Esasen muslümanı ölmüş olduğu yerdeki kabristana gömmek müstehaptır. Bir kaç kilometre kadar uzağa taşı­yıp gömmekte de herhangi bir sakınca yoktur. Hatta kişi ölmeden önce “beni şu kadar mesafeye götürüp gömün” diyebilir.

Cenazeleri gömülmeden önce başka bir yere nekletmeyi yasaklayan kesin bir hüküm olmadığı için “bu müslümanlara haramdır” denilemez.

İslâm âlimlerinden bazılarına göre cenazeleri gömülmeden önce ve sonra başka yerlere nakletmak caizdir. Yeter ki cenazeye saygısızlık olmasın veya cenaze kokmasın. (Bugünkü imkan­larla cenazelerin günlerce bozulmadan saklandığını hatırlatalım.) Bazılarına göre zaruret yoksa ise caiz değildir. Bir müslümanın şerefli  bir mekana gömülmek  istemesi  caizdir.  Nitekim,   Hz. Ömer, hz.Aişe’den, iki arkadaşının; yani  Rasûlüllah   (sav)   ile  hz. Ebu Bekr’in yanma gömülmek için izin istemiştir. (Buhârî’den nak. Zuhaylî, V. Fıkıh Ansiklopedisi (çev.), 3/73)

Ancak unutmamak gerekir ki Allah (cc) katında toprakların bir değeri yoktur. Zaten mülk Allah’ındır. Türkiye'de gömülmek bu  açıdan müslüman  ölüye bir şey kazandırmaz, cehennemlik ise onu ateşten kurtaramaz. Ne cennet Türkiye’nin altında, ne cehennem Avrupa ülkelerin altındadır. “Eyvahlar olsun, ölümüz bile oralarda kaldı, ölümüzü bile kurtaramadık” demenin mantığı yoktur. 

Cenazelerin Türkiye’ye nakledilmesinin konuşulduğu bir toplumda; “Ben buraya gömülmek istiyorum” dedim. Niye dediler: “Duyduğuma göre Cennet Hollanda’nın altında bir yerde imiş, onun için” Yok ya, olur mu öyle şey?” dediler. Taşı gediğine koydum. “Siz cenazelerinizi  Türkiye’ye taşıyorsunuz, Cennet Türkiye’nin altında mı?” Yanımda olan kolumu çekti, “Hocam konuyu kapatalım, hır-gür çıkmasın” dedi.

Belki de bana vatan veya pasaport haini demişlerdir. Öyle ya sağ iken ellibeş yıldan beri bize vatan olmayan Hollanda ölümüze mi vatan olacak (!) Hem bir tane kutsal vatan varken, başka topraklar vatan oluır mu (!)

Avrupada yaşayan müslümanlar, belli ki gidici değil, kalıcı. Öyleyse onlar da, tarih boyunca göçmen olarak başka ülkelere giden, sonra da orasını yurt tutan müslüman göçmenler gibi yapmalılar. Onlar gittikleri yerleri ev, belde, vatan, yurt, sıla edindiler. Sosyal kurumlar kurdular, oraya temelli yerleştiler. Öldükleri zaman da cenazelerini yaşadıkla­rı yerlere defnettiler. Onların kabristanları şimdi o beldelerde onlara ait mühür, tapu senedi gibi duruyor. Zira kabristanlar da müslümanlar için bir değerdir ve bir kurumdur.

Müslüman azınlıkların Avrupa’ya yerleşme niyetleri yok gibi. Baksanıza imkanı olanlar cenazelerini burada bırakmıyorlar. Avrupa ülkelerinde müslümanlara ait mezarlık çok az. Hele Türkiyeden gelenler, bebek cenazeleri hariç hiç biri cenazesini buralarda toprağa vermiyor. İllâ da Türkiye’ye götürüyorlar.

Cenazeleri Türkiyeye götürmekten vazgeçseler, mezarlık ihtiyacı kendiliğinden ortaya çıkar ve eninde sonunda temin edilir.

Kişinin mezarı nerede olursa olsun, hiç önemli değil. Ha mezar taşı bile kalmamış olsun, ha üzerine altın süslemeli, mükemmel türbeler yapılsın. Bunların ölüye hiç bir faydası olmayacaktır.

Oranın altında insanı kurtaracak olan iman ve sâlih ameldir (Allah’a kulluktur). Müslüman mezarın dışarısını değil içerisini süsler. (Mezarlar bakımlı olsun ama, dış bakım öncelenip âhiret unutulmasın anlamında.)

Şairin dediği gibi:

“Ey hasis sarraf, kendine ayrı bir kese diktir.

Ahrette geçen akçe ne ise onu biriktir.” (N. F. Kısakürek)

Ancak bu demek değildir ki mezarlık olmasın. Hayır hayır demek istediğimiz bu değil. Zira toplumlar, hele İslâm ümmeti için kabristanın ayrı bir yeri vardır.

Bence ne olursa olsun müslümanlar Avrupa’da bir an önce kendilerine ait mezarlıklar kurmalılar. Zira mezarlık, âhirete inancın belgesi, ölümü hatırlamanın simgesi, yerli oluşun, göçebelikten kurtuluşun göstergesidir.

Mezarlığın yoksa tarihe atılmış imzan, devirleri kucaklayan hafızan, “bu da benimdir” diyebileceğin tapun, bulunduğun beledeye bastığın mühürün ve izin, “işte biz bu ataların torunlarıyız” diyeceğin belgen yok demektir.

Mezarlığın yoksa, mezar görmüyorsan, mezarları göz önünden uzaklaştırıyorsan; ölümü, daha doğrusu ölüm gerçeğini kendinden uzaklaştırmak istiyorsun demektir.

Mezarlıkta bazen diriler de yatar. Mezarlığınız yoksa o dirileri nereye gömeceksiniz, nerede ziyaret edeceksiniz?

Mezar iki rengi, iki kapıyı, iki gerçeği temsil eder. Biri sarı diğeri yeşil. Biri güz mevsimini, biri bahar mevsimi, biri faniliği biri ebediliği, biri dünyayı diğeri âhireti gösterir. Mezarlığınız yoksa bu renkleri, bu kapıları, bu gerçeği nasıl hissedeceksiniz.

Kabristan, insanın, tolumun, hadisâtın (olayların), tarihin, hüznün ve ayrılığın (firakın) aynasıdır. Bu aynaya bakmak gerekmez mi?

Kabristan aynı zamanda hırsız bekleme yeridir. Malınızı, değerlerinizi, hakkınızı, şerefinizi, varlığınızı, dininizi çalan hırsızları gidip orada bekleyin. Siz hırsızsanız sizi de orada bekleyenler olacak... Mezarlığınız yoksa nerede bekleyeceksiniz?

Ülkemizde her mezar başlığına veya taşına öncelikle ‘Huve’l-Baki’- yani Bâki olan, ölmez olan O’dur. (Tıpkı Granada’daki el-Hamrâ srayının bütün duvarlarına yazıldığı gibi: Lâ-Ğâlibe illallah-Allah’tan başka galip yoktur.) Geri kalan her şey fanidir. Bunu orda gören kişi kendi kendine; “bunu unutma ey nefsim” der. Mezarlığın yoksa bunu nerede okuyacaksın ki?

Kabir ölümü, hayatın faniliğini, ölümden sonrasını hatırlatır. Kabir kendini gören herkese “sen de günün birinde buraya geleceksin, unutma” der. Kabristan-mezarlığın yoksa bu hatırlatmayı, bu feryadı, bu uyarıyı, bu bildiriyi nereden duyacaksın, bu kalıcı kitâbeyi nerede okuyacaksın ki?

Mezarlık ziyareti sağ olan birini ziyaret gibi değildir. İslâmda mezarlık ziyaretinin bir tek sebebi vardır. O da ölümden ibret almaktır, ölümü ve sonrasını hatırlamaktır. Ölüme ve sonrasına hazır olma şuuru kazanmaktır.

 

Hüseyin K. Ece

14.04.2017

Zaandam