A.Geylanî bunu ğayb-âşina gözüyle, hem de Kur’an hadisesi olarak yapmış diyorlar. Onlara göre Ğavs-ı A’zam, Kutb-u A’zam Abdülkadir Geylanî sekiz yüz sene önce Kur’an hizmetindeki Nursî hareketini engin kerâmetiyle haber vermiştir. Bunu beş yönden (vecihten) anlamak mümkün diyorlar ve beş yönü teker teker açıklıyorlar.

Beşinci vecihte şöyle deniyor: “Üstadımız (S. Nursî) kendisi söylüyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, bütün mahiyetimizde ve etrafında ahali Nakşî Tarikatında ve orada meşhur Ğavs-ı Hizan namıyla bir zattan istimdad ederken (yardım dilerken), ben akrabama ve umum ahaliye (herkese) muhalif olarak “Ya Gavs-ı Geylânî” derdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, “Ya Şeyh!  Sana bir Fâtiha, sen şeyimi buldur.”

Acibtir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir.

Onun için hayatımda umumiyetle Fâtiha ve ezkâr (zikirler) ne kadar okumuş isem, Zat-ı Risâletten (Peygamber’den) (sav) sonra Şeyh-i Geylânî’ye hediye ediliyordu. Ben üç dört cihatle Nakşî iken, Kadirî meşrebi ve muhabbeti bende ihtiyarsız (benim dahlim olmadan) hükmediyordu. Fakat tarikatla iştiğaleye (meşgul olmaya) ilmin meşguliyeti mani oluyordu.

Sonra bir inâyet-i ilâhiyye (ilahi yardım) imdadıma yetişip gafleti dağıttığı bir zamanda Hazreti Şeyh’in (Geylânî’nin) “Fütûhu’l-Ğayb-Ğayb Fetihleri” namındaki kitabı hüsn-ü tesadüfle (güzel bir tesadüf eseri) elime geçmiş. Yirmisekizinci Mektup’ta beyan edildiği gibi Hazret-i Şeyhin himmet ve irşadıyla eski Said yeni Said’e inkılâb etmiş.

S.Nursî adı geçen kitapta “Ey hikmet diyarında doktor olduğunu zanneden biçare, sen müslümanların manevî hastalıklarını tedavi etmeden önce kendini tedavi et. Asıl hasta sensin” sözünün kendisine söylenmiş hesap ederek “Şeyhime; Sen tabibim ol” dedim. Elhak (doğrusu) o tabibim oldu” diyor.

Bu iaddiayı nakleden talebeler sonra diyorlar ki, işte bu macera gösteriyor ki A. Geylânî’nin müteveccih olduğu (yöneldiği) ve özellikle bahsettiği ve gelecekte müridi olma ihtimali olan kimse S. Nursî’dir. Üstelik hz. Şeyh (A. Geylânî)  tıpkı hayatta olduğu gibi öldükten sonra da tasarruf edebilen üç  büyük veliden biridir. Hatta A. Geylânî demiş ki: “Öncekilerin hepsinin güneşleri battı, bizim güneşimiz sonsuza dek yüksek felektedir ve asla batmaz.”

Yazarlar devam ediyorlar: İşte bu A. Geylânî, dua ve himmetiyle müridlerinin önünde ve arkasında durur. Bu şekilde harika ve acaib kerâmet sahibi bir zat elbette bu zamanda Kur’an hizmetinde olacağını, kendi vasıtasıyla bir kişini ortaya çıkacağını görmesi onun şanındandır. Şeyhin söz konusu ettiği bu değerli müridinin ve talebesinin ondördüncü asırda geleceğini  ima ettiği şahıs S. Nursî’dir.” (Nursî, Said. Sikke-i Tasdik-i Ğaybî,  Envar Neşriyat, İstanbul 1994, s: 143-144)

 

-S. Nursî’nin öğrencilerine (veya müridlerine) göre A. Geylânî sekiz yüz yıl öncesinden S. Nursî’nin Kur’an hizmeti hareketi başlatacağını, kendisini, kitaplarının ve talebelerinin bu hizmeti sürdürüp yaygınlaştıracaklarını bilip haber vermiş.

-A. Geylânî bunu bir tahmin olarak değil, engin ve derin kerâmetiyle, yani olağanüstü gücüyle (tanrısal gücüyle mi desem) bilmiş.

-Talebeler, "bu ilginç gerçeği A. Geylânî’nin haber verdiğini tam beş yönden, beş delil ile anlamak mümkün" diyorlar.

-Talebeleri demek istiyorlar ki; A. Geylânî böylesine mübarek, olağanüstü, asırlar sonrasını görebilen, hem sağlığında, hem de öldükten sonra tasarruf edebilen (!), yani olağanüstü gücüyle hükmetmeye, olmazları oldurmaya devam eden bir zat bunu haber verdiğine göre Nursî’nin başlattığı hareket (kısaca Nurculuk) mübarek, ilâhi kaynaklı ve ğavs-ı a’zam referanslı bir harekettir (!)

-Bu talabelerin/müritlerin naklettiğine göre S. Nursî kendisi anlatmış: O daha sekiz dokuz yaşlarında iken çevresi nakşî olmasına rağmen o, kadirîlerin piri A. Geylânî’'den yardım isterdi. O da hemen yardım ederdi. Hatta kaybolan bir cevizini bile ondan isterdi. Şaşılacak şu ki A. Geylânî S. Nursî'nin her istediğini verirmiş. Üstelik bu belki bin defa gerçekleşmiş.

-S. Nursî ondan yardım isterken, “a şeyh, al sana bir Fâtiha, şeyimi (yitiğimi) buldur” dermiş, sonra istediği olur, yitiğini bulurmuş. Zaten o ne zaman Fâtiha okur, zikir yaparsa bunları önce Peygamber’e, sonra da A. Geylânî’ye gönderirmiş.

-S. Nursî üç dört cihatten nakşî olduğu halde (bir kaç yönden nasıl nakşî olunuyorsa), kadirî meşrebi ve sevgisi, kendi iradesi olmadan ona hükmediyordu (!)

-Talebeleri nakletmeye devam ediyorlar. A. Geylânî’nin Futuhu’l-Ğayb kitabına güzel bir tesadüf eseri ulaşan S. Nursî, onun himmet ve irşadıyla (mezardan kalkıp olağanüstü yardımıyla) eski Said yeni Said’e inkılab etmiş (evrilmiş).

-S. Nursî kitapta geçen bir şiirin bir beytindeki “asıl kendisinin hasta olduğunu, tedavi olması gerektiğini” ifadelerin kendisine söylendiğini anlamış ve manen A. Geylânî’ye “benim tabibim ol” dediğini, onun da kendisine tabip olduğunu anlatıyor.

Bu da S. Nursî’nin A. Geylânî’nin işaret ettiği Kur’an hizmetkârı olduğunu gösterirmiş.

-Dahası, müritlerinin arkasında ve önünde duran, yani onların hallerinden haberdar olan, acaib ve harika kerâmet sahibi, yani olmazları olduran (tasarrufta bulunan) himmet sahibi A. Geylânî, kendi vasıtasıyla (!) sekiz asır sonra kimin Kur’an hizmeti başlatacağını bilmiş ve haber vermiştir.

-Dahası, A. Geylânî sıradan bir âlim değil, öldükten sonra bile tasarruf etmeye devam eden üç büyük veliden biridir. (Diğerlerinin isimleri verilmiyor.) Yani bu veliler ölseler bile, müritlerini korumaya, gözetlemeye, onlara yardım etmeye, yani tanrısal işler yapmaya devam ediyorlar.

-Dahası var;  A. Geylânî demiş ki “herkesin güneşi battı, ama bizimki en yüce felektedir ve asla batmayacak”. Ona göre kendisine ait güneş (ne demekse) sonsuza kadar felekte var olacaktır.

-Kısaca A. Geylânî’nin kerâmet göstererek, himmetiyle ve ölümden sonra da tasarruf etme gücüyle işaret ettiği Kur’an hizmetkârı S. Nursî’dir.

 

Bu acaip iddialar üzerine bizim de bir kaç soru sormak hakkımızdır:

1-A. Geylânî’nin (r.a) acaba kendisine nisbet edilen bu iddialardan haber var mıdır? Haberi olsyadı acaba nasıl bir tepki verirdi?

2-Bir kişinin, bir düşüncenin, bir kitabın, bir çalışmanın hakkında insanlar neden kutsal referans ararlar?

3-Yukarıdaki iddialara dikkatlice bakılınca görülecektir ki, S. Nursî ve başlattığı harekete kutsal bir referans aranırken, ya da var diye iddia edilirken, A. Geylânî’ye olağanüstü yetkiler, bir anlamda ancak tanrının yapabileceği şeyler izafe ediliyor. Bunun Tevhid inancının neresinde olduğunu sormak lazım.

Üstelik ona en büyük, en azametli yardım “ğavs-ı a’zam”, en büyük, en azametli kutub anlamına gelen “kutb-u a’zam” diyorlar. Sormak lazım, bu tabirlerle ne demek istiyorsunuz?

4-Bir kişi, bir fikir, bir kitap, bir çalışma değerini yaptıklarından, hakikete nisbetinden, sâlih oluşundan mı alır, yoksa iddia edilen bir hayali referanstan mı?

5- A. Geylânî sekiz yüz sene önceden S. Nursî’nin ve nurculuk hareketinin geleceğini haber vermiş. S. Nursî’nin talebeleri “beş vecihten” A. Geylânî S. Nursî’nin bu Kur’an’a hizmet hareketini başlattığna işaret etmektedir iddiası için başkaları:

“Bunlar sizin şahsi yorumlarınızdır, hatta hayallerinizdir. Biz sizin bu anlattıklarınızı böyle anlamıyoruz” diyebilirler. Öyle ya bu iddiaların hakikat olduğunun isbatı ne?

6-Tevhid inancına göre ğaybı Allah’tan başka kimse bilemez. (Âli İmran 3/179. Neml 27/65) A. Geylânî sekiz yüz yıl sonraki ğaybı nasıl, hangi ilimle, aletle, güçle bilmiş?

7-İddiaya göre N. Nursî ta çocukluğundan beri, belki binlerce defa A. Geylanî’den yardım istemiş (istimdat etmiş), o da mezarından kalkıp gelip, S. Nursî’nin imdadına yetişmiş. Üstelik okuduğu Fâtiha’da “Yalnızca Senden yardım dileriz” demesine rağmen... Nasıl oluyor da bir müslüman Allah’ın yapabileceği bir şeyi diri veya ölü bir insanın da yapabileceğine inanır?

Gerçekte S. Nursî böyle bir şey dedi mi, yoksa bunu talebelerini uydurdu?

Hani istenen şey “kardeş, komşu, müslüman; eşeğini ver de şu otları taşıyayım, kazmayı ver de şu yeri kazayım, falanca kitabını ver de okuyayım” şeklinde bir istek değil. Düpedüz Allah’tan istenebilecek, Allah’ın bilgisi ve gücü dahilindeki istekler.

7-Tevhid inancına göre insan ölünce hayatla bağı kesilir, insanın yapabileceği eylemler açısından işi biter. Zira o artık dünyadan göç etmiş, âhiret hayatına intikal etmiştir. Ruhu şunu yapar, şurada gezinir, şöyle bir durumdadır demek, hayali iddialardır. Kabzedilen ruhun hallerini de kimse bilemez, yalnızca Allah bilir.

Sağlığında olmazları olduran, olağanüstü işler yapan kimseler hakkında “eh, Allah dilerse olur” iddiası temelsiz bir görüştür. Allah (cc) tasarruflarında asla kimseyi şerik (ortak) edinmez. (Kehf 18/26. Ra’d 13/41. En’am 6/57. v.d.)

8-Güya S. Nursî, A. Geylânî’ye “sen benim doktorum ol “demiş, o da kabul etmiş de onun himmeti ve irşadıyla eski Said yeni Said olmuş. Buradaki iddia eğer onun hayatından ve kitaplarınden etkilendim, öğüt ve nasihatlerini dinledim, onu örnek aldım, bu anlamda benim manevi tabibim oldu anlamında ise, bu makul, olabilecek bir şeydir.

Ancak buradaki kasıt; onunla görüştüm, bana mânâ âleminde ders verdi, yönlendirdi, beni rüyada veya maneviyatta irşad etti denilmek isteniyorsa; buna asılsız bir iddia, yalan, uydurma diyenler hata ederler mi?

9-S. Nursî’nin talebeleri, hayatlarında ğayba, uzaklara, olaylara tasarruf ettikleri gibi, öldükten sonra da tasarruf gücüne sahip üç veliden bahsediyorlar.

Sormak lazım bu iddianızın delili ne? Bir insan nasıl ğayba hükmedebilir? Bir beşer olmazları nasıl oldurabilir? Bir beşer nasıl olur da Allah’ın yapabileceği işleri yapabilir? Hele hele bu insan öldüğü halde, hayatla irtibatı kesildiği halde, ölülerin hiç bir şey yapamayacağı gün gibi aşikâr olduğu halde?

İnsan, beşer değil mi? Kim olursa olsun, onun cürmü, kapasitesi, gücü, işlevi ve yeri belli değil mi? Nasıl oluyor da bazıları, bazı özel kimselerin tanrı gibi tasarruf güçlerinin olduğuna inanabiliyor? Böyle bir kanaatin müşriklerin ara tanrı (put) inancından farkı nedir?

Tevhid dinine inanan bir mü’min nasıl böyle düşünebilir? Nasıl Allah’ın ortakları olduğuna inanabilir? Bunlar Kur’an okumuyorlar mı? Bunlar hz. Muhammed’in hayatına bakmıyorlar mı? Onun bir beşer ve peygamber olduğundan ders almıyorlar mı?

10-“Herkesin güneşi battı, bizim güneşimiz yüce felektedir asla batmayacak” ne demektir? Bu söz gerçekten A. Geylânî’ye mi aittir? O böylesine cüretkâr bir söz söylemiş mi? Hadi söyledi diyelim, “ben de tanrı gibi sonsuzum” anlamına gelen böyle bir söz, bir kimsenin faziletini ve değerini anlatmak üzere nasıl kullanılabilir?

11-Bir ölü (bir mevta), kemikleri bile kalmamış bir fâni; nasıl olur da kendisine bağlı olanları kabrinden koruyup gözetir? Allah kullarını yaşatma, nimetlendirme, koruma ve affetme işini bu ortaklarına mı havale etti? Bu iddia Kur'an'ın, Tevhid inancının neresinde?

Her açıdan Rabbine bağımlı, ölüme mahkûm bir beşerin, falanca mübarekin himmeti veya kerâmetleri ne demektir?

Bunlarla “o mübareklerin tanrısal gücü vardır. Hem hayatlarında, hem öldükten sonra bu güçleriyle olağanüstü işler yaparlar” diye zannediliyorsa, sormak lazım bu inanç Tevhidin (İslâmın) Allah inancının, Kur’an’ın Allah , insan, varlık tasavvurunun, ehl-i sünnet itikadının neresine sığar?

12-A. Geylânî’yi, S. Nursî’yi veya onların çalışmalarını övmek, ya da onları sevmek için bu gibi aşırıklara, bu denli saçma ve bâtıl iddialara ihtiyaç var mı?

 

Hüseyin K. Ece

12.11.2018

Zaandam