi olarak organları susmuş, benliği Allah’a teslim olmuştur.

İşte bu saygı ve kıyam, kunuttur.

Bazılarına göre kunut; itaat, dua, namazda ayakta durmak,  namazda konuşmaktan uzak kalmak, huşu’, ibadet gibi unsurları içine alır. (Lisanu’l-Arab, 12/197. Firuzâbâdî, Kamus, s: 158.

Ancak kunut’un asıl anlamı itaattir. Birisi Allah’a kunut yapıyor denilse, bunun anlamı o Allah’a itaat ediyor demektir. (Lisanu’l-Arab, 12/197)

Buradan hareketle kunut’un üç derecesi vardır diyebiliriz:

Birincisi, kunut genel anlamda Allah’ın iradesine boyun eğmek.

İkincisi namaz kılmak,

Üçüncüsü namaz içinde kunut yapmak/dua etmektir.

 

Birincisi:

Kunut’un genel anlamı Allah’a ve hükmüne teslim olmak. O’nun karşısında huşu’ (saygı) ile boyun bükmektir. O’nun makamı karşısında el pençe divan durmaktır. Rab oluşunu itiraf ederek O’nun hükmüne razı olmaktır.

Kânit (kunut yapan. Çoğulu; kanitîn veya kanitât), Allah’a itaat edendir. Bu anlamda yerde ve gökte ne varsa, bazı insanların dışında her şey Allah’a kunut yaparlar. Yani O’nun emrine itaat ederler, O’na teslim olmuşlardır.

Varlığın hepsi ‘kanit’tir.

Kur’an şöyle buyuruyor:

وَقَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَداً سُبْحَانَهُ بَل لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ {116}

“Bir de ‘Allah oğul edindi’ iddiasında bulundular. Hâşâ! O aşkın bir hakikattir. Aksine göklerde ve yerde bulunan her şey O’na aittir: hepsi de kanit’tir (O’nun iradesine boyun eğmiştir).” (2 Bekara/116.

Bir benzeri:

وَلَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ {26}

„Göklerde ve yerde bulunan herkes O'na aittir; hepsi O'na boyun eğmektedir.“ (30 Rûm/26)

Burada zımnen şöyle söyleniyor:

Bütün kâinat Allah’a itaat ediyorken ey insan! O’na başkaldıran bir varlık olmak seni rahatsız etmiyor mu? (M. İslamoğlu, Meâl-Tefsir, s: 798)

Başka bir âyette yerde ve göklerde olanlar ister istemez O’na teslim olurlar deniyor.

أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ {83}‏

“Yoksa onlar, Allah’ın dininden gayrı (bir inanç sistemi) mi arıyorlar? Oysa ki bütün göktekiler ve yerdekiler ister istemez O’ma teslim olurlar: Çünkü hepsi (sonunda) O’na varacaklar.” (3 Âli İmran/83)

 

İkincisi:

Namazdır. Namaz kılmak aynı zamanda kunut yapmak demektir.

Namaz esasen bir kulun Rabbine itaat etmek ve boyun eğmek üzere O’nun huzuruna yönelmesidir. Zira Allah (cc) kendisine bu şekilde yönelinmesini emrediyor.

Namaz, Allah’ın huzurunda öncelikle ‘divan durmak’tır, yani bir kunuttur. Bundan dolayı ‘kanit’; namaz kılan, namazda huşu’ içerisinde olan, namazda dünyalık bir şey konuşmayan demek olur. O, namazda Allah’ı zikretmekle meşgul olur, huzurda olduğunun farkındadır ve büyük bir saygı içerisindedir.

Namaz madem ki ibadetlerin toplamıdır, madem ki şükretmenin belli bir ibadet şekline girmiş halidir, madem Allah için gösterilebilecek en yüce ta’zimdir, madem ki bu duruş bir kabulün göstergesidir; öyleyse kim namaz için ayağa kalkarsa; o Rabbinin huzurunda saygı ile yöneliyor demektir.

Namazda ister el gögüs üzerinden, ister göbek üzerinde bağlansın, isterse hiç bağlanmasın; bu duruş, bu kıyam Allah’ın huzurunda gerçek huşu’ ve boyun eğiştir. Bu kıyam (ayağa kalkmak) Allah’ın Rabliğini itiraf etmek üzere bir ibadî esas duruştur. Kulluğa yakışan klas bir duruştur.

Bu duruş aynı zamanda bir kunuttur, yani edeple divana yönelme, samimiyete bir teslimiyettir.

 

Üçüncüsü;

Namaz içinde yapılan özel duadır.

Kunut, fıkıhta terim olarak bu anlamda anlaşılır. Bu kunut daha çok, vitir ve sabah namazının son rek’atında yapılır.

Bizim insanımızın arasında kunut deyince yalnızca vitir namazının 3. rek’atında, kıraatten sonra alınan tekbir ve okunan dualar akla gelmektedir.

Namazın kendisi bir kunut olduğu halde, son rek’atı uzun yaparak dua etmek, kunut içerisinde kunuttur.

Peygamberin (sav) çeşitli vesilelerle kunut yaptığı sabittir. (Müslim, S. Misafirin/294-304, no: 677. Buharí, Vitir/7)

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

ONİKİNCİ DERS

09.12 2012

 

ESMAU’L-HÜSNA’ya KARŞI EDEP

 

-      Allah’ı sevmek (Muhabbetullah)

Muhabbet ne demektir? ‘Hubb’ kökünden gelen bu kelime genellikle

‘buğz’un zıddıdır. (İbni Manzur, Lisanü’l-Arab, 4/6) ‘Meveddeh ve vûdd’ gibi ‘sevgi’ anlamında kullanılmaktadır.

Muhabbet, seveni kendinden geçirecek ölçüde ileri seviyede sevgidir. Kişinin iyi ve güzel bildiği şeye karşı olan meylidir.

Muhabbetin gerek insanlar arasında, gerek Allah’a karşı, gerekse dinî emir ve yasaklardın yerine getirilmesinde önemli bir rolü vardır.

Bundan dolayı Kur’an’da üzerinde durulan bir konudur.

Sevgi olmazsa, ilgi olmaz.

Sevgi olmazsa sorumluluk olmaz.

Sevgi olmazsa hurmet (saygı) ihtiyacı duyulmaz.

Sevgi olmazsa fedakârlık, iyilik, ihsan etme, merhamet, yardım, affetme, diğergâmlık (kendine tercih etme), itibar etme, değer verme olmaz.

 

-      Allah (cc) Sevilmeye layık olandır

el-Esmâu’l-Hüsnâ (Allah’ın güzel isimleri) sevgi, korku, lütuf ve kahır açısından incelendiği zaman görülecektir ki çoğuna yakın kısmı sevgi ve lütufa işaret etmektedir.

Esmau’l-Hüsnâ’dan sadece dört beş tanesi sevgi ve lütufla yorumlanmaya müsait değildir. Bunlar da zıdlarıyla kullanılarak denge sağlanmaya çalışılmıştır.

 

-      Allah sevgisi nasıl anlaşılmalı:

Muhabbetullah; nef­sin, zât ve sıfatlarıyla mükemmel olan Allah'a meyletmesidir.

İnsan ruhunu yücelişi en Yüce Yaratıcı ile sevgi münasebeti kurmak yoluyla gerçekleşir.

Sevginin mey­dana gelmesinde ön şart, sevilen var­lığın tanınmasıdır. Allah'ın künhünü (nitelik ve niceliğini) akıl ile idrak mümkün değil ise de zâtının kendini vasıflandırdığı kadarıyla da olsa O'nu tanımak mümkündür.

Buna ma’rifetullah denir. Bu ma’rifetullah da O'na inanmayı ve sevmeyi gerektirir.

İslâm düşünürü İmam Ga­zalî, kişiyi Allah sevgisine götüren beş sebepten bahseder:

* a-İnsan kendi varlığını, varlığının kemâlini ve devamını sever; yokluğu­nu, kemâlinin azlığını ise sevmez.

* b-İnsan, malını koruyan, kendisiy­le tatlı konuşan, yardımda bulunan, düşmanlarına karşı savunan, kendisi­ne, ailesine, çoluk-çocuğuna iyilik ya­pan ve ihsanda bulunanı sever.

* c-İnsan, yapılan iyilikten şahsî bir faydası olmazsa bile iyiliği yapanı sever, yapmayandan nefret eder.

* d-Sevmenin dördüncü sebebi, bir fayda ummak için değil, yalnız güzel­liğinden ve kemâlinden ötürüdür.

* e-İki kişi arasındaki münâsebet ve benzerlik, sevginin sebebidir.

 

-      Hiç kimsenin sevgisi Allah sevgisinden daha ileri olmamalı:

قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ {24}

"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-rabanız, kazandığınız malların ke-ia düşmesinden korktuğunuz tica­riniz), hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, Rasûlünden ve O'nun folunda cihad etmekten daha sevgili o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekle­ri göreceksiniz)." (Tevbe, 9/24)

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبّاً لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ {165}

“İnsanlar içerisinde Allah’tan başka bir takım varlıkları Allah’a eş değer görüp, onları Allah’ı sever gibi sevenler de vardır. Oysa ki, iman etmiş olanların Allah’a olan sevgileri her şeyden daha güçlüdür. Kendi kendine kötülük edenler, azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, keşke tüm kudretin sadece Allah’a ait olduğunu ve azabı en şedid olanın yalnızca Allah olduğunu  bilselerdi.” (Bakara, 2/165)

Allah'ı sevmek, zamanla O'nun tara­fından sevilme nimetini kazandırır. Allah'ın sevdiği kullar ise âhiretin kor­ku ve üzüntüsünden kurtulmuş olur­lar.

 

-      Allah’ı sevmek samimiyettir.

Şehâdet hem bir sözleşmedir hem bir iddiadır. Ya da söz vermedir. Kişi bununla Rabbini tanıyacağına, O´nda gelenleri kabul edecegine dair bir anlaşma imzalar ve gereğini yapmaya söz verir.

İşte Allah sevgisi şehâdetle verilen sözdeki samimiyettir.

İman; sadece marifet ile olmaz, sevgi de gerekir.

Sevgi; imanı olgunlaştırır. Allah'ı ve Rasûlullah'ı her şeyden daha çok sevmek, mü'minin imanının kemalini gösterir.

"Nefsim hariç, seni her şeyden daha çok sevi­yorum, Ya Rasûlallah." diyen Hz. Ömer'e, Peygamberimiz (s.a.s.): "Be­ni nefsinden de çok sevmedikçe kâmil mü'min olamazsın, ey Ömer" demiş­ti. Hz. Ömer de "Seni nefsimden de çok seviyorum Ey Allah'ın Rasûlü." deyince Peygamber Efendimiz "Şimdi oldu ey Ömer!" buyurmuştu.

 

-      Allah’ı sevmek O´nun ahlâkıyla ahlâklanmaktır.

Gazzali ve Razi gibi alimlerin hadis zannettigi hikmetli bir sözde şöyle deniliyor: “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız.”

Kul, sevgisiyle Allah'a itaat eder, farz ibâ­detlerin dışında nafile ibâdetlerle de Allah'a manevî yakınlık kazanmaya çalışır. Nihayet ilâhî lütuf ile Allah'­ın sevgisine layık olur. 

Bir kutsî hadiste şöyle buyuruluyor:

“Kim benim sevdiğim bir kula düşmanlık ederse ona savaş ilân ederim. Kulum, benim kendisine farz kıldıklarımı yerine getirmekten daha çok benim için sevimli olan bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nafile ibdetlerle yaklaşmayı sürdürür; sonunda ben onu severim, ne zaman ki ben onu severim, artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse veririm. Bana sığınırsa onu korurum... ” (Buharî, Rikak 38 (3254))

 

-      Allah’ı sevmek O’na teslim olmaktır,

Sevgi gönülde olur. Ancak gönüldeki sevgi görünmez. O görünmeyen sevgiyi, sevgiliye gönderirken yine görünmeyen elçilerle göndeririz. Kelimeler elçilerimizdir.

Âli İmran:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {31}

“De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Âli İmran, 3/31)

 

-      Allah’ı sevmek imandır

İman anlamak, idrak etmek, tanımak ve teslim olmaktır. Bu teslimiyet de teslim olunana sevgiyi doğurur.

İman edenler, sevilmeye layık olanı/olanları severler.

Olumlu sevgi insan hayatına değerler katar. Değerlere anlam verir. Allah’ı sevdiğini iddia eden, iman etmelidir, yani teslim olmalıdır. Ki insanın hayatında değer olsun, değerler de anlamlı olsun.

Allah’a karşı duyulabilecek sevgiyi de zaten sahih iman geliştirir ve büyütür. En büyük aşıkların en güçlü imanlılar arasından çıktğına şaşmamalı.

 

-      Allah’ı seven Rasûlüne itaat eder

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {31}

„ (Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.“ (Âli İmran, 3/31)

 

-      Hayret makamı,

İnsan Allah’ı idrak ettikçe, O’na yaklaştıkça, O’nun Esma’sının varlıktaki tecellilerinin daha iyi farkına varır. Bu fark ediş ondaki hayreti artırır. Allah’ın muazzam kudreti, muhteşem sanatı, eşsiz yaratma gücü karşısında inanan bir kulun takınacağı tavır, hayranlıktır.

Hayret etmek, fark etmektir. İlâhi sanatın büyüklüğünü bilmeyen fark etmez, farketmeyen de hayret etmez. Olağan içinde gizlenmiş olan sayısiz mucizeyi fark etmeyen, olağanüstülükler arar. Hayret makamında olan bir akıl, hayran olmak için olağanüstünün peşine düşmez. Zira fart etmeyenlerin olağan gördüğünün içinde gizlenmiş sayısız mucizeyi fark eder. Fark ettiği her mucize de hayreti artırır. (İslamoğlu, M. Allah (cc), s: 135)

 

-      Tatmin olmuş nefis

“Efendi umma hîç âb-ı hayât-ı bâdeden hisse

Onu insâna tahsîs ettiler, hayvâne vermezler!”  (15.1.07 H. Hatemi,Yeni Şafak)

Mecnun: “Leyla, Leyla” diyerek sevgisini açığa çıkarıyordu.

Biz gönlümüzün tamamını Allah’a imanla süsledik. Dilimizi O’nun güzel isimleriyle süsleyelim. Böyle yaparken sevgimizi Mevla’mıza bildirmiyoruz. O zaten biliyor.

Biz, Allah’ın güzel isimleriyle zikrederken, cümle aleme güzellikler saçarken, ağzımızı Allah’ımızın isimleriyle hem tatlandırıyor, hem de en güzel kelimelerle ağzımızı ayarlayarak kötü kelimelere yer vermiyoruz.

“Gül” deyince burnumuza güzel koku gelmez. “Bal” deyince ağzımız tatlanmaz.

Gülü koklamalı, balı tatmalı.

Mevlana: “Ey Hu, Hu” diyen ve “Hu” demeye kanaat eden, “Hu” kadehinden içmeyince heva ve hevesten nasıl kurtulursun?” diyor. (T. Mevlevi Şerh.3447)

Allah’ın güzel isimleri bizi Allah’a götürürse, bizi benliğimizden sıyırır, kir ve pasımızı kazırsa, gülü koklar, balı tadarsak muradımıza ermiş oluruz.

Süleyman Çelebi:

“Bir kez Allah dese Aşk ile lisan

Dökülür cümle günah mislü hazan" demiş.

Allah’ın isimleri aşk ile söylenirse üzüntü, stres, keder, gam ve günahın döküleceğini söylüyor. Dilinle Allah, Allah, Allah diyerek zikret. Kalbinle de Allah’ın yarattıklarını fikret, düşün. Fikirsiz zikirin, zikirsiz fikirin faydası yoktur.

Şeyh-ülislâm Yahya efendi:

"Bir alay olsa güzeller hep teveccüh yâredir

Halk-ı âlem birbirine padişahı gösterir” diyor.

„Yani göz binlerce güzel görse de gönül yare yönelir.

Çünkü yaratılmışların her biri Yaratanı gösterir.“

Yaradanı seven, O’ndan razı olan, O’na şükreden, O’nu azamati karşısında hayran ve teslim olan tatmin olmuş bir kalbe kavuşur.

Fecr:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ {27} ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً {28} فَادْخُلِي فِي عِبَادِي {29} وَادْخُلِي جَنَّتِي {30}

Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir! (Fecr)

 

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ’NIN GÖLGESİNDE                                             

ONÜÇÜCÜ DERS

16.12 2012

 

-      Allah’ın Kur’an’daki isim-sıfatları

 

Allah’ın Kur’an’daki esması ve şu hallerde gelirler:

1-Mutlak olarak ilahi zata işaret eden ve has isim olan Allah lafzı. Bu Allah’a ait has isimdir. Başka birisi hakkında kullanılamaz, ikilisi ve çoğulu yoktur. İsim sıfatlar listesinde yoktur. Allah’ın 99 ismi vardır sözünü “O’nun Allah isminden başka 99 ismi vardır” anlamak mümkün. Zira her bir isim aynı zamanda bir sıfattır. Her biri Allah’ı nitelerler. Allah has ismi tesbihin imamesi gibidir. Her bir isim mana olarak ona bağlıdır. Allah ismi esma-i hüsnanın fatihasıdır.

 

2-Belirlilik takısıyla mutlak isim olarak gelen isim-sıfatlar

Bunlar 66 tane olup el (belirlilik takısıyla) mutlaka Allah için kullanılır.

“er-Rahmân, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, esSelâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bâri’, el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, es-Semi’, el-Basir, el-Latif, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr, el-‘Ali, el-Kebîr, el-Kerim, el-Ekrem, er-Rakib, el-Hakim, el-Vedud, el-Mecid, el-Hak, el-Vekil, el-Kavi, el-Metin, el-Veli, el-Hamid, el-Hayy, el-Kayyum, el-Vahid, es-Samed, el-Kadir, el-Kadir, el-Muktedir, el-Evvel, el-Ahir, ez-Zahir, el-Batın, el-Müteal, el-Ber, et-Tevvab, el-Ğaniy, el-Kahir, el-Mevla, en-Nasir, el-Melik, el-Hallak, el-A’la, el-Mubin, el-Ehad, el-Müstean, el-Muhyi, el-Hadi.”

 

3-Belirsiz formda gelen mücerret isim-sıfatlar

Bunlar cümle içinde açıklayıcı veya bir şeyi haber verme formundan geldikleri için belirlilik takısı almayabilirler. Mesela Hafizan, Mukitan, Hasiben gibi.

Her ne kadar cülenin yapısı gereği bunlar böyle gelse de cümle dışında bunlar Allah hakkında kullanıldığı zaman mutlaka belirlilik takısı ile kullanmak gerekir. Zira isimler mananın en’lerini ihtiva eder. Bu mutlaklık da Allah’a aittir.

Kur’an’ en güzel isimler O’na aittir derken tahsisi lam’ı kullanılır.

Mü’mine düşen isim sıfatları em mükemmel formuyla Allah hakkında düşünmektir. Belirsiz formda gelen isi-sıfatlar 21 tanedir: Rabbun, İalhun, Hafizan, Mucibun, Kaimun, Fa’alaun, Hakemun, Şekuran, Mukiten, Hasiben, Muciben, Vasiun, Şehidun (ve Şehidan), Şakirun (Şakiran), Muhitun (ve Muhitan), Raufun, (ve Raufen), ‘Afuvvun (ve ‘Afuvven), Kefieln, Hafiyyen, Karibun, Hayrun.”

 

4-İsim tamlaması ve özne olarak terkip içinde gelen isim-sıfatlar.

Bunlar yukarıdakiler gibi değil cümle içinde yalın halde gelmeyip isim tamlaması veya özne olarak gelirler.

Bunlardan bir grup aynı kökten gelen mutlak isme dahil olan isim sıfatlar. Mesela; ‘Maliku’l-mülk’ gibi. Buradaki Malik tamlaması el-Melik mutlak ismine atıf olarak okunmalı. Kuran’da el-Malik veya el-Melik yer almamaktadır.  Gafir(u’z-zenb) el-Ğaffar’a, alim(u’l-ğayb) ve allamu’l-ğuyub) el-Alim’e, ahkem(ul-hakimin) el-Hakim’e, (kabulu’t)tevbe et-Tevvab’a, muhy(i’l-mevta) el-Hayya, seru’l(hesab) el-Hasib’e, (ayru’n(nasirin) en-Nasir’e atfen okunmalıdır.

Bir grup  isim-sıfat Kur’an üzerine atfedileceği mutlak veya mücerret bir isim bulunmayanlar. Bunlar da 8 tanedir.

Malik(i yevmiddin), Ğalib(un ala emrihi), Refi’(ud-derecat), Fatır(us-Semavat), Bedi(u’s-semavat), Falık’u’l-Habb), Cami(’un-nas), Nur(u’s-semavat).  Malik, Ğalib, Refi’, Bedi’, Falık, Cami’, Nur isim-sıfatlarının yalın ve mutlak bir isim-sıfat bulunmamaktadır. Hepsi bir kalıpla gelirler. Bunlar da esmaya dahildir.

 

5-Azamet çoğulu tarzında gelen isim-sıfatlar.

Mesela hayru’lfatihin (Fettah), erhamurrahimişn (er-Rahim), kunna şahidin (eş-Şehid), hayru’l-ğafirin (el-Ğaffar), nahnu’l-failin el-Fa’al), ahkamu’l-hakimin (el-hakem), hayru’l-hakimin (el-Hakem), ni’me’l kadirun (el-Kadir), hayru’l-fatihin (el-Fettah), hayru’n-nasirin (en-Nasir), ahsenu’l-halikin(el-Halik), kunna bihi ‘alimin (el-Alim), kunna bi külli şey’in ‘alimin (el-Alim), esraru’l-hasibin (el-Hasib), inna le-musi’un (el-Vasi, min val (el-Veli).

Bunlar müstakil isim değil, aynı analmlara gelen isimlere atfedilmiş sayılmalı.

 

6-Zu ile gelenler

Allah’a nitelik izafe etmeyenler. Zu’l-arş, zi’l mearic, zi’t-tavl gibi.

Allah’a nitelik izafe etiiği halde mutlak isim olarak gelenler. Zu rahmeh (er-Rahim), zu mağfirah (el-Ğafur), zu’l-kuvve (el-Keaviyy), zu’ntikam (el-Müntakim).

Zu ile geldiği halde aynı anlam alanında eşdeğer karşılığı olmayan. Zü’l-celali ve’l-ikram. Bu ema-i hüsnaya giren tek isim sıfattır.

 

Buna göre Esma-u Hüsna

1-Allah (cc)

 

2-“er-Rahmân, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, esSelâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bâri’, el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, es-Semi’, el-Basir, el-Latif, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr, el-‘Ali, el-Kebîr, el-Kerim, el-Ekrem, er-Rakib, el-Hakim, el-Vedud, el-Mecid, el-Hak, el-Vekil, el-Kavi, el-Metin, el-Veli, el-Hamid, el-Hayy, el-Kayyum, el-Vahid, es-Samed, el-Kadir, el-Kadir, el-Muktedir, el-Evvel, el-Ahir, ez-Zahir, el-Batın, el-Müteal, el-Ber, et-Tevvab, el-Ğaniy, el-Kahir, el-Mevla, en-Nasir, el-Melik, el-Hallak, el-A’la, el-Mubin, el-Ehad, el-Müstean, el-Muhyi, el-Hadi.”

 

3-Rab, el-İlah, el-Hafîz, el-Kafi, el-Kaim, el-Fa’al, eş-Şekur, el-Mukît, el-Hasîb, el-Mücîb, el-Vâsi’, el-Hakem, eş-Şehi eş-Şakir, el-Muhit, er-Rauf, el-‘füv, el-Kefil, el-Hafi, el-Karib, el-Hayr.

 

4-El-Melik, el-Galib, er-Refi’, el-Fatır, el-Bedi’, el-Falık, el-Cami’, en-Nur.

 

5-El-Varis, el-Müntakim, es-Sadık,

 

6-Zü’l-Celali ve’l-İkram.

 

-      Esmanın özeti

Yukarıda geçtiği gibi Allah lafz-ı celili esmau’llahi’l-Hüsna’nın emamesi

gibidir.  Onu zikreden bütün isim ve sıfatlarıyla Allah’ı zikretmiş, O’na Kur’an’ın gösterdiği gibi iman etmiş olur.

Allah’ın 99 ismini sık sık tekrar etmek zordur. Bu sebeten dolayı olsa

gerek ki her namazın sonundaki tesbih tavsiyesi sanki; “madem her gün sık sık esmay-ı söylemiyorsunuz, bari her namazın arkasından 33 defa sübhanellah, 33 defa el-Hamdülillah, 33 defa Allahü ekber deyiniz, hepsini tekrar etmiş gibi olursunuz.”

 

-      Sonsöz

Esmayı ookumayı, ezberlemeyi, anlamayı, hayatımızda tecellilerini göstermeyi (yani O’nun ahlakıyla ahlaklanmayı)onları dualarımızda vesile kılmayı deneyelim.

 

Esma-ül Hüsna ve anlamları Mumsema 1-"Allah"O kendinden başka hiç bir ilah bulunmayan tek bir Allah'tır.
2-"er-Rahman":Esirgeyici,bütün mahlukatına rahmetiyle muamele eden(dünyada)
3-"er-Rahim":Bağışlayıcı,sevdiklerine ve müminlere merhamet eden(ahirette)
4-"el-Melik":Mülkün sahibi,mülk ve saltanatı devamlı olan.
5-"el-Kuddüs":Her türlü eksiklik ve ayıplardan münezzeh olan.
6-"el-Selam":Her çeşit afet ve kederlerden emin olan.
7-"el-Mü'min":Kullarına emniyet veren.Kendinin ve peygamberlerinin dogrulugunu
ortaya koyan,kullarına yaptıgı vadinde sadık.
8-"el-Müheymin" Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden,her şeyi gözetip koruyan.
9-"el-Aziz":İzzet sahibi,maglup edilmesi imkansız olan,her şeye galip olan.
10-"el-Cabbar":Azamet ve kudret sahibi,istediğini mutlak yapan,dilediğine muktedir olan.
11-"el-Mütekebbir":Ululuk sahibi,her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren.
12-"el-Halik":Her şeyin varlığını ve gecireceği halleri takdir eden,yaratan,yoktan vareden büyüklükte eşi olmayan.
13-"el-Bari":Her şeyin aza ve cihazını birbirine uygun yaratan.
14-"el-Musavvir":Tasvir eden ,her şeye bir şekil ve hususiyet veren.
15-"el-Gaffar":Kullarının günahını örten,magfireti çok,günahları bağışlayıcı.
16-"el-Kahhar":Her şeye,her istedigini yapacak surette,galip ve hakim.
17-"el-Vahhab":Çok fazla ihsan eden,çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayan.
18-"el-Rezzak":Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyacını karşilayan.
19-"el-Fettah":Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran,darlıktan kurtaran.
20-"el-Alim":Her şeyi en ince noktasına kadar bilen,ilmi ebedi ve ezeli olan.
21-"el-Kabıt" Dilediğine darlık veren,sıkan,daraltan.
22-"el-Basit" Dilediğine bolluk veren,açan,genişleten.
23-"el-Hafıd":Yukarıdan aşağıya indiren,alcaltan,dereceleri düşüren.
24-"el-Rafi":Yukarı kaldıran,yükselten,dereceleri yükselten.
25-"el-Muiz":İzzet veren,aziz kılan.
26-"el-Müzil":Zillete düşüren,hor ve hakir eden.
27-"el-Semi":Her şeyi işiten,kullarının niyazını kabul eden.
28-"el-Basir":Her şeyi gören.
29-"el-Hakem":Hikmet sahibi olan,yaptığı her işte hikmeti gözeten,hükmeden.
30-"el-Adl" Son derece adaletli olan.
31-"el-Latif":En ince işlerin bütün inceliklerini bilen,lütuf ve ihsan sahibi olan.
32-"el-Habir":Her şeyi iç yüzünden,gizli tarafından haberdar olan.
33-"el-Halim":Yumuşak davranan,hilmi çok olan.
34-"el-Azim":Pek azametli olan,yüce.
35-"el-Gafur":Çok bagışlayan,magfireti çok.
36-"el-Şekur":Kendini rızası için yapılan amelleri daha ziyadesi ile karşilayan.
37-"el-Aliyy":Çok yüce.
38-"el-Kebir":Pek büyük.
39-"el-Hafız":Yapılan işleri bütün tavsilatıyla hıfzeden,her şeyi afad ve beladan koruyan.
40-"el-Mukit":Bilen,tayin eden.Her yaradılmışın rızkını veren.
41-"el-Hasib":Herkesin hayatı boyunca yaptıklarının bütün teferruatıyla hesabını iyi bilen. Mahlukatına kafi olan.
42-"el-Celil":Azamet sahibi olan,ululuk sahibi olan.
43-"el-Kerim":Çok ikram edici
44-"el-Rakib".Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan.
45-"el-Mucib".Kendine yalvaranların isteklerini veren,duaları kabul eden.
46-"el-Vasi":Lütfu bol olan.
47-"el-Hakim":Emirleri,kelamı ve bütün işleri hikmetli,hikmet sahibi olan.
48-"el-Vedud":İyi kullarını seven,rızasına indiren ve sevilmeye layık olan.
49-"el-Mecid".Şanı,şerefi çok üstün olan.
50-"el-Bais".Ölüleri dirilten ,kabirlerden çıkaran.
51-"el-Şehid".Her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan.
52-"el-Hakk":Vacib'ul vücut olan,varlıgı hiç degişmeden duran.
53-"el-Vekil":Tevekkül sahiplerinin işini düzeltip onlardan daha iyi temin eden.
54-"el-Kaviyy":Pek kuvvetli.
55-"el-Metin":Pek güclü.
56-"el-Veliyy" Seckin kullarının dostu.
57-"el-Hamid":Ancak kendine hamd edilen,bütün varlığın diliyle övülen.
58-"el-Muhsin":Namütanahi de olsa,bir bir herşeyin sayısını bilen.
59-"el-Mubdi":Mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak baştan yaratan.
60-"el-Muid":Yaradılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.
61-"el-Muhyi":İhya eden,dirilten,can bağışlayan,saglık veren.
62-"el-Mümit":Canlı,bir mahlukatın ölümünü yaratan,öldüren.
63-"el-Hayy" Diri,tam ve mükemmel manasıyla hayat sahibi.
64-"el-Kayyum":Yarattıklarının işini çeviren her işleneni bilen,evveli olmayan.
65-"el-Vacid".istediğini,istediği vakit bulan.
66-"el-Macid".Kadri ve şanı büyük,kerem ve müsemahası bol.
67-"el-Vahid":Tek.Zatında,sıfatlarında,isimlerinde,efaili nde ortağı ve benzeri olmayan.
68-"el-Samed":Her şey O na muhtac,fakat O hiç birşeye muhtac degil.
69-"el-Kadir":istediğini,istediği gibi yaratmaya muktedir olan.
70-"el-Mukdedir":kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eden.
71-"el-Mukaddim":İstediğini öne getiren,öne alan.
72-"el-Muahhir".İstediğini geri koyan,arkaya bırakan.
73-"el-Evvel":Her şeyden önce var olan.
74-"el-Ahir":Her şey helak olduktan sonra geri kalan.
75-"el-Zahir":Varlığı sayısız delillerle açık olan.
76-"el-Batın":Akılların idrak edemeyecegi yüceliği gizli olan.
77-"el-Vali":Bu muazzam kainatı ve bütün hadisatı tek başina idare eden.
78-"el-Müteali":Aklın mümkün gördüğü her şeyden,her halden pek yüce olan.
79-"el-Berr":Kullarına iyilik ve ihsanı,nimetleri bol olan.
80-"el-Tevvab":Tevbeleri kabul edip günahları bağışlayan.
81-"el-Muntekım".Günahkarlara,adaletiyle,müstahak oldukları cezayı veren.
82-"el-Afüvv".Affeden,magfiret eden.
83-"el-Rauf":Merhamet edici.pek şefkatli.
84-"Malik'ül-Mülk":Mülkün ebedi ezeli sahibi.
85-"Zülcelali ve'l-İkram":Hem azamet sahibi,hem fazlu kerem sahibi.
86-"el-Muksit":Hükmünde ve işlerinde adaletli olan.
87-"el-Cami":İstediğini istedigi zaman istediği yerde toplayan.
88-"el-Ganiyy":Çok zengin,hiç birşeye muhtac olmayan.
89-"el-Mugni" Diledigine zenginlik veren müstagni kılan.
90-"el-Mani":Bazı şeylerin meydana gelmesine müsade etmeyen,engelleyen.
91-"el-Darr":Elem ve zarar verecek şeyleri yaratan,hüsrana ugratan.
92-"el-Nafi":Hayır ve menfaat verecek şeyleri yaratan,faydalandıran.
93-"el-Nur":Alemleri nurlandıran,diledigine nur eden,nur olan.
94-"el-Hadi":Hidayete kavuşturan,kulunu hayırla muvaffak kılan.
95-"el-Bedi":Örneksiz,misalsiz,acaip ve hayret verici alemler yaratan.
96-"el-Baki":Varlıgının sonu bulunmayan,ebedi olan.
97-"el-Varis":Varlığı devam eden,servetlerin hakiki sahibi.
98-"el-Raşit":Bütün alemleri dosdogru bir nizam ve hikmetle akıbetine ulaştıran.
99-"es-Sabur":Çok sabırlı olan,isyankarlardan acele intikam almayan. 

 

-      Hadislerde geçen Esmaullahi’l-Hüsna

el-Esmâü’l-Hüsnâ ile ilgili eser telif edenlerin hemen hepsi Tirmizî’nin bu rivayetini esas almışlardır. Müslümanlar arasında meşhur olan da bu rivayette geçen isimlerdir.

Tirmizî’nin rivayetinde bulunduğu hâlde, isim kipiyle Kur’ân’da bulunmayan isimler şunlardır:

el-Adl (âdil, insaflı,  her şeyi yerli yerinde yapan, her şeyi hak ve doğru olan)

el-Bâkî (sonlu ve ölümlü olmayan, varlığı sürekli olan, ebedî)

el-Bâsıt (dilediğine rızkı bol veren)

ed-Dârr (zarar veren şeyleri yaratan âsileri cezalandıran)

el-Kâbıd,  (dilediğine rızkı daraltan, ölüm zamanı gelenlerin ruhlarını kabzeden)

el-Hâfıd (şan, şeref ve itibar bakımından kâfirleri alçaltan, değersiz yapan, cezalandıran)

el-Mâcid (çok şerefli, çok itibarlı olan)

el-Mâni’  (istediği şeye engel olan, koruyan, kurtaran, yardım eden)

el-Mu’ızz (izzet ve şeref, güç ve kuvvet, itibar ve şeref veren, aziz yapan)

el-Muhsî (insanların bütün yaptıklarını, olup biten her şeyi  bilen ve koruyan)

el-Mukaddim (önce olan, öne alan)

el-Muğnî (insanlara mal mülk veren, onları zengin yapan, cömert, nimet sahibi)

el-Mu’îd (ölümlerinden sonra da tekrar diriltecek ve hayatlarını iade edecek olan)

el-Muksıt (hak ve adaletle hükmeden, mazlumun hakkını zalimden adaletle alan demektir)

el-Mübdi’ (varlıkları ilk defa yaratan)

el-Mümît  (varlıkların hayatlarına son veren, canlarını alan)

el-Müteahhır (sonraya bırakan)

el-Müzill  (boyun eğdiren, zelil eden, alçaltan)

en-Nâfi’ (faydalı şeyleri yaratan, bütün yaratıklara faydası olan)

er-Raşîd (her işinde isabetli olan, doğru yolu en iyi gösteren)

es-Sabûr (çok sabırlı)

el-Vâcid (zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin sahibi, her şeye gücü yeten)

İbn Mâce’nin rivayetinde olup Tirmizî’nin rivayetinde olmayan isimler şunlardır:

el-Ahad (bir, tek, yegâne )

el-Bârr (iyilik eden, çok lütufkâr, çok merhametli, çok şefkatli) 

el-Burhân (delil sahibi, kullarına delil gösteren, varlığına her şey delalet eden)

el-cemîl (zatı, isim, sıfat, söz, fiil ve hükümleri iyi, güzel, iyilik ve ihsan sahibi)

ed-Dâim (ölümsüz, varlığı sürekli olan, bâkî ve dâim)

el-Ebed (ölümsüz, varlığı sürekli, bâkî ve dâim)

el-Fâtır (yaratan, îcat eden, yoktan var eden)

el-Hâfız (koruyup gözeten)

el-Kâfî (kullarına yardım eden, yol gösteren, yaptıklarını bilen, gören, haberdar olan ve hesaba çeken)

el-Kâhir  (galip olan,  zelil eden, güçlü, her şeyi kuşatan, yaratıklarını dilediği gibi yöneten)

el-Kâim (varlıkları görüp gözeten,  koruyan, yöneten)

el-Karîb (af, mağfireti, rahmeti, bilmesi, görmesi ve duyması itibariyle kullarına yakın olan)

el-Mu’tî (nimet veren, ihsanda bulunan) 

el-Mübîn  (varlığı aşikâr olan, hakkı izhar eden, gerçeği beyan eden)

el-Mü’în (kullarına yardım eden)

er-Râşid (doğru yolu gösteren, her işi isabetli olan)

er-Rabb  (varlıkları yaratıp yetiştiren, terbiye eden, eğiten, yetiştiren, her şeye nizamını, güzelliğini ve yeteneklerini veren, her şeyin maliki ve sahibi)

es-Sâdık (söz, iş, vaat ve vaîdinde doğru olan, her sözü-nü ve vaadini yerine getiren) 

es-Sâmi’ (sözlerin açığını da gizlisini de işiten)

es-Sedîd (her işinde doğru, âdil ve doğru sözlü olan)

et-Tâmm (zat, isim, sıfat ve fiilleri, eksiksiz, kusursuz ve mükemmel olan, acziyet ve zafiyeti olmayan)

el-Vâkî (yaratıklarını tehlikelerden koruyan)

el-Vitr (ilâh, yaratıcı ve mabud olmada eşi ve benzeri bulunmayan, tek olan)

Zü’l-kuvâ (güç, kuvvet sahibi)

 

Hüseyin K. Ece