Türkiye’nin Güney-Doğu illeri merkezli bir tarikata bağlı olduğunu iddia eden bir vekil İzmit civarında sohbetler, kendine göre zikir merasimleri düzenliyordu. Bir ara bu olayı anlatan da birinin ısrarı üzerine gitmiş. Vekil bir şeyler anlatmış, ama en çok da kendi tarikatına, burada kendisi vekil olduğuna göre kendisine bağlanılması gerektiğini, bunun dinen lüzumlu olduğunu anlatmış.

Sohbetin sonunda çay ikram edilmiş. Vekil  çayını yavaş yavaş içmiş ve çayın üçte birini bardağın dibinde bırakmış. Vekilin artık çay içmediğini gören bazıları hemen hızlı bir şekilde bardağa saldırmışlar. Biri hafif bir yudum alıp diğerine, o da hafif bir yudum alıp bir diğerine, diğeri hafif bir yudum alıp bir diğerine vermiş. Böylece artık çay bitinceye kadar altı yedi kişi adamın artığını içmişler.

Maalesef sırada bekleyen diğer bağlılar bu akşamki artık çaydan nasip alamamışlar.

Olayı anlatan onlara ve yaptıklarına tiksinerek bakmış. Bu iğrenç manzaraya inanmak istememiş ama olay gözünün önünde olmuş.

Sonradan öğrenmiş ki bu vekil her zaman mahsus böyle yaparmış. Fırsatı yakalayan müridler de onun artığını teberrüken içerlermiş.

Acaba onlara göre vekilin içtiği çayın artığı kutsallık mı kazanıyordu?

Bir başkasının artığını içmenin nesi faydalı, nesi bağlılık, nesi teberrük, nesi bereket; iğrençliğinden, zararlı oluşundan başka?

Düşünün vekilin artığını içmekte ve paylaşmakta böyle yarış eden sözümona müridlerin; ya o vekili görevlendirien asılı, yani şeyh dedikleri kişiyi görseler neler yapmazlar?

(Nitekim o bahsedilen şeyhin çorba artığının kendisini ziyarete gelen bağlıları tarafından kapış kapış paylaşıldığı –bilmem doğru mu- facebook sayfalarında paylaşıldı.)

Olayı anlatan bir daha böyle yerlere gelmemeye karar vermiş.

 

Bunu duyunca aklıma bir hatıra geldi. Sanırım 2005 veya 2006da Almanya’nın Duisburg şehrinde bir camiye Ranmazan sohbeti yapmak üzere gittim. Sohbetten sonra birisi yanıma geldi ve dedi ki: “Hocam şu çay hizmeti yapan şahıs var ya, buranın hizmetçisi gibi. Burayı temizler, yıkanacakları yıkar, bakar, çay servisi yapar, toplar. Bu hizmetinden memnunuz. Yalnız bunun bir huyu var. Boş çay bardaklarını toplarken mutlaka bardaklardaki -az veya çok- artıkları mutlaka içer. Kendisine yıllardan beri çok kimse “yapma etme, bu doğru değil, sağlıklı değil, başkasının artığı içilmez, bu bir nevi pisliktir” deseler de aldırmıyor. Yapmaya devam ediyor. Biraz takip et sen de göreceksizn yaptığını. Bir de sen konuş bir yolunu bularak, belki seni dinler.”

Adamı takip ettim, dedikleri gibi masalardan bardakları toplarken artıkları içiyordu. Masamıza yaklaşınca bir yolunu bulup sohbet etmeye başladım. Arada dolaylı olarak bu yaptığının doğru olmadığını anlatmaya çalıştım. Adam hiç tınmadı. “Müslümanın artığı müslümana şifasdır” sözünü hadis diye bellemiş, ona dayanarak yaptğını savundu. Üstelik bu yaptığından sevap umuyordu.

Söyleyecek siz, yapacak bir şey yoktu.

Bu adam o cami çayocağında çay içen herkesin artığında şifa var zannediyordu.

Yukardaki örnekteki vekilin artığını içenler o artıkta bir kutsallık mı buluyorlardı, bir şifa mı bekliyorlardı, bilmiyorum. Öyle ya, çay artığı sıradan birinin artığı değil. O artığı içebilmenin kimbilir ne hikmetleri, ne faydaları, ne tılsımları vardır. O çay artığı eli şeyhin eline, gözü şeyhin gözüne değen, ya da şeyhin dolaştığı mekanları gören birine ait. O yüzden özeldir, şifadır, feyizdir, berekettir, belki da kutsaldır (!)

Cami çayocağındaki şaşkın sanırım onlardan daha masum.

Bilinen bir gerçek: Müslümanlar arasında bazıları sevdiklerini, bazen de eşyaları fetiş haline getirir, onlara farklı olağanüstülükler, kutsallık atfederler. Hatta o eşyalardan medet umanlar bile vardır.

Çay artığı bağlılar tarafından kapış kapış paylaşılan vekil... Eh bu da fena bir saltanat değil (!)

 

Hüseyin K. Ece

29.07.2018

Zaandam