(Baştarafı bir önceki sayılarda... Okuyuculardan özür dileyerek 2008 izin notlarının devamını sunuyoruz.)

Tuna nehri akmam diyor

Etrafımı yıkmam diyor.

Şanı büyük Osman Paşa

Plevne`den çıkmam diyor.

 

Bulgaristan, Romanya, Macaristan üzerinden geri dönüş hatıralarını anlatıyorduk. Oralardan geçerken gördüklerimizi, aklımıza gelenleri sizlerle paylaşıyorduk. Tarihe doğru dalıp gidiyor, oradan sahneler, olaylar ve hatıralarla yolculuğa devam ediyorduk. İçimize biriken hüzünleri kırık dökük ifade etmeye çalışıyorduk.

Tuna deyince Osman Paşa’yı, Plevne’yi, “Tuna nehri akmam diyor’ türküsünü hatırlamamak mümkün mü?

Plevne ki, Osmanlının bir serhat kenti idi 18. Yüzyılda. Osmanlının kuzey sınırlarının, Tuna boylarının bekçisi, murabıtı, kale kapısı idi.

Osmanlıyı hasta adam ilan edip onu bir an önce öldürmeyi devlet politikası olarak belirleyen avrupalılar ve Rusya her fırsatta Osmanlıya saldırıyor, her seferinden bir parçayı koparıp götürüyordu. Öyle ya hasta adam yakında ölecek ve miras bırakacak. Bu mirası kim alacak? Tabii ki elini çabuk tutan...

Bir tarihçinin tesbit ettiğine göre Osmanlıların o zamanki Rusya ile ikiyüz elli yıl kadar diplomatik münasebeti oldu. Bu ikiyüzelli yılın elli yılı bilfiil savaşla geçti. Üzülerek söylemek gerekirse küçük başarılar hariç çoğunlukla Ruslar Osmanlıyı sürekli yendiler. Her galibiyetten sonra Osmanlıyı biraz daha küçülttüler. Biraz daha zayıflattılar. Osmanlı zayıfladıkça avrupalıların ve Rusya’nın yıkım planları hızlandı.

Rusya bu ikiyizelli sene içerisinde ta Moskava’dan çıkıp 1877 yılında 93. Harbi denilen savaşta İstanbul Yeşilköy’e kadar indi. Doğu da ise Birinci Dünya savaşında Kars’tan başlayarak Erzurum, Bayburt, Erzincan, Trabzon, Artvin ve Riza’yi işgal etti. Neyse ki 1917 bolşevik ihtilâlinden sonra kendisi çekip gitti. Böylece bu şehirler özgürlüğe kavuştu. Ancak Rusya’nın içinde kalan pek çok müslüman beldesi hâlâ Rusyanın bir parçası durumunda. Tatar, Çeçen, Dağıstan beldeleri gibi.

Plevne, şimdiki Bulgaristan-Romanya sınırında, Tuna kenarında fazla büyük olmayan bir kent. Fakat bölge stratejisi bakımından çok önemli bir konumda.

Tuna üzerinde Romanya tarafına geçerken, Tuna’nın o durgun ama esrarlı akışını seyrederken, sizin karşıya geçişine göre biraz daha doğuda yer alan Plevne aklınıza gelir. Bir bakıma Tuna ona doğru akar. Siz nehrin akışını seyrederken, akışın cazibesine kapılmışken, Tuna o an yön değiştirir ve tarihe doğru akmaya başlar. Öyleki siz de onun üzerinde derme çatma bir kayıkta, tek başınıza, içinde bulunduğunuz şartlardan uzak tarihe doğru akarsınız. Tuna sizi alır tarihinin derinliklerine doğru sürükler. Şehirler, ormanlar, beldeler, yeşil alanlar, manzaralar geçip gider.

Oradan tekrar çevreye bakarsınız. Oradan tekrar Tuna’nın sağında ve solunda yer alan, tarih görmüş, gün görmüş, şehit ve gaziler görmüş, zulüm ve haksızlık görmüş kentlere bakarsınız. O kentlerde olanları hatırlamaya çalışırsınız. Kimbilir sizin de büyük babanız şu eski kalenin biraz aşağısında, şimdi ağaçlarla kaplı, Tuna’ya yakın tepemsi yerde yatıyordur. Kimbilir sizin anneannenizin babası bir Balkan göçmeni, belki de bir Balkan yetimidir. Kimbilir sizin büyük babanızın babası Anadolu’nun bilmem hangi şehrinden asker olarak yola çıkıp buraya gelmiştir. Ama bir daha dönmemiştir. Belki de nice gariban gibi, şehit olduğu bile evine haber verilememiştir. Kimbilir o da yüzbinlerce şehit gibi buralarda unutulup gitmiş, bir mezara bile sahip olamamıştır.

Tuna ile birlikte tarihe doğru yürüdükçe, aktıkça; tarihin kalbinin hâlâ kanadığını farkedersiniz.  O kanın nereden geldiğini, hangi mazlumun bedeninden aktığını, ya da hangi çığlık atan kalbin derinliklerinden fışkırdığını düşünürsünüz.  

Ve aklınıza mehter marşı olarak da söylenen şu kahramanlık türküsü gelir. Kimbilir, belki de gayri ihtiyari, yavaş vavaş mırıldanmaya başlarsınız.

“Estergon kalesi bre dilber aman
Subaşı durak aman
Kimbilir gönlümü bre dilber aman
Bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde bre dilber aman
Yâr ondan ırak aman
Akma Tuna akma bre Şahin aman
Ben bir dertliyim
Yâr peşinden aman gezer koşar
Yandım kara bahtlıyım
Estergonu aldık bre Şahin aman
Vermeyiz ele aman”

Siz bunları düşünürken, ya da Estegon kalası türküsünü haifif hafif mırıldanırken  üzerinde olduğunuz arabalı vapur, karşı tarafa, Romanya tarafına yanaşmıştır. İskeleye yanaşınca daldığınız hayalden uyanır, tarihte değil, bugünde olduğunu anlarsınız. Kayığınız sizi tarihe bir an için götürse bile,  Romanya’ya geldiğiniz farkedersiniz.

Ancak hayelen de olsa çıktığınız bu tarih yolculuğunda gördüğünüz kanlı yürek gözünüzün önünden gitmez. Hayal ufkunuza takılı kalır. Ona bakmaya, o hayal ile meşgul olmaya, tarihe göz atmaya, ‘vay be’ demeye devam edersiniz.

(Devamı gelecek sayıda...)

Hüseyin K. Ece

14.2.2011

Zaandam