Ya da kanaat sahibi insanlar mı? Hani gönlü zengin, gözü tok, kimsenin kuruşunda gözü olmayan, bir kuruş için hiç bir zaman takla atmayan, küçük hesaplara tenezzül etmeyen, çıkarı için küçülmeyen kimseler mi?

Avrupa ülkelerinin birinde okumuş adamın birisi günün birinde kibirli bir zenginle bir yerde karşılaşmıs. Zengin kendine göre fakir/çulsuz/aşağı bulduğu bilgin karşısında kasılıp durmuş. O bilgin adam kafasını göstererek ona demiş ki:

-“Ne övünüp duruyorsun, senin sahip olduğun bütün servet benim şapkamın altındadır.”

Yani benim servetim bilgimdir. Senin servetin bilginin yanında neye yarar ki?

Asıl zenginlik bu mudur? Üzerine tapulu malların fazla değeri yok da, asıl değerli olan kişinin sahip olduğu ilmi midir?

Eski Yunanda meşhur filozof Diyojen bir gün o günün şartlarında bir mezbelelikte bir kabın içerisinde Güneşe karşı oturmuş, dinlenmektedir.

Tesadüfen oradan Büyük İskender adamlarıyla geçerken onu o perişan halde görünce acımış, hayıflanmış. Yani şu meşhur doğulara ve batılara hakim, tarihin en büyük imparatorluklarından birini kurmuş padişah İskender...

Diyojen; büyük bir bilgin, önemli bir filozof olsun da böyle zor şartlarda, kir pas içinde, mahrumiyet içinde yaşasın... Yazık değil mi?

Kendince ona iyilik etmek istemiş. Sultanlığına güvenerek:

-"Dile ben ne dilersen" demiş. Aklınca her istediğini verebileceğini düşünmüş. Öyle ya doğulara ve batılara hükmeden İskender bu. Ama bakın ne cavap vermiş bu meşhur imparatora:

-“Gölge etme başka ihsan istemem.”

Yani güneşimin önünden çekil, senden başka bir şey istemiyorum. Ben halimden memunum. Benim sahip olduklarım bana yeter. Senin sahip olduğunu zannettiğin dünyalıkların hiç birine ihtiyacım yok demek istedi.

Şimdi bu durumda zengin kim, muhtaç kim. Kafasında ilim olan mı, yanı yöresi servet dolu olan mı, yoksa gönlü zengin, yüreği kanaat, kafası ilim ve kültürle dolu olan mı? Asıl zengin maddiayata sahip olan mı, yoksa o maddiyatı da kazandırabilecek bilgi mi?

İlim adamlarının mı ömrü uzundur, zenginlerin mi?

O nasıl soru demeyin? Yani tarihe bakın, alimler mi sevgileriyle aramızda yaşıyor, yoksa servet sahipleri?

İnsanlar ilim adamına mı daha saygılı, yoksa servet  ve makam sahibi olanlara mı? Bir toplum servet sahipleriyle mi çok övünüyor, yoksa kültür ve sanat adamlarıyla, bilgin ve mucitleriyle mi?  

İlim, harcandıkça arttığına, mal harcandıkça azaldığına göre, hangisine sahip olmak zenginliktir?

Sürekli artan bir şeye mi, yoksa sürekli azalan bir şeye sahip olmak mı zenginliktir?

Serveti, maddiyatı, zenginliği de sağlayan, kazandıran bilgi, tecrübe ve kafayı olumlu manada çalıştırmak değil midir?

İlmin ve kültürün bir kaynağı da kitaptır. İnsan çeşitli yollardan bilgi ve kültür elde edebilir. Ama bilinen bir gerçektir ki kitap ilim öğrenmede hâlâ önemli bir kaynak. Daha doğrusu ‘okuma’ eylemi en önemli bilgi kaynağıdır. İster kitaptan ister cd’den, ister internetten okuyalım...

Bu yüzden kitabı olan toplumlar, belli bir değere sahip olan toplumlardır.

Kitaba sahip olanlar hazineye (define mi demeliydim) sahip demektir. Hangi toplumun bu anlamda hazinesi zenginse; onun yüzü ak, arkası kuvvetli, değerleri zengin ve uygarlık tarihinde sözü var demektir.

Kişiler de öyle değil mi?

Açın eski âlimlerin hayatına bir bakın, adı âlimliği çıkmış bütün okumuşların birer kütüphaneye sahip olduklarını, ya da mutlaka kütüphanelere uğradıklarını görürsünüz. Onlar arkadan gelenlere mal/para/dünyalık değil; ilim/kültür/kitap miras bırakmışlardır.

Öldükten sonra arkamızda acaba nasıl bir tereke (miras) bırakacağız?

Alimler gibi ilim, tecrübe, güzel örneklik, kültür ve hoş hatıralar mı?

Yoksa mirasçıları kavgalara/anlaşmazlıklara, hatta açgözlülüğe sürükleyecek mal mı?

Düşünmeye değer.

Şöyle bir tesbit yapmama izin veriniz: Evinde küçük de olsa bir kütüphanesi olan, diğerlerine göre biraz daha zengin sayılır (mı). 

Hüseyin K. Ece

2012 Zaandam