Aynı kökten gelen "”reğîb” kendisine rağbet edilen, arzulanan, taleb edilen şey, bol ve değerli bağış anlamındadır.

Bunun Müennesi (dişil formu) “reğîbe”, bunun çoğulu da “reğâib"dir. (Şâmil İslâm Ansiklopedisi, )

Fıkıh ve hadis dilinde “reğâib”; bol sevap ve mükâfat, faziletli amel demektir. 

Reğâib kelimesi Kur'an'da geçmez. Ancak "reğabe"den türemiş bazı kelimeler 8 defa yer almaktadır. (bkz: Bakara 2/130. Nisa 4/127. Tevbe 9/59, 120. Meryem 19/46. Enbiyâ 21/90. Kalem 68/32. İnşirah 94/8) 

Reğaib gecesi, Kur’an’da saygı gösterilmesi istenen ve hadislerde -gün belirtilmeden- oruç tutulması tavsiye edilen haram aylardan (Bakara 2/217. Mâide 5/2, 97. Ebû Dâvûd, Savm/55. İbn Mâce, Sıyâm/43) Receb ayının ilk Cuma gecesi olduğu kabul edilegelmiştir.

Reğaib gecesi hakkındaki tartışmalara girmiyoruz.

Ancak bu kelimenin manasından hareketle bunu Allah’a rağbet imkanı olarak anlayabiliriz.

Allah’a rağbet etmek ne demektir?

Yani Allah’ın sevgisine, razı olacağı işlere ve şeylere yönelmektir. Bize sevap ve cennet kazandırıcı amellere gönül vermektir

Yani Allah’ın “hasene veya” sâlih amel dediği işlere meyletmektir. Onları samimiyetle, hakkıyla yapmaktır.

Reğaib “hizbullah” olmaktır. Yani Allah’tan yana, Allah’ın değer verdiklerinden yana olmak, Allah’ın dininin ve davasının, O’na ait olan şeylerin yanında olmaktır.

Reğaib, hakka, güzele, ma’rufa daha çok rağbet, daha çok istek, daha çok gayret göstermektir.

Bu da senede bir defa, sadece Recep ayının ilk Cuma gecesi olmaz. Her gün, her zaman, her fırsatta olur. Müslüman, Allah’a yönelmeyi bir tarafa bırakıp, her ne kadar gönlü/nefsi istesede, fani dünyalıklara, nefsin hoşuna giden şeylere çok meyletmez. Onlara bağlanıp kalmaz.

Müslüman Âhirette işine yarayacak şeylere daha çok değer verir, rağbet eder, yönelir. Recep, Şaban, Ramazan aylarını, -gelenekte önemsenen- bu gibi geceleri, Cuma ve bayram günlerini bir fırsat bilmeli. Hatırlatıcı gibi algılamalı. Neye daha fazla rağbet ettiğini, nelere daha fazla meylettiğini gözden geçirmeli.

Allah (cc) hz. Muhammed’e ve onun şahsında bütün müslümanlara “yalnızca Rabbine yönel (rağbet et)” diyor.

“(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?

Senin şânını yükseltmedik mi?

Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.

Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel (rağbet et).” (İnşirah 94/1-7)

Kur’an bir âyette rağbet etmeyi tercih etme, üstün tutma anlamında kullanıyor ve diyor ki:

“Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz...” (Tevbe 9/120)

Kur’an, Peygamber zamanında ganimetten veya ortak gelirlerden yeterince pay alamayanlar şikayetlendiler, bu durumdan hoşnut olmadılar. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu. (TDV Vakfi Meali âyet açıklaması, s: 195. Komisyon, Kur'an Yolu, 3/22-23)

“Eğer onlar Allah ve Rasûlünün kendilerine verdiğine razı olup, “Bize Allah yeter. Lütuf ve ihsanıyla Allah ve Rasûlü ileride bize yine verir. Biz yalnız Allah’a rağbet ederiz” deselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.” (Tevbe 9/59)

Keşke bunlar Allah'ın ve Rasûlü'nün ganimetten (veya sadakadan) kendilerine verdiğine razı olsaydılar. Ve deseydiler ki “Allah bize yeter. İleride Allah bize yine verir, lutfeder. Biz herşeyden önce Allah'a rağbet eyleriz. Yani O'nun verdiklerine, O’nun hükmüne razıyız” deselerdi.

Kur’an, peygamberlerin Allah’a yönelmelerini övüyor.

“... Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak (rağbet ederek) ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ 21/90)

Allah (cc), bahçelerindeki mahsülü yoksullar görmeden, yani onlara bir pay vermeden gidip gizlice toplayalım, devşirelim diyen bahçe sahiplerinin olayını anlatıyor. Onlar bu planla sabah erkenden bahçelerine gitmeye niyetlenmişken Allah o gece âfet gönderdi ve bahçe kupkuru hâle geldi. Öyleki bahçe sahipleri bunu görünce, herhalde yanlış yere geldik” dediler. Zira gördükleri manzara şaşırtıcıydı. İçlerinden aklı başında biri onlara “Ben size Allah’ı en büyük tanıyın dememiş miydim?” Onlar da hata yaptıklarını itiraf ettiler. (Kalem 68/17-31) Sonra da;

“Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü artık rağbetimiz (yönelişimiz) Rabbimizedir” (Kalem 68/32) dediler.

Demek ki bahçe sahipleri o aklı başınanda olan adamın uyarılarını, nasihatlarını önce dinlemediler. Ama bahçelerinin mahvolduğunu görünce, onun haklı olduğunu anladılar, yaptıklarından pişman olup tevbe ettiler ve Allah’a yöneleceklerine söz verdiler.

Görüldüğü gibi âyetler nimetin Allah’tan geldiğini bilmeyenleri, şükretmeyenleri ve nimette hakkı olanlara haklarını vermeyenleri kınıyor. Sonra da bahçe sahiplerinin diliyle insanları kendisine, kendi rızasına rağbet etmeye davet ediyor.

Bahçe sahipleri sonunda sanki şöyle dediler: “Biz Rabbimize yöneliyoruz, istek ve arzularımızı O’nun rızasını kazanmaya çevirdik. O bunun karşılığını verir veya vermez. Onu biz bilmeyiz.”

 

2-Firar

Firar, sözlükte kaçmak, koşmak, sığınmak demektir. Bir ayette Allah (cc) kendisine yönelmeyi, sığınmayı bu kelime ile anlatıyor.

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿47﴾ وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ ﴿48﴾ وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿49﴾ فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ ﴿50﴾ وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿51﴾

“Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.

Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!

Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

“O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.”

Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” (Zariyat 51/47-51)

 

3-Hicret-Muhâcir:

Muhacir hicret eden demektir. Hicret ise, terketmek, hicret etmek, yönelmek, bir yerden uzaklaşmak. (R. el-Isfehânî, Müfredât, s: 782)

İslam tarihinde muhacir, Mekkeden Medineye hicret eden fedakâr sahabelerdir.

Ancak bri ayette muhacir Allah’a yönelmeyi anlatıyor:

فَآمَنَ لَهُ لُوطٌ وَقَالَ إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {26} 

“… Ben Rabbime doğru giden bir muhacirim…” (Ankebût 29/26)

Yani “ben, inanmayan kavmimden ve yaptıklarından, kavmin başındaki zalimden, Lut kavminin işlediği rezil günahlardan, onlardan gelebilecek herhangi bir korku veya çıkardan uzağım, onlarla benim bir işim yok. Ben bütün bunlardan yüz çevirdim, Rabbime doğru hicret ediyorum.”

Bu işte Allah’ı, O’nun vadettiklerini, O’nun rızasını, O’nun vereceği karşılıkları tercihtir. İşte bu tavır inanmış bir müslümanın Allah’a rağbetidir.

Günümüzde böyle muhacir olmak mümkün mkü?

Bir müslüman da İbrahim Peygamber gibi “Ben Allah’a doğru giden muhacirim” diyebilir mi?

Evet günümüzde bu manada muhacir olmak mümkün. Müslümanlar da tıpkı İbrahim as gibi diyebilmeli.

Hadislerde geçtiğine göre gerçek muhacir Allah’ın haramlarından kaçandır.

Abdullah b. Hubşí el-Haşamí’den (ra) şöyle rivâyet edilmiştir: Peygamberimize; “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Rasûlüllah (sav):

-‘Kıyamı uzun olan (namaz) dır” buyurdu.

“Sadakaların hangisi en faziletlidir” denildi. Efendimiz (sav):

-“Azalacağındn korkarak (çoğaltılması ümidi beslendiği zaman) verilendir” dedi.

“Hicretin en faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Peygamberimiz:

-“Allah’ın ona haram kıldıklarından kaçanın hicretidir.” buyurdu.

“Cihadın en efdali hangisidir?” denildi. Buyurdu ki:

-“Mal ve canıyla müşriklerle savaşanın cihadıdır.”

“Hangi ölüm daha hayırlıdır?” soruldu. Rasûlüllah (sav):

-“Atı öldürülüp, kendi kanı da akıtılanın ölümü ölümlerin en güzelidir” buyurdu. (Ebu Davud, Salat/hadis no: 1449)

Abdullah İbni Amr İbni Âs’dan rivayet edildiğine göre, Nebî (sav) şöyle buyurdu:
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Buhârî, Îmân/4-5, Rikâk/26. Müslim, Îmân/64-65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd/2. Tirmizî, Kıyâmet/52, Îmân/12. Nesâî, Îmân/8, 9, 11)

Peygamberimiz "Fitne ve bozgun içinde ibadet, bana hicret etmek demektir" buyurmaktadır (Müslim, Fiten/130. Tirmizî, Fiten/31. İbn Mace, Fiten/14. Ahmed b. Hanbel, 5/25, 27)

“Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladıklarından uzak duran, haramları terk edendir.” (Ebû Davûd, Vitr 11; Nesaî, Zekat 49; Bey’at 12; Dârimî, Salât 135; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 160, 191, 192, 195,224, 391; III, 412; IV, 114, 385

“Ameller niyete göredir. Her kişiye niyet ettiği şey vardır. Kimin niyeti  Allah’a ve Rasûlüne hicret ise, onun hicreti Allah’a ve Rasûlüne olur. Kimin niyeti dünyalık ise ona isabet edecek odor. Bir kimsenin hedefi bir kadını nikâhlamak ise, onun hicreti de odur.” (Buhârî, Vahy/1, İman/41 no: 54, Itak/6 no: 2529. Menâkıb/45 no: 3898. Nikâh/5 no: 5070. Müslim, İmâret/18 (155) no: 4927)

 

4-Teveccüh:

Teveccüh;

Kur’an’da üç âyette belli bir istikamete, hedefe, daha doğrusu Allah’a yönelmeyi anlatır.

Şüphesiz ki yüzün bir yöne yönelmesi, (Türkçedeki ifadeyle teveccüh etmesi) kişinin öz benliğinin, bizzat kendisinin de yönelmesini anlatır. Yüz bir insanda karşılaşılan ilk organı olduğu gibi, bir yöne gitmeyi, ister fiziksel isterse manevi olarak bir tarafa yönelmeyi de ifade eder.

Bu bakımdan yüz ile yönelme arasında, yüz ile kişilik ve benlik arasında, yüz ile niyet, kasıt, amaç arasında, yüz ile ilgi ve sevgi, uygunluk arasında sıkı bir ilişki vardır.

Hz. İbrahim şöyle demişti:

“(İbrahim) Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim (veccehtu) ve ben müşriklerden değilim.” (En’am 6/79)

Allah (cc) Peygamber’e şöyle emrediyor:

“O halde (ey Peygamber)! Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir (ekım vecheke). Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru (kayyım) din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)

“Gerçek aşikâr olduğu ve siz bu kâinatın ve insanın yaratıcısının,  hakiminin bir tek Allah olduğunu öğrendiğinize göre, o zaman kaçınılmaz olarak davranışlarınız bu ayette belirtildiği gibi olmalıdır.

“yüzünü (özünü) tam doğru olan dine çevir”; Yani şu hayat tarzını kabul ettikten sonra, yüzünü başka bir yöne çevirme. Bir Müslüman gibi düşün ve sevdiğin veya sevmediğin şeyler de bir Müslümana uygun olsun. Ölçü ve değerlerin, İslâm'ın koyduğu ölçü ve değerler olmalı, karakter ve davranışların İslâm'ın mührünü taşımalı ve senin gerek bireysel, gerekse toplumsal hayatın İslâm'ın öğrettiği yola göre düzenlenmiş olmalıdır." (Mevdûdî, E. Tefhimu’l-Kur’an (çev.), 4/300)

Peygember’e yönelik bu çağrıyı Kur’an bir başka yerde şöyle yapıyor:

“Allah katından, dönüşü olmayan bir gün (kıyâmet günü) gelmeden önce yönünü o gerçek dine çevir (ekım vecheke)! O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır.” (Rûm 30/43)

Aynı emir Kur’an’ın muhataplarına da yöneltiliyor.

“De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde (her ibadette)  yüzlerinizi (O’na) doğrultun (eqım vecûhekum). Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (A’raf 7/29)

Burada geçen “vech-yüz” terimi, çok defa, “bütün varlığımı ya da bütün varlığımla kendimi Allah'a teslim ettim” (Ali İmran 3/20) anlamına gelen “eslemtu vechiye lillâhi” cümlesinde olduğu gibi, soyut anlamıyla, kişinin bütün varlığını, bütün dikkat ve duyarlığını dile getirmek için kullanılır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/274)

Zımnen; “Yarabbi Senin emrine uyarak, Senin iradeni tanıyarak, Senin vahiyle gönderdiklerini kabul ederek, Senin emrini yerine getiriyorum. Hem ben, hem de -kıyâmete kadar- benim elçiliğimi kabul edip bana uyanlarla birlikte özümüzle, benliğimizle, fıtratımıza koyduğun yeteneklerimizle Sana yöneldik. Din/İslâm konusunda tartışanları, şüphesi olanları bir tarafa bırakıp Sana teslim oluyoruz” deniliyor.

Allah’a teveccüh etmeyi farklı ayetlerde farklı ifadelerle görüyoruz: 

“Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse (Allah'a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.” Bekara 2/112

“Bütün benliğini Allah'a teslim eden, daima iyilik yapan ve her türlü bâtıldan yüz çeviren İbrahim'in inanç sistemine -Allah'ın o'nu sevgisiyle yücelttiğini görerek- uyan kişiden daha iyi iman sahibi kim vardır?” (Nisâ 4/125. Ayrıca bkz: Rum 30/43)

 

5-Tevbe-İnâbe

Kur’an’da günahları terketmek, günahtan dolayı bağışlanma istemekle ilgili dört tane kavram kullanılıyor. Bunlar; nedâmet, tevbe, inâbe ve istiğfardır.

Nedâmet; pişman olmayı, yapılan hatanın farkında olmayı ifade eder.

‘İnâbe’, kelimesi de ‘tevbe’ kelimesine yakın bir anlam taşır.  İnâbe Allah’a  içtenlikle yönelme, münîb de Allaha yürekten, samimiyetle yönelen kimse demektir.

İnâbe, Kur’an’da fiil ve özne olarak onsekiz âyette geçiyor. Bunlardan  onbir tanesinde  fiil formunda,  yedi âyette de münîb (Allah’a yönelen) şeklinde yer alıyor.

Kur’an mü’minlere şöyle demelerini tavsiye ediyor:

“... Ey Rabbimiz! Yalnız Sana güvendik, yalnız Sana yöneldik, zira bütün yollar Sana çıkar.”  (Mümtahine, 60/4. Bir benzeri; Şûra, 42/10)

Tağutlara (uydurma tanrılara) kulluk yapmaktan kaçınıp Allah’a yönelenlere müjdeler olsun. (Zümer, 39/17)

Allah (cc) mü’minlere hem Allah’a  yönelmelerini (Zümer, 39/54), hem de kendisine yönelenlerin yolunu izlemelerini emrediyor. (Lukman, 31/15)

Kur’an, yerin ve göğün düzenini hatırlattıktan sonra, bu gibi âyetlerde Allah’a yönelenler için ibretler olduğunu açıklıyor. (Sebe’, 34/9. Bir benzeri; Mü’min, 40/13. Kaf, 50/8)

Allah (cc) kendisine içten, samimiyetle yönelenleri doğru yola iletir. (Şûra, 42/13. Ra’d, 13/27. Kaf, 50/33)

Münib; Kur’an’da hem İbrahim’in hem de Allah yürekten, bütün benliği ile yönelen müslümanların bir sıfatı olarak geçiyor.

Çünkü İbrahim çok içli ve Allah’a yönelen bir kimseydi.” (Hûd 11/75)

“İşte size vâdedilen cennet! Ki o, Allah'a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahmân'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur.” (Kaf 50/32-33)

Tevbe; 

günahtan veya hatadan geri dönmek, onları terketmek demektir. Bir başka deyişle, günah işlemekten vazgeçmek,  itaat etmeye yönelmektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/244)

Din dilinde tevbe; günahı çirkin görerek onu terketmek,  bundan dolayı pişmanlık duymak, tekrar günaha dönmemeye azmetmek, mümkün olduğu kadar ibadeti çoğaltarak Allah’a dönmek demektir.

Kul hata ettikten, dinen günah kazandırıcı bir şey yaptıktan sonra pişman olur, hatasını anlar ve  Rabbine döner, O’ndan bağışlanma diler. Allah (cc) onun bu şekilde kendisine dönmesini kabul eder.  

‘Tâib’, tev­be eden demektir. Tevvâb, tevbeleri çok çok kabul eden anlamındadır. Allah’ın isimlerinden biri ‘et-Tevvâb’dır.

Tevbe, kulun isyandan itaata, farzları yerine getirmeye, haramları terke dönmesi, emredileni yaparak, yasaklananı terkederek Allah’a bir yönelmesidir.

Tevbe, yalnızca yapılan bir hatadan pişmanlık duyup, Allah’tan af dileme değil, aynı zamanda sürekli dua ve istiğfar ederek temizlenme gayretidir. Allah’a müracaat ve O’na dönme edebidir. Bu bakımdan Kur’an mü’minlere ‘hep beraber tevbe edin’ (24/Nur, 31) diyerek, bu yönelişi haber veriyor.

Allah (cc) kullarına tevbe etmelerini, hatalarından vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse, yalnızca kendisinden bağışlanma istemelerini emrediyor. (bak. 11/Hûd, 1-3, 47, 52. 39/Zümer, 53-55. 24/Nûr, 8. 9/Tevbe, 117-118. 15. v.d.)

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:  

“Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.” (Müslim, Zikir ve Dua/12, Hadis no: 2702. İbni Mace, Edeb/57, no: 3816)

İslâma göre ‘tevbe’ başlı başına bir ibadettir. Bu ibadette hem günah ve hatalardan vaz geçme, hem kulluk görevini yeniden yerine getirmeye dönüş, hem de Allah’a yakınlaşma ve zikir vardır.

Bir inkârcı müslüman olduğu zaman, bir müşrik şirki terkedip İslâmın iman ilkelerini kabul ettiği zaman tevbe etmiş sayılır. Onların tevbeleri iman etmeleridir. Demek ki tevbe ya inkârdan, ya günahtan, ya da Allah’ın emrini yerine getirememekten dolayı yapılır.

Tevbenin bir başlangıcı bir de sonu vardır. Tevbenin başlangıcı, dosdoğru bir yol (sırat-ı müstakîm) üzerinde Allah’a dönüştür. Bu doğru yolu insanlar için O koydu. Kullar bu yolda yürüyerek O’nun rızasına ulaşırlar. (En’am, 6/153. Şûra, 42/52-53)

 “Âdemoğlunun hepsi hata edici, günah işleyicidir. Ancak, hata işleyenlerin en  hayırlısı, tevbe edip Allah’tan affını dileyendir.” (Tirmizî, Kıyâmet 50, no: 2501. İbni Mâce, Zühd 30, no: 4251)

Görülüyor ki, inâbe ve tevbe her ne kadar bir hata veya günah sebebiyle yapılmış olsalar da yürekten Allah’a yönelmeyi, O’na rağbet etmeyi ifade ediyorlar.

 

-Sonuç

Recep ayının ilk Cuma gecesi hakkında aslında olmayan uydurulmuş hikâye ve uçuk vaatleri bir tarafa bırakıp, böyle günleri ve zamanları Allah’a yeniden, daha içten, daha samimiyetle dönmeye, Allah’a ait olana, Allah’ın vereceğine, O’nun rızasına rağbet etmeye bir fırsat bilmeli.

O’na ve O’nun mağfiretine koşarcasına, yani gönülden isteyerek yönelmek, bütün benlikle, şuurlu bir şekilde O’nu tercih etmek için fırsat bilmeli.

İbrahim gibi “ben Allah’a doğru bir muhâcirim” demenin güzelliğini yeniden keşfetmeli.

Yüzümüz, yüreğimiz, niyetimiz, hedefimiz, rağbetimiz neye, kime? Onun yeniden gözden geçirmeli.

 

Hüseyin K. Ece

27.02.2020

3 Recep 1441

Reğaib Gecesi münasebetiyle...