(Baştarafı bir önceki sayılarda...)

 “Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle” Y. Kemal Beyatlı

 Geçenlerde bir gazete okudum, Türkiye’den bir yetkili diyor ki: “Gurbetçilerimiz Kapıkule’den içeri girince trafik kurallarına uymayı bırakıyorlar. “

 

Bu yetkili doğru mu söylüyor, yoksa gurbetçilere iftira mı atıyor? Gurbetçi denilen Avrupada yaşayıp Türkiye’ye izine gidenler karar versin.

Doğru olmamasını dilerim. Şöyle de sorulabilir: Sadece trafik kurallarına uymayı mı bırakıyorlar? Avrupa ülkelerinde yapmadıklarını, yapmaya cesaret edemediklerini kendi ülkelerine gelince yapıyorlar mı? Çöpleri rastgele yerlere atıyorlar mı, park edilmeyecek yerlere park yapıyorlar mı? Kuyrukta sıralarını bekliyorlar mı? İşleri görülsün diye torpil kullanıyorlar mı, rüşvete yelteniyorlar mi?

Bildiğim kadarıyla bunları yaşadıkları ülkelerde kolay kolay yapamazlar.

Evet, Tuna nehrini –en azından Almanya kısmındaki- temiz oluşundan bahsederken, buralara kadar geldik.

Keşke bizim ülkemizde de su kaynaklarımız güzel korunsa, kirletilmese, hoyratça kullanılmasa.

Keşke herkes yaşadığı çevreyi temiz tutma konusunda duyarlı olsa.

Keşke herkes geleceğe daha temiz, daha yaşanabilir ülke bıraksa.

Keşke soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz gıdalar temiz ve sağlıklı olsa.

Bulgaristan’dan Romanya’ya geçtiğimiz yerde Tuna bulanıktı. Arı ve duru değildi. Suyun dibi görünmediği gibi kahverengine yakın bir renkte akıyordu. Ancak bu nehrin tabii hali idi. Sanıyorum kirletilmiş, fabrika artıklarıyla zehirletilmiş değil.

Görülüyor ki 2008 izin dönüşü hatıralarını henüz bitiremedik.

Ne yapalım izin yolculuğu uzun sürdüğü gibi bıraktığı izlenimler de uzun.

Bitiremedik, çünkü Tuna üzerinden Romanya ve Macaristan güzergâhını takip ederken ister istemez aklınıza tarih gelir. Yüzyıllarca buralara hakim olan Osmanlı gelir.

Çevrenizde, geçtiğiniz yerlerde onların izlerini ararsınız. Zaferleriyle, hüzün ve acılarıyla, hezimet ve şanıyla geçen bir tarihe dönüp bakarsınız. İster istemez gözleriniz buğulanır, içinizi bir kurukluk kaplar.

Ve aklınıza Osman Yüksel Serdengeçti’nin aşağıdaki şiiri gelir.

 

İmparatorluğa Mersiye

Bin yıl oldu toprağına basalı
Hayli oldu kılıçları asalı,
Bülbüllerin onun için tasalı,
Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

 ..................................................


Kosovalar, Plevneler bizsizdir,
Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür,
Açmaz olmuş Kızanlığın gülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Hali görür, geleceği sezerdik,
Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik.
Haritayı biz kendimiz çizerdik.
Fetheyledik deryaları, çölleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Rodopların ak başları yaslıdır,
Serdengeçti gönül, artık usludur,
Rüzgarları bile matem seslidir,
Zafer, zafer der, eserdi yelleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Silistre, Ruscuk, Varna, Vidin, Plevne, Razgrad, Tırnova, Burgas, Timeşvar, Eflak-Boğdan gibi kelimeler bir şeyler çağrıştırır, sizi alır tarihe yolcular. Çünkü her birinin tarihin hafızasında silinmez izleri vardır.

Tarihin hafızasına bakma ihtiyacı duymayanlar için bu isimler elbette bir şey ifade etmez. Onlara göre kimisi bugünkü Bulgaristan’ın veya Romanya’nın bazı yerleşim yerleridir, kimisi ise yabancı kelimelerdir.

Ancak tarih bilincine sahip olanlar için durum farklıdır.  

Elbette tarih geriye çevrilmez. Olan olmuş, giden gitmiştir. Kimsenin taşına toprağına da göz dikmeye gerek yoktur. Herkes kendi yerinde rahat etsin, kimse kimseyi rahatsız etmesin.

Bütün bunlar doğru. Ancak bu anlayış tarihi unutma sonucunu doğurmamalı.

Yukarıdaki şehirlerin bir kısmında bugün hâlâ müslüman Türkler yaşıyor. En azından onlarla gönül birliği kurulabilir, imkan ölçüsünde yardımlaşılabilir, onların kimliklerini korumalarına destek verilebilir. Onları kimliklerinden koparmaya çalışan politikalara karşı gelinebilir, kampanya yürütelebilir, günümüzün araçları ile mücadele edilebilir.

Buralardaki ecdad yadigârı eserlerin korunması için çalışmalar yapılabilir. Onlarla ilgilenen kurulaşlara yardımcı olunabilir.

Balkanlar hâlâ İslâm âleminin serhaddi’dir. Her ne kadar Trakya dışında bütün Balkanlar gayri müslim çoğunluğun hakimiyetinde olsa da. Orada yaşayan Türk, Pomak, Arnavut, Boşnak ve diğer müslümanlar bir taraftan müsbet tarafları çok tarihimizin muhafızlığını yaparken, bir taraftan müslümanları buralarda temsil ediyorlar.

Diğer taraftan da onlar, her zaman hortlamaya müsait haçlı zihniyetine karşı İslâm âlemine siper olabilirler. Onlar sınır boylarındaki fedakâr murabıtlar gibidir. (Murabıt kelimesinin çağrıştırdığı anlamı bilenler ne demek istediğimi anlarlar.)

Dolaysıyla Balkanlardaki soydaşlarımızla/dindaşlarımızla sürekli irtibatlı olmak, onlara imkanlar ve ihtiyaçlar çerçevesinde yardımcı olmak gerekir.

Tuna’yı karşıya geçerken ister istemez bunları bir temenni olarak gönlünüzden geçirirsiniz.

(Devamı gelecek sayıda...)

Hüseyin K. Ece

14.02.2010 Zaandam