hem oradaki sorulara isabetli cevap verdirebilecek, hem de kişiyi kabir azabından kurtaracak bir başka imkan buldum.

Üstelik bu diğeri gibi “belki”, “umulur ki”,”neden olmasın” gibi tereddütler taşımıyor. Garantili. Belgeli. Sağlam hüccetli (!)

Öyle mi? Neymiş o tılsımlı kurtuluş imkanı, bize de söyle.

Söyleyeyim. Buyurun.

Said Nursî Şuâlar adlı kitabında anlatıyor: “Meleklere imanın meyvelerinden Münker-Nekir ile ilgili biri de şudur: “Herkes gibi ben de muhakkak gireceğim” diye hayâlen mezarıma girdim. Mezarda yalnız, kimsesiz, karanlık, soğuk, dar bir yerde, tıpkı yalnız bir mahpus gibi dehşet içinde ve üzüntülü bir halde iken, birden Münker-Nekir taifesinden iki arkadaş çıkıp geldiler. Benimle tartışmaya başladılar. Kalbimi ve kabrimi genişlettiler, nurlandırdılar. Oradan ruhlar âlemine pencereler açıldı. Ben de şimdi hayal olarak ama gelecekte gerçekten göreceğim o duruma candan sevindim ve şükrettim.

Sarf ve nahiv ilmini okuyan bir talebe vefat etmiş. Kendisine “men Rabbüke” sorulunca, kendisini derste zannedip Arapça grameri ile cevap vermiş: “’men’ mübteda, ‘Rabbüke’ onun haberidir. Bu gibi konuları bana sorun, bilirim” demiş. O talebenin bu cevabıyla melekleri, orada hazır olan ruhları, hem bu olaya şâhit olan kabirleri keşfeden (keşf el-kubur) velileri güldürdü. İlâhi rahmeti de tebessüme getirdi. Ama azaptan kurtuldu.

Bunun gibi Nisâle-i Nur’un şehit kahramanı olan Hâfız Ali, hapishanede Risâleleri aşk ve şevk ile yazarken ve okurken vefat etti. Sorgu meleklerine tıpkı dünyadaki mahkemede olduğu gibi meyve hakikatleri (Meyve Risâlesi) ile cevap verdi.

Bunun gibi ben ve Risâle-i Nur talebeleri de kabirdeki sorulara Risâle-i Nur’un parlak ve kuvvetli kanıtlarıyla (hüccetleriyle), gelecekte gerçekten, şimdi ise manen cevap vereceğiz.” (Nursî, Said. Şuâlar, Tenvir Neşriyat, İstanbul 1990, s: 224-225 (11. Şuâ)

-Buna göre; Said Nursî bir an öldüğünü kabre konulduğunu, oradaki yalnızlığı, kimsesizliği düşünüyor. Oranın dar, soğuk, karanlık oluşunu aklına getiriyor. Dehşete kapılıyor.

Olabilir. İnsan kabri, kabirdeki halini böyle hayal edebilir. Bunda bir sıkıntı yok.

-Arkasından iki arkadaş meleğin gelmesiyle kalbinin ve kabrinin genişlediğini, nurla kaplandığını, ruhlar âlemine pencereler açıldığını, şimdi hayâlen gördüğü şeyin gelecekte (öldükten sonra) aynen gerçekleşeceğini göreceğini, bundan dolayı sevindiğini söylüyor.

-Meleklerin sorularına Arapça grameri ile cevap veren talebenin saflığına melekler, oradaki ruhlar, kabirlerde ne olduğunu keşfedebilen veliler gülmüşler, ilâhi rahmet bile gülümsemiş. Hem de azaptan (herhalde kabir azabından) kurtulmuş.

-Risâle-i Nur’u hapishenede yazan ve okuyan Hâfiz Ali, vefat edince Münker-Nekir meleklerinin sorularına Said Nursî’nin Meyve Risâlesi ile, tıpkı bir mahkemedeki gibi cevap vermiş. Açıkça söylenmese de lafın gelişinden anlaşılıyor ki Hâfız Ali, böylece kabir sualinden kurtulmuş.

-Dahası hem Said Nursî ve hem de Risâle-i Nur talebeleri istikbalde, yani öldükleri zaman meleklerin sorularına tıpkı Hâfız Ali gibi Risâle-i Nur’un güçlü ve çok parlak delilleriyle (kanıtlarıyla) cevap verecekler. Zımnen; “böylece kabir sualinden emin olacağız (yırtacağız)” denmiş oluyor.

Buna karşın bizim de aşağıdaki soruları sormak ve cevabını aramak hakkımızdır:

1-Allah (cc) Peygamber’e (sav), “De ki: Ben ilk elçi değilim. (Âhirette) bana da size de ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım” (Ahkaf 46/9) diyor.  

Said Nursî, öldükten sonra sorgu meleklerinin gelmesi ile kabrinin genişleyeceğini, nurla kaplanacağını, ruhlar âlemine pencere açılacağını nereden nasıl bilebilir ki, bu kadar kesin konuşuyor. Allah (cc) Peygamberine bile bildirmediği şeyleri ona mı vahyetmiş?

2-Bir talebenin sorgu meleklerinin sorularına Arapça grameri ile cevap verdiğini ve sorgudan kurtulduğunu kim görmüş? Kim tanık olmuş? Hangi kamera ile kaydedilmiş? Yoksa Münker-Nekir Said Nursî’ye gelip bizzat gelip söylemişler mi, ya da çektikleri görüntüleri mi izletmişler?

3-Onun bu acemiliğine (şaşkınlığına) kabirde olan melekler, ruhlar, melekler, bir de “keşf el-kubur” veliler gülmüşler. Hepsi nasıl bu talebenin mezarında toplanmışlarsa?

Hatta bu saflık ilâhi rahmeti bile tebessüme getirmiş. İlâhi rahmet tebessüme nasıl geliyorsa?

4-Kitapta geçen bu “keşf el-kubur veliler” tabiri ne ola ki? Kelime anlamı kabirleri keşfetme velileri. Acaba bununla bazı kimselerin mezarlıklarda, yerin altında neler olup bittiğini keşfedebilme güçleri olduğu mu söylenmek isteniyor? (Hani bazıları, ölü veya diri bazı üstün yetenekli (keşfi açık veya tasrruf sahibi) kişilerin kendilerinden biri vefat ettiği zaman kabrinin başına toplanıp ona dua ettiklerine, kabrinde ne ile karşılaştığına şâhit olduklarına inanıyorlar ya.)

Eğer öyle ise bir insan (beşer) nasıl olur da kabirde olan olayları keşfedebilir? Bunu hangi güçle yapabilir? Buna beşerin gücü yeter mi sorusu bir tarafa, hangi yetki ile ve niçin? Bunu yapmak için herhalde tanrı olmak gerekir (!)

Kaldı ki âhiret ahvali bilinen mezarlıklarda yerin altında mı oluyor/olacak, yoksa orası bizim bilmediğimiz, dünya hayatına benzemeyen bambaşka bir âlem mi?

5-Risâle-i Nur’un sâdık talebesi Hâfız Ali, kabir suallerine Allah adıyla, Kur’an ile, hayatta bağlandığı iman ilkeleriyle cevap veremiyor ama 20.yüzyılda dünyanın bir coğrafyasında bir fâninin yazdığı Meyveler Risâlesi kitabı ile cevap veriyor? ,

Diyelim Hâfız Ali sualleri S. Nursî’nin kitabıyla cevap vermiş? Kim gördü? Kim tanık oldu? Hangi kamera ile kayıt altına alındı? İsbatı ne? Kayıdı yok, zaten bunun kayıdı olur mu? Ama Said efendi böyle diyor.

6-Said Nursî’nin bu cep kitabı ne mübarek, ne şerefli, ne kıymetli, ne tılsımlı bir kitapmış ki böyle, bir şakirdin kabir suallerine cevap vermesini sağlamış?  

Demek ki bu kitap Kelime-i Tevhid’den de, iman sözünden de, Kur’an’dan da daha etkili, Münker-Nekir’in gözünde daha kutsal, ki onunla cevap verenin yakasını bırakıyorlar.

7-Said Nursî, hem kendisi hem de nur şakirtleri (talebeleri) yarın öldüklerinde, kabir sorularına -tıpkı Hâfız Ali gibi- Risâle-i Nur’un kuvvetli hüccetleriyle cevap verecekler diye iddia ediyor. Bir insanın yazdığı sıradan kitap/kitaplar nasıl olur da kabir sorgusunda kurtarıcı olacağı zannedilebilir? İnsanın bu dünyada sahip olduğu imanı, imanının gereği sâlih ameli, yani kulluğu ve Allah’ın rahmeti dururken?

8-Âhiretin hallerini çevredeki nesneler dünyasına indirmenin, bizce malum olmayan kabirden sonrasını dünyalık olaylara, kendi tecrübesine, eşyalarına benzetmek âhirete imanla bağdaşır mı?

Bir insanın yazdığı –isterse kendisi “bana yazdırıldı” desin- kitabı bu kadar yüceltmenin, olağanüstüleştirmenin, kurtarıcı makamına yükseltmenin fetişizmden farkı nedir?

9-Kabirde soru meleklerinin suallerine S. Nursî’nin kitap veya kitaplarıyla cevap verilebileceğini iddia etmek, mezarda kopya çekmek anlamına gelmez mi?

Hiç mezarda kopya çekilir mi?

10-Madem bu iş bu kadar kolay, garantili, hüccetli (!), biz bu imkanı (tılsım mı, muska mı, rukiye mi demeliydim) ne lüzum telaş etmeye. Hepimiz Meyveler Risâlesi'ni veya S. Nursî'nin diğer kitaplarını yanımıza alalım (!)

 

-Tekrar seslenmek gerekiyor:

Ey (bazı) müslümanlar! Yeter artık, dininizi bu kadar gülünç hâle düşürmeyin. Din işinde daha ciddi olun lütfen.

Mezar ötesi sizin zannettiğiniz gibi değil asla.

Orada torpil de yok, kopya çekmek de yok, kaytarmak da yok.

 

Hüseyin K. Ece

10.12.2018

Zaandam