Baştarafı bir önceki sayılarda...

“Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle” Y. Kemal Beyatlı

2009 Yılı yaz aylarında Türkiye’ye izine gidenler çoktan döndüler. Herkes evine, işine, meşguliyetine veya okuluna döndü.

 

Biz hâlâ 2008 izin yolculuğunu bitiremedik. Özellikle dönüşte gördüklerimizi, hissettiklerimizi hatırlamaya devam ediyoruz.

İzine giderken veya gelirken eğer yolunuz Belgrad’tan geçiyorsa, mutlaka Tuna nehrinin üzerinden geçersiniz. Biliyorsunuz Belgrad Tuna nehrinin iki yakasına kurulmuş bir şehir.

Yine izine Almanya Passao, sonra Avusturya üzerinden gitmişseniz, Pasao’da Tuna nehrinin üzerinden geçersiniz. Ben de geçtim bir kaç defa. Hatta Almanya’nın Sigmaringen şehrinde Tuna’nın bir kolunu bir ay boyunca her gün  gördüm. O berrak, tertemiz, göz yaşı gibi suyunu doya doya seyrettim. İçinde oynaşan balıklara baktım. Onlarla birlikte suların derinlerine daldım. Bir arkadaşla birlikte Tuna boyunda araba ile gezintiye çıktık. Ta yukarılara gittik.

Arkadaşın dediğine göre Tuna’nın asıl kolu burası imiş. Eğer bir kaç yüz km. daha ileri gidersek Tuna’nın kaynağına ulaşabilirmişiz. Tuna bir yerde büyük bir kaynaktan büyük bir su kütlesi olarak çıkıyor. Sonra Almanya’dan Romanya’ya kadar, Avrupa’nın yarısını dolaştıktan sonra bir derya olup Karadenize kavuşuyor.

Tuna üzerindeki köprülerden geçmek, veya küçük bir kolunu seyretmek, bana çok etkileyici gelmedi. Elbette Sigmaringen’deki kolunu temizliği hayretime gitti. Almanlar bu nehri ne kadar da güzel koruyorlar. Nehir aynen bir gözyaşı denizi. Suyun dibini görebilirsiniz desem yalan olmaz. İçerisinde ne bir çöp, ne bir kağıt parçası.

En azından benim gördüğüm zaman, veya benim gördüğüm kısım temiz idi. Avusturya’daki, Macaristan’daki, Sırbistan’daki kısmını da orayı görenler anlatsın.

İster istemez aklıma ülklemizdeki dereler, ırmaklar ve nehirler geldi. Maşaallah, nazar değmesin. Ne kadar da temizler. O kadar temizler ki (!) bir kısmında artık balıklar yaşayamıyor. O kadar temziler ki (!) bir Allah’ın kulu onlarda yıkanmaya cesaret edemiyor. Hasta olurum korkusuyla.

Bizim ülkemizde tabiat neden bu kadar hoyratça tahrip edilir?

Neden sular bu kadar kolay kirletilir?

Neden yeşil alanlar tahrip ve yağma edilir?

Neden verimli araziler, ekilip diklebilen yerler, düz ve sulak araziler, yeşil kalanlar bilinçsizce yerleşime açılır? Parsel parsel satılıp paraya tahvil edilir?

Neden gelecek düşünülmez, arkadan gelenlere boz, kurak, çıplak, verimsiz, ağaçsız, kirli, zehirli mekanlar bırakmayı tercih ederiz?

Niçin toplum olarak kendi ayağımıza kurşun sıkarız?

Neden bindiğimiz dalı keseriz, kendi istikbalimizi tehlikeye atarız? Neden hayatı kendimiz için zorlaştırır, niçin kendi kendi soluduğumuz havayı

zehirleriz?

Bütün bu sorulara cevap vermek imkansız. Hangi vatandaşa bunu söylesek, ‘boş verrrrr, âlemi biz mi düzelteceğiz’, ya da ’canım bir sen düzgün olmuşsun, yetmez, herkes düzgün olmalı’ derler.

“İyi ya arkadaş, gel senden başlayalım. Sen iyi ol, sen dürüst ol, sen etrafı kirletme, sen tahrip etme, sen temiz ol, sen geleceğimiz olan yeşil alanları, su kaynaklarını, toprağı paraya tahvil etme.

Senden başlayalım, istersen. “Herkes kapısının önünü temizlese, sokak tertemiz olur” derler ya. Sen kapının önünü temiz tut. Belki başkaları da sana bakar, senden örnek alırlar. Sen iyi olmayı dene bakalım, belki iyiler çoğalır, belki iyi olmak isteyenler cesaret alır. Belki bir şeyler olur.

Hadi canım, hadi kardeşim, hadi yiğidim. Bir insanla ne olur deme, bir benimle bu işler olmaz deme. Sen çevreye karşıtemiz olmayı, çevreyi elindne geldiği kadar korumayı dene. Bunu kendine prensip edin. Belki arkası gelir.

Ben de sani takip edeyim. Böylece iki kişi oluruz. Yarın, öbürgün, gelecek ay, gelecek sene çoğalırız. Duyarlı insanların sayısı artar. Haktan hukuktan  korkanların sayısı çoğalır.”

İnsan bunları yüksek sesle herkese haykırası geliyor. 

Maalesef ülkemizde şehirler, kasabalar, köyler kir ve pas içinde oldukları gibi, bakımsız ve düzensizler. Irmaklar, nehirler de öyle. Su kaynakları da öyle. Needeyse herkes tahrip ediyor, kirletiyor, yağma ediyor. Çoğu kimse yıkıyor, bozuyor; ama tamir edenler, düzgün yapanlar, düzeltenler maalesef az.

Abarttığımı sanmayın. Gidenler mutlaka görür.

İnanmayan İstanbul’dan itibaren Tekirdağ’a, Maramara Ereğlisi’ne, Keşan’a kadar baksınlar. Denizin kenarında bir top sahası kadar boşluk kaldı mı? İstanbul Boğazı’nın iki yakasına, yeni semtlere bakalım; para getirebilecek alanlar nasıl parsellenmiş, nasıl üstüste plansız, kirli, döküntü yerleşim yerleri yapılmış..

Sadece İstanbul mu? Yurdumuzun hemen hemen bütün şehirlerinde, göç alan bütün yerleşim alanlarında, aynı yağma, aynı düzensizlik, aynı plansızlık sürüp gidiyor. Sonra kaos, trafik problemi,  alt yapı sorunları vs.  

İsteyenler Sakarya Nehri’ne, Porsuk Çayı’na, Marmara Denizi’ne ve diğerlerine baksınlar. Kirli mi temiz mi, bakımlı mı, terkedilmiş mi?

İsterseniz Edirne’den İstanbul’a doğru, isterseniz İstanbul’dan Anadolu’ya doğru yola çıkın, yol boyunca -ister otoban olsun, ister otoyol- hem dinlenme yerleri az, hem de çirkin, bakımsız ve pis. Hem de burunların  direklerini kıracak kadar. Bu gibi yerler hem yetersiz, hem de kullananlar hoyrat kullanıyorlar.

2008 izin dönüşü hatıralarını önümüzdeki sayıda devam edelim.

Hüseyin K. Ece

21.11.2009

Zaandam