(Bir önceki sayıda Türkiye’den çıkış yaptıktan sonra Bulgaristan üzeri devam eden geriye dönüş macerasını anlatmaya başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.)

Türkiye’den ayrılırken ister istemez içinizi bir hüzün kaplar.

Her ne kadar yorulsanız da, her ne kadar canınızı sıkan çok şey olmuşsa da, her ne kadar sizi çileden çıkaran olumsuzluklar yaşasanız da , sonunda kendinizin ait olduğunu hissettiğiniz bir vatandan ayrılıyorsunuz. Eşten, dosttan, akrabadan ayrılıyorsunuz.

 

Ki onlara göre siz hâlâ gurbettesiniz. Şimdi de yine gırbete gidiyorsunuz.

Kapıkule/İpsala sizin için artık bir vedâlaşma yeri. Toprakla, binalarla, bayrakla, gümrük memurlarıyla vedâlaşma. Sanki bir akraba, bir yakın, bir ahbap gibi.

Burada bir memurun asık suratı, bazılarına gösterilen sert muamele artık umurunuzda değil. Teselliyi başka bir görevlinin tatlı gülümsemesinde, “güle güle, yolunuz açık olsun” duasında bulursunuz.

Bir veya birbuçuk ay önce buradan giriş yaparken çektiğiniz bütün sıkıntılar aklınıza gelir ama, unutursunuz. Onları akla getirmenin zamanı değil. Binlerce km.lik yol sizi bekliyor. Daha bir sürü kapıdan geçeceksiniz. Daha bir sürü yol tepeceksiniz. Şimdiden morali bozmanın faydası yok.

Bazen, Bulgaristan’a girer girmez ilk görevli “komşu on euro vereceksin” der.

Siz “niçin” diye sorarırsınız. Ceza mı, yol parası mı, haraç mı, rüşvet mi, bahşiş mi, toprak bastı parası mı? “Herkes veriyor, sen de vereceksin:” Siz yine “niçin” diye sorarsınız. O ise “vermezsen yükünü indirip bütün eşyalarını ararım” der. Sizin bagajınızı göstererek.

Eşyanız fazla ya, arka bagaj yeterli değil. Arabanın üstüne de bagaj attınız. Sımsıkı sardınız iple. Hani yolda başınıza bir iş gelmesin diye. Şimdi adam sizden on euro almak için onu tehdit olarak kullanıyor. Öyle ya, bagajı tekrar açmak, yeniden yapmak bir kaç saatinizi alır. Görevli de bunu biliyor, oradan sıkıştırıyor.

Siz bakıyorsunuz, herkes veriyor. Veren de geçip gidiyor. Adam size “arabanızı şöyle çekin” diyor. Çekiyorsunuz. Tekrar on euro istiyor. Vermeyince ilerideki hangarı işaret ediyorlar. “Arabanı oraya çek ve bagajı indir, kontrol edeceğiz” diyorlar.

Hanım ve çocuklar, “canım verelim on euro da gidelim. On liradan ne çıkar?” diyorlar. Sizin ki de inat mı, prensip mi, haksızlığa tavır mı; “hayır diyorsunuz, vermem, haksızlığa direneceğim. Bu benden istenen bir haraçtır, haksız bir taleptir. Herkes böyle dirense, herkes hakka riayet etse, hiç bir yerde rüşvet işlemez. Kimse rüşvet beklentisine girmez.”

Siz hangarda iken bir görevli yanınıza gelir, “On euro ver, yoksa bagajı indirteceğim” der, siz vermeyince gider. Biraz sonra yine gelir. Aynı şeyi tekrar eder.

İçeride hanım ya da çocuklar; “Daha ne kadar bekleyeceğiz, verelim şu on euroyu da gidelim, geç kalıyoruz” diye sizi sıkıştırırlar. (Sanki neye geç kalıyorlarsa...)

Belki bir saat sonra, belki birbuçuk saat sonra, onlar da yorulur, siz de yorulursunuz. Bagajı hâlâ açmadınız. Daha doğrusu açtırmadılar. Maksat zaten bagaj kontrolü değil, sizden haksız yere para sızdırmak. Siz vermeyince çaresiz elleriyle işaret ederler, gidebilirsin. Yani “defol git, cimri adam. On euro verseydinden bizi uğraştırmasaydın” dercesine.

Siz de zafer kazanmış gibi arabaya biner, ‘Ya bismillah’ der, Sofyaya doğru yola koyulursunuz.

Romanya üzeri gitmeyi planlamıştınız. Haritaya göre Sofya’dan kuzeye doğru yöneleceksiniz. Oraya gelince dikkatli olmalısınız.

Sofya’da kuzeye doğru giden yol bir müddet sonra tek şeride düşüyor. Orada yol ikiye ayrılıyor. Biri Vidin’e doğru diğeri Romanya’nın başkenti Bükreş’e ve Bulgaristan sınırları içindeki Rusçuk’a ve Silistre’ye doğru.

Uğradığınız bir benzincide yolu sorarsınız. Birisi, bizi takip edin size yolu gösteririz derler. Benzincide çalışan biri sizi uyarır; “Bunları gözüm tutmadı. Sakın bunları takip etmeyin, ne olur ne olmaz. Şöyle 30 km. sonra yol ikiye ayrılır, siz sola doğru gidersiniz. İleride Vidin levhasını görürsünüz. Ondan şaşmayın. ”

Bu uyarı üzerine onları takip etmekten vaz geçer, biraz bekler ve yola koyulursunuz.

Kuzeye doğru, Vidin istikametine doğru devam edersiniz. Bir kuşluk vakti Vidin şehir merkezinde kendinizi bulursunuz. Orada Galafat levhasını takip edip limana gelirsiniz. Galafat Romanya’nın liman şehridir. Vidin’e göre biraz daha kuzeyde Tuna nehrinin kenarında. Oraya çıkacaksınız ve oradan kuzeye doğru yola devam edeceksiniz.

Vidin kelimesi size yabancı değil. Bu söz size bir yerlerden tanıdık geliyor. Daha önce bunu duymuş olmalısınız. Hayır haritadan görmeyi, daha önce buradan geçenlerin söylemesini kasdetmiyorum. Başka bir yerlerden. Uzaklardan, yani tarihten.

Hemen hafızanızı yoklarsınız. Vidin, Silistre, Plevne, Tuna Nehri, Rusçuk hepsi sana tanıdık gelir. Hepsi sende bir çağrışım yapar.

Vidin (Bulgarca: Видин), Bulgaristan'ın kuzeybatı ucunda Tuna Nehri kıyısında yer alan bir şehirdir. 2005 nüfusu 68.000 kişidir.

Bugünkü Bulgaristan'ın kuzey batısında yer almaktadır.

Osmanlı Devleti döneminde Balkanların merkezlerinden biriydi. 18. yüzyıl ve 19. yüzyıl başında zamanla derebeyleşen ayanlardan Pazvantoğlu hakimiyetinin merkezi Vidin olmuştur. Vidin'de halen Pazvantoğlu Sarayı kalıntıları ve Pazvantoğlu Camii bulunmaktadır.

Vidin 1846 yılına kadar Rumeli Eyaleti'ne bağlı bir sancaktır. 1846 yılında Rumeli Eyaleti dağılınca Vidin, Manastır Eyaleti'nin bir sancağı olmuştur. 1846 yılında Vidin Manastır Eyaleti'nden ayırılarak Vidin Eyaleti kurulmuştur. 1864 yılında Vidin Eyaleti, Niş Eyaleti ve Silistre Eyaleti ile birleştirilerek Tuna Vilayeti kurulmuştur.

1864’te vilayet sistemine geçilince de; Varna, Niş, Sofya, Tırnova, Rusçuk, Tolçu ve Vidin mutasarrıflıklarından meydana gelen Tuna vilayeti kuruldu.

Bulgaristan’ın Osmanlı Devletinden bağımzılık kazanınca Anadolu topraklarından ayrılmış oldu.

Vidin şehir merkezinden geçerken gözünün dedelerinize ait bir hatıra arar. Ama bulamazsınız. Orası artık tipik bir Bulgaristan şehridir.

Senin dedelerin yerleştikleri veya fethettikleri yerleşim yerlerinde, yerli halkın hiç bir şeyine dokunmazlardı. Malları-mülkleri, ibadethâneleri, evleri-barkları, tarihi eserleri aynen korunurdu. Bunlara dokunmak dinen yasaktı. Ama başkaları nmüslümanların yaşadıkları bölgeleri ele geçirince işe ibadethâneleri yıkmakla başlıyor. Kısa zamandan da müslümanların eserlerinden bir iz bırakmıyorlar. Balkanlarda bunun binlerce örneği gösterilebilir.

(Bosna trajedisi zamanında Sırp ve Hırvat güçlerinin yıktıkları yüzlerce camiiyi hatırlayalım. Son 22 günlük Gazze saldırılarında İsrail güçleri Gazze’de 150 kadar camiiyi yerle bir ettiler. Evet akıl almaz ama gerçek. Bazı insanlar bu kadar vahşi olabiliyor.)

Dolaysıyla Vidin’de Osmanlı eserleri bulmak kolay olmayacaktır.

Bu hüzünle limana varırsınız. Karşınıza bütün ihtişamıyla, bütün yoğunluğuyla, bütün dehşetiyle Tuna çıkar. Tuna’yı ilk defa görmenin heyecanını yaşarsınız. Bu Tuna değil bir derya dersiniz. Akan bir derya. Ürkütücü ve gizemli. Sakin ama korkunç. Sessiz ama tedirgin edici.

Tuna bu demek ki. Uğruna tarih yazılan, Türkçe’de adına türküler yakılan, hatta çocuklara isim olarak verilen meşhur akan deniz bu.

Gerçekten ürpertici ve etkileyici.

Karşı kıyıda Romanya. Galafat kenti. Oraya geçeceksiniz. Biraz sonra belki.

O biraz sonra dediğiniz an gelir. Bir kaç saat bekledikten sonra orta halli bir arabalı vapurla, bir kaç araba ve biraz yolcu ile Tuna’yı yüzmeye başlarsınız. Biraz batı istikametine gittikten sonra Galafat’a çıkacaksınız.

Ama siz orada, arabalı vapur üzerinde başka şeyleri düşünürsünüz.

 

Hüseyin K. Ece

22.2.2009

Zaandam/Hollanda