لِيُنْفِقْ ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَمَنْ قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنْفِقْ مِمَّٓا اٰتٰيهُ اللّٰهُۜ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا مَٓا اٰتٰيهَاۜ سَيَجْعَلُ اللّٰهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا۟ ﴿7﴾

“Eli geniş olan, elinin genişliğine göre nafaka versin. Rızkı dar olan da, Allah’ın ona verdiğinden (o ölçüde) harcasın. Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.” (Talak 65/7)

Buna göre herkes kapasitesi kadar, elindeki nimetler kadar sorumlu.

Hacc ile ilgili âyeti hatırlayalım:

ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًاۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ ﴿97﴾

“... Yoluna gücü yetenlerin Beytullah'ı haccetmeleri, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.Kim de (haccın farz oluşunu) inkâr ederse, bilsin ki Allah, âlemlerden (onun haccından ve diğer amellerinden) müstağnîdir.” (Âl-i İmrân 3/97)

Buna bir da Bekara son âyetini ekleyelim:

لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿286﴾

“Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!...” (Bekara 2/286)

Bu demektir herkesin imtihanı, karşılaştığı zorluklar, başına gelen musibetler, kendi kapasitesi miktarıncadır.

Şüphesiz sağlık Allah’ın insana büyük lütûflarından biridir. İnsanlar bununla mutlu olurlar, huzur bulurlar. Müslüman ayrıca Allah’a karşı görevlerini yapmak için sağlıklı olmak ister.

Peygamber (sav) der ki: “Kim sihhatli bir şekilde sabaha ulaşırsa, evinde güvende ise, bir günlük yiyeceği ve içeceği varsa ona sanki dünya bağışlanmış gibidir.” (Tirmizi, Zühd/32 no: 2346)

Peygamber (sav) Allah’tan afiyet istenmesini tavsiye ediyor: “Allah’tan af ve afiyet isteyin. Gerçek imandan sonra kişiye afiyetten daha değerli bir nimet verilmemiştir.” (Tirmizî, Daavât/105 no: 3558) İstenmesi tavsiye edilen bu afiyete sağlık da dahildir.

“Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sana faydalı olan elde etmeye çalış. Allah’tan yardım iste ve acizlik gösterme. Başına bir şey gelirse “Eğer (keşke) şöyle yapsaydım, şöyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri böyle, O ne dilerse yapar” de. Çünkü keşke demek şeytanın işidir.” (Müslim, Kader/8 (34) no: 6674. İbn Mace, Mukaddime/10 no: 79, Zühd/14 no: 4168. Ahmed b. Hanbel 2/366, 370)

Her şeyi istediği gibi yaratan, bazı sebepler yüzünden hasta olmayı da yaratmıştır.

Yaşlanmak, yaşlandıkca da zayıf olmak, erzelil-omr denilen hâle ulaşmak da insanın fıtratına yerleştirilmiş ilâhi bir kanundur.

Bazı kimseler farklı sebeplerden dolayı engelli doğabilir, bazıları da sonradan ya kendi hatasıyla ya da dış etkenler yüzünden engelli olabilir.

Ya da evinde engelliye bakmak zorunda kalabilir. Hanım veya kocanın annesi veya babası, ya da yakın bir akrabası engelli olabilir. Böyle bir imtihan karşısında eyvah deyip çırpınmak, strese girmek mi gerekir, yoksa bu imtihanı mutluluğa çevirmenin yollarını mı aramak gerekir.

Bütün bunlar hayatın birer parçası.

Bu belâ ve fitne karşısında müslüman ne yapacak?

 

-Hastalık ve engelli olmak gerçeği

Mü’min elbette hasta olursa derman/şifa arayacak. Hastası, ihtiyarı olursa bakacak, ya da bazı nimetlerden mahrum kalmanın faydalarını araştıracak, bu nahoş durumu kendi lehine çevirmeye çalışacak. Kendisi elden ayaktan düşerse, ihtiyarlarsa, engelli hale gelirse; bu ilâhi yasayı anlamaya çalışacak, intihar etmeyi değil, bu duruma intiba etmeyi deneyecek. Buradan mutluluk çıkarmaya çalışacak.

O yine o bilecek ki bir hastalık mevcut ise, onun mutlaka dermanı da, şifâsı da mevcuttur. İnsana düşen onu arayıp bulmak, hastalığa ve usulüne göre kullanmaktır.

Mü’min bilir ki, engellilik varsa, bunun mutlaka bir hikmeti de var. Kendisi ve sahibi için mutlaka birden fazla faydası var. Düşünün ömür boyu engelli bir çocuğa bakan müslüman bir anneye Allah Cennetini vermez mi?

Uzun seneler bakıma muhtaç, engelli anne veya babasına bakan bir müslüman erkeği veya kadını Allah cehennemine atar mı?

Burada şu hadisi hatırlamak gerekir: “Burnu sürtülsün, yine burnu sürtülsün, yine burnu sürtülsün” buyurdu. Kendisine soruldu: “-Kimin ey Allah'ın Rasûlü?” Peygamber (sav): “Anne, babasından birinin veya ikisinin ihtiyarlıklarına yetişip de sonra cennete giremeyenin (kazanmayanın)” buyurdu.” (Müslim, Birr/3 (9) no: 6510-6512)

 

-Her hastalığın dermanı vardır

Ebu’d-Derda’nın rivâyetine göre Peygamber (sav) buyurdu: “Allah (cc) bir hastalık yaratmamıştır ki, dermanını yaratmamış olsun. Her hastalık için şifâ da yaratılmıştır. Yalnız haramda şifâ yaratmamıştır.” (Mâlik, Muvatta Ayn/12. Ahmed b. Hanbel 1/13, 446, 3/156, 4/278. Bir benzeri: Ebu Dâvud, Tıb/11 no:3874, 3855. İbni Mâce, Tıb/1 no: 4336. Tirmizî, Tıb/2 nr. 2038)

Farklı rivâyetlerde şöyle buyuruluyor:Allah, verdiği her hastalık için bir ilaç da indirmiştir (yaratmıştır).” (İbn-i Mâce, Tıbb/1 no: 3438)

“Ey insanlar tedavi olun, Allah dermansız hastalık indirmemiştir. Yalnız ihtiyarlığın ve ölümün ilacı yoktur.” (İbni Hıbban, Tıb/4 no: 6064)

Bu hadis bir atasözünde “derdi yaratan Allah dermanını da verir” şeklinde ifade edilir.

Ancak pek çok insan sağlık gibi bir nimeti yerinde ve faydalı bir şekilde kullanmıyor.

Peygamber (sav) diyor ki: “İnsanların çoğu şu iki nimetin değerini bilmezler: Sağlık ve boş zaman.” (Buhârî, Rikak/1 no: 6412)

Müslüman inanır ki bedeni ve sağlığı kendisine emânettir. O Allah’tan aldığı her emâneti gözü gibi korur, onu tehlikeye düşürecek şeylerden uzak kalır.

Allah (cc) sağlığa zararlı her şeyi haram kılmıştır. Bundan da maksat bu değerli emâneti korumaktır.

 

-Koruyucu hekimlik

Peygamber (sav) asırlar öncesinden korucu hekimliği tavsiye etmiş, bunu yapan mü’minleri övmüştür. Kendisi de her zaman hastalıklara karşı hep dikkatli olmuştur.  O, yeterince uyumayı, dinlenmeyi, temiz olmayı, yeteri kadar yemeği, elleri ve ağzı temiz tutmayı, pis ve bayat yiyeceklerden uzak durmayı, yemek kapları kapalı tutmayı, sık sık duş almayı, tuvaletten sonra mümkün olduğu kadar temizlenmeyi tavsiye etmiştir.

Kişi hastsalığa karşı her türlü tedbiri alır, dikkat eder, ama yine hasta olabilir. Bunda kendi kusuru olduğu gibi başkalarının dahli olabilir.

Bu ayrı bir konu. Ama diyelim ki hasta oldu. Mü’min böyle bir durumda isyan etmeyecek, ah vah etmeyecek, ümitsizliğe kapılmayacak.

 

-Tedavi olmak İslamın emridir

Peygamber (sav) her türlü hastalık için tedavi olmayı tavsiye ediyor.

Üsame b. Şerik’in rivâyetine göre bir bedevi Peygamber’e şöyle sordu: “Ey Allah’ın Elçisi, tedavi olalım mı? Buyurdu ki: “Evet, ey Allah’ın kulları tedavi olun. Zira Allah (cc) bir hastalık yaratmamıştır ki, dermanını, ya da şifâsını da yaratmamış olsun. Bir hastalık hariç.” Dediler ki: “O hangisidir, Ya Rasûlelleh?” Buyurdu ki. “İhtiyarlık”. (Tirmizî, Tıbb/2 no: 2038. Bir benzeri: İbni Mâce, Tıbb/1 no: 3436)

Hadislerde tavsiye edildiği gibi, bir taraftan şifâ arayacak, bir taraftan da sabredecek.

Aişe (r.ah.) "Hastalığı, Allah Rasûlü'nden (a.s.) daha şiddetli olan hiçbir kimse görmedim" dedi.” (Müslim, el-Birr/14 (44) no: 6557) Buna rağmen o buna sabretti.

Ancak tedavini öncelikle kafada başlaması gerekiyor. İyi olacağına, şifa bulacağına inanması, doktora, ilaca, tedaviye, diğer metodlara güvenmesi, ilerisi için ümitvar olması gerekiyor.

 

-Hastalıklar hatalara keffarettir

Allah (cc) mü’min kulu musibete, hastalığa, kendi yolunda karşılaşacağı zorluklara mukabil ona ecir verir.

İbn-i Abbas (ra) Ata bin Ebi Rebah’a; “Sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi?” dedi. Ata (rh); “Evet göster” dedi. İbn-i Abbas (ra) “Şu siyah kadın yok mu? İşte bu kadın bir kere Rasûlallah’a gelip; Ya Rasûlallah, sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. Allah’a benim için dua buyurun’ dedi. Rasûlüllah (sav) “Ey kadın! İstersen hastalığına sabret. Bunun karşılığında sana cennet vardır. İstersen afiyet vermesi için Allah’a dua ederim” buyurdu. Kadın; “Hastalığıma sabredeceğim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz” diye rica etti. Rasûlüllah (sav) de dua etti.” (Müslim, el-Birr/14 (54) no: 6571. Buhâri, Merdâ/6 no: 5652 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/346-347)

Bir başka gerçek daha var: Musibetler bir müslüman için keffaret (günahlarının silinmesi) sebebidir.“Bir mü’min sıkıntı, hastalık, dert, üzüntü, kazaya uğrasa ve hatta Allah yolunda ayağına batan diken batsa, Allah bunlara karşılık o kulun günahlarını siler.” (Buhârî, Marda/1 no: 5640, 5642. Müslim, Birr/52 no: 2573. Tirmizî, Cenâiz/1 no: 966)

Abdullah b. Mesûd (ra) şöyle anlatır: “Allah Rasûlü'nün huzuruna girdim; kendisi şiddetli hasta idi. Elimle ona dokundum ve: “Ey Allah'ın Rasûlü! Siz gerçekten çok ızdırap çekiyorsunuz” dedim. Allah Rasûlü (a.s.):

“Evet Ben sizden iki kişinin çektiği kadar şiddetli bir ızdıraba maruz bulunuyorum” dedi. Ben: “Bu yüzden sizin için muhakkak iki kat ecir vardır” dedim. Bunun üzerine Allah Rasûlü: Evet dedikten sonra şöyle buyurdu:

“Kendisine hastalık ve daha başka neviden herhangi bir eza isabet eden hiçbir müm’in yoktur ki Allah bu eza sebebiyle onun günahlarını, ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökmesin.” (Müslim, el-Birr/14 (45) no: 6559)

Ebu Saîd Hudrî, Allah Rasûlü'nü şöyle buyururken işitmiştir: “Müslümana bir ağrı, bir meşakkat, bir hastalık, bir üzüntü, hatta kendisini bunaltan bir iç sıkıntısına varıncaya kadar herhangi bir şey isabet ederse günahlarından bir kısmı yokedilir." (Müslim, el-Birr/14 (52) no: 6568)

“İmtihan (bela) kulu onun günahları affedilinceye kadar onu terketmez.” (Tirmizî, 2/286)

“Müslümanın her hali hayırdır. Bu hayır ondan başkasına verilmemiştir. Ne zaman bir nimete kavuşsa Allah’a şükreder ki bu onun için hayırdır. Ne zaman bir musibetle karşılaşsa sabreder ki bu da onun için hayırdır.” (Müslim, Zühd/64 no: 2999. Bir benzeri: İbni Hıbban Rikak/9 no: 728)

 

-Hastalığın, engelli olmanın faydaları da var

Nursî Hastalar Risalesi’nde hasta olanların tedavi olması gerektiği anlattıktan sonra bununla beraber hastalıkta pek çok faydalar olduğunu, ya da hastalıklardan derslerin çıkarılabileceğini anlatıyor. Mesela;

-Keder ve hastalık günahları ve hataları temizler, onlara keffaret olur.

-Hastalık inançsızlığa perde olur.

-Müslümanı Allah’a daha çok yaklaştırır.

-İbadetlere karşı kalpteki şuuru artırır.

-Allah’a tevekkülü kuvvetlendirir.

-Hastalık kişinin iyi karakter sahibi olmasına yol açar.

-Hastalar bu sayede sihhatin ne kadar önemli olduğunu anlarlar.

-Allah (cc) hastalık ile farklı bir hedefi murad etmiş olabilir.

-Bazı hastalıklar daha kötü hastalıkları önler.

-Hastalık aynı zamanda Allah’tan bir uyarıdır.

-Bu sayede kişi buradaki hayatın kısa ve fani olduğunu bir daha hatırlar.

-Hastalık, Allah’ın eş-Şafi’ isminin yansımasıdır.

-Kişi hastalık sayesinde şükreden biri mi, şikayet eden biri mi olduğunu test edebilir.

-Böylece kişi, Allah’tan başka gerçek şifâ veren olmadığını öğrenir.

-Akrabalar ve arkadaşlar arasındaki bağı güçlendirir.

-Keder ve hastalık kişiye merhamet ve ilgilenme duyguları kazandırır.

-Hastalık sebebiyle müslüman toplumda birlikte olma duygularını artırı.

-Hastalık bir açıdan diyet gibidir.

Bunlara şunu da ekleyebiliriz: Hatsalık hasta sahipleri için bir imtihan sebebidir. Allah (cc) onları hastalarla dener. Bakalım hasta olan yakınlarına karşı tutumları ne olacak. Nitekim yukarıda geçen hadiste hatırlatıldığına göre ihtiyar anne babaya bakmak cennet kazanma sebebidir.

Hastalık istenmez ama bu sayılanlarla teselli olunur, moral depolanır, hastalık felâketten faydaya çevrilebilir.

İnsan istese hastalıktan, engelli olmaktan, yaşlılıktan bile kendine göre mutluluk çıkarabilir. Kaldı ki bunları yukarıda geçtiği gibi anlayıp değerlendirmek imanın gereğidir.

 

-Bela, musibet ve hastalığa karşı tavır

Hastalık, belâ ve musibetler karşı takınılması gereken bazı müsbet tavırlar:

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ﴿129﴾

(Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir.” (Tevbe 9/129)

Bunu yedi defa okuyana Allah onun kederlerinde yeterlidir. (Ebu Dâvud, Edeb/101 no: 5081) Ya da Eyyûb (as) gibi demeli:

وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ ﴿83﴾    

“Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiyâ 21/83)

Osman b. Affan’ın rivâyetine göre Peygamber şöyle demiştir: “Bir kul günün sabahında ve akşamında üç defa “Bismillahillezi lâ yedurru maa ismihi şey’ün fl’l-ardı velâ fi’s-semâi ve hüve’s-semîu’l-alîm-Adı anıldığı zaman yerde ve gökte hiç bir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın adıyla. O, hakkıyla işiten ve bilendir” derse ona hiç bir şey zarar vermez.” (Tirmizî, De’avât/13 no: 3388. İbni Mâce Ebu Ayyaş ez-Zürakıyyi’den), Dua/14 no: 3867. Ebu Dâvud, Edeb/101 no: 5088)

اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ

“Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” (Bekara 2/156)

Sıkıntı, belâ ve musibetin, imtihanların getirdiği zorluklar karşısında, ya da acziyet halinde söylenmesi gereken iman sözü: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm-Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur. O Çok yücedir, çok ulvidir.”

Şiddet zamanlarında, yani musibet veya zorluklarla karşılaşınca:

İbni Abbas diyor ki Peygamber (sav) şiddet zamanlarında şöyle derdi: “Lâ ilâhe illallahu’l-azîmu’l-halîm, lâ ilâhe illallhu Rabbu’l-arşi’l-kerîm, lâ-ilâhe ilallahu Rabbu’s-semâvâti ve Rabbu’l-ardı, Rabbu’l-arşi’l-kerîm-Allah’tan başka ilah yoktur, O azimdir, halimdir. Allah’tan başka ilah yoktur, O yüce arşın Rabbidir. Allah’tna başka ilah yoktur, O göklerin ve yerin Rabbidir, kıymetli arşın da Rabbidir.” (Buhârî, Deavat/27 no: 6345-6346, Tevhid/22 no: 7426, 7431)

Enes b. Mâlik’in rivâyetine göre başına bir zorluk (şiddet) geldiği zaman; “Yâ Hayyu ya Kayyûm, bi-rahmetike, esteğîsu-Ey Hayy ve Kayyum olan Allahım, rahmetinden medet umarım” ( Tirmizi, Deavat/91 no: 3524) derdi.

Ebu Bekre’nin rivâyetine göre Peygamber (sav) sıkıntıya düşenlere şu duayı tavsiye etmişti: “Allahümme rahmeteke ercu, felâ tekilnî ila nefsî tarfete ayn, ve aslih lî şe’nî küllehu, lâ ilâhe illâ ente-Allahım rahmetini umarım. Beni göz açıp kapatıncaya kadar da olsa nefsime bırakma. Bütün işlerimi düzelt. Senden başka tanrı yoktur.” (Ebu Dâvud, Edeb/101 no: 5090)

Hz. Aişe’nin rivâyetine göre Peygamber (sav) hastalandığı zaman ve kötülüklerden Allah’a sığınırdı ve şu duayı okurdu: “Allahümme Rabbi’n-nâsi, müzhibe’l-be’se. İşfi ente’ş-Şâfi, Lâ şifâun illa şifâuke, şifâen la yugâdiru sekamen-Ey insanların Rabbi, Şu hastalığı giderip şifâ ihsan et. Şifâ verici ancak sensin. Senin şifândan başka şifa yoktur. Öyle bir şifâ ver ki hasta üzerinde hiç bir hastalık izi kalmasın.” (Buhârî, Tıbb/38, 40 no: 5742, 5750. Müslim, Selâm/19 (46) nO. 5707)

Her zaman, her musibet ve zorluk karşısında okunması mümkün olan Kur’an’ın öğrettiği dua:

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿201﴾

 “Fakat öyleleri de var ki, onlar "Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik güzellik ver, ahirette de iyilik güzellik ver ve bizi ateşin azabından koru!" diye yakarırlar.” (Bekara 2/201)

 

(Mutluluğun Yeniden İnşa’sından)

 

Hüseyin K. Ece

17.03.2017

Zaandam