şefi’ olarak beş âyette (En’am 6/51, 70. Yûnus 10/3. Secde 32/4. Mü’min 40/18)

şefi’in çoğulu olan “şüfeâu” olarak  beş âyette (A’raf 7/53. Rûm 30/13. Zümer 39/43. En’am 6/94. Yûnus 10/18),

şefâat olarak onüç yerde (Bekara 2/48, 254. Nisâ 4/85 (iki defa). Meryem 19/87. Tâhâ 20/109. Sebe’ 34/23. Zümer 39/44. Zuhruf 43/86. Müdessir 75/48. Yâsîn 36/23. Necm 53/26),

şef’ olarak da bir âyette (Fecr 89/3) yer almaktadır.

Kur’an’da şefâat bir âyette sözlük manasıyla kullanılıyor.

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتًا ﴿85﴾

“Kim güzel bir (işte) aracılık (şefâat) ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık (şefâat) ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Nisâ 4/85)

 

a-Şefâatin hiç bir şekilde olmadığını anlatan âyetler

Birincisi:

حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ ﴿47﴾ فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ ﴿48﴾ فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ ﴿49﴾

“Nihayet ölüm bize gelip çattı.” Artık şefâatçilerin şefâati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?” (Müdessir 74/47-49)

 

İkincisi:

ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا يُنْقِذُونِۚ ﴿23﴾

“O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefâati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.” (Yâsîn 36/23)

 

Üçüncüsü:

قَالُوا وَهُمْ ف۪يهَا يَخْتَصِمُونَۙ ﴿96﴾ تَاللّٰهِ اِنْ كُنَّا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ ﴿97﴾ اِذْ نُسَوّ۪يكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿98﴾ وَمَٓا اَضَلَّنَٓا اِلَّا الْمُجْرِمُونَ ﴿99﴾ فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع۪ينَۙ ﴿100﴾ وَلَا صَد۪يقٍ حَم۪يمٍ ﴿101﴾

“Orada (cehennemde) birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Allah’a yemin olsun ki biz gerçekten çok açık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi (uydurma tanrıları) âlemlerin Rabbi Allah ile bir tutmuşuz. Fakat işin doğrusu bizi mücrimler (suçlular-inkârcılar) saptırdı. İşte bu yüzden bizim için şefaatçiler (şâfi’în)  yok. Sıcak bir dost(umuz) da yok.” (Şuarâ 26/96-101)

 

Dördüncüsü:

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿53﴾

“Onlar ise ancak, (“Görelim bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini) bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: “Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim için şefâatçılar (şüfeâu) var mı ki bize şefâat etseler (yeşfeu) veya (dünyaya) döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?” Gerçekten onlar kendilerine yazık etmişlerdir. (İlâh diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır.” (A’raf 7/53)

 

Beşincisi:

اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿3﴾

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefâatçi (şefi’) olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?” (Yûnus 10/3)

 

Altıncısı:

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿18﴾

“Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır (şüfeâuna)” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.” (Yûnus 10/18)

 

Yedincisi:

وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ ﴿70﴾

“Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefâatçi (şefi’). (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.” (En’am 6/70)

 

Sekizincisi:

وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ ﴿23﴾

“Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasına şefâat yarar sağlamaz. Kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür.”

Bu âyete şu şekilde de meal verilebilir:

“Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefâati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür.” (Sebe’ 34/23)

Bu anlamıyla bu âyet şefâate izin verildiği söylenen âyetler arasına almak mümkün.

 

Dokuzuncusu:

وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟ ﴿94﴾

“Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefâatçilerinizi (şüfeâu-kum) de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.”  (En’am 6/94)

 

Onuncusu:

وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ ﴿18﴾

“Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak (hamim) bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi (şefi’) vardır.” (Mü’min 40/18)

 

Onbirincisi:

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ ﴿12﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ شُفَعٰٓؤُ۬ا وَكَانُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ كَافِر۪ينَ ﴿13﴾

“Kıyâmetin gerçekleşeceği günde, suçlular (mücrimler) hayal kırıklığı içinde ümitsizliğe düşeceklerdir.

Onların, Allah’a koştukları ortaklardan (şüraka’dan) kendileri için şefâatçılar  (şüfeâu) da olmayacaktır. Artık onlar ortak koştukları şeyleri de inkâr ederler.” (Rûm 30/12-13)

 

Onikincisi:

وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿48﴾

“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiç kimseden bir şefâat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bekara 2/48)

 

Onüçüncüsü:

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ ﴿122﴾ وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿123﴾

“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefâatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.”  (Bekara 2/122-123)

Bu âyetle Bekara 48 arasındaki tek fark fidye kelimesi ile şefâat kelimesinin yer değiştirmesidir.

 

Ondördüncüsü:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿254﴾

“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefâatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bekara 2/254)

 

Onbeşincisi:

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ ﴿255﴾

“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefâatte bulunacak (yeşfeu) kimdir? (Yani meleklerden. Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 1/136) O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bekara 2/255)

 

Onaltıncısı:

اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰىۘ ﴿24﴾ فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُو۫لٰى۟ ﴿25﴾ وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَأْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْضٰى ﴿26﴾

“İnsan arzu ettiği her şeye sahip olabilir mi ki?

Oysa, âhiret de, dünya da Allah’ındır.

Göklerde nice melekler vardır ki, Allah dilediği ve razı olduğu kulları için izin vermedikçe onların şefâati (şefâatuhum) bile hiç bir fayda sağlamaz.”  (Necm 53/24-26) 

 

Onyedincisi:

يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا ﴿109﴾

“O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefâati fayda vermez.” (Tâhâ 20/109)

Âyet şöyle de çevrilebilir:

O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına şefaat fayda vermez.” 

 

 

b-Şefâate izin verildiği söylenen âyetler:

Birincisi:

لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْدًاۢ ﴿87﴾

Takvâ sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah'ın huzurunda topladığımız,

günahkârları da susuz olarak cehenneme sürdüğümüz gün, Rahmân nezdinde ahid (söz) alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir.” (Meryem 19/86-87) 

Bu ayet şöyle de anlaşılabilir: "Ancak o gün yalnızca Rahman dan ahit alanlar şefaate (yardıma) kavuşurlar."

 

İkincisi:

 

 يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ ﴿28﴾

“Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Onlar, Allah rızasını kazanmış olandan başkasına şefâat edemezler. Onlar Allah korkusundan titrerler.” (Enbiyâ 21/28)

 

Üçüncüsü:

وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿86﴾

“O’nu bırakıp taptıkları şeyler şefâat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler bunun dışındadır.” (Zuhruf 43/86) 

 

Dördüncüsü:

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ ﴿28﴾

“Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Onlar, Allah rızasını kazanmış olandan başkasına şefâat edemezler. Onlar Allah korkusundan titrerler.” (Enbiyâ 21/28)

 

c-Şefâatin yalnızca Allah’a ait olduğunu söyleyen âyetler:

Birincisi:

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ﴿4﴾

“Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost (veli), hiçbir şefâatçi (şefi’) yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?” (Secde 32/4)

 

İkincisi:

اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَعْقِلُونَ ﴿43﴾

“Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler (şüfeâu) mi edindiler? De ki: “Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?” (Zümer 39/43) 

 

Üçüncüsü:

قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟ ﴿50﴾ وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿51﴾

“De ki: “Ben size “Allah’ın hazineleri benim elindedir demiyorum, ğaybı da bilmem. Size ben meleğim de demiyorum. Ben ancak bana vahyedilene uyarım (uyuyorum). De ki: Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?

Rablerinin huzuruna götürülüp toplanacaklarından sakınanları onunla (Kur’an’la) uyar ki, onların O’ndan başka ne bir velileri (hamileri) ne de şefâatçiları (şefî’leri) yoktur. Umulur ki Allah’tan korkup-sakınırlar.” (En’am 6/50-51)

 

Dördüncüsü:

Şu âyet şefâat konusuna nokta koymaktadır:

 قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿44﴾

“De ki: “Şefâat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Zümer 39/44)

 

(Meallerin çoğu Diyânet Meali’den (Yeni) alınmıştır)

 

20.11.2018

Zaandam