‘Yakınlık’ anlamından hareketle kişiyi Allah’a yaklaştıran amellere ‘vesîle’ denmiştir.

‘Vesîle’ bir başka deyişle bir şeye arzu ile ulaşmak, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için onun yakınlığından faydalanılan şey demektir. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fi-Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, s: 961)

Rağıb şöyle der: ‘Vesîle’ bir şeye rağbet ile (istekli olarak) ulaşmaktır. Ayrıca rağbet anlamını da ihtiva ettiği için benzer manadaki ‘vasîle-وصيلة’den daha özel anlamı vardır. Allah’a vesîle’nin hakikati, ilim ve ibadet ile O’nun yolunda yürümeye özen göstermek, dinin “kurbet-yakınlık, Allah’a yaklaştıran şeyler” dediği güzelliklerin peşinde olmaktır. (Isfehânî, R. el-Müfredât fi-Ğaribi’l-Kur’an, s: 821)

Vesîle’nin çoğulu ‘vesâil’ dir.

Aynı fiilin tef’ıl kalıbı; ‘vessele-وسل’ ise, “falanca şu ameliyle Allah’a yakın olmaya çalıştı” demek olur. 

İbni Manzur; vesîleyi ‘hükümdarın yanındaki mertebe ve kurbet-yakınlık’ diye açıkladıktan sonra şöyle diyor: Birisinin kendisi Allah’a yaklaştıracak bir amelde bulunduğunu ifade etmek üzere “vessele fülânün ile’llahi vesîleten” denir.

‘Vâsil’; “râğıb-rağbet eden, talep eden, istekli olan” demektir. (İbni Manzur, Lisânul-Arab, 15/213)

‘Vessele’nin masdarı ‘tevessül’;  yaklaşmak, hedeflenen ve arzulanan gayeye ulaşmak için bir şeyi vasıta kılmak demektir.

İlk dönem tefsircilerinden Ebu Ubeyde: “Ben ona tevessül ettim” demek yaklaştım, yakınlık aradım demektir diyor. (İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94)

Bir başka deyişle tevessül; vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir. (Heyet, Kur’an Yolu, 2/212)

Şöyle bir kullanışı var: ”ben falancaya şununla tevessül ettim. Yani ona bir şeyle yaklaştım.” (Taberî, Tefsir, 4/576)

Kısaca ‘tevessül’; vesîle arama işidir. ‘Tevessül’ bu haliyle Kur’an’da geçmez.

Bu yazıda sadece Kur’an’da ‘vesîle’ kelimesinin nerede ve hangi anlamda geçtiğini, bu konuda Kur’an yorumcularının görüşleri çerçevesinde anlatmaya çalışacağız.

 

-Kavram olarak vesîle

‘Vesîle’nin ilk anlamı yakınlık, yakın olmaktır. İbni Abbas, Mücahid, Ata‘ gibi ilk tefsir otoriteleri Mâide Sûresi 35. âyetinde geçen ‘vesîle’yi bu şekilde anladılar. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 4/576. İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 438)

Tefsirci Zemahşerî’ye göre ‘vesîle’; kendisi sebebiyle bir şeye yakınlık elde edilmesi, kazanılması, bir şey yapılması ve benzeri bu türden ulaşılmak istenen şeye sebep olan, aracı kılınan her şey demektir.

Daha sonra bu kelime, Allah’a yaklaşmak için, itaat sayılan ve ibadet olarak bilinen şeyleri aracı/sebep kılınması, ya da ma’siyet (günah) olan şeyleri terk etmek suretiyle benzetme yoluyla artık bu manayı kazandı. Câhiliyye dönemi şairlerinden Lebid bir beytinde şöyle der:

“Halkın işlerinin sonunun nereye varacağını bilmediğini görüyorum. Dikkat edin! Aklı başında herkesin Allah’a götürecek bir vesîlesi var”.  (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 1/615)

Asıl ‘vesîle’, Allah’a yaklaşma niyeti ve O’nun sevgisini kazabilme arzusudur. Mü’min, ‘Allah bizi imanımız ile sever’ deyip, bir köşeye çekilmez. O, farzlar vacipler dışında, nafile ibadetlerle bu vesîle yollarını arar. Bununla da kalmaz, haram işlerden ve yasaklardan kaçınır, kötü ahlâkı terkeder, iradesini kullanarak Allah’ı razı edecek diğer sâlih amellere devam eder. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 3/233)

 ‘Vesîle’; arzu edilen bir amaca insanı yaklaştıran sebep demek olduğuna göre Allah’a yaklaşma sebebi, Allah’a kulluk etmek, Onun râzı olacağı ibâdetleri yapmaktır.

Türkçe’de de kullanılan ‘vesîle’, kendisiyle bir gayeye ulaşılan, yani yaklaşılan sebep, yaklaşma sebebi demektir ki "mâ-bihi’t-takarrub" (kendisiyle yaklaşılan şey) mânâsına, sadece ‘kurbet (yaklaşma)’ da denilir.

Nitekim ilk dönem tefsircilerinden Hasen, Mücahid, Atâ, Abdullah b. Kesir bunu "yani yakınlık" diye tefsir etmişlerdir.

Katâde, “Allah'a itaat ve hoşnut olacağı amel ile yaklaşınız” diye anlatmış.

Sûddî de; "yani istemek ve yakınlık" diye ifade etmiştir. Bu hem "ibtiğâ" (isteme)yi, hem de "vesîle"yi açıklamaktır.

İbnü Zeyd vesîle’yi "muhabbet (sevgi) ile Allah'a kendinizi sevdirmeye çalışınız" şeklinde anlamış ve "Onların taptıkları da Rab'lerine bir yol (vesîle) arar, her biri Allah'a daha çok yaklaşmak için çalışır" (İsrâ 17/57) âyetini okumuştur. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 3/233-234)

Kavram olarak ‘vesîle’; yakîn (sağlam) bir imân ve takva bilinci ile birlikte kalbi Allah sevgisi ile doldurmak, düşünceleri bu doğrultuda berraklaştırmak, sâlih amelleri O’nun rızasına uygun ve kabul edilebilir şekilde yerine getirmeğe çalışmak, hayatın her safhasında Peygamber’i’ örnek edinmektir.

Kısaca kavram olarak ‘vesîle’; kulun Allah’a yakın olmak için tüm ilgi ve çabasını yoğunlaştırması demektir.

 Vesîle’nin Kıyâmette Peygamberin şefâati, -hadiste geçtiği gibi- Cennette bir makam olduğunu söyleyenler de vardır. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fi-Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, s: 961. İbni Manzur, Lisânul-Arab, 15/213)

 

-Kur’an’da vesîle

‘Vesîle’ kelimesi Kur’an’da iki âyette geçmektedir. (Mâide 5/35. İsrâ 17/57)

 

-Birincisi:

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿35﴾

“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup-sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa (felâha) eresiniz.” (Mâide 5/35)

Yani, Allah'ın, yakınlığı ve razılığını kazanmanıza yardım edecek her türlü aracı, sebebi, imkanı arayın, onlara başvurun. 

 

-Âyetin geçtiği ortam

Bu âyet Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına karşı savaş ilan eden kimseleri zikrettikten sonra gelmiş olup, bir yönüyle Allah’tan müslümanlara bir öğüttür. Böyle bir üslûp elbette vaaz yönteminden daha etkileyicidir. Zira bu öğüt önceki âyetlerin tehdidinden ve bunun uyandırdığı ürpertiden sonra geliyor.

Bu âyet, Allah’a ve Peygamber’e karşı savaşanların dünya da ve âhirette hangi sonuçlarla karşılacağını, ancak bu hatadan vazgeçip tevbe edenlerin kurtulacağını, Allah’ın böylelerine karşı bağışlayıcı olduğunu söyleyen âyetleri takiben yer alıyor. 

Bundan sonraki âyet ise inatla kâfirliğe devam edenlerin, bir de Allah ve Rasûlüne savaş açanları dünya kadar, hatta bir o kadar daha fidye verseler hak ettikleri âhiret azabından kurtulamayacakları söyleniyor. (bkz: Mâide 5/36-37)

Vesîle’nin özellikle inkârcıların en ciddi hatalarına ve ağır cezalarından bahseden âyetler arasında geçmesi oldukça dikkat çekicidir.

Âyet öncelikle mü’minlere Allah’a karşı takvalı olun, O’ndan korkup-çekinin, O’na karşı kulluk bilinciyle davranın. Sorumsuz, dik kafalı, Allah’ı hesaba katmayan inkârcılar gibi olmayın diyor.

Zira onlar bu yanlışlarıyla, dünyalar kadar fidye verseler bile çıkamayacakları ateş azabını hak ederler. İman iddiasında bulunanlar onlar gibi yapmamalı. Kendilerine Allah’a yaklaştıracak, O’nun rızasını kazandıracak vesîleler, sebepler, yollar bulmalılar.

Kâfirler; günah, isyan, münker, inkâr uğruna, tağutlar (putlar), şeytan ve nefis yolunda çaba gösterirler, çalışırlar, enerji sarfederler, harcamada bulunurlar. Hatta savaşırlar. (bkz: Nisâ 4/76) Mü’minler ise Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeliler. Yani Allah yolunda, hakkıyla kulluk için, ma’ruf (iyilik), güzellikler ve hak uğruna çalışmalılar, yoğun çaba göstermeliler, bunun için infakta bulunmalılar.

Böyle yaparlarsa felâha, yani asıl kurtuluşa, çok değerli kazanca, içinde mutluluk olan bitmeyecek bir başarıya ulaşırlar.  

 

-Buradaki “vesîle” nasıl anlaşılmış?

Kur’an yorumcuları bu âyetteki ‘vesile’yi farklı ifadelerle açıklasalar da yorumları birbirine yakın ve özetle: Vesîle; Allah’ın emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şeylerdir. (İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94. İbni Kesir, Tefsir (Muhtasar), 1/511. Kurtubî, el-Camiu’l-Ahkâm, s: 1064)

Âlimler kişiyi Allah’a ve sevgisine yaklaştırabilecek ve O’nun rızasını kazanmaya yardım edebilecek her türlü ibadet ve ameli ‘vesîle’ sayarlar.

Ancak buradaki yakınlık mekan yönünden bir yakınlık değil, O’nun sevgisine ve rızasına olan manevi bir yakınlıktır.

Şimdi bu tefsirlerden başka örnekler vermek istiyoruz.

İbni Abbas; “vesîle arayın”; yani yüksek dereceyi talep edin. Ya da salih amellerle makamlar içinde Allah’a yakınlık makamını isteyin. (Tenvîru’l-Mikbâs, s: 122)

Mukâtil b. Süleyman; “vesîle arayın”; yani O’na itaat olmak üzere sâlih amel ile açıkladı. (Tefsir, 1/297)

Taberî sahabe ve sonraki kuşaktan âlimlerin ‘vesîle’ye; amellerle yakınlık arama, istenen şey, Allah’ın razı olacağı eylemlerle O’na yakın olmaya çalışmak şeklindeki görüşlerini sıralıyor.  

Taberî ayrıca İbni Zeyd’in ‘vesîle’yi; “en ideal muhabbetiniz ile kendinizi Allah’a sevdirmeye çalışınız” şeklinde açıkladığını ve arkasından da âyetin “…ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın...” kısmını okuduğunu naklediyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 4/576)

Aynı görüşü İbnu’l-Cevzî de tefsirine almış. (Zâdu’l-Mesîr, s: 379)

el-Beğavî, H. b. Mes’ud; “vesîle arayın”; yani Allah’ın yakınlığı isteyin. (Meâlimu’t-Tenzîl, 2/34)

el-Hâzin, M. b. İbrahim; “vesîle arayın”; yani Allah’a taat ve O’nun razı olacağı amellerle O’na yakın olmayı talep edin. Zira Dinin hususi teklifleri iki çeşittir: Birincisi; Nehyedilenler. Ki bu âyette “Allah’tan ittika edin...” cümlesi buna işaret eder. İkincisi; taat ile Allah’a yakın olma. Buna da ayetin “O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın” kısmı işaret eder. (Tefsîru’l-Hâzin, 2/39)

Celâleyn; “vesîle arayın”; yani sizi Allah’a yaklaştıracak taati talep edin. (Tefsîu’l-Celâleyn, s: 113)

İbni Teymiyye; “vesîle arayın”; bu, İbni Abbes, Mücahid, Atâ ve Ferrâ gibi tefsircilerin çoğuna göre “yakınlık” arama emridir,

Katâde; “Allah’ın razı olduğu şeylerle O’na yakın olmaya çalışın” diye açıklamış.  (Kurtubî, el-Camiu’l-Ahkâm, s: 1064)  

Allah’a yakınlık veya O’na kendini sevdirmek de ancak O’na ve Rasûlüne itaat ile olur. Zira Peygamber’e iman ve ona itaat halkın Allah’a ulaşma vesîlesidir. Bu da nerede olursa olsun, hangi zamanda yaşarsa yaşasın, hangi ibadeti yaparsa yapsın; insanlara emredilmiştir.

Demek ki insana Allah’a ve Rasûlüne itaat etmesi fayda verir veya bunlar vesîledir. Bunun dışında, mesela; Medine’de yaşamak veya Peygamberin kabrine yakın olmak veya buna benzer şeyler, âyette kasdedilen Allah’a yakınlık değildir. (et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94)

İbni Kesir, Ebu’l-Fidâ; “vesîle arayın”; Allah’a O’nun razı olacağı eylemleri (amelleri) yaparak O’na yaklaşmayaı isteyin. Vesîle aynı zamanda Cennette en yüce makamın da alemidir. Ya da Peygamberin makamı veya cennetteki evidir. (Muhtasar Tefsir, 1/513)

Kuşeyrî vesîle hakkında şunları söylüyor: “Bu konuda şu yorumlar  yapılmıştır:

Allah’a yaklaşmaya yol aramak, Allah’ın ezelde kişi için takdir ettiği iyilikle ona yaklaşmasıdır.

Bu yol, Allah’ın kişiye daha önce lutfettiği ezelî inâyettir.

Bu yol, Allah’ın bir kimse hakkında güzellik dilemesidir.

Bu yol, aklın şüpheden arınmasıdır.

Allah’a yaklaşmaya yol aramak, ömrün sonuna kadar Allah’a bağlılıkta samimiyeti devam ettirmektir.

-Allah’a yaklaşmaya yol aramak, amelleri riyadan, kendini beğenmişlikten arındırmak ve nefsi aşırı arzulardan kurtarmaktır.” (Kuşeyrî, Abdulkerim. Letâifu’l-İşârât (çev. M. Yalar), 2/42)

Semerkandî, Ebu’l-Leys; “vesîle arayın”; yani, ey müslümanlar! Allah’ın azabından kurtulmak için masiyet (günah) işlemekten sakının. O’nun yakınlığını ve fazilet elde etmek için de sâlih amel işleyin. Onun yolunda cihad edin (çok çalışın); yani Allah’a itaat sayılan konularda gayretli olun.” (Bahru’l-Ulûm, 1/433)

Beydâvî, Ö. b. Muhammed; “vesîle arayın”; yani kendisiyle sevaba nail olacağınız şeyleri ve sizi ona yaklaştıran itaatleri yerine getirip isyanlardan da kaçının. Kim bunları vesile edinirse Allah’a yaklaşır.

‘Vesîle’ aynı zamanda Cennette bir makamın adıdır. (Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, 1/265)

Tabressî; F. B. Hasen; “vesîle”; kendisi ile tevessül edilen ibadetleri yapmak ve günahları terketmektir. (Cevâmiu’l-Câmi’, 1/336)

Nesefî, A. b. Mes’ud; “vesîle arayın”; yani kendisiyle tevessül edilebilecek bütün araçlarla. Bu da taat sayılan amelleri yapmaya, seyyiâtı (günahları) terketmeye teşbih (benzetme) yapılmıştır. (Medâriku’t-Tenzil, 1/445)

İbni Atiyye, el-Endelûsî; ‘vesîle’nin yakınlık manasına geldiğini söyledikten sonra şunu ekliyor: Ancak asıl ‘vesîle’ ezan duasında Peygamber (sav) için istenendir. Bu dua dünyada yapılır ama âhirette onun şefâati ve makam-ı mahmûd (övülmüş makam) olarak sonuç verir.” (el-Muharraru’l-Vecîz, s: 539)

es-Seâlibî de onun bu görüşüne katılıyor ve şunu ekliyor: “…O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın…” ifadesi Peygamberin Allah’a daha yakın olmasını ve O’nun katında daha faziletli olmasını istemektir.” (es-Seâlibî, Abdurrahmân. el-Cevâhiru’l-Hisân fî-Tefsîri’l-Kur’ân, 1/460)

Bu yorum bize göre hem vesîle’nin ifade ettiği anlamdan, hem de âyetin bağlamından uzak. Zira âyet iman edenlere hitap ederek Allah’tan korkup-sakınmalarını, arkasından da O’na doğru vesîle aramalarını emrediyor. Bu cümledeki ‘o’ zamirinin Allah’ı işaret ettiği açıktır. Bunu “Peygamber’in Allah’a daha da yakın olmasını isteyiniz” diye anlamak garip bir yorumdur.

Sa’dî, A. b. Nasır; “vesîle arayın”; yani O’na dğoru adım atarak, O’nu severek, O’nun için sevmek, O’ndan kokrmak ve O’ndan ümit etmek, O’na yönelmek ve tevekkül  etmek gibi kalbi görevleri yerine getirerek O’na yakınlık arayın. Ya da zekât, hac, namaz, Kur’an okuma ve zikir, halka mal, ilim ve cömertlikle ihsan etmek, Allah’ın kullarına öğüt vermek gibi bedenî ibadetleri yaparak bu yakınlığı isteyin.

Zira bütün bu ameller sizi Allah’a yaklaştırır. Kul Allah’a yaklaştıkça O da onu sever. Bir hadiste geçtiği gibi bir kulunu Allah sevdimi de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olur ve duasını kabul eder. (Buhârî, Rikak/38)

Sonra Allah kendisine yaklaşmayı sağlayacak özel bir ibadeti söz konusu etti. O da cihadtır.  Bu da mal, nefis, görüş, lisan, çaba ile, yani kulun neye gücü yetiyorsa, onu kâfirlerle olan mücadeleye sarfetmede bütün gücünü ortaya koymaktır. Şüphesiz böyle yapmak itaat sayılan amallerden ve en iyi yakınlık vesîlesidir. (Teysîu’l-Kerîmi’r-Rahmân, s: 230)

Tabatâbâî, M. Hüseyn; “vesîle arayın”; yani ilim ve ibadetle, şeriatin sağladığı keremlerle (şerefle) Allah’ın yoluna yönelin. ‘Vesîle’, gerçek ubudiyeti (kulluğu) tahkik etme (arama), Allah’a muhtaç olduğu anlayışına yönelmedir. İlim ve amel bu vesîlenin araçlarıdır. (el-Mizân, 5/355)

Vehbe ez-Zuhayli; “vesîle arayın”; yani size Allah rızasına ulaştırcak sebepleri talep edin. O da sâlih ameldir. Zira ‘vesîle’ yakınlık demektir. (et Tefsîru’l-Veciz, s: 114)

el-Cezâirî, Ebu Bekr; “vesîle arayın”; yani O’na yakın olmayı isteyin. Bu da ancak O’nun sevdiği işleri yapmakla, O’nun sevmediği şeyleri terketmekle olur. (Eyseru’t-Tefâsir, s: 396)

Şankıtî, el-Muhtar; “vesîle arayın”; âlimlerin çoğuna göre buradaki ‘vesîle’den maksadın Allah’ın emirlerine imtisal ve nehyettiklerinden kaçınarak, Peygamber’le gelenleri gönülden kabul etmekle O’na yakınlıktır. Zira bu Allah’a vasıl olmada yegâne yoldur. ‘Vesîle’ aslında bir şeyi başka bir şeye yaklaştıracak yol demektir. Allah’a yaklaştıracak şey de ulemanın çoğuna göre sâlih ameldir. Peygamber’e tabi olmaktan başka da vesîle yoktur. (Evdâu’l-Beyân, s: 211) De ki:

Nitekim bir âyette buna işaret ediliyor: “De ki: Ben de sizin gibi (ölümlü) bir insanım. Yalnız bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahyolundu. Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih amel işlesin. Ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf 18/110)

es-Sâbûnî, M. Ali; “vesîle arayın”; yani Onun cezalandırmasından korkun, itaat ve ibadetle O’na yakınlık arayın. (Safvetü’t-Tefâsir, 1/240)

 

-Vesileyi âlimler ve şeyhler diye anlayanlar

Buradaki vesileyi “âlimler ve tarikat şeyhleri” diye anlayanlar da var.

Bursevî tefsirinde şöyle diyor: “Bil ki bu âyet vesîle yapmayı emrediyor. Çünkü Allah’a vesîle ile vasıl olunur. Vesîlerler ise ancak hakikat bilginleri ve tarikat şeyhleridir.

İnsanın (şeyhi olmadan) kendi başına amel etmesi benlik duygusunu artırır. Ama peygamber ve velilerin tarifi ile, bir mürşidin (tarikat şeyhinin) işareti ve gözetimi altında yapılan amelde benlik duygusu olmaz. Böylece mürid aradan perdeyi kaldırır ve arzusu olan Rabbe ulaşır. (Bursevî, İ. Hakkı. Rûhu’l-Beyân, 2/388)

Buna yorum yapan bir site şu eklemeyi yapıyor: “Bursevî ‘vesîle’ye kendi meşrebi açısından bakmış ve alanını daraltmış olsa da kâmil mürşitlerin önemine dikkat çekmiş olmakla rıza-i ilâhîye ulaşmanın en önemli ve esaslı dinamik vesilelerinden birine işarette bulunmuştur.” (https://kuran-ikerim.org/kuranda-vesile-kavrami-ve-tevessul-meselesi)

Nakşibendilere ait bir site ‘vesîle’ konusunda özetle şu açıklamayı yapıyor:

“Allah (cc) evreni yarattığı zamandan beri insanların ıslahı için kurtuluş vesîleleri yaratmıştır. Ve bu kıyâmete kadar devam edecektir. İlk vesîleler peygamberlerdir. Peygamberimizin vefatından sonra ise peygamber vârisleri olan Allah dostları kâmil mürşidlerdir. Allah dostları her devirde bulunur ve kıyâmete kadar dini ihya ve ikâme ederler. Nitekim buna bir hadiste temas ediliyor. (bkz: Buhârî, İ’tisam/10. Müslim, İmâret/53. Tirmizî, Fiten/27. İbn. Mâce, Mukaddime/9. Ahmet b. Hanbel, 5/34, 269, 278)

Bize düşen bu Allah dostlarını bulup onlara bağlanmaktır. Onların vereceği reçeteleri kullanarak Allah’a hakkıyla kulluk yapmaya çalışmaktır.

Yani dünyalığa değil Allah’a teslim olmak lazımdır. Bu ise mürşid-i kâmil ile olur. Beyazîd-i Bistâmî:“- Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” demiş. Yani “Allah’a ulaşmanın yolu mürşidden geçer” diyor. (Buna göre ‘vesîle’ kişinin mürşididir) Mürşidi olmayanı şeytan çabuk kandırır. Ğavs hazretleri (!) –kimse bu- bir sohbetinde demiş ki: Naksibendîler çözer bağlar. Yani müridin kalbini dünyadan çözer Allah’a bağlar. (http://www.naksibenditarikati.com/detay.asp?icerik)

er-Râzi; Fahreddin; “âyet Allah’a ulaşmanın ancak O’nu bize tanıtan bir muallim ve O’nun bilgisine bizi irşad eden bir mürşid sayesinde olabileceğine işaret ediyor. Allah’a iman en yüce gaye olduğuna göre O’na ulaşmaya da bir vesile olması gerekir. O da masum (günahsız) imamdır” diye iddia eden ve ona göre ‘vesîle’ kavramını istismar eden ‘Ta’limiyye’ grubuna (Ta‘lîmiyye; dinî gerçeklerin sadece mâsum imamların öğretmesiyle bilinebileceğini iddia eden grupları ifade eder. Bkz: Öz. M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/548) cevap olarak şöyle diyor: Vesîle’den murad, O'nun rızasını elde etmek için kendisine ulaştıran vesîleyi (sebepleri) aramaktır ki, bu da ibâdet ve taatlarla olur."

Âyet bundan sonra “ve O’nun yolunda cihad edin” diyor.

Allah (cc) yapılmaması gereken şeyleri terketmeyi “Allah’tan ittika edin” sözü ile,

yapılması uygun işleri de “O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın” ifadesiyle emretti.

Bunlar nefse ağır gelir. Bundan dolayı O (cc) bu uğurda yoğun çaba sarfedin (cehd edin) buyurdu. (Bunun da mürşid ve masum imam zannedilenlerle alakası yoktur.) (Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu’l-Gayb (çev.), 9/54)

Tasavvuf çevreleri, tarikat erbabı, bir şeyhe, bir tarikat öncüsüne,  kendilerince kâmil sayılan bir mürşide bağlanmayı, onun eğitimine-hizmetine girmeyi gerekli görürler. Onlara göre bir kişi bu imkan ile nefis tezkiyesi (eğitimi) yapabilir, daha iyi sâlih amel işleyebilir. Şeytanın ve nefsin tasallutundan daha kolay kurtulabilir. Böylece hem şeytanın kendisine şeyh olmasına izin vermez, hem de âhirete (hadiste haber verilen) imamsız gitmez. Yani şeyhi onun bu dünyada imamı olur.

‘Vesîle’ de kendisine biat edilen, kendisine umut bağlanan, kâmil mürşid, Allah dostu sayılan bu gibi kimselerdir. “…ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın...” Aranması istenen vesîle işte bu mübarek zatlardır. Zira insan onlarsız Allah’a yaklaşamaz, isteğini tek başına O’na ulaştıramaz.

Yukarıda geçtiği gibi Bursevî’ye gelinceye kadar –en azından benim ulaşabildiğim- bütün Kur’an yorumcuları, öncekiler ve sonrakiler âyetteki ‘vesîle’yi böyle anlamadılar. Hatta tasavvuf felsefesinin üstadı sayılan İbnu’l-A’rabî bile bu konuda çoğunluğun görüşüne yakın bir görüşte: Şöyle demiş:

“Ey İman edenler! Allah’tan korkun...” tezkiye yoluyla Allah’tan sakının. “O’na yaklaşmaya yol arayın.” Bezenme (ahlâkınızı güzelleştirme) yoluyla O’na vesileler arayın. “Ve yolunda cihad edin...” sıfatlarınızı silerek, zâtta yok olarak mücâhede edin “ki kurtuluşa eresiniz.” (İbni A’rabi, Tefsir-i Kebir-Te’vilât (çev.), 1/313)

Kaldı ki âyet cihadtan, yani Allah yolunda yoğun çaba sarfetmekten, gerekirse İslâmın düşmanları ile mücadele etmekten de bahsediyor. Allah’a kavuşmaya vesîle aramak ile takva ve cihad arasında bir bağlantı var.

Âyet, bir şeyhe bağlanmaktan, Allah’a varmakta bir insanı aracı kılmaktan değil; imandan sonra takva ile Allah yolunda çaba göstermekten ve sâlih amel ile Allah’a manen yakınlık ve O’nun rızasını kazanmaktanbahsediyor, İslâma, vahye, Kur’an’a ve hükümlerine karşı farklı araçlarla mücadele eden kâfirler gibi olmaktan da nehyediyor.

 

-Mâide 35. âyeti etrafında

Allah (cc) ehli kitaptan bazılarının yanlışa işaret ettikten sonra iman edenlere “Ey mü’minler, Allah’a karşı saygılı olun, O’na yaklaşmaya vesîle arayın” buyurdu.

Burada sanki şöyle deniyor: “Siz bazı insanların günaha ve isyana ısrarlı olanların durumunu, Allah’a yaklaşma vesîlelerinden ne kadar uzak olduklarını  anladınız. O halde siz öyle yapmayın. Allah’a isyan etmekten sakınıp O’na ibadet ederek kendisine yakınlık kurmaya vesîle arayın.” (er-Râzi, Fahreddin. Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb (çev.), 9/53)

Sözü maksadı anlatacak kadar özet halinde sunmak Kur’an’ın uslûbundandır. Kur’an söz arasında Allah’ın birliğine, O’ndan sakınılması ve O’na karşı samimi olunmasına, âhiret yurduna ve orada amellerin karşılığı olacağına vurgu yapar. İşte bu uslûbun bir gereği olarak burada Allah (cc) hz. Âdem’in iki oğlunun kıssasını anlattıktan sonra, buna bağlı olarak yeryüzünde fesat çıkaranların cezasını açıklıyor. Arkasından da felâha erme ve saadet kazanma ümidyle takvayı –ki buna âhirette rezil edecek bütün suçlardan sakınmak dahil- ve kendisine ‘vesîle’ aramayı, kendi yolunda cihad etmeyi emrediyor. Zımnen Allah’tan korkmayan, rızasını kazandıracak şeylerle O’na vesîle aramayan inkârcıları da tehdit ediyor. (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 6/484)

Elmalılı bu âyeti uzun bir şekilde açıklıyor. Özetle diyor ki: Ey iman edenler, siz verdiği sözü bozan kâfirler ve münafıklar gibi olmayın, onlara benzemeyin. Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranın. Günahlardan sakının, ama bir hata yaparsanız da affedici olan Allah’a tevbe edin. Bu âyetlerden önce anlatılan Âdem’in iki oğlunun kıssası üzerinde tekrar düşünün.

Takva bir anlamda Allah’ın korumasına girmektir. Allah’ın korumasını ve rahmetini hak etmek için de boş durmayıp, “Allah bizi nasılsa sever” demeyip, vesîle (sebep, yol) arayın. Allah’ın rızasına uygun ameller (işler) yapın ve bu uğurda, Allah yolunda yoğun çaba harcayın, içerideki ve dışarıdaki engellerle mücadele edin.

Kısaca Allah’a yaklaşmak için vesîle aramak gerekir. Vesîle’nin vesîlesi de iman, takva bilinci ve kulun iradesidir. Vesîleden maksat Allah’a yakın olma ve O’nun sevgisidir. Bu da samimi bir niyetle sâlih amel ve güzel ahlâk gibi Allah’ın hoşnutluğuna uygun işler yapmaktır. Bunun için âyette buna “cihad-yoğun çaba, çok çalışma” faktörü de eklendi. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (çev.), 3/233-234)

Âyette geçen “câhidû-cihad edin” emrini yalnızca “elinizden geleni yapın” şeklinde anlamak yetersizdir. “Câhidû”da şu anlam vardır: Mü’minler, Allah yolunda elinizden geleni yaparsanız, ancak, Allah'ın rızasını kazanabilirsiniz. O halde, sizi Allah'ın yolundan ve O’na kulluktan alıkoyan, sizi başka bir şeye kulluğa çağıran kişi ve güç odaklarına, Allah'ın yolu üzerindeki her türlü engellere karşı mücadele edin." (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), )

Âyet, önce takvayı, arkasından Allah’a yaklaşmak için vesîle aramayı, arkasından da cihadı emrediyor ve bunların kurtuluş sebebi olacağını açıklıyor. Bu üçünü yerine getirenler ancak felâha (kurtuluşa) ermeyi umabilirler. Bir açıdan iman edenlerin takva sahibi olup, sâlih amel işleyerek, Allah yolunda cihad etmelerini (çok çalışmalarını) kulluk görevi olarak sıralıyor.

Kur’an kişiyi Allah’a yaklaştıracak, onu elim azaptan kurtaracak sebebin/imkanın sâlih amel olduğunu söylüyor.

وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّت۪ي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۘ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَٓاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ ﴿37﴾

Sizi Bize yaklaştıracak olan, ne zenginliğiniz, ne de çocuklarınızdır: yalnızca iman edip doğru ve yararlı işler yapanlar (sâlih amel işleyenlere) (Bize yakın olabilirler). Bu (gibi)leri, yaptıklarından dolayı çeşit çeşit ödüller beklemektedir ve onlar (cennet) köşkler(in)de (huzur ve) güven içinde yaşayacaklardır.” (Sebe’ 34/37)

İman takva ile, takva vesîleyi aramak ile, vesîle’yi aramak da cihad ile tamam olmakta, kemâle ermektedir.

Öyleyse, Allah’a vesîle aramayı, Allah yolunda cihad’tan ayrı düşünmek âyeti eksik anlama olur. Bu cihad, ister İslâmın düşmanlarıyla olsun, isterse azgın nefse karşı, isterse aldatıcı şeytana karşı olsun, ister ibadetlerin icrasında veya günahlardan kaçınma konusunda olsun; farketmez.

Özetle ‘vesîle’den kasıt; “Allah’a boyun eğerek ve O’nu razı kılacak işler yaparak O’na yaklaşmaktır.” Bunun da Kitab ve Sünnet dışında bir yerden anlaşılması imkânsızdır. Hakkında Kitab’tan ve sahih Sünnetten delili bulunmayan ibadet zannedilen ameller bid’at kategorisine girer.

 

-İkincisi:

‘Vesîle’ kelimesinin geçtiği diğer âyette şöyle buyuruluyor: 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا ﴿57﴾

(Resûlüm!) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler.» 

Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- (ya da (Allah’a) en yakın sandıkları hangileriyse) Rablerine (yaklaşmak için) bir vesîle arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlarve azabından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin azabı korkunçtur.” (İsrâ 17/56-57)

Aslında, birilerinin bu yalvarıp yakardıkları, taptıkları ve böylece azizleştirdikleri, tanrılaştırdıkları kişilerin kendileri -içlerinden O'na en yakın olanları –yani peygamberlerin de, meleklerin de en büyükleri- bile Rablerinin yakınlığını kazanmak -için vesîle bulmaya- çalışırlar(dı);” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/569)

Putperestlerin taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; bırakın başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesîle arıyorlar. Öyleyse mü‘minler de, Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkânları arayıp bulmalılar.

Bu vesîlenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu razı edecek ameller işleyerek O’nun yakınlığını ve sevgini kazanmaya çalışmak demektir.

 

-Bu âyetin ortamı

Allah yerde ve gökte ne varsa hepsini bilendir. İnsanların neler düşündüklerini de, neye inandıklarını da, neler yaptıklarını da bilir.

“De ki: Allah'ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın...”

Arkasından da bu kutsal veya tanrı sanılan şeylerin de –biz hissetmesek bile- Allah’a yaklaşmak için vesîle-sebep, yol ararlar. Onlar bile Allah’ın rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Durum bu iken bazılarına ne oluyor ki Allah’ın dışında düzme/uydurma tanrılar buluyorlar, melekleri tanrı ediniyorlar ve onlardan medet umuyorlar.

Allah (cc) arkasından da şöyle buyuruyor:  

“Ne kadar ülke varsa hepsini kıyâmet gününden önce ya helâk edecek veya en çetin bir şekilde azaplandıracağız. Bu, Kitap'ta (levh-i mahfuz'da) yazılıdır.”

Müfessirlerce tercih edilen yoruma göre, âyetteki ‘helâk’ten maksat, alelâde ölüm, ‘azap’tan maksat ise, katledilmek veya çeşitli musibetlere maruz kalmak suretiyle ölümdür.” (TDV Meali âyet açıklaması s: 286)

Allah’tan başkasına tanrı diye ibadet edilen, yardıma çağrılan sanal tanrıların hiç biri insanlara ne bir fayda verebilir, ne de bir zararı defedebilir. Bazıların yalvarıp medet umdukları, aracı yapıp şefâat bekledikleri şeylerin en büyüğü bile Allah’ın rahmetini umar, azabından çekinir.

Buna göre âlemlerin Rabbi Allah’ı bırakıp başkasına muhtaç kimseleri, ya da insan eliyle yapılan nesneleri tanrılaştırmak sapıklık ve boş bir inançtır.

Vahyin nüzûl zamanı câhiliye müşrikleri putlara tapıyorlardı ama bu putlar/heykeller aslında kendilerine taptıkları görünmeyen güçlerin (özelde meleklerin, cinlerin) sembolleri idi. İşte bunların en büyüğü bile Allah’a yaklaşmak için vesile arıyorsa; onlara tapmak yerine, doğrudan Allah’a ibadet etmek daha isabetlidir. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 5/227)

 

-Allah’a yaklaşmak için vesile aramak/arayanlar

“Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesîle ararlar...

“Ararlar”; yani Allah’a daha yakın olmayı talep ederler ve cenneti isteyerek Allah’a dua ederler demektir. Zaten vesîle (sebep/yol) de budur. Bu âyet ile Allah (cc) kendilerine tapınılanlar bile aslında Rablerine yakın olmanın yollarını aradıklarını haber veriyor. (Kurtubî, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1846)

2.Yüzyıl tefsircilerine el-Ferrâ Y. b. Ziyâd; “Onların taptıkları da” ifadesindeki “ulâikellezîne-İşte onlar” zamirinin, Huzaa kabilesinin taptığı cinlere işaret ettiğini söylüyor. Yani kendilerine ibadet edilen cinler bile Allah’a doğru vesîle ararlar. (Meâni’l-Kur’an, 2/125)

Tefsirin önemli üstadlarında Taberî aynı ifade hakkında şöyle diyor: Bunlar müşriklerin Rab edindikleri kimselerdir. Haklarında tanrılık edilenler bile Rablerine yakın olmaya vesîle talep ederler. Zira onlar iman ehlidir. “eyyühüm akrebu-hanginizin daha yakın” olması için de onlar sâlih amel işlerler, ibadetlerle daha yakınlık kazanmaya cehdederler. Fiilleriyle O’nun rahmetini isterler, O’nun emrine uymamaktan korkarlar.

Bunların tapınılan cinler olduğu görüşünü İbni Abbas’tan ve Abdullah b. Mes’ud ve Katâde’den aktarıyor.

Onun Abdullah b. Mes’u’tan aktardığı bir başka habere göre, o zaman bazı arap kabileleri cin adını verdikleri bazı meleklere taparlardı. Üstelik meleklere  Allah’ın kızları diye inanırlardı. Bu âyet bunun üzerine indi. Halbuki melekler dahi Allah’a vesîle talep ederler.

Yine Abdullah b. Abbas ve Mücahid’ten gelen bir görüşe göre onlar, ilahlaştırılan İsa (as) ve Uzeyr’dir. Ya da Güneş ve Ay gibi cisimlerdir.

Bu görüşlerin en isabetlisi İbni Mes’ud’un görüşü diyor ve kendi tercihinin de onların melekler olduğunu söylüyor. İsa ve Uzeyr’in olması mümkün değil, zira onlar geçmişte idi. Kur’an ise indiği dönemde Allah’tan başkasına ibadet edenlere hitap ediyor ve onların taptığı şeylerin de Allah’a vesîle aradıklarından bahsediyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/95-97)

el-Cevzî bu konudaki farklı görüşleri üç maddede özetliyor: “Onların taptıkları da” ifadesindeki “ulâikellezîne-İşte onlar” zamirinin işaret ettiği şey hakkında temelde üç görüş var. Birincisi: Bunlar daha sonra müslüman olan cinlerdir. İkincisi: Meleklerdir. Üçüncüsü: Mesih İsa, Uzeyr, melekler, Güneş, Ay gibi şeyler.” (el-Cevzî, A. b. Muhammed. Zâdu’l-Mesîr, s: 818)

F. er-Râzi’ye göre ise; “Onların taptıkları da Rablerine vesîle arıyorlar” ifadesi hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Ferrâ der ki: âyette geçen ‘ed'ûne’ ibadet eden kimselerin fiili; ‘yebteğûne’ ise, ibâdet olunanların fiilidir.

Buna göre anlam; “ibadet olunan o kimseler, Rablerine bir vesîle, yol ararlar” şeklinde olur. Müşriklerin kabul ettiği gibi melekler Allah’ın kulları ise, öyleyse O’na muhtaçlar. Bu durumda muhtaç olanlara değil, muhtaç olunana ibadet etmek evlâdır.

İkincisi; Allah (cc) “Onların taptıkları da” ifadesiyle peygamberler kastedilmiştir. (Allahu a’lem) Makamları yüce olan elçiler ancak Allah’a ibadet ederler ve O’na vesîle ararlar. İnsanlara düşen de peygamberleri rehber edinip Allah’a kulluk yapmaktır.

Bu görüşü benimseyenler,”melekler Allah’a isyan etmezler, azap korkuları da yoktur. Öyleyse âyette kasdedilen kendilerine tapınılan bazı peygamberlerdir” derler. Ancak melekler, günah işlemeye yeltenmeleri halinde, Allah'ın azabından korkarlar ve çekinirler. Bunun delili; “Bunlardan (o meleklerden) kim, "Tanrı o değil, benim" derse, onu cehennemle cezalandırırız” (Enbiyâ 21/29) âyetidir. (er-Râzi Fahruddin, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, 14/514)

Bu âyetinin nüzûl sebebi konusunda da iki görüş var:

Birincisi: İbni Mes’ud’tan nakledildiğine göre bunlar daha önce kendilerine tapınılan cinlerden müslüman olan bir gruptur. Cinlerden bir grup İslâma girdiği halde, önceden onlara tapınanlar, tapınmaya devam ettiler. (er-Râzi, Fahruddin.Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb (çev.), 14/514. Kurtubî, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1846)

Bu rivâyet Müslim’de şöyle yer alıyor: Abdullah Allah’ın “Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesîle ararlar...sözü hakkında şöyle dedi: Cinlerden kendisine tapınılan  bir nefer müslüman oldu. Ancak ona tapınan buna rağmen ona ibadete devam etti.”

Bunun bir başka varyantı şöyle: “(Cahiliyyede) insanlardan birisi bir tane cine tapıyordu. Ama o cin müslüman oldu. Fakat insanlar o cine olan ibadet etmeyi terketmediler. Bunun üzerine bu âyet indi.”

Bir üçüncü rivâyet de şöyle: Abdullah b. Mes’ud (ra); “Bu âyet araplardan bir cine tapınan bir adam hakkındadır. (İslâm gelince) cinler müslüman oldu. Ancak onlara tapan insanlar bunu hissetmediler (onlara tapmaya devam ettiler). Bunun üzerine bu âyet indi“ dedi.   (Müslim, Tefsir/4 (28-30) no: 7554-7557)

İkincisi: Bazı müşrikler meleklere tapıyorlardı ve “bunlar bize Allah katında şefâatçı olacaklar” diyorlardı. Âyet onlara; “onların ilâh olduğunu zannediyorsunuz ya, hadi onları yardıma çağırın” diyor. (el-Cevzî, A. b. Muhammed. Zâdu’l-Mesîr, s: 818)

Âyetler müşriklerin tanrı inancını reddediyor. Vahiy döneminin müşrikleri; “bizim, (doğrudan doğruya) Allah'a ibadete liyâkatimiz yoktur. Onun için Allah'a yakın olan bazı kullarına ibadet ediyoruz ki, bunlar da meleklerdir" dediler. Onlar taptıkları o meleklerin heykellerini yapıp onları put edindiler. Bu âyet onların hakkında nâzil oldu. Allah (cc) bu gibi müşriklere; “Allah’ı bırakıp ilâh edindiklerinin çağırın bakalım, size yardım edebilecekler mi” sesleniyor.

Bu âyetteki işaret zamiri (ulâikellezîne) F. Râzi’ye göre putları göstermiyor. Zira Allah onları vasfederken, ''onların taptıkları da vesîle arıyorlar" buyurdu. Halbuki “vesîle arama” putların işi değil. (er-Râzi, Fahruddin.Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb (çev.), 14/514)

Bazı yorumculara göre burada söz konusu edilen “Allah’tan başka tanrı edinilen varlıklar” meleklerdir. Müşrikler putları ve heykelleri meleklerin sembolü olarak kabul eder, onların şahsında meleklere taptıklarını söylerlerdi. İşte âyet bu bâtıl inancın temelsiz olduğunu haber veriyor. Çünkü melekler de dahil olmak üzere Allah’tan başka hiç bir varlık Allah’ın yardımı ve yaratması olmadan kendisini zarardan koruma imkanına sahip değildir. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 3/430)

Zemahşerî de aynı kanaatte. Ona göre bazılarının tanrı diye taptığı (melekler gibi) varlıkların bizzat kendileri Allah’a vesîle ararlar. Yani onların Allah’a en yakın olanları bile O’na daha da yakınlaşmak için yol aradığına göre en yakın olmayanlar da elbette vesîle aramalıdır. (Zemahşerî, el-Keşşaf, 2/364)

Semerkandî’ye göre âyetteki “ulâikellezîne-işte onlar” zamiri meleklere dönüktür. Onlar da Allah’a yakınlık, fazilet ve kerâmet elde etmek için sâlih amel (vesile) işlerler. Allah’a, fazilet ve kerâmete daha yakın olmak için. (Semerkandî, Ebu’l-Leys. Bahru’l-Ulûm, 2/273)

Beydâvî; Ö. b. Muhammed; “tanrısal güce sahip olduğu zannedilen nesneler bile taat ile Allah’a yakın olmaya vesîle ararlar. Hatta yakın olan melekler daha da yakın olmak için. Nerde kaldı ki tapılmaya layık tanrı olsunlar” diyor. (Envâru’t-Tenzîl, 1/574)

Mevdûdî’nin bu âyet hakkındaki açıklaması şöyle: “Metindeki kelimeler, burada adı geçen ilâh ve yardımcıların taştan yapılmış putlar değil, ya melekler ya da ölmüş azizler olduklarını göstermektedir. Bu âyette, insanların yardım dilediği hiç bir melek, aziz veya peygamberin hiç kimsenin yalvarmasına cevap verecek güçte olmadığı açıkça belirtilmektedir. Onlar kendileri Allah'tan merhamet umar, azabından korkar ve O'na yakınlaşmak için vesîle ararlar.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 3/120)

Melekler, aziz, olanüstü güçleri olduğu zannedilen ölmüş veya yaşayan evliyâ, ğavs, kutub, imam gibi  bazılarının sandıkları gibi, ibadet edilmeye veya yardım istenilmeye layık olmak şöyle dursun, bütün diğer yaratılmışlar gibi onlar da rahmete, yardım ve desteğe muhtaç olup Allah’a yakınlaşmak için çareler aramak durumdadırlar.

Âyetteki azap kelimesini mutlaka bilinen manasında anlamak gerekmez. Kulun başına gelmesini istemediği her şey onun için bir azaptır. Şu halde konu melekler olunca onların korktuğu azap da onların varlık yapıları ile ilgili olumsuz bir durum olmalı. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 3/430)

Bu âyetin, Mesîh (İsa) (as) ve Uzeyr'e tapanlar (Tevbe 9/30) hakkında nâzil olduğu da söylendi. İbni Abbas ve Mücahid’e göre âyette sözü edilen “vesîle arayanlar” Mesîh (İsa) (as) ve Uzeyr’dir. (Kurtubî, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1846)

Allah (cc) bu inancın yanlış olduğunu söyledikten sonra ibadete layık ilâhın, insanlardan zararı giderip fayda vermeye muktedir olması gerektiğini beyan ediyor. Oysa fâni varlıkların, uydurma tanrıların, ölmüş İsa veya Uzeyr’in bunu yapmaya güçlerinin olmadığını da açıklıyor. (er-Râzi, Fahruddin.Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb (çev.), 14/514)

Buna benzer bir yorumu da Kuşeyrî yapıyor: Böylelerinin taptıkları ve yardım umdukları  bulundukları İsa Mesih, Uzeyr ve melekler gibi varlıklar kendilerine bile bir fayda veya zarar verme gücüne sahip değildir. Aynı zamanda onlar, Allah’a vesîle ararlar. Yani Allah’ın ihsanını kazanmak ve rahmetine mazhar olmak ümidiyle, ibadetleriyle O’na yaklaşmaya çalışırlar ve azabından korkarlar.

O halde onlar, kendi durumları hakkında ümitlerini Allah’a bağlayıp O’ndan korkmakta iken, nasıl olur da üzerinizden musibeti kaldırabilirler?

“Atasözlerinde şöyle denir: “Halkın halka bağlılığı, mahpusun mahpusa bağlılığı gibidir.” “Fakir fakire dayandığı zaman ihtiyacı artmış olur.” “Körün kılavuzu kör olduğu zaman kuyuya beraber düşerler.” (Kuşeyrî, Abdulkerim. Letâifu’l-İşârât (çev.), 3/335)

Vesîle; (yukarıda geçtiği gibi) vusûl (varma, ulaşma) ve yakınlık şeklinde açıklandı ve bir yere ulaşabimek, yakınlaşmak anlamında olarak kullanıldı. Âyette geçen “hangisi daha yakındır diye-akreb” kelimesi ile vesîleyi istemek arasında ince bir bağlantı var. (Tabatâbâî, M. Hüseyn. el-Mizân, 13/139)

Görünen o ki tefsircilerin çoğu bu âyette geçen “Onların taptıkları da” ifadesini melekler olarak anlamışlar. Bir önceki âyete bakarak “bunlar, müşriklerin putlarıdır” diyenlere cevap olarak; âyetin “hayır, onların -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesîle arıyorlar sözleri delil olarak ileri sürüyorlar.

Her ne kadar tanrılaştırlan putlar iradeli varlıklar değilse de, cisim/yaratık  olmaları sebebiyle Allah’a kulluk/tesbîh yaptıklarını anlayabiliriz. Kur’an bu konuda şöyle diyor:

Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbîh ederler. Her şey O’nu hamd ile tesbîh eder. Ancak, siz onların tesbîhlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.” (İsrâ 17/44)

“Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbîh etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Hadid 51. Haşr 59/1. Saff 61/1 vd.)

Yani kimilerinin tanrı zannettiği canlı veya cansız şeyler de bu âyetlerde tesbih ettiği söylenen “her şey”e dahildir. Her ne kadar aklını kullanmayanlar onlara kutsallık verse de, onların cisimleri, hücreleri veya molekülleri Allah’ı tesbîh ederler. Yani O’nu eşi ve benzeri olmayan âlemlerin Rabbi olarak kabul eder, teslim olurlar.  

Âyetin sebeb-i nüzûlu olarak nakledilenler, ya da pek çok tefsircinin farklı yorumu âyetin anlamının ve hükmünün genel olmasına engel değildir.

Yani birileri melekleri mi tanrılaştırdı, yanlış. Zira onlar bile Allah’a yaklaşmak için vesîle arıyorlar.

Birileri bazı peygamberleri mi putlaştırdı, yanlış. Zira onlar da Allah’a yaklaşmak için vesîle ararlar.

Birilerin kendi elleriyle yaptıkları heykelleri, evrendeki herhangi bir şeyi  ilâh mı sayıyor, yanlış. Zira onlar da yaratık olmaları sebebiyle tesbîhleriyle Allah’a teslim olurlar.

Birileri bazı kimseleri, mesela sahabeleri, âlimleri, şeyhleri, velileri mi vesîle yapmak, onlardan medet ummak mı istiyor, onları kurtarıcı mı zannediyor, yanlış. Onlar bile Allah’a yaklaşmak için vesîle ararlar. Onlar kendileri âyette emredilen ‘vesîle’ olamazlar ama belki bağlılarının bu ‘vesîle’yi bulmalarına yardımcı olabilirler.  

Birileri vesîle aramayı bir şeyhe, bir kâmil mürşide bağlanmak mı zannediyor, yanlış. Onların şeyh, kâmil mürşid, evliyâullah, üçler, yediler, kırklar ğavs, kutub, aktab diye yücelttikleri kişiler Allah’a yaklaşmak, O’nun sevgisini ve rızasını kazanmak istediler mi, istiyorlar mı? İstediler veya şimdilerde istiyorlarsa ne âlâ. Maksat zaten herkesin vesîle’yi kendisinin araması, talep etmesidir.

Ama Kur’an onların değil, sağlam imandan sonra, Allah’tan hakkıyla ittikanın (sorumluluk bilincinin), Allah’ın razı olacağı sâlih amellerin ve her türlü cihadın ‘vesîle’ olduğunu söylüyor. (Mâide 5/35)

 

-Peygamberin makamı olarak ‘vesîle’

Ezanla ilgili hadislerde geçtiğine göre ‘vesîle’, Cennet’te bir makamın adıdır.

Cennetteki bu makam çok yücedir ve hadislerde bir kişiye verileceği belirtiliyor. Peygamber (sav) tevâzu ile bu kimsenin kendisi olmasını temenni ediyor.

Abdullah ibnu Amr’ın (ra) rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: 

“Müezzini işittiğiniz zaman siz de onun söylediklerini söyleyiniz, sonra da bana salat okuyunuz. Kim bana bir salat okursa, Allah ona on salat verir (rahmet eder). Sonra benim için ‘vesîle’ isteyiniz ki o, Cennette, yalnızca Allah’ın bir kuluna verilecek bir makamdır. O kulun ben olmasını dilerim. Kim bana vesîle isterse ona şefâat edilir.” (Müslim, Salat/7 (11-384) no: 849. Ebu Dâvud, Salat/36 no: 523. İbni Mâce, Ezan/4 no: 720. Nesai, Ezan/37 no: 679. Ahmed b. Hanbel 2/168)

Vesîlenin sözlük anlamlarından birinin de makam, derece olduğunu hatırlayalım. Burada vesîlenin her iki anlamı arasında ince bir bağlantı olduğunu görüyoruz. Yüce bir makam ve o makamı hak etmek üzere vesîle aramak;

iman, takva ve sâlih amele sarılmak,

Allah’ı hoşnut edecek, O’nun sevgisini hak edecek bir hayat yaşamak…

Güzel bir tevafuk, hoş bir talep.

Ezan’dan sonra okunulan salâvat, aynı zamanda Peygamber’e bu “Vesîle”yi isteme duasıdır. Cabir b. Abdullah’ın anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Kim müezzini isittiği zaman; Ey Allah’ım, ey bu tam davetin sahibi, ikâme edilen namazın sahibi, Muhammed’e Vesîle ve fazilet ver; onu, kendisine söz verdiğin yüce makama ulaştır’ derse, Kıyâmet gününde ona şefâatim  geçerli olur.” (Buhârî, Ezan/8 no: 614, Tefsir 17/10 no: 4719. Ebu Dâvud, Salat/37 no: 529. Tirmizî, Salat/43 no: 211. Nesâî, Ezan/38 no: 681. İbni Mâce, Ezan/4 no: 722)

Tabressî; F. B. Hasen; ‘vesîle”; kendisi ile tevessül edilen ibadetler ve günahları terketmektir dedikten sonra “Vesile”nin Cennette bir makam olduğunu ve bunun Peygamber’e ve Ehl-i Beyt’e tahsis edildiğini ekliyor. Peygamber buyurdu ki: "Bana salâvat getirdiğinizde benim için “Vesile” isteyin...» dedi. Bunun üzerine oradaki sahabeler;Ey Allah'ın Peygamberi; “vesile” nedir? Diye soruyorlar. Şöyle cevap veriyor: “Cennette en yüksek derecedir kî, ancak bir adam ona nail olacak­tır. Umarım ki o kişi benim.” (Ahmed bin Hanbel, 2/265. Tirmizî, Menâkib/1 no: 3612) (Tabressî; F. B. Hasen. Cevâmiu’l-Câmi’, 1/336)

Peygamberin (sav) vesileyi böyle tefsir etmesi, dilcileri “o, sözlükte hükümdarın yanındaki makamdır” açıklamasıyla örtüşüyor. Öyle görünüyor ki bu özel ‘Vesîle’, Cennet mertebelerinin en yücesidir. Kim Allah’ın bunu Peygamber’e tahsis etmesi için dua ederse, şefâat ile ödüllendirilecek. Zaten şefâat de bir çeşit duadır. Böylece bir amele kendi cinsinden karşılık verilmiş olacak.

Her ne kadar hadislerdeki “vesîle” Cennetteki bir makamın adı olsa da Kur’an’da, Allah rızasına ulaşmayı sağlayan her türlü ilim ve amel anlamındadır. (Abduh, M.Rıza, R. el-Menar (çev.), 6/487)

Vesîle arama işine “tevessül” denir ki bu ayrı bir yazının konusudur.

 

Hüseyin K. Ece

15.02.2019

Zaandam