Kur’an’ın kendisi zaten bunu meydan okurcasına açık açık söylüyor.

“Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki (ihtilaf) bulurlardı.” (Nisâ 4/82)

Ama düşünün; bir gayr-i müslim sizden bir Kur’an istiyor. Siz de ona onun dilinde bir meal veriyorsunuz. Bir müddet sonra o gayr-i müslim size geliyor ve diyor ki: “Siz Kur’an’da çelişki yok diyorsunuz. Ama ben bazı âyetler arasında çelişki gördüm.” Mesela;

 

1.“İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.” (Rahman 55/39)

veya “... Suçlulukları kesinleşmiş olanlara (mücrimlere) günahları konusunda soru sorulmaz.” (Kasas 28/78)

Ama başka âyetlerde: “Rabbine andolsun, onların hepsine yapmakta olduklarını mutlaka soracağız” (Hıcr 15/92-93)

veya “Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız” (A’raf 7/6) deniyor.

 

2.“Bu, konuşamayacakları gündür. Onlara izin de verilmez ki, özür dilesinler.” (Mürselât 77/35-36)

Ama başka âyetlerde: “Sonra şüphesiz siz kıyâmet günü Rabbinizin huzurunda hasımlaşacaksınız” (Zümer 39/31),

veya “Birbirlerine dönüp sorarlar. Derler ki: “Şüphesiz daha önce biz, ailemiz içinde yaşarken (Allah’a isyandan) korkardık” (Tûr 52/25-26),

veya “Allah, şöyle der: “Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size önceden yaptım” (Kâf 50/28) deniyor.

 

3.“Onlara, acı ve kötü kokulu bir dikenli bitkiden başka yiyecek yoktur.” (Ğaşiye 88/6)

Ama başka bir âyette: “Bu sebeple, bugün burada onun samimi bir dostu yoktur. Pis bir atıktan başka yiyeceği de yoktur” (69/35-36) deniyor.

 

4.“Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” (Bekara 2/285)

Ama başka bir âyette : “İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir...” (Bekara 2/253) deniyor.

 

5.“Rablerinin huzuruna götürülüp toplanacaklarından sakınanları onunla (Kur’an’la) uyar ki, onların O’ndan başka ne bir velileri (hâmileri) ne de şefâatçıları (aracıları) vardır. Umulur ki Allah’tan korkup-sakınırlar” (En’am 6/50-51),

veya “Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının (Bakara 2/123, 48), 

veya “Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefâatin olmadığı kıyâmet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir” (Bakara 2/254)

Ama bir kaç âyette; “Göklerde nice melekler vardır ki, Allah dilediği ve razı olduğu kulları için izin vermedikçe onların şefâati (şefâatuhum) bile hiç bir fayda sağlamaz”  (Necm 53/24-26),

veya “Rahmân nezdinde ahid (söz) alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir” (Meryem 19/87),

veya “O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefâati fayda vermez” (Tâhâ 20/109),

veya “O’nu bırakıp taptıkları şeyler şefâat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler bunun dışındadır.” (Zuhruf 43/86)  deniyor.

Bir gayr-i müslim bunları ve benzerlerini önümüze getirip “ne dersiniz” dese, acaba cavabımız ne olablir?

 

Hüseyin K. Ece

31.03.2020

Zaandam