“Mürşid-i Kâmilin Elinde Ölü Gibi Olmalısın” başlığında:

“Yazıklar olsun sana! Hem beni arzuluyorsun, hem de malını benden gizliyorsun. Bu durumda sen beni arzulama isteğinde yalancılardansın. Mürşidin yanında müridin ne gömleği, ne sarığı, ne altını, ne de malı bulunur. Mürid tabağından mürşidin emrettiği kadar yer. Mürşidinin karşısında o fani bir varlık olmuştur. Mürşidinden gelecek emir ve nehiyleri beklemektdir. Zira mürid; mürşidinin emrettiği ve yasakladığı şeylerin Allah’tan (cc) olduğunu bilir. O kendi maslahatının mürşidi eliyle gerçekleşeceğinin şuurundadır. Şayet mürşidi eleştirirsen; sakın onun sohbetine katılma. Çünkü onun sohbetinden feyiz alamazsın. Hasta itham ettiği doktorun elinden şifa bulamaz.” (Şeyh Abdulkadir Geylanî, Fethu’r-Rabbânî, çev. Kâzım Ağcakaya, Medine Yay. İstanbul 2007, s: 415)

Burada ne söyleniyor? Maddeler halinde sıralayalım:

1-Eğer bir mürid A. Geylanî’yi (ya da bir şeyh) arzu ediyorsa, ona bağlanıp teslim olmak istiyorsa, onun kendisini tezkiye etmesini (nefsini arıtmasını)  istiyorsa mal varlığını ondan gizlememeli. Kazandığının ve nereye harcadığının hesabına ona vermeli. Aksi halde “şeyhimi istiyorum” konusunda yalancı olur.

2-Mürşidine bağlanan bir müridin bırakın mal sahibi olmayı, gömleği, sarığı, altını, yani dünyalık hiç bir şeyi olmaz. Hepsi bağlandığı şeyhine aittir.

Dahası mürid, önündeki tabaktan ancak şeyhinin izin verdiği kadar yer, fazla yiyemez, varsa malını şeyhinin izin verdiği kadar, onun işaret ettiği yerlere harcar. İstediği gibi harcama yapamaz.  

3-Zira mürid şeyhinin yanında fâni bir varlık olur.  Yani şeyhinin varlığı yanında kendi varlığının bir hükmü olmaz. Böyle olunca da malı da, mülkü de olmaz. Çamaşırı bile ona ait değildir.

4-Onun bundan sonra yapacağı tek şey, şeyhinin emirlerini ve yasaklarını beklemektir. Zira mürid kesinlikle emin olmalıdır ki; mürşidinin emir ve yasakları Allah’tan gelmektedir. Yani mürşidi emir yasakları Allah’tan alıp müridlerine verir. Kendiliğinden bir şey yapmaz. Mürid bunu böyle kabul etmeli.

5-Mürid bilmelidir ki kendi faydasına, çıkarına olan ve olacak şey her ancak şeyhinin eliyle ona ulaşır, başka türlü değil. O bunun farkında olmalıdır. Bunu böyle bilmelidir.

6-Mürid, her ne olursa olursa olsun, mürşidini eleştirmemeli, hakkında yanlış düşünmemeli, şüphe etmemeli. Aksi halde onun derslerinden bir feyiz alamaz. Bu durumda artık onun sohbetlerine katılmamalı.

Bu anlayışa göre;

1-bir şeyhe bağlanan bir müridin malı olmaz, olsa da o mal şeyhe aittir. İstediği zaman elinden alabilir. (Nakşibendîlerin Adâbu’l-Müridîn risâlesinde bu madde zaten var.)

2-mürid yemeğini bile mürşidin izin verdiği kadar yiyebilir.

3-mürşidin dediği her şey, verdiği her emir, yasakladığı her şey haktandır, vahiydir. Müridin buna itiraz hakkı yoktur.

4-mürid bir maslahata (kendi faydasına iyi bir şeye) kavuşmuşsa veya kavuşmak istiyorsa bu ancak şeyhinin vasıtasıyla, himmetiyle, eliyle olur. Demek ki şeyhi olmazsa mürid hiç bir iyi hâle, iyiliğe, nimete kavuşamaz.

5-bunun anlamı, müridin şeyhine kayıtsız şartsız teslim olma anlayışı değil mi? Akıl, irade ve fikri devre dışı bırakma, bunları mürşid adı verilen bir fâniye teslim etmek değil mi?

6-Böyle bir teslimiyette akletme, fikir üretme, düşünce geliştirme, farklı sonuçlara varma, farklı yorum yapma mümkün olur mu? Mütefekkir, âlim, hür iradeli fertler yetişir mi? Böyle bir teslimiyetin adı “nasip alma, nefis tezkiyesi, nefis terbiyesi” midir, yoksa hipnotizma, uyuşturma, iradesizleştirme midir?

7-Müridlerinin malına, hatta gömleğine bile hükmetme hakkını kendinde gören şeyh efendinin pek çok dünyalığı, hükmedeceği pek çok malı, sarfedeceği pek çok serveti olmaz mı?

Malının (hatta iradesinin) kahyâlığını mürşidine teslim eden birisi kendini fakrü zarurete mahkûm etmiş olmaz mı?

8-Müridine verdiği emir ve yasakların Allah’tan geldiğini iddia eden şeyh (mürşid) dolaylı yoldan bana vahiy geliyor demiş olmaz mı?

Şeyhinin isteklerinin ilâhi kaynaklı olduğunu kabul eden mürid, şeyhine vahiy geldiğini kabul etmiş olmaz mı? Onun peygamber olduğunu iddia etmiş olmaz mı? O zaman şu âyetin muhatapları kim olur?

“Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye lâf eden kimseden daha zalim kimdir?...” (En’am 6/93)

9-Şeyhin emir ve yasaklarının Allah’tan geldiğini kabul eden, bu konuda tereddüt etmesine asla izin verilmeyen birisi, zımnen ‘masumiyet’ anlayışını, yani şeyhinin ‘ismet’ sıfatına sahip olduğunu, asla günah işlemediği inancını benimsemiş olmaz mı?

10-İnsanların kendisine bu şekilde bağlanmasını, hiç itiraz etmeksizin teslim olmasını, malını mülkünü, iradesini ve varlığını emrine amâde kılmasını isteyen şeyhler (mürşid denilenler) şahâne bir saltanat kurmuş olmuyorlar mı?

11-Gassâl elinde cenaze gibi olmayı kabul eden bir kişinin şahsiyeti, varlığı, hükmü ve bir ağırlığı olur mu?

Bunlardan kurulu bir toplumun hâli nice olur?

12-İmkan olsa da A. Geylanî’ye sorsam, ya da bu iddiaları benimseyen mü’minlere sormak istiyorum: Bu anlayış Kur’an’ın, Sünnetin ve Ehl-i Sünnet İslâm yorumunun neresinde?

 

Hüseyin K. Ece

08.08.2020

Zaandam