Zaten yurtdışındaki insanımız ülkemize ait her şeye ilgi gösterirdi. Kitabına da, yayınevine de, yazarına da, hocasına da, adına da. Kitabını okuduğu yayınevini diğer kitaplarla birlikte, okuduğu yazarı canlı olarak görmek, onlarla tanışıp hasbihal etmek ona ayrı bir sevinç veriyordu. Tabi yayınevlerinin ve yazarların bu sevince ve heyecana layık olupu olmadıkları ayrı bir konu. Ama o zamanlar durum böyleydi.

Biz de bir grup arkadaşla Hollanda’dan/Amsterdam’dan gittik. Türkiye’den yayınevleri, yayıncılar ve bazı yazarlar gelmişti. O dönemde az da olsa kitap okuyucusu vardı. Fuara ilgi ve kitap satışları iyi idi. Üstelik bu tür bir fuar ilk olması hasebiyle ayrı bir ilgi odağı oluyordu.

Kitap adına açılan fuara katılmak, yayınevlerinin standlarına uğramak, pek çok kitabı birarada görmek, beğendiğiniz kitapları almak bir okuyucu için ayrı bir sevinç ve heyecan kaynağı idi.

İlk fuar olduğu için belli ki farklı kesimlerden yayınevleri davet edilmiş. Ya da çok yayınevi davet edilmişti de ancak imkan bulanlar gelebilmişti. Bilmiyoruz.

Standları gezip ne var ne yok, kim,  hangi hangi yayınevi gelmiş, ne tür kitaplar satıyorlar, biz Avrupa’ya gittikten sonra ülkemizde kitap dünyasında neler olmuş, bize hitap eden veya ilgi duyabileceğimiz kitaplar var mı diye bakarken, kısa adı TG harflari ile başlayan bir standın önüne geldim. Orada ilgimi çekecek, bana hitap eden, almazsam olmaz diyebileceğim bir kitap, ürün olmadığını kesin biliyordum. Bunun için şöyle bakıp geçiyordum. Standda kendi yayınları olan bazı kitaplar, kasetler, romatizmaya karşı bakır bilezikler, masaj aletleri gibi ürünler vardı. Bir de tabi ülkemizle özdeş bir gazetenin reklâmı.

Bu kitaplar tanıdık geldi. Türkiye’de ve Avrupa’da bazen kişilere, bazen camilere paketler halinde bedava dağıtılan kitaplar. Her nedense diğer kitaplar gibi piyasada, kitap pazarında, dağıtımcılarda satılmayan, ama illa da bağlıları tarafından ya bedava dağıtılan, ya da sudan uccuz verilen kitaplar. Bilmiyorum, ısınamadım bu gizemli işlere.

O zamanlar teyp kasetleri revaçta idi. Pek çok firma bant tiyatroları, anlatı,çocuk ve tanıtım kasetleri üretiyorlardı. Nitekim bu firma özellikle geçmişte yaşayan isimleri “hazretleri” ile biten bazı kişilerin hayatlarını hakkında bir sürü bant tiyatrosu yapmıştı. Süslü, güzel ambalajlı, kaliteli teyp kasetleriyle. Daha sonra bunların çoğunu sinema filmi olarak çektiler. Bunları uzun yıllar kendi tv.lerinde yayınladılar. Hâlâ kendileri ve bazı tv. kanalları bu filimleri yayınlamaya devam ediyorlar.

Standın önünden geçerken oradaki görevli bize yaklaşarak;

“Hacı buyur, buyur hacım” (tabi her gelen veya her sakallı hacı idi ona göre), kasetleri göstererek “Allah dostlarının hayatlarını anlatan kasetlerimiz var, buyurun, buyurun” dedi.

Kasetlere ve bize hacı diyen satıcıya şöyle baktım, baktım ve dedim ki: “Elin oğlu toprağı (yeryüzünü) kazıyor, orada maden ve petrol keşfedip çıkarıyor. Siz ise toprağı kazıyor ve toprağın altından habire, durmadan evliyâ çıkarıyorsunuz”.

Adam yüzüme baktı, baktı, bir şey demedi. (Geçmişte yaşayan, ama onların evliyâ, mübarek, olağanüstü, özel insanlar olarak takdim ettiklerini ancak o ölmüşlerin öyle olmadığını, onlara bu gözle bakmanın hakikat değil birilerinin sanrısı, hayali olduğunu ima etmeye çalıştım. Ama sanırım benim ne dediğimi anlamamıştı.)

Evet birileri yerden hayatı kolaylaştıracak maden, petrol gibi şeyleri arayıp buluyor. Bunlarla  devasa sanayi kuruyor, ticaret yapıyor, muazzam bir ekonomi geliştiriyor, bunlarla dünyaya hükmetmeye çalışıyor. Bazı müslümanlar ise toprağın altından habire veli-evliyâ buluyorlar, kerâmetler keşfediyorlar.

Yer altında onların anladığı anlamda bu kadar evliyâ var mı bilmem ama anlattıkları, yazdıkları, bant tiyatrolarına ve filme aktardıkları evliyâ anlayışı ile, hayali hikâye ve menkıbeler ile hitap ettikleri kitleyi meşgul ettikleri, din adına yanlış şeyler anlattıkları, veli kavramını Allah’ın öğrettiği gibi değil kendi kafalarına göre anladıkları açık.

Yeraltında (mezarlarda) veliler (evliyâ) var mı? Tabi; şu an yeryüzünde var olduğu gibi yeraltında da, âhirete göçmüş bir kaç tane değil milyarlarca evliyâ var. Yani Kur’an’ın tanımını yaptığı veliler (evliyâ), yani mü’minler var. Zira Kur’an’a göre her samimi müslüman Allah’ın velisidir (evliyâdandır).

(Âyete bakalım): Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına (velilerine) hiç bir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış (takvalı) olanlardır.

Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır (ödüldür).” (Yûnus 10/62-64)

Buna göre hz. Âdem’den beri iman edip, takva bilinci ile yaşayan, bu imanla ölen her müslüman Allah’ın evliyâsıdır (dostu ve sevdiğidir). Bugün yaşayan ve böyle olan mü’minler de. Ama bunların bir olağanüstülükleri, tanrısal özellikleri yoktur. Ne ölenlerin, ne diri olanların “olmazları olduran” tasarrufları yoktur.

Bunlar Allah’ın iman eden kullarıdır ve bütün insanlar gibi beşerdirler. 

 

Hüseyin K. Ece

15.10.2017

Zaandam