(Baştarafı bir önceki sayılarda...)

Vidin’den Tuna üzerinden Romanya’ya geçerken aklınıza yine Plevne gelir.  Ankara’da bir semte adını veren Gazi Osman Paşa gelir. Onun adına söylenmiş olan “Tuna nehri akmam diyor” türküsü gelir. Vatan Yahut Silistre diyen Namık Kemal gelir.

 

Tuna’nın kirli suları doğuya doğru akarken siz gayri ihtiyari bu türküyü mırıldanırsınız. Türkü sizi alır yüzotuz yıl önce gerçekleşen Plevne savunmasına götürür.

Plevne Savunması (19 Temmuz 1877-10 Aralık 1877) 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus ordusunun kuşattığı Plevne (Bulgaristan) kentinin Osmanlı ordusu tarafında büyük bir cesaretle savunulması olayıdır.

1877 yılı yazında Plevne’ye üç önemli saldırı gerçekleştiren  Ruslar her defasında Osman Paşa’nın akıllı ve cesur direniş karşısında mağlup olup geri çekildiler. Büyük kayıplar verdiler. Osman Paşa elindeki az bir asker ve kısıtlı imklanlarla kendisinden beş altı kat daha fazla düşman ordusuna karşı yiğitçe direndi. Plevne’yi savundu. Çünkü o biliyordu  ki Plevne düşerse Rusların önü ta İstanbul’a kadar açılacak. Bu da Osmanlı için büyük bir felaket demekti.

Ruslar ilk üç saldırıdan sonuç alamayınca bu sefer Plevne’yi her taraftan kuşatma altına altılar. Yardım gelebilecek bütün yolları kestiler. Osmanlı yönetimi o günün şartlarında zamanında ve yeteri kadar yardım gönderemedi. Erzak ve malzemelerin giderek tükendiğini gören Osman Paşa elineki otuzbin kadar askerle Ruslara teslim olmak zorunda kaldı.

Plevne’nin düşmesi Osmanlı için Balkanlarda adeta sonun başlangıcı oldu. Öyle ki buradaki yenilgiden sonra Osmanlı İmparatorluğu hem Avrupa defterini kapattı, hem de çöküşte son sürece girdi.

 “Tuna nehri akmam diyor” türküsünü yeniden terennüm ederken, aklınıza ne hayatlar yaşanmış, ne hayatlar yok olmuş, niceleri buralarda vatanını azgın ve aç gözlü düşmana karşı savunmak için canını vermiş diye düşünürsünüz. Nicelerin buralarda kaybolup gitmiş, şehit ve esir olduğuna dair bir haber bırakmadan... Anadoluda nice babalar-analar buradan dönecek çocuklarını, nice gelinler taze kocalarını, nice küçük çocuklar genç babalarını beklemiştir. Kimbilir kaç tanesi döndü, kimbilir kaç tanesinden hiç bir haber alınamadı.

Romanya kıyıları, işte size doğru yaklaşıyor. Siz küçük bir arabalı vapurla Tuna üzerinde süzülüp giderken, karşı kıyıya değil tarihe, Tuna’nın aktığı yöne, biraz da doğuda yer alan Osmanlının izlerini taşıyan şehirlere veya onların hayellerine doğru bakarsınız.  Tuna sizi tekrar alır ve oralara götürür. Tarihin tatlı, acılı, hüzünlü, kanlı, ibretamiz sayfalarına doğru. Tarih, o an sizin için bir ağıta dönüşür. Yüksek sesle feryat eder, hıçkırır,  içini çeker. Yani siz öyle hissedirsiniz.

Şair o güne ait nostaljiyi şöyle kaleme dökmüş:

“Nereleri dolaştım, nerelerde izim var,
Niş, Budin, Avusturya, mehterim hala çınlar.
Filibe'yi, Sofya'yı, Eflak'ı, Segedin'i
Bosna'yı, Lehistanı, Belgrad'ı, Vidin'i
Dinyester, Tuna, Tunca, nazlı nazlı akardı,
Rodos, Girit ve Kıbrıs, ada ada kokardı.
Kalmadı Avrupada gezmediğimiz ova...
Niğbolu, Varna, Mohaç, ve de.... şanlı Kosova..” 

Tarkan Köksoy

          Küçük arabalı vapur kıyıya yanaşınca birden uyanırsınız, tekrar bugüne, tekrar izin dönüşü gerçeğine dönersiniz. Tuna akmaya devam eder, siz onun toprak kirlisi rengine bir daha bakar, karaya ayak bakarsınız. Gümrükteki memurun size kasdi zorluk çıkarmasına bir anlam veremeden sabredersiniz. Sonra eski ve bir bakımsız yoldan dedelerinizin Temeşvar dedikleri vilayete doğru yole revan olursunuz.

Temeşvar ya da Romence ismiyle Timişoara Romanya'nın batı bölgesinde yer alan bir kenttir. Osmanlılar bu bölgeyi 1552 yılında fethettikten sonra burada Temeşvar Eyaletini kurmuşlar ve Temeşvar kentini bu eyaletin başkenti yapmışlardır. Bu eyalet 1716 yılında bölge Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun eline geçene kadar Osmanlı Devletinin Avrupa'daki en önemli eyaletlerinden biri olarak olmuştur. 

 Temeşvar, Romanya’nın batı tarafında Macaristan’a en yakın kentlerinden biri. Oradan Macaristan’a doğru yol alırsınız. Temeşvar’ın yanından geçerken, acaba içeride dedemizden bir hatıra kaldı mı diye merak edersiniz. Acaba diye sorar durursunuz. Sizin dedeniz, hakim olduğu yerlerde insanların temel haklarını vermiş, kutsallarına, mabedlerine dokunmamış, dini baskı uygulamamıştı. Ama ne yazık ki onların çekilmesinden sonra Sırbistan’da, Romanya’da, Macaristan’da, Yunanistan’da, arkada bıraktıkları sayısız tarihi eser, özellikle cmaiiler kısa zamanda yok edildi.

Mesela tarihçilerin tesbitine göre Belgrad Osmanlı hakimiyetinde iken orada üçyüzü aşkın cami vardı. Bugüne kalan tek camii ise bir kaç yıl önce fanatik sırplar tarafından yakıldı.

Aradaki bu farkı görünce dehşete kapılır, insanın vahşeti, kötü insanların kötülüğünün boyutları karşısında ister istemez tüyleriniz diken diken olur.

Temeşvar üzerinden Macaristan’a, oradan Avusturya, Almanya derken Hollanda’ya ulaşırsınız. Evinize nihayet ulaşırsınız. Yolculuğunuzun kaç saat sürdüğü, nerelerden geçtiğiniz, nerelerde mola verdiğiniz, gümrüklerde kaç saat beklediğiniz, oralarda hangi muamele ile karşılaştığınız, ülkenizde gördüğünüz olumsuzluklar, yollarda karşılaştığını zorluklar, yorgunluğunuz artık önemini yitirir. Uzun ve yorucu bir tatilden sonra şimdi evinizdesiniz. Hepsini belki unutursunuz, artık önemsemezsiniz.  (Sahi siz bu izinde gurbetten ana vatana mı gitmiştiniz, yoksa evinizden bir aylığına veya bir buçuk aylığına Türkiye’ye gurbete mi gitmiştiniz?)

Yalnız Tuna nehri ve onunla birlikte düşündükleriniz, aklınıza gelenler, tarihle bir daha yüzleşmeniz, içinize damlayan hüzünler ve burukluklar kafanızda asılı kalmaya devam eder. Tarihin sahneleri zihninizi arada sırada bir daha yoklar.

Buna rağmen “bir daha izine gidersem ecdadın yaşadığı yerleri, arkada bıraktıklarını görmek isterim” diye düşünürsünüz. “İşte bunun için izin yorgunluğuna değer” dersiniz.

Ve bir dahaki mevsimdeki izin hazırlıklarına şimdiden başlarsınız.

Hüseyin K. Ece

13.6.2011

Zaandam-Hollanda