“Demokrasi: Oyunu kullanabilirsin. Ancak (ondan sonra) tatile çıkmalısın.”

Buna göre oy kullanma hakkı olan vatandaş oy verme belgesi ve kimliği ile seçim bürosuna gidebilir. Oy kullanmasında bir sakınca yoksa eline verilen oy pusulası ile seçim kabinine girebilir. Orada kendi iradesi ve tercihi ile, fikrini ve politikalarını beğendiği partilerden birine ait en üstteki veya beğendiği adayın önündeki minicik yuvarlağı kırmızı kalemle işaretleyebilir. Bu işlemden sonra vatandaş oy pusulasını katlayıp çöp konteynıra benzeyen seçim sandığına atmalıdır.

Tamam, hepsi bu kadar. Vatandaş vatandaşlık görevini yapmıştır. Ya da oy verme hakkını kullanmıştır. Diğer vatandaşlar da kendisi gibi yapmışlardır. Böylece ülke çapında yüksek bir katılımla herkes gönlünde aslan gibi yatan partiye veya adaya oyunu vermiştir. Buna göre demokrasinin kuralları işlemiştir.

Demokrasi denilen yönetim sistemi ile yönetilen ülkelerde vatandaşlar yöneticilerini bu yolla belirliyorlar, bir anlamda bu yolla denetleyebiliyorlar. Ülke için daha iyisini yapacağını, daha iyi planları olduğuna vatandaşı ikna eden ondan onay alıyor. Çok oy alanlar da tek başına veya koalisyonlarla ülkeyi belli bir süre yönetiyor.

Ancak ister tek başına, ister koalisyon ile olsun, hükümetler mevcut anayasaya veya yasalara bağlı kalmak zorunda. Her ne kadar yeni yasalar yapılsa da, bazı kanunlar veya uygulamalar değişse de, hükümetler o ülkede yerleşik nizamın dışına çıkamazlar. Söz gelimi Hollanda’da hiç bir parti anayasayı değiştiremez, anayasaya aykırı davranamaz. Hatta Avrupa Topluluğu müktesebatının dışına çıkamaz. Yine hükümetler kolay kolay bağlı oldukları uluslara arası anlaşmaları ihlal etmezler. Halkın verdiği yetkiyi halk aleyhine, halkın zararına kullanamazlar.

Seçilmiş hükümetler bir şekilde ülkelerini kendilerine göre en ideal şekilde yönetmeye çalışırlar. Doğru da yaparlar, hata da yaparlar. Bir dahaki seçimin kendileri için bir hesap verme olduğunun bilinci ile hareket ederler. Halk onları ancak az oy verme ile cezalandırabilir. Bu hükümet ve partilar, hatta adaylar üzerinde bir nevi yaptırımdır.  

Neyleyelim şimdilerde demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkelerde kural böyle işliyor. Daha iyi keşfedilinciye kadar şimdilik en ideal yönetim budur diye iddia ediyorlar. Bu sistemin isabetli tarafları da, aksayan tarafları da tenkit edilebilir diyorlar. Bunu diyorlar da demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkelerde bu sisteme karşı gelmek, başka bir bir yönetim sistemi teklif etmek babayiğitlik ister.

Hiç bir sistem kendinden başkasının seçilmesine razı değildir. Hiç bir demokratik düzen de kendinin ortadan kaldırılmasına izin verecek kadar saf değildir. Bütün demokratik sistemler kendi düzenlerini koruma konusunda haşin bir diktatördür. Verilen ‘oylar’ sanıldığı gibi; ‘halkın kendine en uygun olan sistemi seçebilme’ hakkı değil, düzenin uygun gördüğü yönetim biçimini, o yönetimi sürdürecek kişilerin seçiminin halka onaylatılmasıdır.

Tekrar başa dönelim: Vatandaş oyunu kullandı gönül rahatlığı ile. Hangi parti veya aday kendisini ikna ettiği ise onu tercih etti. Kendisi gibi o partiyi veya adayı tercih edenler sayesinde bu aday meclise (parlementoya) gitti. İçinde bulunduğu parti şu kadar oy oranı ile şu kadar milletvekili çıkarıp parlementoya gönderdi. Bu parti belki de hükümette yer alacak. Şu kadar sene, belki de bir dahaki seçime kadar ülkeyi yönetecek. Ülke hakkında, vatandaşların lehine bir takım kararlar alacak, bir takım uygulamalar yapacak.

Böyle bir durumda vatandaşın bu yönetime, uygulamalara karşımasına imkan yok. Çaresiz hükümetin veya meclisin yapacaklarına razı olacak. Kendisi hakkında vereceği kararları kabul edecek. Uygulama veya kararlardan memnun olmazsa bir daha ki seçimde ona oy vermeyecek. Belki bir başka partiyi, bir başka dayı tercih edecek.

Böyle bir durumda birisi çıkıp şu soruyu sorabilir: Ya bir dahaki secimde seçtiği parti veya aday da aynı şekilde yaparsa?

Eh vatandaşın yapacağı fazla bir şey yoktur. Ya hiç bir partiye veya adaya oy vermeyecek, ya da mevcutlardan birini tercih edecek. Buna da “ehven-i şer tercih olunur” prensibince bir gerekçe bulacak. Yani en iyinin olmadığı yerde bari en az kötü, ez az şerli olan tercih edilir diyecek

Vrij Nederland’daki o cümle bir gerçeği hatırlatıyor: Oyunu verdin, tamam şimdi tatile çıkabilirsin. Tatile git, keyfine bak, hayatını yaşa. Gerisine karışma. Oy verdiklerin ne yaparsa yapsın. Hatta bazı ülkelerdeki yöneticiler şöyle telkin ederler: “Ey vatandaş, vergini ver, askerliğini yap, ülkene yani seni yönetenlere kayıtsız şartsız itaat et. Ülkenin yönetildiği başkent mahfillerinde olanlara karışma. Oralarda bir şey oluyorsa bir hikmeti vardır.” Vatandaş da eli kolu bağlı olduğu için çaresiz sesini yükseltmez.

Şaka bir tarafa kimi ülkelerde demokrasi böyle işlese de (daha önce bir yazımızda değindiğimiz gibi: Bakınız; Doğuş Ocak 2017 yazısı) fazla altarnatif yok. Biz oy kullansak da kullanmasak da içinde bulunduğumuz ülkeyi birileri yönetiyor. Hatta yönetmek zorunda. Küçük topluluklar/şirketler için bile başkan, düzen, kural ve yönetim gerekiyor da bir ülke için bunlar gerekmez mi?  İnsan kendisini ilgilendiren konularda sessiz kalırsa, aleyhine olabilecek gelişmelerden şikâyet etme hakkını kaybeder. Kimi olumsuzluklara, usûlüne göre tepki göstermeyen, kötülüklere, zararlı gelişmelere ses çıkarmayan, şartlara teslim olan kişi “ha var ha yok” hükmündedir.

 Elbette her şeyin usûlüne göre yapılması esastır. Bize göre yanlış olan, katılmadığımız uygulamalar, işler de uygun dil ve yöntemlerle eleştirlebilir. Onların yerine daha uygun fikirler, metodlar, yollar teklif edilebilir.

Hollanda’da 15 Mart 2017 seçimleri geride kaldı. Sonuçlar ortada. Bu sonuçların herkesi memnun etmesi zaten mümkün değil. Ancak buna herkesin razı olması gerekir.

Gönül arzu ederdi ki gelecekte Hollanda toplumunu huzursuzluğa sürükleme ihtimali yüksek olan, ırkçı ve yabancı düşmanlığını, İslâm karşıtlığını daha çok ön plana çıkaran partiler bu kadar yüksek oy almasaydı. Keşke Hollanda toplumunu bu kadar mobilize edip, yabancıları ve müslümanları burası için yük gören politik söylemlere prim verilmeseydi. Zira bu gibi söylemler bu ülkeye bir şey kazandıramayacağı gibi, kesinlikle huzur bozucudur. Kesimler arası nefret, dışlama, aşağılama, hasım gibi görme ve ayrımcılık hiç bir topluma mutluluk getirmedi, getirmez.

Ümit ediyoruz ki bundan sonraki süreçte Hollandayı yönecekler bu yanlışa düşmezler. Ülkeyi adaletle, insafla ve akıllıca yönetirler. Fanatik ırkçıları sevindirecek uygulamaları yapmazlar, söylemlere düşmezler.

Bizler de oy verdikten sonra tatile gidenlerden değil; bu toplumun huzuru, güvenliği ve sosyal ahengi için katkıda bulunanlardan olmalıyız. En azından toplumun huzurunu kaçıracak söylem ve eylemlerden kaçınmalıyız.

Zira toplum hayatı hep birlikte bindiğimiz bir gemiye benzer. Batarsa, hepimiz birlikte batarız. Bu gemiyi batırmaya çalışanlara elden geldiği kadar engel olmak gerekir.

 

Hüseyin K. Ece

24.03.2017

Zaandam

Doğuş, Nisan 2017 (Hollanda)