Burada ilk dönem, orta dönem ve son dönem tefsircilerinin bu kelimenin buradaki anlamı ile ilgili görüşlerinden örnekler alacağız. Yorumların çoğu aynı, ya da farklı ifadelerle de olsa birbirine benziyor. Aynı görüşlerin peşpeşe, üstelik kaynaklarla birlikte sıralanmasının sıkıcı olacağının farkındayım.

Lâkin istiyorum ki bir Kur’an kavramının farklı devirlerdeki âlimler tarafından nasıl anlaşıldığı hakkında genel bir bilgi edinelim.

Önce bu âyetleri ve burada geçen “yakîn” kavramı hakkında görüşlerden örnekler alalım. Sonra yakîn’in sözlük ve terim anlamına değinelim. Sonra da yakîn kelimesinin ve diğer türevlerinin geçtiği bütün âyetleri sırayalım.

Birinci âyet:

وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ ﴿97﴾ فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ ﴿98﴾ وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ ﴿99﴾

“Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz.

O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol.

Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hıcr 15/97-99)

İbni Abbas’a göre; yakîn, yani mevt-ölüm gelinceye kadar... Zira ölüm kesin olan bir olaydır. (Tenvîru’l-Mikbâs, s: 281)

Mukâtil’e göre yakîn burada mevt-ölüm anlamında. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 2/212)

S.Sevrî’ye göre, yakîn yani ölüm gelinceye kadar. (es-Sevrî, Süfyan. Tefsir, s: 163)

Taberî âyetin bu bölümü hakkında şunları sıralıyor:

Salim b. Abdullah b. Ömer, Mücâhid, Katâde, el-Hasen’e göre burada yakîn ölüm anlamında kullanıldı. İbni Zeyd; “Evet o ölüm manasındadır. Zira bir kişiye ölüm geldiği zaman Allah’ın sözü gerçekleşir. Bu da kesin bir hakikattir” demiş. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 7/554) 

Beğavi’ye göre; Yakîn, kaçınılmaz olan ölümdür. “(Çocuk İsa); nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.» (Meryem 19/31) âyeti bunu desteklemektedir.

Ebu Müslim el-Havlânî Cubeyr b. Nufeyr’den işittiğini naklediyor: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah bana mal biriktirmemi ve tüccar olmamı değil, kendisini hamd ile tesbih etmemi, secde edenlerden olmalı ve ölüm gelinceye kadar O’na kulluk yapmamı vahyetti.” (Beğavî, H. b. Mes’ûd. Tefsir, 3/60)

İbnu’l-A’rabî’ye göre; bu, kulların kendisine hizmette kusur etmeleri halinde kulluk emridir. “Yakîn” burada ölüm demektir. Bu da ibadetin hayat devam ettiği sürece devam etmesini anlatır. Meryem 19/31de söylendiği gibi. Yakîn’in ölüm anlamına geldiğinin delili Ümmü’l-A’lâ hadisidir. (İbnu’l-A’rabî, M. b. Abdullah. Ahkâmu’l-Kur’an, 3/116)

Peygamber’in arkadaşlarından Osman bin Maz’ûn (ra) Medîne’de Ümmü’l-A’lâ isminde bir kadının evinde vefât etmişti. Bu kadın:  

“–Ey Osman, şehâdet ederim ki şu anda Allah (cc) sana ikrâm etmektedir.” dedi. Rasûlüllah (sav) bunu duyunca müdahele etti:

“–Allâh’ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun?” dedi. Kadın:

“–Bilmiyorum vallâhi!” deyince Peygamber şöyle buyurdu.

“- Osman’a yakîn geldi (vefat etti). Ben onun için Allah’tan hayır ümîd etmekteyim. Fakat ben Allah’ın elçisi olduğum hâlde, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum.”

Ümmü’l-Alâ demiş ki: “Vallâhi, bu olaydan sonra hiç kimse hakkında bir şey söylemedim.” (Buhârî, Cenâiz/3 no: 1243, Tâbîr/27 no: 7018. Ahmed b. Hanbel, 6/461 no: 27525. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 7/554) 

İbni Manzur’a göre de bu âyetteki “yakîn” ölüm anlamındadır. (bkz: Lisânu’l-Arab, 15/321)

Zemahşerî de “yakîn”in ölüm anlamına geldiğini söylüyor. Yani “Ey Muhammed yaşadığın sürece Rabbine kulluktan boş kalma.” “Peygamber (sav) zor bir iş gelip çattığı zaman (izâ hazebehu emrun) namaz kılardı.” (Ahmed b. Hanbel 5/388) Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 2/569)

el-Hâzin’e göre, yani, kendisı hakkında hiç bir kimsenin şüphesi olmayan kesin ölüm gelinceye kadar… Bunun anlamı, “hayatın boyunca, ölüm gelip çatıncaya kadar Rabbine bütün vakitlerde kulluk yap” demektir. (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 3/65)

Nesefî’ye göre; “Rabbine ibadet et”, yani Rabbine kulluğa devam et. “Yakîn sana gelinceye kadar, yani mevtine/ölümüne kadar ibadetle meşgul ol.” (Nesefî, A. b. Muhammed. Tefsir, 2/201)

Suyûtî’ye göre; “yakîn yani nusret veya ölüm gelinceye kadar…” (Celâleyn, Tefsir, s: 267)

Kurtubî’ye göre bu âyetteki “yakîn” ölüm demektir. Allah (cc) kendisine kulluk etmeyi kullarına vacip kılmıştır. “Sana yakîn gelinceye kadar”, yani ölünceye kadar kulluktan ayrılma. Âyette “Rabbine ebediyyen ibadet et” denilmemiş. Zira yakîn kelimesi daha beliğdir. Maksat; hayat boyunca Allah’a kulluktan ayrılmamaktır.

“Yakîn” kelimesinin ölüm anlamına da geldiğinin delili Ümmü’l-A’lâ hadisidir.

Âyet, sanki bazılarının ölümden şüphe ettiklerini demek istiyor gibi. (Mevt-ölüm yerine yakîn-kesin bilgi, şüphesiz gerçekleşen kelimesinin kullanılması bunu gösterir.) Bazılarına göre buradaki “yakîn”, Allah’ın Peygamber’e düşmanlarına karşı nusret (zafer) vereceği konusunda şüphe olmaması demektir. (Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâm, 2/1751)

el-Cevzî’ye göre de “yakîn” ölüm anlamındadır. Yani hayatta olduğun sürece ibadetini yerine getir. Mâverdî’nin yorumu ise şöyle imiş: “Allah’ın düşmanlarına karşı sana zafer vereceği kesin bir hükümdür.” (el-Cevzî, A. b. Muhammed. Zâdu’l-Mesîr, s: 769)

İbni Kesir, ilk dönem Kur’an yorumcularının “yakîn”i ölüm olarak tefsir ettiklerini naklediyor. Tıpkı Müdessir 74/47de ve Ümmü’l-A’lâ hadisinde geçtiği gibi. Bu âyet gösteriyor ki aklı başında olduğu sürece kişinin ölünceye kadar, olduğu hal üzere  Allah’a ibadet etmesi ona vaciptir. İmran b. Huseyn’in anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle dedi: “Namazı ayakta kıl, buna gücün yetmezse oturarak kıl, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl.”

Bu, “yakîn”in ma’rifet olduğunu iddia eden mülhidlerin hata ettiklerinin delilidir. Onlara göre bir kimse ma’rifete eriştiği zaman ondan teklifler düşer. Bu küfür, dalâlet ve cehâlettir. Peygamberler ve onların ashabı insanlar arasında Allah’ı, O’nun hukukunu ve sıfatlarını en iyi bilen, O’na saygı gösterenlerdi. Buna rağmen onlar ölünceye kadar insanların en fazla ibadet edeni, en fazla hayr işleyeni oldular. Dolaysıyla buradaki yakîn’den murat ölümdür. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/320)

Kâdı Beydâvî’ye göre de; “yakîn” ölümdür ki her canlı mahluk hakkında gerçekleşecek kesin bir şeydir. Âyetin manası; “yaşadığın sürece kulluğa devam et, bir an bile ibadetten uzak kalma”dır. (Kâdı Beydâvî, Ö. b. Muhammed. Tefsir, 1/536)

Şevkânî’ye göre Allah (cc) Peygamber’e yaşadığı sürece devamlı ibadet etmesini emrediyor. Yani o da yakîn’in ölüm anlamına geldiği fikrine katılıyor. (Şevkânî, a. b. Muhammed. Fethu’l-Kadîr, s: 905)

Görüldüğü gibi bu âyetteki yakîn, ilk dönem ve orta dönem tefsir alimleri tarafından genellikle mevt-ölüm olarak anlaşılmış.

Bir kaç örnek de son dönem veya günümüz tefsircilerinden alalım.

Tabressi’ye göre, “yakîn”, yani ölüm demektir. Peygamber’e; “yaşadığın sürece ibadete devam et” deniliyor.(Tabressî, F. b. el-Hasen, Cevâmiu’l-Câmi’, 1/709)

Elmalılı âyeti şöyle çevirmiş: “ve rabbine ibadet et, bu tarz üzere Rabbine ibadet etmeye devam et. Sana ölüm gelinceye kadar. Yani her canlı için meydana gelmesi kesin olan ölüm gelip de Rabbine kavuşuncaya kadar.” (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/224)

Mevdûdî âyetin Peygamber’i ve ümmeti muhatap aldığı düşüncesinden hareketle şöyle bir açıklama yapıyor: “Yani, salat (namaz) ve Rabbinize ibadet sizde hakkı tebliğ ve insanlığı ıslah etme sırasında kaşılaşacağınız zorluk ve engellere karşı size cesaret verecek ve engeller, alaylar ve zorluklarla dolu ilâhi tebliğ görevini yerine getirmenizi sağlayacaktır.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 2/585)

Zuhaylî; “Sana ölüm ulaşıncaya kadar Rabbine ibadet etmeye devam et.” Burada ölüm “yakîn” diye isimlendirildi. Zira o artık işin mührüdür (sonudur) diyor. (Zuhaylî, Vehbe. et-Tefsîru’l-Vecîz, s: 268)

M. Esed, mealinde şöyle bir not düştü: “Lafzen, “erişmesi muhakkak/kaçınılmaz olan (el-yakîn) sana erişinceye kadar” –Kur’an'da “ölüm”ü imâ etmek üzere kullanılan bir deyim.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/525)

S. Ateş, bu âyetteki “yakîn” ile alakalı farklı bir yaklaşım sergiliyor.

“Yakîn” aslında kesin bilgi demektir. Ancak yukarıda geçen hadise göre ölüm anlamına da gelir. Nitekim Müdessir 74/47de buna işaret ediliyor.

Ancak bu âyette kasdedilen ölümün kendisi değil, ölümden sonra ruha açılan kesin bilgidir. Diğer âyetlerde yakîn kelimesi kesinlikle ölüm manasında kullanılmıyor. Buradaki “yakîn”in ölüm şeklinde tefsiri herhalde 3. Hicrî asırda ortaya çıkan bazı fikir akımlarının, fırkaların, “ma’rifete ulaştıktan sonra teklifler kalkar, ibadete ihtiyaç kalmaz” şeklindeki görüşlerine bir tepki olarak ortaya atılmıştır.

Âyetin en uygun açıklaması; “Rabbine kulluk et ki sana kesin bilgi gelsin, gerçeğe ulaşasın.” (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 5/81)

Bu da M. Öztürk’ün âyetle ilgili yaptığı açıklama: “Ruhunu teslim edinceye kadar Rabbine kulluk/ibadet et.” Bu âyette geçen yakîn kelimesi müfessirlerin çoğu tarafından “ölüm” olarak yorumlandı. Ancak Zeccâc bu kelimenin aynı zamanda “daima” anlamına da geldiğini belrtiyor. (bkz: Zeccâc, Meâni’l-Kur’an 3/187) Yakîn kelimesine “Allah’ın zafer va’di” manası da verildi. (bkz: Mâverdi, Nüket, 3/176) Bu takdirde âyet: “Rabbine ibadet et ki zafere ulaşasın” şeklinde bir manaya gelir.” (Öztürk, M. Kur’an-ı Kerim Meali, s: 372)

"Yakîn" kelimesi masdar ve sıfat olur. Masdar olduğu takdirde bir şeyi gerçeğe uygun, doğru inanç ile şüphesiz, kesin bir şekilde bilmek demektir. (Bkz: Bekara 2/4)

Sıfat olursa bilgiyi veya mefûl (tümleç) olarak gelen şeyi vasıflandırır. Bu âyetteki "el-yakîn"den maksad ilim değil. Çünkü bu durumda Peygamberin kesin bilgisi yokmuş da gelecekmiş gibi varsaymak gerekir. Böyle bir varsayım  yanlıştır. Onun için tefsirciler buradaki yakîn’in bilinen mânâsına, yani henüz meydana gelmemiş, fakat meydana gelmesi “kesinlikle belli olan, o kesin olarak inanılan şey” demek olduğunda görüş birliğindedirler.

Yakîn el (belirlilik) takısı ile geldiğine göre bilinen (ma’lum) bir şeydir. Burada iki görüş var. Birincisi; yakînden maksat, Allah'ın vaad edilmiş kesin yardımıdır. "Rabbine yemin olsun ki, onların hepsine soracağız." (Hıcr 15/92) buyurulduğu üzere sözün gelişi de bunu bildirir.

İkincisi; tefsircilerin çoğu bu "yakîn"den maksadın ölüm olduğunu görüşündedirler. Çünkü ölüm, her canlı için, en fazla kesin olarak inanılan bir şeydir. Yükümlülük sınırının sonudur.

Ölümün (mevtin) "yakîn" ile anlatılması da anlamlıdır. Söz bir açıdan Peygamber’i teselli etmek üzere geldiği için ölüm açıkça zikredilmediği gibi Peygamberin vefatı en yüksek bir hayat gayesi olarak anlatıldı. Âhirete yakînen iman edenler (bkz: Bekara 2/4) "Allah'ın huzuruna çıkmak, dönmek” emrine kesinlikle inanırlar. Peygamberin vefatı, Allah'ın huzuruna çıkmanın, hakka'l-yakîn (bizzat kesinlikle gerçekleşmesi) demek olduğuna işarettir.

“Herkesin kesin olarak inandığı ve seni Rabbine hakka'l-yakîn kavuşturacak olan ölümden bile çekinmeyerek yaşadığın müddetçe Rabbine ibadet ve kullukta devam et ve tebliğ görevini yerine getir.” (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/224)

Risâletin Mekke döneminde İslâmî davete karşı çıkanların Peygamber ve vahiyle (Kur’an’la) ilgili söylediklerinden ötürü elbete hz. Muhammed’in göğsü daralıyor, üzülüyordu. (Hıcr 15/97)  Üzerinde durduğumuz âyetler ona bir teselli, onun gamına bir yardım, musibetlere karşı bir sabır olduğu gibi, “sen onlara aldırma, Rabbini tesbih et, sana yakîn gelinceye kadar kulluğa devam et ve davetini sürdür” diyordu.  

Burada Peygamber risâlet vazifesine devam etmeye, kulluğun gereği olarak teslimiyete, taate ve ibadete davet ediliyor. Yakîn kelimesinin kullanılması, ecelin gelmesi, ölümün inmesi, şehâdet âleminin ğayba evrilmesini, haber olarak gelen şeyin ayne’l-yakîn olmasını ifade içindir. Bu “Muhakkki Saat (kıyamet) mutlaka gelecektir...” (Hıcr 15/85) âyetinde haber verilen gerçekle bağdaşıyor. Durum bu olduğuna göre Peygamber’e düşen müşriklerin dediklerine sabretmek (dayanmak)tır. Zira Allah (cc) onlara hak ettikleri cezayı verecektir.

Burada yakîn aynı zamanda Allah’ın yardım vaadine de işaret ediyor. Âyet; yakîn imana (ma’rifete) ulaşınca teklifler kalkar diyenlerin fesatlarını da ortaya çıkarıyor. Âyet öncelikle Peygamber’i muhatap almakla beraber pek çok âyette “mûkın” olanlardan, yani kesin bir şekilde, şüphesiz iman edenlerden bahsediliyor. Böyleleri basiret sahibi, Rablerinden gelen bir delil üzerindedirler ve imanlarında sağlamdırlar, şüheden uzaktırlar. (Tabâtabâî, M. Hüseyin, el-Mizân, 12/207)

 

-İkinci âyet:

ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَٓاءَلُونَۙ ﴿40﴾ عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ ﴿41﴾ مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ ﴿42﴾ قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ ﴿43﴾ وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ ﴿44﴾ وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ ﴿45﴾ وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ ﴿46﴾ حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ ﴿47﴾

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ ﴿48﴾

“Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara: Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? diye uzaktan uzağa sorarlar.

Onlar şöyle derler: Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. Bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık. Ceza gününü de yalanlıyorduk.

Nihayet yakîn (ölüm) bize gelip çattı.

Artık şefâatçilerin şefâati onlara fayda vermez.” (Müdessir 74/40-48)

İbni Abbas’tan gelen bir görüşe göre, burada “yakîn, yani ölüm gelip bize çattı” demektir. (Tenvîru’l-Mikbâs, s: 281)

Taberî buradaki yakîne mevt-ölüm anlamı veriyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/319) 

Beğavi’ye göre; yakîn burada da ölüm anlamındadır. (Beğavî, H. b. Mes’ûd. Tefsir, 4/419)

Suyûtî’ye göre, yakîn yani ölüm, (Celâleyn, Tefsir, s: 576)

el-Cevzî’ye göre; yani ölüm… (el-Cevzî, A. b. Muhammed. Zâdu’l-Mesîr, s: 1491)

Beydavî’ye göre; yakîn yani ölüm gelip çattı… (Kâdı Beydâvî, Ö. b. Muhammed. 2/545)

Nesefî’ye göre de buraki yakîn metv-ölüm demektir. (Nesefî, A. b. Muhammed. Tefsir, 3/568)

Kurtubî’ye göre buradaki yakîn de tıpkı Hıcr 15/99daki gibi ölüm anlamında kullanıldı. (Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâm, 2/3199)

İbni Kesir’e göre; yakîn yani ölüm, tıpkı Hıcr 15/99da ve Osman b. Maz’un hadisinde geçtiği gibi. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/573)

Şevkânî’ye göre; buradaki yakîn de tıpkı Hıcr 15/99daki gibi ölüm anlamındadır. (Şevkânî, a. b. Muhammed. Fethu’l-Kadîr, s: 1823) 

Şankıti buradaki “yakîn”in ilk dönem âlimleri tarafından mevt-ölüm olarak anladıklarını naklediyor. Müdessir 74/47. âyeti ve Ümmü’l-A’lâ hadisini delil olarak getiriyor.

Yakîn, “hakikatin ortaya çıkmasıdır diyen olursa”, bir şeyin gerçekleşmesi bizim bu dediğimizin anlamı ortadan kaldırmaz. Zira bir insan öldüğü zaman onunu için hakikat (ölüm/âhiret gerçeği) bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar.” (Şankıtî, M. el-Muhtar. Edvâu’l-Beyan, s: 438) 

Tabressî’ye göre, yani ölüm bize erişti. (Tabressî, F. b. el-Hasen, Cevâmiu’l-Câmi’, 2/680)

“Ta bize o yakîn (ölüm) gelene kadar bu halde devam ettik ancak ölüm gelince ceza gününün hak olduğunu iyice anladık dediler. İşte kendilerini cehenneme sürükleyen suçlarını böyle itiraf ederler.” (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/430)

“Yani ölünceye kadar kendi bildikleri yolda ısrar edip durdular. Ta ki o gafil oldukları gerçek onlara ulaştı. Bu gerçek ölüm ve âhiret hayatıdır.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 6/523)

Türkçe mealler Hıcr 15/99daki yakîn’i; “ölüm, açık gerçek (ölüm yani), yakîn, yakîn (ölüm), yakîn/kesin bilgi, kesin inanç, şaşmaz ve kesin bilgi, kesin olan” şeklinde aktarmışlar.

 

-Yakîn kelimesi;

“Yakîn”in aslı: yakıne-yeykanu-yekînen fiilidir. Bu da; bir şeyi gerçekten bilmek, bir şey, bir iş gerçekleşmek.

Bunun if’al kalıbı “eykane”; (masdarı îkan) Bir şeyi gerçekten bilmek. Ya da fehmin/anlayışın sebatiyle nefsin sükûnudur. Ma’rifetin, dirâyetin ve benzerlerinin üstündedir. “İlm-i yakîn denilir, ama ma’rifet-i yakîn” denilmez. Ya da bir şeyi kati, kesin, şüphe götürmez bir şekilde bilmek. “Onunla (bir şeyle) ilgili emin, kuşkusuz hâle geldi” denir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 848)

Aynı kökten gelen “ısteykane”; bir şeyi kesin bilgiyle bilmek

“el-yakîn”: Şüphesiz bilme, kendisinde şüphe olmayan ilim. Şekki izale etme, şüpheyi giderme. Bilgi, şüphenin olmaması, Ölüm. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/321. Cevherî, İ. B. Hammed. es-Sıhâh, 6/112)

“el-yakîn”; sözlükte, şüphe olmayan kesin bilgidir. Terim olarak “yakîn”; bir şeyin gerçeğe uygun, böyle olduğuna inanmaktır. Bir şeyin gerçekliği hakkında kalbin kanaatidir.  Mesela su havuzda yerleşip sakinleştiği zaman “yekınü el-mâu  fl’l-havz” denilir.

Bazılarına göre “yakîn” aynı zamanda gözle görmektir. Ya da şekkin (şüphenin) zıddıdır. Bazılarına göre ise “yakîn” şüpheden sonra oluşan bilgidir. (Cürcânî, , Seyyid Şerif. et-Ta’rifât, s: 255)

“Ilme’l-yakîn”: Kendisinde kuşku olmayan bilgi. Gerçek bilgi.

“Hakke’l-yakîn”; aşikâr gerçek.

“Ayne’l-yakîn”; bizzat çıplak gözle görülmüş gibi kesin.

“İlme’l-yakîn”; hakkında üç ihtimal var: 1.Yakîn denilen sağlam biliş demektir

2.İlmin malumuna izafeti cinsinden olmasıdır ki, “şeksiz şüphesiz malumunuz olan şeyleri bilirsiniz” demektir.

3.Mevti/ölümü biliştir.

“Ayne’l-yakîn”de de iki yön vardır. 1.”Ayn”ın göz anlamından hareketle, yakin gözüyle açıkça görmek. Görmekten /ru’yetten) anlaşılna da budur.

Diğeri de “ayn”e zât, kişi manası verilmesidir. Yakînin zâtından, kendisinden olan bir görüşle görmek demek olur.

Bu ifade “hakka’l-yakîn” ile aynı anlam gelir. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/186. Elmalı Tefsirinde Kur’anî Terimler ve Deyimler, s: 346)

Mukîn (mukînîn/mukînûn); yakîn bilgi sahibi, sağlam bilgi ile inanan, yakinen kabul eden, inandığından emîn olan demektir.

Yakiniyyât: Kabul edilmiş gerçekler demektir.

Yakîn kelimesini Elmalılı şöyle açıklıyor: “Yakîn, îkan, istikan, teyakkun; hepsi aynı anlamdadır. Îkan daha yakîn sahibi olmayı anlatır. Yakîn, gerçeğe uygun ve herhangi bir şüphe ile ortadan kalkmayacak kesin inanış demektir. Bu öyle bir inanıştır ki başka türlü olması mümkün değildir, bu böyledir” demektir. “Şu anda veya ileride asla şüphem yok ki bu böyledir.”

Bir başka ifade ile; yakîn, hakkında kuşku duyulmayan kesin bilgi, bozulma ihtimali olmayan optimal ilimdir.

Kalbin kararlı haline de yakîn denilmiş.

Yalnız Allah’ın ilmine yakîn denilmez. Yakînde istenen şey gerçeklik ve kuşkusuzluktur. Görülenler, tecrübe edilenler, tevâtürle nakledilenler ve doğru istidlâller (delil getirmeler) yakîn ifade ederler. 

Bilgi manasıyla yakîn masdar veya mübalağalı fail ismidir. İlmin sıfatı olarak kullanılır. Özellikle ölümün ismi olmuştur.

Yakîn’in Türkçedeki yakın ile alakası yoktur. Türkçedeki yakın Arapçadaki “kurb”un karşılığıdır. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/186. Elmalı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, s: 346)

 

-Yakîn’in ve türevlerinin Kur’an’daki kullanımları:

 

-el-Yakîn;

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَاٍ بِنَبَاٍ يَق۪ينٍ ﴿22﴾

“Derken Hüdhüd çok beklemedi, çıkageldi ve (Süleyman’a) şöyle dedi: “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sebe’den sana sağlam bir haber getirdim.” (Neml 27/22)

وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّب۪ينَ الضَّٓالّ۪ينَۙ ﴿92﴾ فَنُزُلٌ مِنْ حَم۪يمٍۙ ﴿93﴾ وَتَصْلِيَةُ جَح۪يمٍۙ ﴿94﴾ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَق۪ينِۚ ﴿95﴾ فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ ﴿96﴾

“Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Bir de cehenneme atılma vardır. Şüphesiz bu, kesin gerçektir.” (Vâkıa 56/92-96)

وَاِنَّا لَنَعْلَمُ اَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّب۪ينَ ﴿49﴾ وَاِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِر۪ينَ ﴿50﴾ وَاِنَّهُ لَحَقُّ الْيَق۪ينِ ﴿51﴾ فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ ﴿52﴾

“Şüphesiz biz, içinizden yalanlayanların olduğunu elbette biliyoruz. Şüphesiz Kur’an, kâfirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir. Şüphesiz Kur’an, gerçek kesin bilgidir. O hâlde sen, yüce Rabbinin adıyla tesbih et.” (Hâkka 69/49-52)

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ ﴿5﴾ لَتَرَوُنَّ الْجَح۪يمَۙ ﴿6﴾ ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَق۪ينِۙ ﴿7﴾ ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ ﴿8﴾

“Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra ahirette onu çıplak gözle (bizzat) göreceksiniz. Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür 102/5-8)

 

-Yakînen

وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪ينًاۙ ﴿157﴾

“Ve «Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük» demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.” (Nisâ 4/157)

 

-Mûkînûn-kesin olarak; sağlam bir şekilde, şüphesiz inanan

وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ رَبَّنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا اِنَّا مُوقِنُونَ ﴿12﴾

“Suçlular, Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız” dedikleri vakit, (onları) bir görsen!” (Secde 32/12)

 

-Mûkînîn

وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ ﴿75﴾

“İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.” (En’am 6/75)

قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ ﴿24﴾

“Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir.” (Şuara 26/24)

ف۪يهَا يُفْرَقُ كُلُّ اَمْرٍ حَك۪يمٍۜ ﴿4﴾ اَمْرًا مِنْ عِنْدِنَاۜ اِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَۚ ﴿5﴾ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۙ ﴿6﴾ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۢ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ ﴿7﴾

“Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Duhan 44/4-7)

وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ ﴿20﴾ وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿21﴾

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?” (Zariyât 51/20-21)

 

-Fiil olarak-kesin olarak; sağlam bir şekilde, şüphesiz inanmak

-Tukînûn,

اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ ﴿2﴾

“Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Ra’d 13/2)

 

-Yukînûn

وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ ﴿4﴾

“Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Âhirete de kesin olarak inanırlar.” (Bekara 2/4)

اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ ﴿4﴾

“Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar âhirete de kesin olarak inanırlar.” (Lukman 31/4)

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿118﴾

“Bilmeyenler, “Allah bizimle konuşsa, ya da bize bir mucize gelse ya!” derler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri (anlayışları) birbirine benziyor. Biz âyetleri, kesin olarak inanacak bir toplum için açıkladık.” (Bekara 2/118)

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟ ﴿50﴾

“Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” (Mâide 5/50)

هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿2﴾ اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ﴿3﴾

“Kur’an, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve âhirete de kesin olarak inanan mü’minler için bir hidâyet rehberi ve bir müjdedir.” (Neml 27/2-3)

وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ ﴿82﴾

“(Kıyâmetin kopacağına dair) o söz başlarına gelince, onlar için yerden kendilerine bir dâbbe (canlı bir yaratık) çıkarırız. O, onlara insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.” (Neml 27/82)

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذ۪ينَ لَا يُوقِنُونَ ﴿60﴾

“Sabret. Şüphesiz, Allah’ın va’di gerçektir. Kesin imana sahip olmayanlar sakın seni gevşekliğe (ve tedirginliğe) sürüklemesinler.” (Rûm 30/60)

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ ﴿24﴾

“Sabredip âyetlerimize kesin olarak inandıkları zaman, içlerinden emrimizle doğru yola ileten önderler çıkardık.” (Secde 32/24)

وَف۪ي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۜ ﴿4﴾

“Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır.” (Câsiye 45/4)

هٰذَا بَصَٓائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿20﴾

“Bu Kur’an, insanlar için kalp gözleri (konumundaki bir nur), kesin olarak inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir.” (Câsiye 45/20)

اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَۜ ﴿36﴾

“Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar.” (Tûr 52/36)

 

-Isteykanet:

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّاۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟ ﴿14﴾

“Vicdanları yakîn bir şekilde kabullendiği halde onlar sırf azgın kibirlerinden dolayı bu mucizeleri inkâr ettiler.” (Neml 27/14)

 

-li-yesteykıne

وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَانًا ...۟ ﴿31﴾

“Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın,...”  (Müdessir 74/31)

 

Hüseyin K. Ece

06.04.2019

Zaandam